DEĞERLENDİRME KAPASİTESİNİN)
YETERSİZLİĞİ (MÂNEVİ KÖRLÜK)
Eğer biz, bu dünya yaşamında bilincimizi genişletip, hafsalamızı genişletip, hattâ bunların ötesinde Zât boyutunda kendimizi tanımak sûretiyle, bu yüce varlıklarla iletişim kurup evrensel gerçeklere vukûf elde edemezsek, "ölüm" dediğimiz olayla birlikte yeni bir takım özelliklere kavuşarak o boyutu değerlendirebilmemiz asla mümkün olamayacaktır!.
İşte bu yüzdendir ki, şu dünya hayatını yaşarken, yarın zâten zorunlu olarak bırakıp gideceğimiz şeylerin kavgasıyla, derdiyle, sıkıntısıyla, üzüntüsüyle günümüzü boşa harcamayalım!.
Malımızı, mülkümüzü, çocuğumuzu, her şeyimizi burada bırakıp gideceğiz başka bir âleme...
Üstelik o âlemin değer yargıları buradakilerden son derece farklı, apayrı!.
Senin yapına göre bir hücre ne ifade ediyorsa; o galaktik varlığa göre güneş sistemi ne ifade ediyorsa; gittiğin ortamda da, şu dünya ve dünyanın içinde olan her şey onu ifade ediyor!. Tıpkı, uykudan uyanan bir insana, rüyada gördüklerinin bir şey ifade etmemesi gibi...
Öyleyse, bunları anlamaya çalışalım, idrâk etmeye çalışalım... Aksi takdirde,
"Bu dünyada kör olan, öbür dünyada da kör olacaktır." (17-72)
Hükmü, bizim için geçerli duruma gelecektir.
Elbette burada bahsi geçen "körlük" gözlerin değil, "basiretlerin" yani algılama ve değerlendirme kapasitelerinin yetersizliği anlamına gelen "mânevî" körlüktür.
"Kör"lükten kurtulmanın da yegâne yolu, önce bilincimizi, gereksiz ve yanlış bilgilerden arındırmaktır.
Bu gereksiz ve yanlış bilgilerden bilincimizi arındırıp, o gerçekleri idrâk edemezsek; o gerçeklerin gerektirdiği biçimdeki yaşam düzenine giremezsek, bilincimizi yarın bizim için hiç bir şey ifade etmeyecek şeylerle harcarsak, doldurursak, bloke ederek perdelersek, ölümden sonra bu perdelerden asla ve asla kurtulamayacağız...
Onun için de, Hazreti Muhammed Aleyhisselâm diyor ki;
"Kişi ne hâl ile yaşarsa o hâl ile ölür. Ne hâl ile boyut değiştirirse, o hâl ile yaşamına devam eder."
Dünyada yaşarken, bu gerçek değerleri, bu gerçek âlemleri anlayıp kavrayalım; veya hiç olmazsa o âlemleri kavrayabilecek hâle gelelim ki orada bu nimetten ebediyyen mahrum kalmayalım...
Bunu yapamazsak çok yazık olacak!.
“SINIRSIZ BİLİNÇLİ VARLIK” OLDUĞUMUZU
FARKETMEK İÇİN TEK ŞANSIMIZ,
BU DÜNYA YAŞAMIDIR!
Biz, sanki bir ara boyutta yaşıyoruz!. Enerji`den, bulunduğumuz madde boyutuna kadar olan boyut katmanları ve bizim bulunduğumuz noktadan evrensel büyüklüklere kadar uzanan boyutsal katmanları...
Her boyutun kendine has birimleri, o birimleri değerlendiren algılama sistemleri; ve bu algılama sistemlerinin değerlendirmesine göre var olan kendi madde boyutları...
Hücre boyutu, hücrenin kendine göre var olan madde boyutu...
Atomun kendi şuuruna göre var olan madde boyutu...
Bedenin ve beynin algılama sistemlerine göre var olan algılama boyutu... Galaktik birimin, algılama sistemine göre var olan madde boyutu...
Ve, bunun ötesindeki algılayamadığımız sayısız katmanlar boyutu!.
Ama, özü itibariyle, orijini itibariyle hepsinde mevcut olan bilinç, Tek bir "NEFS"ten geliyor!. Tasavvufta, hüviyetine "İnsan-ı Kâmil"; bilincine de "Aklı Evvel" denmiş.
İşte biz, bulunduğumuz yeri, yapımızı, makro veya mikro plândaki âlemlerin ve bunlarla olan ilişki şeklimizi çok iyi anlamak zorundayız...
Ya bunu yapacak, ya da bunu yapamadan giden milyarlar gibi bu dünyadan geçip gideceğiz... Görenler, bunları göremeyenlere bakacak, "Biri daha gitti!." diyecekler. Onlar bize bakıp belki de, "vah!." bile demeyecekler!. Daldan bir yaprağın kopması size göre neyse; o gerçekleri idrâk eden, o âlemleri yaşayanlara göre de bir birimin dünyadan gitmesi odur.
Öyleyse, şu dünyayı boşa geçirmeyelim!.
İlme sarılalım!.
Bilincimizi, ilim ile, şartlanmalardan, değer yargılarından ve bu değer yargılarının getirdiği duygulardan arındırıp, blokajdan ve sınırlarından kurtulup, "sınırsız bilinçli" varlık olmaya çalışalım!.
Umarım ki, bu, bize kolaylaştırılmıştır!.
BAKIŞ AÇISI
YAŞAMDA KAÇ BAKIŞ AÇISI VARDIR?
Yaşamda 2 bakış açısı vardır;
1-Allah’ın indindeki Allah’ın bakış açısı
2-Yaratılmışların bakış açısı
YARATILMIŞLARIN BAKIŞ AÇISI
“Yaratılmışların bakış açısı”, yaradılmışların sayısıncadır. Ve izâfidir göreseldir, herbirine göredir!.
ALLAH’IN BAKIŞ AÇISI
“Allah’ın bakış açısı” ise mutlaktır; gerçektir; kesindir; hakikatin ta kendisidir.
Biz ne kadar Allah’ın ahlâkıyla ahlâklanırsak o kadar Allah’ın bakış açısıyla bakmayı edinmiş oluruz. Allah, yaratmış olduğu her bir varlığı ve her bir olay bir hikmetin gereği olarak yaratmıştır..
Allah’ın her yarattığı mükemmeldir!.Allah’ın yarattığında eksik kusur noksan olmaz!.
Eksiklik, noksan, kusur göreseldir; izâfidir; birine göredir!.
Mâdem ki bütün varlıktaki yaratıcı Allah’tır; O’nun yaratmasıyla, takdiriyle meydana gelmektedir ve herşeyi o “Hakİm” isminin işaret ettiği mânâyla meydana getirmektedir. Her bir yaradılmış, kendi yaratılış amacı yönünden mükemmeldir, bir başkasına göre bir başka türlü tavsif edilse de!.
“BÂRΔ ESMÂSI
Her yarattığını farklı yeni bir icâd ile meydana getiren.
“BÂSIT ESMÂSI”
Açan, yayan, genişlik veren.
BAŞÖRTÜSÜ (TÜRBAN)
MÜSLÜMANLIK = TÜRBAN MIDIR?!
Müslümanlık, eşittir türban mıdır?
Bugün ülkede, insanların hiç bir konusu kalmamış gibi, “müslümanlık” denilince ortaya hep aynı konu atılıyor... Başörtüsü!.
Kimi, başını örtmeyen hanımı müslüman saymıyor!. Kimi yobazlar da başörtülü olanı insandan saymayıp, insanlık haklarını elinden almaya kalkışıyorlar!.
Kimilerine göre başörtmemek sanki en büyük insanlık suçu; kimilerine göre de başını örtmüş olmak!.
23 yılda tamamlanmış olan Kur`ân tebliğinin, 17.yılında müslüman kadınlara yapılan bir teklif, başörtmek!.
Kurân‘da, müslüman kadınların başörtmelerinin yararlı olacağı konusunda birkaç âyet var.
Dinî bir gereklilik başörtmek, müslüman hanımlar için!. Bu teklifi yerine getirebilmek, o kişi için elbette ki çok kazançlı bir davranış. Ayrıca, Dinî inancı dolayısıyla başını örten bir hanıma, medenî bir insan isek, saygı duymamız gerekir!. İnancı gereği, oldukça sıkıntı veren bu duruma katlanan bir hanım kardeşimize saygı duymamak mümkün değildir.
Ancak inancı dolayısıyla bu kıyafeti giyen insanları kınayan, onlara hor bakan, insanlık ve yaşama haklarını elinden alan çağdaş yobazlar da var aramızda ne yazık ki!.
Bu inanan kişilerin üniversitelerde okuma haklarına karşı çıkan, hemşirelik, doktorluk, avukatlık, öğretmenlik gibi serbest meslek erbabı olarak görev yapmalarına olanak tanımayan insanlık ve medeniyet özürlüsü insanlar da aramızda bir hayli fazla!. Bu davranışlar, onların haklarını koruma amacıyla siyasilere, dinsel inancı savunma hakkı sağlıyor; ve böylece de Din ile siyasetin birleşmesine yolaçılıyor.
Başörtüsüne karşı çıkmak, insan haklarına ve medeniliğe karşı çıkmaktır! İnsanların inançları doğrultusunda kimseye zarar vermeden yaşama hakkına karşı çıkmaktır!. Ki bu da ancak, aklı kıt mâzurlar için mümkün olan bir davranış türüdür!.
BAŞINI ÖRTMEYEN KADIN,
KÂFİR MİDİR?!
Başörtmeyen inançlı hanımları müslüman saymayan, hattâ "kâfir" ilân eden bilgisizliğe gelince...
Kur`ân ve Hazreti Muhammed, insanlara tanrılara tapınmamaları ve ölümötesi yaşama kendilerini hazırlamaları amacıyla çeşitli teklifler sunmuşlardır. İnsanlar bu tekliflerden yapabildikleri kadarını yaparlar; sonucunu kendileri yaşarlar!.
Sahihi Buhari'deki Allah Rasûlü açıklamasına göre; aklı başında insanın "Lâ ilâhe illallah" düşüncesi, onun imanlı olduğunun ifadesidir. Ve ona kim "kâfir" yani "gerçeği örten" derse, diyen kişi kendisi "kâfir" olur!. Yani imanlı bir kadına yanlış veya yetersiz davranışı yüzünden "kâfir" diyenin kendisi "kâfir"dir!
Şâyet İslâm’ın tekliflerini sıralamak gerekirse; başta namaz, oruç, hac, zekât gibi çeşitli çalışmalar; insan öldürmemek, dedikodu yapmamak, ölü kardeşinin çiğ etini yemekle eşdeğer olan gıybet etmemek gibi konulara ilâve olarak yapılan bir teklif vardır; hanımların başlarını örtmesi!.
Bir müslüman hanım, elinden geliyorsa Kurân‘daki bu teklifi de yerine getirir.
Ama bu teklifi yerine getiremiyorsa da, onu müslüman saymamak, dinden çıkmış kabul etmek, hattâ ona "kâfir" demek, hiç bir aklıbaşında müslümanda görülmeyecek davranıştır. O kişi başını örtememesine rağmen gene de elinden geldiği kadar namazını edâ eder, orucunu tutar ve hattâ dönüşte başını örtemeyecek olsa da haccını yapar!. Kimsenin de onu, bu yaptıkları dolayısıyla suçlamaya hakkı yoktur. Başını örtmeyen kadınının müslüman olamayacağını söylemek safsatadan başka bir şey değildir!.
Dîn'de yapılması gereken şeyler bellidir, yapılmaması gereken şeyler bellidir.
Kadının ziynet yerlerini göstermeyecek şekilde örtünmesi de Kur'ân-ı Kerîm hükümlerine göre farzlardan biridir. Ancak bir kadın; "evet bu Allah'ın hükmüdür ancak ben bunu yerine getiremiyorum" derse, bu sözü ve inancı ile Allah diler affeder; diler cezalandırır ama asla bu kadın kâfir olmaz!.
Biz yeryüzüne, insanları yargılamak ve suçlamak için değil; "Hakikat"ımız olan Allah`ı tanımak; kulluğumuzun gereğini yaparak, ölümötesi yaşama kendimizi hazırlamak için geldik!.
“BÂTIN” ESMÂSI
Gizli, ortada olmayan; algılanamayan.
“BÂTIN”
Aynı tek şeyin, gözün görebildiği kısmına “zâhir” derler, göremediğine ise “bâtın”!
“Bâtın”, gördüğünün, algılayamadığın yanıdır!.
“BÂTIN”,
BİR BAŞKA BOYUTTA DEĞİLDİR!
Bilelim ki, “Bâtın”ı, bir mekân olarak düşünmek, son derece yanlıştır!
“Bâtın”, mekân olarak, “zâhir”in ötesinde veya ardında; ya da bir başka boyutta değildir!
İnsanın, “algılayamadığının” adının “bâtın” olmasında!
Esasen, “Bâtın”, tamamiyle “Zâhir” olanın ta kendisidir!.
Esasen, “Zâhir”, tamamiyle “Bâtın” olanın ta kendisidir!.
“Bâtın”, algılayabildiğin anda, “Zâhir” olur…
“Zâhir”, algılayamadığın süreçte “Bâtın”dır!.
Yani değişen, “Zâhir” ve “Bâtın” değil; senin algılamandır!.
GÖRÜŞ ALANI İÇİNDE OLMASINA
VE BAKMAYA RAĞMEN
ALGILAYAMAMANIN SEBEBİ NEDİR?
“Bâtın”, gördüğünün, algılayamadığın yanıdır!.
Yani, görüş alanın içinde olmasına-görmene rağmen, görmekte olduğunun “algılayamadığın yanı”dır “bâtın”!.
Nasıl oluyor, görüş alanı içinde olup da, bakmaya rağmen, algılayamamak?
Beyin veri tabanının, dışardan veya içerden beyne ulaşan verileri onları deşifre edecek kadar yeterli verisi olmaması yüzünden, gelen veya gelmekte olan verileri değerlendirememesi, tanımlayamaması suretiyle!
Beynindeki veri tabanında bulunan ve gerçekte “zâhir” olan, o şeye verdiğin isim, veya o şey hakkındaki şartlanmaya dayanan zannın-tasavvurun, seni, o şeyin hakikatinden perdeleyip; o şeyin, sana, “bâtın” olarak kalmasına yol açar!
Kavradığın, “zâhir”dir; kavrayamadığın ise “bâtın”!
Karşındakinin veya yöneldiğinin hakikatını seyredebiliyorsan, “bâtın”ı artık “zâhir”dir sana!
Seyredemediğin sürece hakikatını, “Zâhir”, ”Bâtın”dır sana!.
“KİŞİNİN BÂTINI” NEDİR?
“Hâfıza” dediğimiz özellik, “kişinin bâtını” dediğimiz «RUH»una aittir.
BÂTINÎ SEYİR
Tasavvuf, Fenâfillah ve Bakâbillah isimli iki aşamaya dayanır;
Birinci aşamada varlığın aslına özüne erişilir; ikinci aşamada da orijinal varlığın bakışı ile Âlemler seyredilir.
İşte birinci seyir, "BÂTIN" ismi mânâsı içinde yapılan bir seyirdir; ikinci seyir ise "ZÂHİR" ismi yönüyle yapılan bir seyirdir.
“BÂTINİ SEYR”DE KALIP,
“ZÂHİRİ SEYR”E GEÇEMEYİŞİN NETİCESİ NEDİR?
Tasavvufa girenlerin pek çoğu bu ikinci seyir devresine geçemezler! Bu sebeple de işin sadece Tevhid görüşü denen, birinci seyir yanında kalarak; pekçok şeyin hakkını vermekten geri kalırlar!. Oysa bu kişiler dairenin ikinci yarısına geçip, şuûr boyutunda, "Batîni" gerçeklerin "Hak" olduğu gibi; "Zâhir" boyutunda da bu ortama ait gerçeklerin "Hak" olduğunu görebilselerdi mutlaka fiîlleri başka olacaktı.
KİMLER, NİÇİN, BÂTIN’IN NURLARIYLA
ZÂHİRDEN PERDELENİRLER?
Unutmayalım ki, bu dünyada bir beden koşullarımız mevcuttur, bir de bilinç... Aynı tarzda, ölüm ötesindeki tüm aşamalarda da gene bir “beden” yapımız olacaktır, bir de “bilinç”...
Bizim bunlardan herhangi birini ihmal etmemiz, aynen burada olduğu gibi, gelecekte de hatamızın neticelerine katlanma zorunluluğunu getirecektir...
“Arif-i Billah” olmayanlar, yani “B” sırrıyla “OKU”yamayanlar, genellikle bâtının nurlarıyla zâhirden perdelenirler!. Yani, müşahede ettikleri sırların kendilerinde oluşturduğu mânâlarının bilinçlerini kapsaması sebebiyle, yaşanılan gerçekleri gözden kaçırırlar!.
İşte bu durumdakilerin yanlış davranışlara sapmamaları için, geçmişte yaşamış “öze ermişleri” örnek alıp, en azından onları taklit ederek yollarına devam etmeleri gerekir...
Ki böylece "Allah" mârifeti yolunda ilerlemelerine devam etsinler...
Aksi takdirde, belli bir müşahedede kilitlenirler ve ötesindeki hayâl bile edemedikleri sonsuz mârifetten mahrum kalırlar!.
“BÂTIL”
Bâtıl, terkibden doğan, terkibe dönük davranışın adıdır!
“Bâtıl” kelimesiyle kastedilen şey terkibiyetten doğan ve terkibe dönük olan şeydir. Şuuru Hak’tan perdeleyen şeydir! Ya, "Hak" diyeceğiz, Hak’kı tavsiye edeceğiz, Hak’kı isteyeceğiz... Veyahut da tabiatımızın, arzumuzun, zevkimizin, duygularımızın istikametinde, bâtılın savunucusu olacağız; bâtılı yaşayacağız!
BÂTIL NE ZAMAN VE NASIL YOK OLUR?
Hak gelince bâtıl gider, yok olur!
Hak varsa, tecelli ediyorsa mutlaka bâtılı yok edecektir!
‘’BEDBAHT’’
‘’Bedbaht’’ o kişidir ki, âhirette beraber olmak istediği kişiyle, kafaca dünyada beraber olma imkânı olduğu halde, pahasını ödemekten kaçınarak, bu imkanı teper!
“Mutlu” odur ki, sevdiğiyle beraber olmak uğruna bedelini öder!.
Bedbaht, ebedi saadeti terkedip birkaç saniyelik dünya nimetiyle iktifa eder!.
Mutlu, ebedi yaşamı düşünerek, sayılı saniyelerin gamıyla, zamanını boşa geçirmekten imtina eder!.
Sayılı ve sonluyu, sonsuza değişenlerden olmaktan Rabbime sığınırım!
BEDEN
Bir biyolojik bedenimiz var...
Biyolojik bedenimizle birlikte “Nâri Beden”imiz var.
Fakat o nâri bedenin içinde bir de “Nùri Beden” var; ”Nur Yapılı Beden” var!
BİYOLOJİK BEDEN
Herkesin gördüğü, “İnsan” diye bildiği yapının adıdır, hücresel bir yapıdır!
Görevi, birkaçtır...
Öncelikle insan bilincinin ve varlığının oluşmasını sağlar.
İkinci olarak, beden, beynin faaliyet göstermesi için ihtiyaç duyduğu bioelektrik enerjiyi temin eder. Maddi gıdaları yani kimyasal enerjiyi, bioelektrik enerji hâline dönüştürerek beynin emrine verir. Beyin de bu bioelektrik enerjiyi dalga enerji hâline dönüştürerek değerlendirir.
Üçüncü olarak bedeni bir bütün hâlinde tutan, hücreleri birbirine bağlayan manyetik enerji beyinden ileri gelmektedir.
BEDEN, HÜCRELERDEN (BALÇIK’TAN)
MEYDANA GELMİŞTİR!
“Biz insanı topraktan ve balçıktan yarattık” âyetlerini anlatırken, “balçık” kelimesiyle kastedilen şeyin “hücre” olduğunu söyledik... İnsanın hücrelerden meydana gelmiş olduğunu anlatma sadedinde, “balçık” kelimesi kullanılmıştır; mecâzi olarak… Yoksa toprağı suyla karıştırıp bulamaç hâle getirmek, balçık demek değildir.
Buradaki balçıktan kasıt, hücredir. Hücrelerin birleşmesiyle insan meydana gelmiştir; hücrelerin birleşmesiyle beyin meydana gelmiştir. Beyinde hücrelerden müteşekkildir.
BEDEN NİÇİN YARATILMIŞTIR?
Beden, tümüyle, beyne hizmet edip; ona gerekli olan bioelektrik enerjiyi temin için yaratılmış bir yapıdır.
Beden, beynin faaliyet göstermesi için ihtiyaç duyduğu bioelektrik enerjiyi temin eder. Maddi gıdaları yani kimyasal enerjiyi, bioelektrik enerji hâline dönüştürerek beynin emrine verir.
BEDENE KAÇ TÜR ENERJİ GİRER?
Daha evvelde söylediğimiz gibi insan bedenine iki tür enerji giriyor.
Birinci tür, yiyip içtiklerimiz... Dünyanın ağırlıklı elektrik potansiyeli negatiftir. Gıdalarla vücuda giren, yenilen ve içilen nesnelerde de çoğunlukla hâkim olan enerji yükü negatiftir!. Buna karşılık solunum yoluyla aldığımız havadaki oksijen vasıtasıyla vücuda giren enerji yükü de pozitiftir.
Bu pozitif ve negatif enerji yükleri beyinde değerlendirilerek eskilerin “ruh” adını verdikleri dalga(wave) bedene yüklenir. Böylece ölümötesi bedenimiz şekillenir ve güçlenir!
İNSAN, KENDİNİ NİÇİN
„MADDE BEDEN“ OLARAK KABUL EDER?
Bir insan yeryüzünde kendisini şu bedenle tanımaya başlar...
Küçük yaştan itibaren yetiştiği çevre, hangi inançlar, hangi değer yargıları, hangi şartlanmalar; ki bu şartlanmalar kelimesi âdet, örf, anane gibi kelimelerin işaret ettiği anlamları da içine alır. Evet... yetişilen çevre nelere bağlı ise, o çocuk da onlara bağlanarak büyümeye başlar.
Dolayısıyla, kişi kendisini sadece madde bedenden ibaret kabul eder ve madde bedenin yok olmasıyla birlikte de ölüp yok olacak sanır.
Çünkü çevreden gelen ve beynine yüklenen veriler bu yoldadır.
Vehmin birinci fonksiyonu, o kişiye kendisini “kişi” olarak kabul ettirmesidir! Kendini bir kişi, bir beden olarak kabul etmesi ve bu bedeninin ötesinde de başka bir varlığı olmadığını kabul etmesidir!
ALLAH’TAN BÎHABER YAŞAMAK İÇİN
YARATILAN, BEDENE DÖNÜK YAŞAR!
İşte bilinç sıçraması ile kendini "akl-ı kül" mertebesindeki kavrayış kapasitesi içinde bulursan bir üst boyutta, senin tüm değer yargıların, varlığa, yaşama, mevcudata bakış açın değişir!.işte buna, eskiler; "Velâyet" mertebesi, "Allah`a yakin" mertebesi demişlerdir...
Elbette her nesnenin değeri zıddı ile ortaya çıkar...
Buna karşın sen, Allah`dan bîhaberlik durumunu yaşamak amacıyla yaratılmışsan; bu defa sende bedene dönük istek ve arzular ağır basar!. Yeme-içme, giyme, para, seks, çevre vs. gibi dünyaya ve maddeye dönük bir yaşam arzulamağa; bütün bunları giderek daha çok istemeğe başlarsın...
Bedene dönük çıkarlar için yaşamağa, konuşmağa ve koşuşturmağa başlarsın. Bu durum da, her geçen gün senin beden batağında daha fazla batmana yol açar.
Bu arada sende, bedenin bu istek ve arzularının karşılanması süresince, "hayır"larla, güzel şeylerle karşılaştığını sanırsın ki, onlar senin için gerçekte, "şer"dir!.
Buna mukabil, seni maddeden soğutucu veya uzaklaştırıcı her hangi bir olayla karşılaştığın zaman ise sana zarar geldiğini düşünür, onun senin için şer olduğunu düşünürsün... Halbuki o, senin için hayırdır, sen bunu bilemezsin...
Şimdi burada önemli olan şu noktayı iyi düşünmek lazım...
Ben ne için varım?. Benim aslım ve hakikatım nedir?. Ben neyi yaşamak zorundayım?.
Bu suallerin cevabını kapsamlı bir biçimde düşünmeğe başlarsan işte o zaman senin için bir çok şeyler açıklık kazanmağa, sana kolaylaşmağa başlar.
KİŞİNİN KENDİSİNİ “BEDEN”
KABUL EDİŞİNİN NETİCESİ NEDİR?
Bu bedenle doğar, büyür, yer içer, çiftleşir, uyur, ürer ve böylece ömrünü geçirir.
Eğer düşünce dünyasında "âmentü" diye özetle bahsettiğimiz "iman" edilecek esaslar konusu yer almıyorsa; bu kişi kendisini madde beden olarak kabul eder ve böylesine bir yaşamın sonunda da toprak olup, yok olacağı düşüncesini taşır.
Kendini bu beden kabul edip, sadece bedene dönük istekler ve zevklerle ömrünü tüketmesi sonucunda da, ölüm denen olayı yaşar ve diri diri, şuurlu, aklı başında olarak toprağa gömülür.
İNSAN,
NİÇİN BEDEN VARLIK DEĞİLDİR?
Psikiyatrik olarak, kişinin kendini beden kabul etmemesi bir “ruh hastalığı”olarak nitelendirilir! Yalnız bu konunun iyi bir tetkiki iyi bir incelemeye tâbi tutulması zarûridir!. Kendini bir beden, bir insan olarak kabul etmeyip, bir tavuk, bir horoz kabul eden vardır! Bu bir hastalıktır! Yanlış algılama hastalığıdır!
Ama bir kişi, eğer temelde maddenin varlığını ve oluşumunu biliyorsa, “beden” denilen varlığın hücrelerden yapıldığını, hücrelerin asitlerden meydana geldiğini, asitlerin atomlardan meydana geldiğini, atomların elektromanyetik dalgalardan meydana geldiğini... Tabîi atomların değişik parçalanma şekilleri var… Elektronlar, nötronlar, nötrünolar, pozitronlar, mezonlar gibi daha bölünmüş parçalar… Bugün henüz Dünya üzerinde atomları görebilecek kapasitede, büyüklükte bir mikroskop daha tam gerçekleştirilemedi. Yapılmasına çalışıyor… Atomları gösterebilecek, baktığın zaman mikroskopla atomları görebileceksin. Böyle bir mikroskop şu anda gerçekleşiyor; ama bunun daha ötesine henüz geçilmedi!. Eğer ki yapılabilse, o zaman varlık zaten tümüyle manyetik dalgalar âlemi olarak müşahede edilecek!.
Şimdi bu müşahede içinde, “kişinin”, bir noktada, “şuur” dediğimiz nesne olmasının ötesinde bir fonksiyonu, bir varlığı olmadığı görülecek.
“BEDENSEL KİŞİLİK“
Bkz. K / Kişilik / “Bedensel kişilik”
BEDENİ BÜTÜN HÂLİNDE KORUYAN,
BEYNİN YAYDIĞI BİOELEKTRİK ENERJİDİR!
Bkz. ”Beyin” / Beyin, yaydığı bioelektrik enerji ile beden hücrelerini birarada tutar.
BEDENİN TABİATI
(İÇGÜDÜSEL DAVRANIŞLAR-
BİYOLOJİK BEDENİN HÜCRESEL DÜRTÜLERİ-
BEDENE AİT TÜM ÖZELLİKLER)
Beden en güzel şekilde yemek-içmek ister, beden en güzel şekilde rahat etmek ister, beden en güzel şekilde seks yapmak, uyumak ister; şartlanmaları ne yönde ise onları yapmak ister...
Bunlar, bedenin tabiatı dediğimiz içgüdüsel davranışlardır.
Onbeş milyar hücre var... Şimdi bu bedeni yok sayamayacağımıza göre, beden varolduğu sürece “tabiat” hükümleri vardır demektir. Yani bedenin hücresel yapısının tabii dürtüleri!
Başka bir tanımlama ile, biolojik bedenin özelliklerine “tabiat” diyebiliriz.
Dostları ilə paylaş: |