GERÇEKTE, mevcud olan tek, bölünmez, parçalanmaz, sınırsız-sonsuz olan TEK'tir!. AHAD'dır!. Eşi, misli, benzeri, mikro ya da makro plânda kendisinin dışında hiç birşey olmayan "ALLAH AHAD" dır!.
Ancak biz, mevcut algılama araçlarımıza bağımlı olarak, o TEK yapıyı, çok parçalardan oluşmuş bir bütün gibi değerlendirme yanılgısı içindeyiz!. Çünkü, beynimiz kesitsel algılama araçlarına göre hüküm vermekte!.
Oysa beyin, kesitsel algılama araçlarının yani beş duyusunun son derece sınırlı değerlendirme kapasitesiyle kayıtlı kalmasa... Bu sınırlar içinde algıladığı verileri, sadece, evrendeki sayısız varlıklardan birer kesit veya birer örnek kabul etse...
Sonra derin bir tefekkür ile, algılayabildiği örneklerden, daha nelerin mevcut olabileceğini tesbit edebilse... Ve sonra, onların yapısal derinliklerine doğru, boyutsal bir seyahat yaparak, evrensel öz ile karşılaşsa... Ve nihayet kendi "ben"liğinin dahi o evrensel "öz" içinde “yok” oluşunu farkedebilse..
İşte bu işin çok önemli bir yanı..
Biliyoruz ki insan, evreni, beş duyusuyla algılar... Dolayısıyla, insanın, beş duyusunun oluşturduğu evreni ile; bir hayvanın ya da insanötesi herhangi bir varlığın, duyu organlarının kapasitesine GÖRE algılanan evreni, elbette ki birbirinden son derece farklıdır!..
Bunu, basit bir misâlle açıklıyalım... İnsangözü, 4000 angström ile 7000 angström arasındaki dalgaları değerlendirerek beyne yollar; ve bu dalgalar, beyinde bir görüntü şeklinde değerlendirilir.. Biz de, beynimizin programlandığı şekilde değerlendirdiği bu dalgaları yayan veya aksettiren nesneleri "var" kabul eder, bunların dışındakileri ise " yok" sayarız.
İşte, gerçeği görememe hususundaki yanlışımız, bu noktada başlamaktadır...
Gözümüzün algılayamadığı, sayısız-sonsuz dalgaboyu skalasından son derece minik bir kesiti algıladığımız halde...
Her şeyi algıladıklarımızdan ibaret sanıyor; ve her şeyi, bu sınırların içinde varsayıp, değerlendirmeye çalışıyoruz!..
Oysa, gerçekte, evren, sonsuz-sınırsız dalgaboylarından, ya da bir diğer ifade ile kuantlardan oluşan bir yapıdır; ki, bu algıladığımız kesit içindekiler, okyanusta bir damla bile değildir!.
İkinci olarak; anlaşılması zorunlu bir diğer husus da şudur:
Gözümüzün beyne ulaştırdığı 4000-7000 angström arası dalgaboyları bir anlam taşıdığına göre; bütün dalga boyları ve boyutları ile tüm Evren, bir anlam ifade eden BÜTÜNSELLİĞE sahiptir!. Ne çare ki, bizim algılama araçlarımızın sınırlılığı, bu Evrenİn BÜTÜNSELLİĞİNİ değerlendirmekten bizi mahrum bırakmaktadır.
Demek oluyor ki...
Beynimizin, belirli, şartlanma yollu edindiği programlarla bloke olması, bizi kısıtlıyor ve... Kesitsel algılama araçlarına (beşduyu) sahip olmamız, ve her şeyi İLLE DE beş duyu ile değerlendirme şartlanmamız, çokluk görüntüsü veren orijinal TEK'i bir türlü algılayamamamıza sebep olmakta!.
Oysa, bilimsel olarak biliyoruz ki, atom boyutunda değerlendirme aracımız ya da duyumuz olsaydı, "hepimiz BİR" olacaktık..
Bunu da anlatmak için şöyle bir misâl vereyim:
Bulunduğunuz odayı, tavanını açmak suretiyle, bir milyar defa büyütme kapasitesine sahip elektron mikroskobunun lamına koyun ve sonra da objektifinden bakın... Bir milyarlık büyütme kapasitesi, bize atomları görme olanağını verecektir... Bu takdirde, artık biz, o odadaki çeşitli isimler taktığımız eşyayı değil; demir, bakır, çinko, hidrojen, azot, oksijen vesaire gibi pekçok atomlardan ibaret, homojen bir kütleyi göreceğiz.
Göz aracıyla aynı odaya bakan beyin, az önce bir çok eşyanın varlığından söz ederken; elektron mikroskobu aracılığıyla aynı odaya bakan beyin sayısız eşyadan değil, homojen atomik bileşik bir kütleden sözedecektir; ki artık, "pek çok", sadece, "yüzküsur" atom türüne dönüşmüştür nazarımızda!.
Şayet, beynin kullandığı algılama aracı, bir milyar defa büyütme kapasitesi yerine, bir trilyon, ya da yüz katrilyon gibi rakkamlara çıksa ne olur?...
Bu takdirde öyle bir noktaya geliriz ki, evrende varolduğunu kabul ettiğimiz herşeyin, o şeye bakan algılama aracının kapasitesinden doğan, imgesel bir varlık olduğunu idrak ederiz!
İşte varolduğu, beyin tarafından kabul edilen her şey, beynin kesitsel algılama araçlarına GÖREdir; ve o görüntülerin her biri, kesitsel verilerin imajlarıdır!.
Bu tesbit bizi nereye götürür?...
Madde-hücre-molekül-atom-nötron-kuark-kuant "boyutsal özeinim" ile karşımıza öyle bir TEKİL yapı çıkar ki, artık, bu TEK'ten başka bir şeyin varlığı düşünülemez!.
Kısacası, "Evren" ismiyle işaret ettiğimiz varlık, gerçekte öyle bir TEK'e dayanmaktadır ki; ki, siz ona ne isim verirseniz veriniz; O'ndan başkasına "Evren" ismi ardında yer yoktur!.
Algılayabildiğimiz kadarıyla, bir özelliği "Salt Bilinç"; diğer bir özelliği de "Evrensel Enerji" olan bu TEK, "Evren" ismiyle tanımladığımız yapı olarak, zaman kavramının olmadığı bir mânâda, her an kendi sistemiyle yaşamını sürdürmektedir.
Bize düşen ise, şayet elimizden geliyorsa, bu yapıdaki yerimizi anlamaktan ibarettir.
EVRENDEKİ
“GÖRÜNÜR” VE “GİZLİ” DÜZEN…
Bkz. E / Evren / Holgrafik Evren / Günlük yaşamımız da gerçekte bir holografik görüntüdür!
EVRENDEKİ HER ŞEY
PROGRAMLIDIR… VE
BİRBİRİ İLE BİR İLETİŞİM HÂLİNDEDİR;
BİRBİRİNİ ETKİLEMEKTEDİR!
Allah kâinatta var olan her şeyi belli bir sistem ve düzen içinde meydana getirmiştir. Bu galaksi içinde var olan her şey birbiriyle iletişim hâlindedir ve evrendeki her şey programlıdır. Evrende var olan her şey birbiriyle iletişim içinde ve birbirini etkilemektedir.
“Evrensel yasalar”, “doğa kanunları” dediğimiz şeyler hep bu Allah’ın yaratış kanunu, düzeni, sistemidir,
KÂİNATTA VAROLAN HER HAREKET
ASLA TESADÜFİ DEĞİL; DÜZENLİDİR!
Dini tâbirle; “RUH” ile kâinat yaradılmıştır. “RUH” ile kâim ve var olan varlıkta gerçeği itibarıyle asla yok olma düşünülemez. ŞUUR kaynağıdır.
Yani, evrende mevcut bulunan her nesnede birimsel ölçüde bilinç vardır. Ancak bilelim ki; bilinç, bölünür ve cüzlere ayrılır bir şey değildir!.
Dolayısıyla kâinatta var olan her hareket asla tesadüfî olmayıp, taşıdığı “ŞUUR”un sonucu olarak, bize bugün düzensizmiş gibi gözükse de, gerçekte düzenli hareketler göstermektedir.
”Şuursuz” sanılan hayvanlar veya cisimler veya zerrecikler dahi, taşımakta oldukları birimsel bilinç dolayısıyla gerçekte, belirli bir düzen içinde hareket etmektedirler. Ancak, kendileri bu durumu idrâk edecekleri bir sistemden, yapıdan öte oldukları için; bu özelliklerini kendileri bilememekte; biz dahi beş duyumuzun kaydında kaldığımız sürece onların bu durumunu idrâk edememekteyiz.
EVRENDE OLUŞAN HERŞEY,
FİZİK-ŞİMİK-KOZMİK SEBEPLER SONUÇLAR DİZİSİDİR…
MUCİZE DAHİ!
Evren'de oluşan her şey, tamamıyla "FİZİK-ŞİMİK-KOZMİK" diye tanımlamaya çalıştığım sebepler-sonuçlar dizisinden başka bir şey değildir! Ki bu da:
-ALLAH'IN (SÜNNETULLAH) ÂDETLERİNDE BİR DEĞİŞİKLİK OLMAZ!" (Fâtır/43)
hükmüyle açıklığa kavuşturulmuştur.
Mucize denilen, olağandışı kabul edilen olaylar dahi, Allah'ın âdetleri düzeni içinde gelişir. Kısacası, Kâinatta sihirbaz değneğine yer yoktur!..
Bizim, o olayı oluşturan sebeplerden habersiz olmamız, o olayın bir sihirbazlık ya da hokkabazlıkmışçasına oluştuğuna delâlet etmez!.
KÂİNATTA EŞİTLİK YOKTUR!
Bkz. A /Adalet
KÂİNATTA ZIT YOKTUR…
ÇÜNKÜ ALLAH’TA ZIT YOKTUR!
Varlık âleminde ne görüyorsak, ne algılıyorsak, ne düşünüp tahayyül ediyorsak, bütün bunların hepsi de “Allah” ismi ile işaret ettiğimiz yüce Zât`ın ilmi ve kudreti ile, ilminde, esmâsındaki mânâların açığa çıkması sûretiyle meydana gelmede...
Yani, her şey, “şey”in varlığı–isteği–iradesi dışında; evreni meydana getiren Zât`ın, ilmi ve iradesi istikametinde oluşuyor.
Bütün algılanan zıtlar aynı Tek kaynaktan meydana geldiğine göre, O Tek kaynak, bütün bu zıtların fevkindedir!.
Esasen, kâinatta, mevcudatta “zıt” yoktur!. Çünkü, Allah`ta zıt yoktur!. “zıt” kavramı bize göredir!.
MAKROKOZMOS OLAN EVRENİ OLUŞTURAN
İŞLETİM PROGRAMI AYNEN
MİKROKOZMOS OLAN İNSANA DA UYGULANMIŞTIR
Bkz. İ / İnsan
“EVRENSEL DÜZEN” NEDENİYLEDİR Kİ,
İNSANLAR ÖTESİNDEKİNE DEĞİL;
ÖZÜNDEKİNE YÖNELMEK ZORUNDADIR!
İnsanların çoğu ile; "Din"in kelimelerinde, dış anlamlarında, mecâzında kalmış din adamlarının hepsi "tanrı"ya inanır, onu savunur ve onun adına insanları yönetmeye kalkar! Akıl-izan sahipleri de böyle bir şeyin olamayacağını idrâk ettikleri için tanrıya inanmazlar ve din adamlarına da kulaklarını tıkarlar!
"ALLAH" kavramına dayalı "Din" anlayışı ise, bütün tasavvuf ehli ve evliya tarafından paylaşılan bir gerçektir! Ne yazık ki, insanların pek azı bu gerçeği farketmiştir!
Bu gerçeği açıklayan Kur`ân-ı Kerîm’e göre, "Allah", evreni ve varolarak algılanan her şeyi, kendi ilminde, kendi kudretiyle ve kendi güzel isimlerinin özellikleriyle yaratmıştır.
Bu sebepledir ki, doğa kanunları ve evrensel düzen dediğimiz şey, gerçekte ALLAH DÜZEN ve SİSTEMİ`nden başka birşey değildir! Bu gerçek nedeniyle de, insan ötesinde bir tanrıya tapınmak yerine; ÖZÜNDEKİ "ALLAH"ı farketmek ve ötesindekine değil, özündekine yönelmek zorundadır!
EVRENDE GEÇERLİ OLAN
SİSTEMATİK DÜZENDE
DUYGUSALLIĞA YER YOKTUR!
Doğada, duygulara yer yoktur!.
Doğayı duygularında değil, hikmetle değerlendirebilirsin.
Öyle ise, hikmet sahibi ol!.
Evrende geçerli olan, sistematik düzendir; ki onda duygulsallığa yer yoktur... O düzen, kendi kanunlarına göre sürer ve yaşanır!.
EVREN ANAYASASININ İLK MADDELERİ
Bkz. S / Sünnetullah
EVRENİ YARGILAMAYA KALKARSANIZ EĞER…
Berlin duvarları değil; ÇİN SEDDİ ile kuşatılmış beyin köyünüzün içinden evreni yargılamaya kalkarsanız, hâliniz komik bile nitelendirilmez!.
EVRENSEL BAKIŞ
VE SONUCU
Cehennemi yaşıyoruz; şartlanmalarımız, DUYGUlarımız ve değer yargılarımız yüzünden...
Cenneti yaşıyoruz; gerçekçi olmamız, duygularımız ve evrensel bakabilmemiz yüzünden!.
EVRENDEKİ HER BİR YOĞUNLAŞMA VE AKTİVİTE,
HİÇ DÜŞÜNMEDİĞİMİZ BİR NOKTADA BAMBAŞKA ŞEYLERİ
ETKİLEMEKTE VE HAREKETE GEÇİRMEKTEDİR!
Evet, evren orijininde TEKİL bir yapı; ve gerçekte, tüm zerreler birbiriyle ilintili durumda olduğu için, her bir yoğunlaşma ve aktivite, hiç düşünemediğimiz bir noktada bambaşka şeyleri etkilemekte ve harekete geçirmektedir... Yani evrende, birbirinden kopuk, ayrı, müstakil varlıklar ve onların özgür benlikleri ve iradeleri mevcut değildir!.
“EVRENSEL DİN”
(Bkz. İ / İslâm)
“EVRENSEL ENERJİ”
Bkz. E / Enerji / Evrensel enerji (Kozmik Bilinç), “Evren adı altındaki yapıda kendi “Sistem”ini uygulamaktadır!
“EVRENSEL İNSAN”
KÂİNATIN ÖZÜ, CEVHERİ, HAMMADDESİ,
“EVRENSEL İNSAN”DIR!
(KOZMİK BİLİNÇTİR)
Bkz. E / Evren / Evrenin Mânâ yapısı / ”Evrensel İnsan” (Kozmik Bilinç) madde bir varlık değildir!
“EVRENSEL İNSAN” MUHAMMED ALEYHİSSELÂM…
BİR IRKA DEĞİL;
TÜM İNSANLIĞA GELMİŞTİR!
İslâm Dini evrensel sistem ve mekânizmanın, Allah Rasûlü tarafından, tüm insanlığa açıklanmasıdır… Yaşamını bu gerçekleri gözönüne alarak düzenleyenlerin sonsuz huzur ve saâdete kavuşacaklarının duyurulmasıdır… Tüm insanlara, ırk gözetmeksizin!.
Musa Aleyhisselam Yahudi ırkının Rasulü ve Nebisidir; bir ırka gelmiştir!.
Evrensel insan Muhammed Aleyhisselam ise bir ırka değil tüm insanlığa gelmiştir Allah Rasûlü olarak; ve tümüne Allah adıyla işaret edilenin yaratmış olduğu evrensel sistem ve düzeni açıklamaktadır!.
“EVRENSEL İNSAN”IN DİNİ
Evrensel insanın Dini, evrensel Din olan İslâm’dır!. O, Yöresel ve göresel değerlerle, Evrensel Din olan İslâm’ı örtmez, deforme, dejenere etmez; kadrini kıymetini bilmeyerek de olsa ayağa düşürmez!.
Tüm insanlar evrensel Dinde anlatılan sistem ve mekânizmaya zorunlu olarak tâbidirler; yanısıra, gereklerini uygulamadıkları ölçüde bunun pahasını ödemek mecburiyetinde olacaklardır!.
EVRENSELLİĞE ULAŞMAMIŞ İNSANLARIN
EVRENSEL ALLAH RASÛLÜ’NÜ DEĞERLENDİREBİLMESİ
ÇOK GÜÇTÜR!
Irkların kendi örf, âdet ve anâneleriyle harmanlayıp, sonra da katıksız din diye pazarladıkları müslümanlık ise, Evrensel İslâm Dini’nden pek çok yerde farklılıklar gösterdiği için, evrensel kabûle mazhar olmaz; ve bu yüzden de reddedilir!.
“Evrensel İslâm Dini” adıyla etiketlenerek empoze edilen, ne var ki ırksal özelliklerle harmanlanmış müslümanlık, bugün dünya toplumlarının çoğunluğu tarafından rağbet görmemiş ve görmüyorsa; bunun vesîlesi, İslâm Dini’nin bu mevcut Irk Dini hâline getirilmiş şekliyle sunulmasındandır!. İnsanlar, “İslâm Dini” adı altında, Arap müslümanlığına dâvet edilmektedir!. Bunun sonucu olarak da sürekli birbirleriyle savaşmaktadırlar!. Bu çok büyük bir vebaldir!.
Evrenselliğe ulaşmamış insanların, evrensel Allah Rasûlü'nü değerlendirebilmesi çok güçtür!… Dolayısıyla Evrensel Dini farkedebilmeleri de öyle!..
Bunu kavrayabilen evrensel insanlar, tüm örf, âdet ve anânelere saygılı olmalarına rağmen, kesinlikle o yöresel ve GÖRESEL değerlere bağlanarak, kayıt altına girmezler; tıpkı Celâleddin Rûmi, Şemsi Tebrizi, Yunus Emre, Hacı Bektaş Veli gibi!.
YÖRESEL VE GÖRESEL DEĞERLER,
EVRENSEL İNSANI BAĞLAMAZ!
Arab’ın örf, âdet ve anâneleri, kendilerini ilgilendirir, doğru veya yanlış; evrensel insanı bağlamaz!.
Türk’ün örf, âdet ve anâneleri, kendilerini ilgilendirir, doğru veya yanlış; evrensel insanı bağlamaz!.
Uzak Doğu’lu, Eskimo, İnka’lıların torunlarının örf, âdet ve anâneleri, kendilerini ilgilendirir, doğru veya yanlış; evrensel insanı bağlamaz!.
Evrensel insanın Dini, evrensel Din olan İslâm’dır!. O, yöresel ve göresel değerlerle, Evrensel Din olan İslâm’ı örtmez, deforme, dejenere etmez; kadrini kıymetini bilmeyerek de olsa ayağa düşürmez!.
Tüm insanlar Evrensel Din’de anlatılan sistem ve mekanizmaya zorunlu olarak tâbidirler; yanısıra, gereklerini uygulamadıkları ölçüde bunun pahasını ödemek mecburiyetinde olacaklardır!.
“EVRENSEL KİŞİLİK”
Bkz. K / Kişilik
“EVRENSEL RASÛL”
Hz. Muhammed Aleyhiselam “EVRENSEL RASÛL”dür!.
İnsanları evrensel gerçekleri görmeye davet etmektedir!… Arab’ın örf, âdet ve anânelerine değil!.
EVRENSEL SIRLAR
EVRENSEL SIRLAR VE EVRENSEL GERÇEK
“HAKİKAT”İN MODERN BİLİMLE DEŞİFRE
EDİLMESİNDEN ÖNCE BENZETME YOLU TANIMLAMALAR İLE
ANLATILMAYA ÇALIŞILMIŞTIR!
Bugünkü modern bilim neticesinde oluşan düşünce sisteminin eriştiği gerçek olarak "KOZMİK BİLİNÇ" adıyla tanımlanan “Evrensel TEK Şuur”, tasavvuf çalışmalarıyla asırlardır tanınan "İNSAN-I KÂMİL"den başka bir şey değildir.
Ne var ki, hakikatın modern bilimle deşifre edilmesinden önceki dönemde, Evrensel sırlar ve Evrensel gerçek mecâzî, benzetme yollu tanımlamalar ile anlatılmaya çalışılmış ve bundan da farklı isimlendirmeler doğmuştur.
Evreni meydana getiren, “Kozmik Bilinç” dediğimiz yapının canlılık yönü, varoluş yönü, ”ruh” kelimesi ile tanımlanır.
"Akl-ı Evvel" ismiyle "Hakikat-ı Muhammedî" denilen varlığın ilmine işaret edilir. Bu yüce varlığın "canı" ise "RUH-U A'ZAM" ismiyle tanınır ki, âlemde mevcut olan bütün ruhlar, bu tek ruhtan meydana gelmiştir cüzlere ayrılma söz konusu olmadan!.
Sizin “Ben” dediğiniz bu varlığın derinliklerinde, Kozmik Bilincin tüm ilmi ve sırları mevcut!.
Galaktik bilinçler-ruhlar da “Kozmik Bilinç” dediğimiz, “Evrensel Bilinç” dediğimiz O Kozmik Bilinç’ten oluşur!.
Bugünkü modern bilim neticesinde oluşan düşünce sisteminin eriştiği gerçek olarak "KOZMİK BİLİNÇ" adıyla tanımlanan evrensel TEK şuur tasavvuf çalışmalarıyla asırlardır tanınan "İNSAN-I KÂMİL"den başka bir şey değildir.
Ne var ki, hakikatın modern bilimle deşifre edilmesinden önceki dönemde, Evrensel sırlar ve Evrensel gerçek mecâzî, benzetme yollu tanımlamalar ile anlatılmaya çalışılmış ve bundan da farklı isimlendirmeler doğmuştur.
GÜNÜMÜZ BİLİMİ,
İNSANIN DÜŞÜNCE DÜNYASINI
YENİDEN İMARA BAŞLADI…
Bir yanda asırlardan beri nesilden nesile intikal ederek gelen dini bilgiler; öte yandan, özellikle son yüzyılda yaptığı hamle ile kendisine kadar bilinenleri altüst eden yepyeni bir bilim dünyası...
Dini bilgiler, bugün, birçok çevrelerde "hurâfe" diye nitelendirilerek ele dahi alınmaz oluyor...
Sebep; en yenisi 1400 yıl evvelinde gelmiş ve o devrin insanına hitâbeder şekilde düzenlenmiş görünen dini kitapların ne demek istediklerinin anlaşılamaması...
Birçok yerlerde kullanılmış bulunan işaret yollu kullanılan kelime ve tâbirlerin çözülememesi; özellikle günümüzde yetişen insanların bu "Kitap"dan ve de "hitâb"dan uzaklaşmasına; bu yüzden de dini bütünüyle "hurâfe" diye nitelendirilmesine sebep oluyor.
Diğer taraftan özellikle yüzyılımızda bilim, âdeta ışık hızıyla bir hamle yapmış ve günümüze dek bilinenleri altüst etmiş bir aşamada görülmekte...
Albert Einstein'ıyla, Max Planc'ıyla, Louis De Broglie'siyle, Schrödinger'iyle, Davisson ve Germer'iyle birçok bilim adamının ortaya çıkarttığı düşünce sistemi ve bunların tatbikçileri, 21'inci asır insanının düşünce dünyasını yepyeni bir şekilde imara başladılar.
Evet, günümüz bilimi;
a) Evrenin maddi yapısının tek bir cevherden - hidrojen- oluştuğunu;
b) Maddenin ışınım hâline dönüşmesiyle yıldız enerjisinin meydana geldiğini,
c) Evrenin, bugün, içinde elektromanyetik dalgaların tedirgin edilmeden özel bir rol oynadığı, engin bir elektromanyetik bileşim olarak gözüktüğünü;
d) Maddenin hıza göre değiştiğini; yüksek hızda ise, enerjiye yani madde ötesine dönüştüğünü;
e) Elektrodinamiğin gerçeği mekanikten çok daha öte bir şekilde gösterdiğini,
f) Zaman ve mekânın izâfiliğini (bağlılığını-rölativite)
g) Enerjinin kütlesel olduğunu,
ı) Yalın ışık mermisi fotonun varlığını,
Ve bunların yanısıra, yakın zamana kadar düşünülmemiş veya tesbit edilmemiş bir çok şeyleri artık rahatlıkla kabul etmekte ve değerlendirmektedir.
Oysa zavallı Galile, sadece "dünya dönüyor" dediği için günlerce engizisyon mahkemelerinde ve işkence odalarında çile doldurmuştu...
Evet günümüz düşünürleri, gelişen bilimin de ışığında, artık, ister katı ister sıvı olsun, bütün maddelerin sürekliliğinin sadece görünümde böyle olduğunu kabul etmekte; katılarla sıvıların gerçekte daima hareket hâlinde bulunan atomlardan meydana geldiğini bilmekte ve çalışmalarını buna göre düzenlemektedirler...
Ve gene modern bilim ışığında düşünen kişiler, bizim yapı olarak kabalığımız dolayısıyla, maddenin atomik yapısından habersiz olduğumuzu belirtmektedirler...
Kezâ evrenin de, her zerreyi oluşturan elektromanyetik dalgaların meydana getirdiği, insan idrâkının ötesindeki, bir tümel yapı olduğunu vurgulamaktadırlar...
Yani, yakın zamana kadar "herşey maddeden ibarettir, madde ötesinde hiç bir şey yoktur", diyen zihniyet tamamiyle iflâs etmiş; bunun yerine, tümüyle madde ötesinin meydana getirdiği "engin bir evren" düşüncesi ortaya çıkmıştır...
Bu dalgalar, bütününün -tâbiri câizse- yoğunlaştığı yerde "madde" adı altında kütleler hâlinde görünen dünyada yaşayan beş duyulu insan; içinde bulunduğu şartlara rağmen sadece ve sadece tefekkür gücüyle madde ötesine geçebilecek özelliklere sahip olmuş ve bu muazzam sırrı ortaya çıkartabilmiştir...
Peki bu buluşu nasıl gerçekleştirdi beşduyuyla kısıtlı, madde görüntüsü içindeki insan?
Kademe kademe onu görelim isterseniz şimdi özetle...
İlk defa İngiliz hakimi Prout, basit bir cismin her bir atomunun, hidrojen atomlarının bir birleşimi olduğunu anladı ve böylece de evrenin tek bir cevherden yâni hidrojenden kurulmuş bulunduğunu açıkladı...
Nitekim 1911'de Langevin, 16 atom hidrojenin 1 atom oksijeni meydana getirdiği ve bu arada da binde sekizlik bir kayıp verdiğini bilim dünyasına ispat etti...
Böylece insanın, görünümde "çok" diye nitelendirdiği şeylerin, gerçekte "tek" bir asıldan geldiği -ki dini tâbir ile kesretin vahdetten çıktığı- açıklanmış oldu...
Bundan sonra ünlü bilim adamı Albert Einstein şu açıklamayı yaptı:
"Madde enerjidir; enerji de, madde! Aradaki fark gelip geçici bir hâldir.
Eğer madde dediğimiz şey kitlesini bırakıp ışık hızıyla seyretmeye başlarsa biz ona radyasyon-ışın, yahut enerji deriz.
Yok eğer, enerji bilâkis yoğunlaşır, katılaşırsa, durgun bir hâl alırsa, biz onun kitlesini tâyin ve tesbit edebiliyorsak, bu defa da ona “madde” deriz."
Ve nitekim ilk defa olarak 1945 Temmuzunda, New Mexico'da Alamogordo'da maddenin ele gelir bir miktarı ışığa, harekete, sese ve enerjiye çevrilebildi.
Daha sonra da yuvarlak tasavvur edilen elektron, elektrik enerjisinin dalgalanır bir miktarına döndü; atom da birbiri üstüne konmuş bir dalga kümesi olarak nitelendirilmeye başlandı.
Hâsılı bizim için artık "bütün maddeyi, dalgalardan ibarettir. şeklinde kabul etmekten ve dalgalar âleminde yaşıyoruz" demekten başka bir çare kalmadı.
Bütün bunlar ancak bilim adamının değerlendirebildiği şeylerdir hâlen dünya üzerinde.
EZAN
TAM DÂVET
Mİ’RÂC‘A DÂVET
KURÂN
“BİZ SİZE HERŞEYİ MİSALLERLE ANLATTIK!” DİYOR….
ÖYLEYSE, GERÇEK “MÜEZZİN” KİMDİR?
Düz mantıkla okursa Kur’ân-ı Kerîm’i; “biz size misâllerle anlattık” uyarısını dikkate almadan…
Kıyâmetten sonra gene toprak-madde yapılı bedenler var…
Bir yangın yerinde (cehennem) yaşayanlar…
İçinde envâi çeşit meyve ve huri ve gılman isimli cinsi lâtiflerin dolaştığı bostanlar, bahçeler (cennet)!
Yukarıda bizi seyreden, eli olan bir tanrı!.
Ya Berzah ve Kıyâmet evresi?
Dünya prese girmişçesine dümdüz olmuş; kenarsız tepsi gibi!
Üstünde toplanmış gelmiş geçmiş tüm insanlar…
Uzayda dökülen(?) batan yıldızlar!
Cehennemi tutmuş kulplarından getirmiş bir tür sûretli melekler… Cehennem kaynıyor alev alev altında dünya tepsisinin!
Kolcular, insanları alıyor teker teker bir terazinin başına; koyuyor günah ve sevaplarını terazinin kefelerine… Orada elektronik terazi kalmamış; ya da kullanılmıyor elektrikler kesik olduğundan!!!
Tartı işleminden geçtikten sonra insanların milyar kere milyarlarcası; bir köprü kuruluyor dünyanın kenarından, ateşin üstünden, ateşin öte yakasındaki cennet denilen bahçeye doğru…
Ateşin sardığı dünya çevresi milyonlarla kilometre…
“Kim neye tapıyorsa onun peşine takılsın” komutu geliyor oranın genel kurmay başkanından; herkes, dünyada iken tapındığı kişinin canlı heykelinin peşinden yürüyor!… O tapınılan, köprü yerine dünyanın sonuna gelip, ateşe düşüyor; takipçileri de ardından!.
Belli bir sûrete tapınmayıp, “Allah”a secde ederek, onun için toprağa baş koyduklarını söyleyenler ise oldukları yerde bekliyorlar…
Sonra onlara, “tâbi olduğunuz Rasûl veya Nebî’yi takip ediniz” deniyor… Onlar da, tâbi oldukları Nebî veya Rasûl’ün arkasından sıratın-köprünün üzerine giriyorlar…
Kimi şimşek, kimi de topal hızıyla ateşin üzerinden geçiyorlar köprü boyunca!.
Bostana-bahçeye yâni cennete giriyorlar!
Özetle, Kur’ân ve Rasûl açıklamalarına dayalı gelecek anlatımı böyle; olduğu gibi kelime anlamıyla!.
Mirâc’da, peygamber göğe çıkıp uzayda bir yerde tanrı ile mi buluşmuş!?
Namazda, kafatasını toprağa koymakla secde edilmiş mi olunuyor!?
Anlayacağınız, namazın anlamı dinsel jimnastik olmuş!. Jimnastik hocası da imam!
Dünya imamını duyduk belki de; ya gerçek “müezzin” kimdir dünyada?
“İnsanların en kayıpta olanı salâtta secde ve rükûnun hakkını vermeyendir” şeklindeki Rasûlullah uyarısından söz eden “imam” etiketliye sordum:
-Secdenin hakkını vermek, kafatasını, alnını toprak üstünde uzunca tutmak mıdır?
”İNSAN”I UYARAN,
Dostları ilə paylaş: |