DÜNYA
Güneşten 1 milyon 303 bin defa küçük olan; çapı yaklaşık 12.500 kilometrelik dünya üzerinde yaşıyoruz. Güneşten şu andaki uzaklığımız yaklaşık 150 milyon kilometre.
DÜNYA’NIN YAŞI
Radyoaktif yöntemler sonucu dünyanın 4.6 milyar yaşında olduğu bugün tespit edilmiş durumda.
DÜNYA ATMOSFERİ
Bkz. E / Evren /Atmosfer
DÜNYA’NIN ÇEKİRDEĞİ
Dünyanın ağır ve içinde çok miktarda demir bulunan çekirdeği önemli bir manyetik alan meydana getirmektedir.
DÜNYA,
SAYISIZ İLÂHİ İSİMLERİN MÂNÂLARININ
KUVVEDEN FİİLE DÖNÜŞMÜŞ HÂLİDİR!
Dünya, hakikatı yönüyle nasıl oluşmuştur?
Dünya, sayısız ilâhi isimlerin mânâlarının kuvveden fiile dönüşmüş hâlinin adı değil midir?
İnsan, çeşitli ilâhi isimlerin mânâlarının kuvveden fiile çıkışına verilen ad oluyor da, Dünya bunun dışında başka bir şey mi?
Hayır!
“Dünya” kelimesiyle kastedilen mânâ nasıl ki çeşitli sayısız ilâhi isimlerin mânâlarının kuvveden fiile çıkışına verilen ad ise aynı şekilde “âhiret” diye bahsedilen; ”Cennet” ve “Cehennem” diye bildirilen âlemler de çeşitli ilâhi isimlerin mânâlarının kuvveden fiile çıkışından başka bir şey değildir!
İster Dünya hayatı olsun, ister Cennet ve Cehennem hayatı olsun, bunların tümü de ilâhi isimlerin mânâlarının; kuvveden fiile çıkış hâlinden başka bir şey değildir!
ALLAH İNDİNDE “DÜNYA”NIN YERİ
İnsan bedeninde üç-beş hücre veya bundan çok daha küçük boyutlardaki üç-beş bakterinin yeri ne ise; Allah indinde beş-on milyar dünyanın da yeri belki odur!
DÜNYA VAROLMADAN EVVEL DE
EVRENSEL YASALAR YÜRÜRLÜKTEYDİ..
"Sünnetullah" denilen “zamanüstü evrensel sistem ve düzen”, asla yenilenmez ve değişmez!
Dünya varolmadan ne ise, bugün de odur; kıyâmetten sonra da aynıdır! Biz bunun algılayabildiğimiz kadarına, "doğa kanunu" da deriz!
EVRENSEL YASALAR
DÜNYA VE İÇİNDEKİLER İÇİN DEĞİŞMEZ!
Artık anlayın SİSTEM REALİTESİNİ !
Bu, “Allah” adıyla işaret edilenin yaratmış olduğu “DİN” adıyla bilinen ve “Sünnetullah” olarak işaret edilen SİSTEM ve DÜZENDİR; ki asla kimse için değişmez!
Hele evrende bir zerre olan Dünya üzerindeki zerrecikler için!
DÜNYA..
VE “DünyaN”
KURÂN’DA GEÇEN “DÜNYA” KELİMESİ
FİZİK DÜNYAYI DEĞİL;
"DünyaNI" ANLATIR!
Kurân’da 2 tâbir geçer... Bir, “Arz” tâbiri geçer, bir “Dünya” tâbiri geçer.
Demek ki “Dünya” kelimesiyle anlatılan mânâ başka, “Arz” kelimesiyle anlatılan mânâ başka..
“Arz” derken başka birşey sembolize ediliyor, “Dünya” derken başka birşey sembolize ediliyor.
Kurân’da geçen “Dünya” kelimesi, fizik olarak Dünyayı değil; “DünyaNI” anlatır!
“DünyaN”dır!.
Bunun ilmî izahına girmeme gerek var mı?...
HİÇBİRİMİZ DIŞARDAKİ DÜNYAYI DEĞİL,
BEYNİMİZDEKİ DünyaMIZI GÖRÜYORUZ!
Hiç kimse, hiçbir insan, Dünyayı göremez! Çünkü beyinde bizim anladığımız mânâda bir görme olayı yok zaten..
Dışardan gelen çeşitli verilerin beyinde değerlenerek hayâl âleminde bir sûret oluşmasıdır, “Dünya”!
Dolayısıyla hiçbirimiz dışardaki Dünyayı değil; beynimizdeki DünyaMIZI görüyoruz!.
HERKESİN “DünyaSI” FARKLIDIR…
Herkesin ARZ’ı kendine göre değişir! Senin arzın başkadır. Benim arzım başkadır. Onun arzı başkadır!
“Arz”, “dünya” anlamında!
Çünkü SEMÂ’da esmâ’nın mânâları zuhur ediyor.
Kurân “Arz” diyor, biz de “Toprak” diyor; toprakta arıyoruz!!!
DÜNYA YAŞAM BOYUTU
BEDENİ KAYITLAR VE KISITLAMALAR YAŞAMI
PERDELENMELER ORTAMI
“AŞAĞILARIN AŞAĞISI”
Adem ile Havva`nın, Cennet`ten Dünya`ya indirilmesi bir “mekânsal” indirilme olmayıp; içinde yaşadıkları “Ruhani güçlerle” tahakkuk etme hâlinden, bedeni kayıtlar ve kısıtlamalar yaşamına geçmeleridir... “Ahsen-i Takvim”in, “Esfeli sâfiliyn”e indirilmeleri de denmektedir buna...
Âdem`in yapısında bu 99 ismin mânâsı da mevcut. Ama, eğer Cennet ile sınırlı kalsa idi yaşamı; Cennet`ten çıkma zorunluluğu O`nun başına gelmeseydi, bu defa Âdem`de meselâ, "Sabır" ismi zâhir olmayacaktı, tecellî etmeyecekti..
Ama, ne zaman ki Âdem, Cennetten çıktı, dünya boyutu yaşamına indirildi; işte o anda öyle bir takım kısıtlamalarla, perdelenmelerle karşı karşıya kaldı ki, bunun neticesinde "Sabır" ismi tecelli etti.
Cennet yaşamında, "Sabır" ismi olmaz!
Çünkü Cennet ehlinin her istediği şey, anında meydana gelir.
MADDEYE DÖNÜK
FİKİRLER VE DEĞERLER DÜNYASI…
İbni Abbas`a göre ;İblis, Cennet muhafızı ve cinlerin başı, aynı zamanda da yakın gök ve dünyanın sultanı idi. Yâni, "insansı"lar devrinde ve öncesinde, yer yüzünde ve dünya semâsında yani maddeye dönük fikirler ve değerler dünyasında, bugünkü tâbiriyle tüm Güneş Sistemi içerisinde yaşayan varlıklar cinlerdi. “İblis” lâkaplı cin ise bütün bunların, hepsinin başıydı.
DÜNYA ÜZERİNDE
İNSAN GÖZÜNÜN GÖREMEDİĞİ
SAYISIZ VARLIK TÜRLERİ VARDIR
Gözünün 4000-7000 angström arasındaki nesneleri gördüğünün dışındakileri göremediğini-yok saydığını idrâk ettiğin farkettiğin halde hâlâ bu skalanın dışında kalan dalgalardan meydana gelen canlı türlerini yok mu sayıyorsun?... Yok mu zannediyorsun?...
Kurân sana “cin” diye birşeyden bahsetmiş. Biz almışız cini Tanrı gibi bir obje yapmışız.. Özel, cin’e muhatab olan bir obje düşünüyoruz.
“Cin” kelimesi genel anlamıyla insan gözünün görmediği varlıklar anlamına gelir.
İnsan gözünün görmediği Dünya üzerinde canlı sayısız daha başka varlık türleri olduğu gibi galaksi içindeki tüm yıldızlarda da canlı ve şuurlu varlıklar vardır. Hiçbir yer boş değildir. Çünkü Evrenin özü bilinçten meydana gelmiştir ve bu bilinç evrendeki her noktada ve zerrede açığa çıkmaktadır, onun oradaki yapısına terekibine göre.
Dolayısyla bizim kendimize göre mikroya giden yapıda sayısız canlı türleri ve bunların birbirini yemesi yoketmesi gibi bizden makroya giden boyutta da algılayamadığımız sayısız canlı şuurlu varlıklar vardır.
Gerek aramaızda, gerekse Galaksi içinde canlı ve şuurlu varlıklar vardır..Hiçbir yer boş değildir! Çünkü Evrenin özü bilinçten meydana gelmiştir. Ve bu bilinç Evrenin her noktasında açığa çıkmaktadır.
Ve bu varlıklar biz farketsek de farketmesek de çok daha ötelerde yaşamlarına devam etmektedirler..
İlmin yoksa, ilmin mantığın gereği bunu kabullenmen gerekir.
DÜNYA ATMOSFERİ
VE DÜNYA ÜZERİNDE YAŞAYAN BU VARLIKLAR
İNSANLARI NASIL KANDIRMAKTALAR?
"CİN" denen göze görünmeyen, elle tutulamayan varlıklar çeşitli toplumlara, toplumsal şartlanmalara uygun fikirler ve değerlerle yaklaşarak, onları hükümleri altına alırlar. Kimin, hangi hususta eğilimi var ise, o yolda fikirler ve görüntüler ile kendilerine bağlamaya çalışırlar.
Genelde, çok büyük bir çoğunluğa hâkimiyetleri kendilerini bildirmeden ve farkettirmeden olmaktadır.
Hükmettikleri kişiler genelde ya İslâm inancını kabul ettiğini söyleyen kişlerdir, ya da İslâm inancını kabul etmeyenlerdir.
İslâm inancını kabul etmeyenleri kandırma şekilleri, öldükten sonra tekrar dünyaya gelineceği esasına dayanan inanç türleridir...
Kendilerini UZAY`dan, başka galaksi veya sistemlerden gelmiş varlıklar olarak tanıtmaları son devrin en büyük zevk konularıdır.
Gerçekte bu varlıklar, dünya atmosferi içinde veya dünya üzerinde yaşamaktadırlar. Son derece zeki ve hareket kâbiliyetine sahip oldukları için, insanları bu yönleri dolayısıyla çok rahat kandırabilmektedirler.
BİLİNİZ Kİ…
DÜNYA HAYATI BİR OYUNCAK, BİR EĞLENCE,
BİR BEZENME VE ARANIZDA ÖĞÜNMEDİR!
Bak âyetlerde nasıl uyarılıyorsun:
“Biliniz ki, dünya hayatı bir oyuncak, bir eğlence, bir bezenme ve aranızda öğünmedir!. Dünya hayatı ancak aldatıcı ve mağrur edici şeylerdir.” (57-20)
“Yeterli şekilde kıyâmet gününe hazırlanmamış olan, o günün korkunç azabları karşısında karısını, kardeşini, akrabalarını ve yeryüzünde olan şeylerin hepsini fidye olarak vermek ister, ki böylece kendini kurtarabilsin!.” (70-11/15)
İnsanlar uykudadır, ölünce uyanırlar!. (Hadis)
Dolayısıyla, dünya hayatı, geçtiğiniz âlemde, sizin için bir rüya gibi olacaktır... Öyle ise ölmeden önce öl ki, uykudan, dünyada iken uyan!. Gerçekleri gör ve o gerçeklere göre yaşamını düzenle...
Dünyada bırakıp gideceğin, öbür âlemde senin için hiç bir değer ifade etmeyecek şeylere enerjini boş yere harcayıp, sonradan telâfi edemeyeceğin israfın yüzünden pişmanlıklara düşme!. Kendini bu beden kabul edip, sadece bedene dönük bir biçimde yaşamak hüsrandan başka bir şey getirmiyecektir... Oraya gidip gerçekleri gördükten sonra, keşke dünyaya geri dönüp, yapmadıklarımızı yapma imkânımız olsa dersiniz, ama bu asla mümkün olmaz!.
Nitekim bak Kur'ân-ı Kerîm bunu nasıl anlatıyor:
“O gün cehennem mahşer yerine gelir; o gün insan bütün yaptıklarını hatırlar; ancak bu hatırlayış hiç bir fayda sağlamaz...
-Keşke bu hayatım için bana fayda sağlıyacak şeyler yapsaydım!. der...” (89-23/24)
“Biz sizi yakın olan sıkıntı ve azablara karşı uyardık!. O gün kişi yaptıklarının neticeleri ile karşılaşacaktır... Bu gerçekleri inkâr edenler ise şöyle diyeceklerdir:
Keşke toprak olsaydım!.” (78/40)
DÜNYA ÜZERİNDEKİ HER BİRİM
DÜNYANIN MANYETİK ÇEKİM ALANINA TÂBİDİR!
Şimdi içinde bulunduğumuz sistemi ve insanın bu sistem ile bağlantısını hatırlayalım...
Bu madde dünyasında görüp bildiğimiz her şey, dünyanın yer çekimine, manyetik çekim alanına bağımlıdır...
İnsan da bu madde dünyasında varolmuş bir birim olarak dünyanın manyetik çekim alanına bağımlıdır...
İNSAN
DÜNYANIN MANYETİK ÇEKİM ALANINDAN
KENDİNİ KURTARABİLİR
VE CENNET YAŞAMINA ULAŞABİLİR
“Biz her şeyi sudan (yani H20'dan) halkettik”...
dendiğine; ve dünya üzerinde bulunan her canlı sudan varolduğuna göre, insan da sudan meydana gelmiş bir varlıktır!.
İnsan, bu dünyada varolduğuna ve dünyanın çekim alanına tâbi olduğuna göre; insan beyninin ürettiği “halogramik dalga beden” yani bilinen ismiyle “RUH” da bu dünyanın manyetik çekim alanına bağımlıdır!.
Öte yandan gene insan beyninde öyle bir özellik mevcuttur ki, şayet bu özellik faaliyete geçerse, o kişi neticede dünyanın ve güneşin çekim alanından uzaklaşarak, uzaydaki sayısız yıldızların boyutsal derinliklerinde oranın şartlarına uygun bir bedenle “cennet” yaşamına ulaşabilir.
DÜNYAYA GELMEKTEN GAYE:..
Dünyaya gelmekten gaye; dünya şartlarına ulaşmak, yani dünyada yaşarken sahip olduğu mikrodalga üreten biyolojik beyine geri dönmek, onu elde etmektir!... Ki bu asla mümkün değildir!.
O yüzden, işin hakikat bilgisine vakıf olabilmiş, fakat şaki olması hasebiyle gerekli çalışmaları yapmamış olan bir çok zevat cehennemdedir.
İşte bu yüzden, Abdülkerim el Ciyli Hazretleri, İnsan-ı Kâmil kitabında; Eflatun`u, varlığın bir çok hakikat sırlarına vâkıf olmasına rağmen, Cehennem`de gördüğünü yazar.
Bir çok hakikat sırlarına vakıf olmuş kişi dahi Cehennemdedir!. Bunlar, işin "SIR" noktalarıdır...
DÜNYA SALTANATINDAN
DÜŞÜNSEL BOYUTUN ÖZELLİKLERİNE GEÇİŞ
Hz.İsa aleyhisselâm zamanında, "Barabbas" isimli bir kişi vardı... Yahudilere karşı, yahudi olmayanların birleşerek bir devlet kurmalarına önderlik ediyordu..İsa aleyhisselâma başvurarak, O`nu kendilerine dinî-siyasî lider yapmak ve böylece yahudilere karşı zafer kazanmak amacıyla çok uğraştı!. Bütün bunlara karşı Hazreti İsa aleyhisselâm ise şu cevabı verdi:
-Ben dünyada krallık, devlet kurmak için değil, insanların göklerin krallığında yer almaları için davet ediyorum!.
Yani şunu demek istiyordu...insanlar bu gibi şeylerle uğraşırken, şu sayılı dünya günlerinde, âhıret hayatına hazırlanmaktan, Allah`ın onlara hazırlamış olduğu cenneti kazanmak için yapacakları yararlı çalışmalardan geri kalıyorlar!. Dünyadaki saltanattan çok daha yararlıdır âhıretin ebedi nimetleri!.
İsa aleyhisselâm enfüsî kemâlâta sahip olarak “Hakikat”a vâkıf olmuştur; bu yüzden insanları ALLAH'a; “semânın krallığı”na, yani düşünsel boyutun özelliklerine davet etmiştir...
"Mirâc"da evvela dünya semâsına çıktı.
Öncelikle şunu iyi farkedelim ve anlayalım...
"Mi`râc" yani yükselme ile "Berzah Âlemi" de denilen kabir âlemindeki yani semâ katlarındaki gezinti tamamıyla BOYUTSAL bir olaydır!. Kesinlikle fizik beden-madde boyutunda cereyan eden bir olay değildir!.
"Dünya semâsının kapısında..." denildiği zaman, bununla, madde ötesi boyuta geçiş, yani bir başka ifade ile ervâh(ruhlar) âlemine geçiş anlatılmak istenmektedir!.
DÜNYA NİMETİ İLE YETİNEN…
Bedbaht, ebedi saadeti terkedip birkaç saniyelik dünya nimetiyle iktifa eder!.
Mutlu, ebedi yaşamı düşünerek, sayılı saniyelerin gamıyla, zamanını boşa geçirmekten imtina eder!.
“EVRENSEL ÖZ”
EVRENSEL KUANTSAL BÜTÜNLÜK
“İlim” sıfatının mahzarı olan “Salt Şuur”
Evrensel Tek Şuur
Evrensel İnsan
Kozmik Bilinç
İnsan-ı Kâmil
Ruh’u Â’zam
Akl-ı Evvel
Hakikati Muhammediye
“Ruh” Adlı Melek
“Allah”ın tüm isimlerinin işaret ettiği mânâların ortaya çıkış mahalli”
“Nokta”
Bilimin de son olarak eriştiği ve foton adını verdiği, şimdiki verilere göre maddenin özü mahiyetinde olarak bildiğimiz, ışıklı enerji zerreciklerinin sahip olduğu enerjiyi meydana getiren bir "ÖZ"dür "RUH"!. Yani, Evrensel Kuantsal bütünlük!.
Bugünkü modern bilim neticesinde oluşan düşünce sisteminin eriştiği gerçek olarak "KOZMİK BİLİNÇ" adıyla tanımlanan “Evrensel TEK şuur” tasavvuf çalışmalarıyla asırlardır tanınan "İNSAN-I KÂMİL"den başka bir şey değildir.
İşte tasavvufta, "İnsan-ı Kâmil" modern düşüncede ise "Kozmik Bilinç" adıyla tanınan Evrensel Öz, "Allah"ın bütün isimlerinin işaret ettiği manâların ortaya çıkış mahallinden başka bir şey değildir.
KÂİNATIN ÖZÜ, CEVHERİ, ANA HAMMADDESİ,
“EVRENSEL İNSAN”DIR!
(KOZMİK BİLİNÇTİR)
Tasavvufta, İnsan-ı Kâmil'in bir diğer adı da RUH-U Â’ZÂM'dır! Yani, tüm boyutlarıyla evrenin kendisinden meydana geldiği öz cevher;
Hayâtiyet vasfı, "CAN'lılık kaynağı oluşu itibariyle RUH-U Â’ZÂM…
İlmi itibariyle, AKL-I EVVEL...
Benliği itibariyle Hakikat-ı Muhammedî ismini alan bu İNSAN, kâinatın özü, cevheri, ana hammaddesidir.
“EVRENSEL ÖZ”DEN MEYDANA GELEN
VE O “ÖZ”LE MEVCUT OLAN BİLİNÇ,
MEÇHUL FREKANSLI BİR DALGABOYUDUR!
"Madde"miz, beşduyu verilerine göre mevcut olan bir katman olduğuna göre; algılama araçları değiştikçe "maddeler"de değişeceğine göre; bu hükmü veren bilinç, kesinlikle anlaşılır ki madde değildir!..
Bilinç, madde olmadığına göre; "Evrensel Öz"den meydana gelmiş, "Evrensel Öz"le mevcut, ancak yapısını henüz değerlendiremediğimiz, meçhul frekanslı dalgaboyudur!.
EVRENSEL ÖZ,
”ALLAH”IN BÜTÜN İSİMLERİNİN İŞARET
ETTİĞİ MÂNÂLARIN ORTAYA ÇIKIŞ MAHALLİDİR!
Tasavvufta, "İnsan-ı Kâmil" modern düşüncede ise "Kozmik Bilinç" adıyla tanınan Evrensel Öz, "Allah"ın bütün isimlerinin işaret ettiği mânâların ortaya çıkış mahallinden başka bir şey değildir.
EVRENDE MEYDANA GELEN HERŞEY
AYNI “ÖZ”DEN MEYDANA GELMİŞTİR!
İnsanın, asla evrenden sözedemeyeceğini; "Evren" ismi altında anlatılmak istenen şeyin, ancak ve sadece kesitsel algılama araçları beşduyuya dayanan "insanın evreni" olduğunu anlatmıştık...
Daha sonra da, "madde" diye bir şeyin gerçekte var olmadığını; "madde" tesbitini dahi beşduyuya dayanan algılama araçlarının yaptığını; başka algılama araçlarının da başka "madde"ler tesbiti yapabileceğini açıklamaya çalışmış; ve her algılama aracına GÖRE değişen sayısız "madde" âlemleri vardır; ki onlar, bize göre, hep "maddeötesi" âlemlerdir, demiştik..
İnsan, beşduyu verileriyle evreni tanıyamıyacağına göre; insan, evren içi bir varlık olduğuna göre; Evrende, her şey maddeötesi dalgalardan, ya da kuantsal yapıya dayanan çeşitli frekanstaki, çeşitli anlamları kapsamında bulunduran birimler olduğuna, göre; bu takdirde özü itibariyle "insan" nedir?
Gözden öze yönelebilenlere, gözden öze geçebilenlere, beyinlerini beşduyu verileriyle bloke olmaktan kurtarıp, derin ve kapsamlı düşünce yoluyla, madde sanısından "Evrensel Öze" doğru, bilim artı sezgi gücüyle kullanabilenlere göre...
Evrende mevcut olan her birim, yapısına ve algılama aracına göre yer aldığı katmanda, tüm evrensel özdeğerlere sahiptir. "Evrensel öz"e sahip bulunan her birim, kendi algılama araçlarının oluşturduğu katmanda yaşadığı sürece, o katman kendi "madde" dünyası olarak mevcuttur; diğer katmanlar ise, "yok" hükmünü alır algılama aracının kapasite yetersizliği dolayısıyla!.
Gerçekte, Evrende mevcut bulunan her şey, aynı özden meydana geldiği için, ister yaratan güç denilsin, ister günümüz deyişiyle "Salt Bilinç" diyelim bu Evrensel kudret ve ilim, hologramik bir biçimde, evrenin her katmanındaki her birimin her noktasında aynı şekilde mevcuttur!.
HER KUANTTA YERİNİ BULAN “ÖZ”
AYNI ZAMANDA ŞUUR KAYNAĞIDIR!
"RUH" adı verilen ve her kuantta yerini bulan "ÖZ" aynı zamanda "ŞUUR" kaynağıdır... Yani, evrende mevcut bulunan her nesnede birimsel ölçüde bilinç vardır... Ancak bilelim ki, bilinç bölünür ve cüzlere ayrılır bir şey değildir.
Dolayısıyla kâinatta var olan her hareket asla tesadüfi olmayıp, taşıdığı "ŞUUR"un sonucu olarak, bize bugün düzensizmiş gibi gözükse de, gerçekte düzenli hareketler göstermektedir...
"ŞUUR"suz sanılan hayvanlar veya cisimler veya zerrecikler dahi, taşımakta oldukları birimsel bilinç dolayısıyla gerçekte, belirli bir düzen içinde hareket etmektedirler... Ancak, kendileri bu durumu idrak edecekleri bir sistemden, yapıdan öte oldukları için; bu özelliklerini kendileri bilememekte; biz dahi beş duyumuzun kaydında kaldığımız sürece onların bu durumunu idrak edememekteyiz...
Nitekim dini yoldan da bir delil göstermek gerekirse, fikirlerimizi ispat eden işte bir âyet:
"HİÇ BİR ŞEY HARİÇ OLMAMAK ÜZERE, (HER ŞEY) O`NU TESBİH VE HAMD EDER! FAKAT, SİZ ONLARIN TESBİHİNİ İDRAK EDEMEZSİNİZ." (17-44)
Evet, çünkü bilimin bugün "kuant" diye adlandırdığı zerreciklerin ne mahiyetini, ne "bilinç"le ilişkisini, ve ne de nasıl bir düzenlilik içinde bulunarak bir vazife îfa ettiğini, beş duyuyla kısıtlanmış, bedenle kayıtlı insanın anlamasına imkan yoktur!. Bu ancak bilinebilir, kavranabilir.
Hepsi o kadar!
ÖZBENLİK NOKTASINDA
TÜM EVREN VE İÇİNDEKİLER,
"TEK BİR BİLİNÇ"TEN İBARETTİR!
Gerçekte "BEN" kelimesiyle işaret edilen varlık, öyle bir "ÖZ" varlıktır ki; o "ÖZBEN"lik noktasında tüm evren ve içindekiler "Tek bir Bilinç"ten ibarettir!.
EVRENSEL ÖZ VE İNSAN…
VÜCUDUMUZDAKİ HER HÜCRE
TÜM KOZMOSU İÇERİR…
HER YAĞMUR DAMLASI
VE HER YAPRAK DA!
Kuantum fizikçilerinin, maddenin derinliklerini inceledikçe buldukları iletişim örneklerine ilâve olarak, Bohm`un “holografik evren”i birçok bulmacayı çözmektedir. Bunlardan biri de, atomaltı parçacıklarında görülen “BİLİNÇ” etkisidir.
Bohm, daha öncede belirttiğimiz gibi, “parçacıkların, incelemedikçe mevcut olmadıkları” tezine karşıdır. Fakat prensipte, fizik ve bilinç bir arada incelenebilir.
Fizikçilerin çoğu gerçeği parçalamaya uğraşarak, yani bilinci ve atomaltı parçacıkları ayrı ayrı inceleyerek yanlış yapmaktadırlar.
Bilinç, her maddede derece derece, gizli ve açık olarak mevcuttur. Bu, plâzmanın, neden canlı özellikleri gösterdiğinin de açıklamasıdır.
Düşünülen şeyi eyleme geçirmek, aklın en önemli özelliklerindendir. Böyle birşeyi elektronda da görmekteyiz.
Bu nedenle evrende, canlı-cansız ayırımı anlamsızdır. Hareketli ve hareketsiz maddeler ayrılamayacak kadar iç içedir ve yaşamda evrenin bütünlüğü içinde sarmalanmıştır.
Bilincin, yaşamın ve gerçekte herşeyin evrenin dokusunu oluşturması, şaşırtıcı sonuçlar verir.
Hologramın bir parçasının, tümün özelliklerini içermesi gibi; eğer ulaşmasını bilirsek, baş parmağımızın ucunda, Andromeda galaksisini bulabiliriz!. Kleopatra ile Sezar’ın buluşmasını da!.
Prensipte, geçmiş ve gelecek, uzay ve zamanın küçük bir kıvrımında yer almaktadır. Aynı şekilde, vücudumuzdaki her hücre, tüm kozmosu içerir. Her yağmur damlası ve her yaprak da!.
BEDENİNİZ,
KÂİNATIN TAMAMI…
AKLINIZ İSE
“TÜMEL AKIL”DIR!
(KOZMİK BİLİNÇ’TİR!)
İşte, sizin benliğiniz, gerçekte bu "benlik"tir!
Bedeniniz, yani gerçek bedeniniz, bu kâinatın tamamıdır.
Aklınız ise, bu kâinatın tamamında mevcut düzeni yürüten tümel akıl, yâni kozmik bilinçtir.
Yaşadığınız şu dünya hayatı ise, kozmik bilinçten ibaret olan gerçek benliğinizin bir rüyasından ibarettir!
KÂİNAT
MAKROKOZMOSTUR!
Makrokozmos kâinattır, mikrokozmos beyin!.
“EVRENSEL ÖZ” VE
ONDAKİ TÜM ÖZELLİKLERİ
HOLOGRAMİK BİR BİÇİMDE KENDİNDE BARINDIRAN
BEYİN!
Maddenin var olmadığını, evrenin bir dalgalar titreşim bütünü olduğunu; daha açık bir ifadeyle, maddenin, kesitsel algılama araçlarına göre var olduğunu; her boyutun kendine has yapısının, o yapıyı algılayan araçlara göre madde kabul edildiğini anlatmaya çalıştık...
"İnsan" da Hakikati itibariyla bu ÖZ`den gelme "NEFS"teki bilinçten ibârettir!
Evet..
"Evrensel Öz"ü, bünyesinde barındıran; ve o "Evrensel Öz"de mevcut olan tüm özellikler hologramik bir biçimde kendisinde barındıran bir tür titreşimden ibaret beyin!
Sonsuz sayısız dalgalardan, titreşimlerden ibaret, tasavvuf ehlinin "hayâl" olarak nitelendirdiği bir evren!!!
Ama, bu titreşim, insan bedeni denilen moleküler yapıda, hücre yapıda, beyin ismi altında bir birimsellik ve bedensellik hissini ve düşüncesini oluşturuyor!
Dostları ilə paylaş: |