O gelen dalga, yeni bir düşünce yapısını tahrik eden dalga…
Eğer, benim beynimde yeni bir düşünceyi açığa çıkaracak veri tabanı varsa, bir veri birikimi varsa, o zaman gelen ışınımın bendeki doğal sonucu, “Düşünce dünyasında yeni bir sentezi gerçekleştirmek” oluyor.
Ama, benim beynimde, böyle bir veri tabanı, böyle bir kapasite yoksa, o dalga gelse de, geldiği ile kalıyor ve benim beynimde yeni hiçbir şey açığa çıkmıyor!. Yâni, beyne gelen tesirler, beyne gelen tahrik unsurlarıdır. Gelen melekî tesirler belli konulara dönük tahrik unsurudur.
Örnek:
Tıbbi deneylerde, elektrotlarla kedinin beynine giriliyor ve seks merkezi uyarılıyor. Ve hayvanda seks arzusu oluşturuluyor. Ya da kızgınlık merkezine giriliyor, hırlamaya başlıyor.
Aslında, beyne kızgınlık veya seks duygusu aşılanmıyor, beyindeki merkezler “irrite” ediliyor. Bir bölüme yapılan irritasyon, beynin öbür alanına yapılanın aynısı... Ama, bölgeyi etkileyecek irritasyon yapılırsa; oranın, o irritasyonun mâhiyeti aynı olmasına rağmen, geldiği merkeze göre değişik tezahür çıkıyor hayvanda.
Yıldızlardan gelen tesirler de böyle, yalın tesirlerdir!. Bir belirli fikir getirmiyor. Fakat, geldiği konumu itibariyle beynimizdeki hangi açılımlara hitâb ediyorsa, hangi açılımları etkiliyorsa ve açılımlarda bizde nasıl bir tabanı varsa, ona göre bizden bir davranış ortaya çıkıyor.
“GEN”LERDEKİ BİLGİLERİN BEYİN’DE
AÇIĞA ÇIKABİLMESİ NEYE BAĞLIDIR?
Genler kanalıyla gelen tüm bilgiler, şâyet o kişinin beyninde kendilerini gösterebilecekleri uygun açıklıklar bulabilirlerse ortaya çıkarlar. Yok eğer o beyin, genleri kanalıyla sahip olduğu bilgileri, ortaya koyabileceği bir biçimde uygun açılım burçlardan almamışsa, onları aynen kapalı olarak muhafaza eder ve kendisinden sonrakilere iletir. Tâ ki genlerdeki bilgilerin ortaya çıkmasına uygun açılımda bir beyin bulana kadar bu böylece devam eder.
Kimde âşikâre çıkan hangi özellik varsa, o özellik aynıyla gerçekte sizde de mevcuttur. Ne var ki onun beyninde açılmış bulunan o devre, sizin beyninizde açılmamıştır!.
Beden, tümüyle, beyne hizmet edip ona gerekli olan bioelektrik enerjiyi temin için yaratılmış bir yapıdır. Aynı zamanda beyindeki sayısız alıcı güçlere bir nümûne olması itibariyle de bazı basit alıcı organlar bu bedene yerleştirilmiştir ki; beyni sadece bunların kapasitesiyle sınırlı saymak insanlığın en büyük gafletidir!.
Bir an genler hususuna işaret edelim. Ana - babadan intikal eden genler, ana - baba ve daha önceki cedlerden alınan tüm kayıtları beyne ulaştırırken; bu kayıtlar, ancak kendi özelliklerini ortaya çıkarabilecek kâbiliyette bir devrenin açılması hâlinde o beyinden dışa vuruyor!.
Açmaya çalışalım bir misâlle.
Ana koç burcundan bir kafaya, baba kova burcundan bir kafa yapısına sahip ise, çocuk kafa olarak kova ise baba özelliklerini, Koç ise ana özelliklerini düşünce planında ortaya koyar. Ya da çocuk diyelim ki bir oğlak ise, bu defa dede veya nine oğlağın özelliklerinin, görülmesine vesile olur ki, bu yüzden “nineye çekmiş” denilir. Ya da “halaya çekmiş” denilir.
İşte bu durum, genlerle intikal eden bilgilerden çocuğun, ancak kendi açılışı istikametinde yararlanabileceğini göstermektedir.
Esasen bu konu çok geniş olmasına rağmen, bu kitapta daha fazla bu hususa yer veremiyoruz.
KOZMİK IŞINLAR, BEYİNDE
NASIL BİR ÇALIŞMA TARZI
MEYDANA GETİRİR?
Beyin, yapısı ve terkibi itibariyle zerrelerden oluşmuştur. Yâni, hücrelerden; hücrelerin özüne inersek, moleküllerden; atomlardan...
Buna işaret bâbında da "zerre" tâbiri kullanılıyor, “en küçük nesne” mânâsına... “Düşünülebilen en küçük nesne” mânâsına...
Her zerrenin, zâtıyla, sıfatıyla, esmâsıyla ve efâliyle Hak’tan gayri bir şey olmaması hasebiyle, "beyin" ismi altında da, zâtıyla sıfatıyla, esmâsı ve efâliyle Hak’tan gayrı bir şey mevcut değildir. Çeşitli ilâhi isimlerin mânâlarına karşılık olan beyin devrelerinin açılışı ve faaliyete geçirilişi, ancak beynin ilk oluşum devresi için sözkonusu.
Az önce dedik ki, taş, yıldız, hayvan gibi isimlerin ardında, Hak'kın varlığından başka bir şey mevcut değildir!. Bir yıldız ya da takımyıldız, “burç” dediğimiz sistemler dahi belirli mânâları ihtiva eden yoğunlaşmış kitleler.
Böyle olunca, belirli bir mânâyı hâvi olan kitlelerin yaydığı radyasyon, oluşması devresinde beyinde, kendi yapısına uygun mânâların ortaya çıkmasına sebep olmaktadır. Bu radyasyonlar beyne ulaştığı zaman, kendi anlamı türünden bir çalışma tarzını beyinde meydana getirir. Ve beyinde oluşturduğu mânânın neticesini de biz “fiil” ya da “düşünce” şeklinde o birimde müşahede ederiz!.
Beyinde, belirli tesirlerin gelişiyle birlikte, belirli bir çalışma başlıyor. Bunun sonunda o da, ‘’mânâ’’, ‘’fiîl’’ şeklinde ortaya çıkmış oluyor!. Gelen ışınım beyinde meydana getirdiği kendi mânâsına uyan çalışmayla, kendi anlamında olan bir fiilin ortaya çıkmasına sebep oluyor.
Hangi tür mânâ, oluş sırasında beyne gelmişse, beyin daha sonraki yaşamında, faaliyetinde ona uygun mânâları ortaya çıkarıyor.
İSİMLERİN MÂNÂLARININ BEYNE
GELİŞ KUVVETİNİN ÖNEMİ NEDİR?
Doğum tarihi ve saati itibariyle beyin ilk tesirleri aldı... Böylece bu tesirlerin mânâları istikâmetinde beyinde âşikâre çıkacak kâbiliyet oluştu. Bu kâbiliyet ile o beyin de Hak Teâlâ isimlerinin anlamlarını andıran mânâları fiile dönüştürmeye başlar. Yâni, o beyinden sâdır olan fiiller; o isimlerin mânâlarının, geliş kuvvetine göre o mahalden çıkışından başka bir şey değildir!
BEYİNDE HANGİ KONU AĞIRLIK KAZANIRSA,
O KONU ÜZERİNDE AÇILIMLAR GENİŞLER
VE ALIŞLAR ARTAR!
Allah’ın kurmuş olduğu sistem ve düzen gereği insanda meydana gelen her şey, beyin aracılığıyla ortaya çıkar, farkedilir hâle gelir!. Beyinde hangi konu ağırlık kazanırsa, o konu üzerinde beyindeki açılımlar genişler ve alışları artar!.
Verme fiili, beyindeki ilgili kapasitede genişleme oluşturur!. Hangi fiilller kişiden açığa çıkarsa, o fiillerin kökeni olan hücre bloğunda büyüme, gelişme olur; o alanda faaliyet gösteren hücrelerin sayısı artar!.
“Anlamasan da ibadet et” önerisinin ardındaki gerçek budur!.
Fiiller, açılımları zorlar ve yeni kapasiteler meydana getirir.
HER BEYİNDE, 99 ESMÂ’YI
ORTAYA ÇIKARMA İSTİDADI VAR MIDIR?
Beyin, temel yapısı itibariyle, aslının yani varlığının "Hak" oluşu itibariyle, kendisindeki 99 ismin mânâsını ortaya çıkarmaya istidatlıdır.
Bu 99 ismin mânâlarının değişik şiddetlerde ve değişik tertipler hâlinde ortaya çıkışı, birimler arası farkları doğurmaktadır.
Bu arada, kişiden beş - on, ya da kırk beş ismin ortaya çıkışı gibi anlatımlar, izah sadedinde ve teşbih yolludur.
BEYİN KÂBİLİYETİ,
TÜM İNSANLARDA AYNI MIDIR?
FARKLILIĞI YARATAN NEDİR?
İnsanların hepsinin temel yapıları itibariyle sahip oldukları bir kemâlât vardır ki, o da, beyinleridir. Esasen beyin kâbiliyeti olarak bütün insanlar, bütün özellikleri ortaya çıkartabilecek özelliklere sahiptirler.
Ancak, her biri değişik kozmik tesirlere ya da orijinal ifadesiyle melekî programlamaya mâruz kaldıkları için; ve de farklı bilgi genetiğine sahip oldukları için birbirlerinden ayrılırlar. Ama buna rağmen, neticede hepsi de belirli ilâhî isimler bileşimidirler.
“BEYNİN SENTEZ SONUCU” NEDİR?
“Beynin sentez sonucu”na, “BİLİNÇ” diyoruz; biz dışarıdan...
BEYİNDEKİ SENTEZ KAPASİTESİ NEDİR?
İdrâk, beyindeki sentez kapasitesinin adıdır!.
BEYİNDE OLUŞAN SENTEZ
NEREDE AÇIĞA ÇIKAR?
İdrâk, beyindeki sentezden sonra bilinçte açığa çıkar!.
Beyin son sentezini açığa çıkarıyor; biz de o senteze uygulamamızla katkıda bulunuyoruz.
BEYNİN SENTEZ VE DEŞİFRE
KÂBİLİYETİ NİÇİN ÖNEMLİDİR?
İdrâk, beyin sentezinin sonucudur ve deşifresidir!.
Deşifre edilemeyen, idrâk edilemez!.
İnsanın bilinçli yaşamı, idrâkı kadarıyladır! İçgüdüsel davranışlar, idrâk kadarıyla kontrol altına alınır.
Dünyadaki hiç bir şey ölümötesinde unutulmaz, değerlendirilir; kapasitesi kadarıyla kişinin...
BEYNİN DEŞİFRE ETTİĞİ ŞEYİN ASLI NEDİR?
“İdrâk” denen şey, bir fiil değildir; bir mânâdır!.
Her idrâk edilen, belli bir mânâ açılmasıdır.
BEYNİN SENTEZ KAPASİTESİNİ
ARTTIRAN NEDİR?
Fiiller, idrâkı arttıracak şekilde beyinde açılımlar getireceği için gerekli ve önemlidir.
BEYİN,
KİŞİNİN “LEVHİ MAHFUZU”DUR!
Levhi mahfûzun, bir minyatüriyle senin beynindir; külli mânâda da burçlar ve yıldızlardır!
Güneş sistemindeki Plüton, Neptün, Uranüs, Satürn, Jüpiter, Mars, Dünya, Venüs, Merkür isimli planetler sürekli olarak Burçlardan gelen tesirleri alırlar ve bir tür yansıtıcı görevi görerek insan beyinlerini daimî olarak etki altında tutarlar.
Beynin bu ışınsal etkilerle belli açılımları kazanması 3 ana devrede mütalâa edilebilir;
A-Sperm - yumurta bileşiminin 120. günü.
B-Yedinci - dokuzuncu ay süreci.
C-Doğum anı.
"ALIN YAZISI" denilen şey, bu tesirlerden başka bir şey değildir!. Kezâ, kişinin kendisinde mevcut olan "LEVH-İ MAHFUZ"u dahi, onun istidat ve kâbiliyeti böylece tesbit edilmiş olan “beyin”den başka bir şey değildir!
BEYİN İLE RUH ARASINDAKİ İLİŞKİ NEDİR?
Beyin, bedeni yönlendirdiği gibi; aynı zamanda da “RUH”u üretir!.
Nasıl, “telepati” dediğimiz olay beyinlerin ürettiği dalgasal iletişim ise, “ruh” da aynı şekilde beynin ürettiği dalgalardan oluşmuş ikinci bir bedendir!.
Beyinle ruh arasında sürekli bir iletişim ve karşılıklı enerji ve bilgi alışverişi vardır. Beyin, kendisinde oluşan enerji ve tüm zihinsel fonksiyonların hâsılasını ruhu oluşturan dalga(wave) bedene yükler.
Beyin-ruh ilişkisinde, daha önceki açıklamalarımda; beynin, 120.nci günden itibaren kişinin kendi dalgasal bedenini meydana getirdiğini; bu dalgasal yapının, beyindeki tüm özellikler ve kuvvetlerle yüklenmiş olduğunu; ve bu ruhun bedenden ayrılacağını, anlatmıştım.. Ancak, açıklamadığım bir husus vardı, o da şu;
Beyin ile ruh arasındaki karşılıklı ilişki!.
Beyin de aldığı gıdalarla, glikoz ve oksijenlerle yaşam enerjisini temin ederken; Güneş’ten yayılan hayat enerjisi olan «CAN»la beslenir ve gelişir.
Bu arada beyinde oluşan tüm faaliyetler, dalgaya çevrilerek, «RUH» adıyla bilinen «halogramik dalga bedenimize» yüklenir.
Beyin, enerjiyi üretiyor, dalgasal bedene yüklüyor.
Şâyet ruh, bedenden ayrıldığında, her hangi bir sebeple geri dönmezse, beyin bu enerjiden yoksun kaldığı için, hayatiyeti de son buluyor; ve “ölüm” dediğimiz olay gerçekleşiyor. “Ruhun, bedenle bağlantısının kopması” denen olay meydana geliyor..
Yani, beyin bir taraftan kendi ruhunu üretip, meydana getirip, ona belli enerjiyi, kendisindeki özellikleri yüklerken; bu enerji, “feed back”le, geri dönmek sûretiyle, aynı zamanda da beynin ve vücudun enerjisini takviye ediyor.
BEYİN,
‘’RUH’’U NASIL ÜRETİR?
"Nefs-i Küll"ün zâhiri ve varlığı, bu kâinatı oluşturan cevher olan, "enerji" dediğimiz şeydir.
Eni boyu, derinliği, ağırlığı, sınırı falan yoktur. Sınırsız, sonsuz kudrettir. Bir diğer ifade ile "enerji", Cenâb-ı Hak’kın "Kudret" sıfatının açığa çıkmasından başka bir şey değildir. Var olan her şey, bundan meydana gelmiştir!.
"Nefs-i Küll" de mevcut olan bilinç, ilâhi isimlerin mânâlarını yansıtan bilinçtir, ki kendindeki mânâları ortaya koymayı diler.
"Yef`alü ma yurid" = "İrade ettiğini = dilediğini yapar"!. (22-14)
İşte "MÜRîD" oluşu, yani irade edişi - dilemesi, "Rubûbiyet"in kuvveden fiile dönüştüğü mertebedir.
Ve O, "Rubûbiyetin gereği olarak, dilediğini halk eder"!.
"Yef`âlullahe ma yeşâ`" (14-27)
"Nefs-i Küll"den, yani varlığın özünü meydana getiren enerjiden, ana rahmindeki sperm-yumurta birleşmesiyle hâsıl olan ilk maddeye, 120. gün`de “özden dışa” doğru diye tanımlamağa çalışacağımız bir boyutsal geçişle ulaşan "Nefs-i Küll"ün kudreti, o birim`de, "Ruh-u izâfi"yi yani "birim ruhunu=ruhu insânî"yi meydana getirir.
Yani, beyin çekirdeği, 120. günde "can"lılığa kavuşur, faaliyete geçer. "Nefs-i Küll" dediğimiz varlığı meydana getiren kaynak enerjiden -Ruhu Â`zâm`dan- aldığı hayâtiyet, melekî güç tesiriyle ile ürettiği ışınsal yapıyla, kendi ruhunu meydana getirir!.
Ve, böylece "birimsel izâfi ruh", "ruh-u insânî" meydana gelir.
Aynı zamanda da "hayâtiyet" yönüyle "ruh"; "ben"liği yönüyle "Nefs-i Küll"; "ilmi" itibariyle de "Akl-ı Evvel" olan cevherden geldiği için o birimde bilinç oluşur.
Beyin, her an, bir yandan ruhu üretir, bir yandan da genetik verilerin + astrolojik verilerin etkilerin sonucu oluşan bilinci yükler!. Daha sonra, 7. ve 9.ncu aylarda ve doğum anında meydana gelen tesirlerle kişilik özellikleri oluşur. Ve bu kişilik özellikleri aynıyla da bireysel ruha = kişilikli ruha yansır.
Daha sonra, bu kişi büyümeğe başlar...
Sperm ile yumurtanın rahimde birleşmesinin 120. gününde cenin, bazı kozmik ışınların etkisiyle, “meleğin ruhu nefhetmesi” diye târif edilen bir biçimde, dalga üretimine başlar.
Beynin çekirdeği durumunda olan bu yapı, genetik veri tabanını değerlendirmesine vesile olan ilk temel kozmik tesirleri alarak ön programa kavuşur ki; böylece onun “şâkilesi” yani “programının doğrultusu” belirlenmiş olur.
Cenin 120. günde, beyin çekirdeğiyle ilk kozmik ışınları değerlendirecek düzeye ulaşır.
Ulaşmış olduğu bu kapasitede, «bir melek gelir ve ruhu üfler». Yani, gelen kozmik ışınlar bu beyinde «kişilik ruhu» veya «insan ruhu» denilen dalga üretimini başlatan ilk hareketi meydana getirir.
Beynin 120. günde ulaştığı bu kapasite ile, kozmik ışınların etkisi sonucu ölümötesi yaşamda devamını sağlayacak olan dalga bedeni üretmeye başlaması olayına din terminolojisinde «bedene ruh üflenmesi» tanımı getirilmiştir!.
İşte bu anda “kişisel ruh” yani “insanî ruh” meydana gelmiş, yaratılmış olur!. Bu andan evvel, “bireysel ruh” mevcut değildir!.
Bu sebepledir ki, eğer 120. günden sonra çocuk alınırsa cinayet hükmüne girer!.
Zîra, 120. günde cenindeki beyin çekirdeği, "dalga bedeni" yani "kişilik ruhunu" üretmeye başlamıştır ki, ceninin öldürülmesi hâlinde dahi, bu "ruh" yaşamına sonsuza dek devam eder.
Anne karnındaki ceninde 120. günden itibaren beynin önemli bir kısmı dış kozmik ışınları değerlendirecek bir düzeye gelir; ve bu düzeydeki faaliyetleri ve kozmik ışın yapıların tesiri ile sizin "RUH" adını verdiğiniz, bedenin hologromik mikrodalga ikizini, bedene yaydığı dalgalar ile oluşturur.
Böylece 120. günden itibaren bir kişilik taşıyacak ruh dünyaya gelmiş kabul edilir.
İşte bu sebepten dolayıdır ki, 120 günden sonra çocuk düşürmek doğru olmaz. Çünkü o varlığın kişiliği meydana gelmiştir.
Bundan sonra beden geliştiği sürece, bedenin dış hücreleriyle birlikte dalga beden de aynen gelişir.
BEYİN, RUH’U (MİKRODALGA BEDENİ)
SES VE GÖRÜNTÜ YÜKLÜ OLARAK
MEYDANA GETİRİR!
Evet... İnsan beyninin yaydığı mikrodalgalardan bahsettik.
Bu mikrodalgaların “anlamlar” ihtiva ettiği üzerinde duralım birazcık.
Şükrolsun ki bugün televizyon denen bir cihaza sahibiz...
Bu “televizyon” denen cihaza 20 cm, 50 cm, 100 cm.lik bir demir, alimunyum ekliyoruz... Ortada başka bir şey yok ama kilometrelerce ve kilometrelerce ötede olan bir olayı o cihazda seyrediyoruz.
Nasıl oluyor bu iş?.
Elektrik dalgalarını biliyoruz...
Bu elektrik dalgalarının üstüne ses ve görüntü yüklenebileceğini de keşfettik. Yüklemeyi de başardık ve ses-görüntü yüklü dalgaları bulunduğumuz yerden kilometrelerce ve kilometrelerce öteye ulaştırmayı da başardık.
Demek ki, Ses ve görüntü yüklü dalgalar sözkonusu.
Bizim bugün bir cihaz olarak başardığımız olayı, gerçekte, beynimiz yaradılışındaki kudret ve ilimle doğuştan itibaren yapmakta!.
Yani beynimiz, ürettiği mikroldalga yapıyı, ses ve görüntü yüklü olarak olarak meydana getirmekte. Ki işte bu ses ve görüntü yüklü dalgalardan oluşan mikrodalga bedenimize , geçmişte “RUH” adı verilmiş
RUHUMUZ!
Benim ruhum... Senin ruhun... Onun ruhu!.
Yani beyindeki tüm zihinsel faaliyetlerin yüklenmiş olduğu halogramik mikrodalga bedenimiz!.
BEYİN, TÜM ZİHİNSEL FAALİYETLERİNİ,
DÜŞÜNSEL VERİLERİ, ANA TAŞIYICI
DALGALARA YÜKLEMEK SURETİYLE
RUH’U MEYDANA GETİRİR!
Hammadde vücuda giriyor, bioelektrik enerjiye dönüşüyor; bu bioelektrik enerji organik bilgisayarı besliyor.
Organik bilgisayar yani beyin, bu bioelektrik enerjiyi alıyor; kendi bünyesinde değerlendirerek mikrodalga enerjiye dönüştürüyor ve bu mikrodalga enerjinin bir kısmını çeşitli dalgalar şeklinde dışarı yayıyor. Bir kısmını da kendi yeni bedenini meydana getirmek için kullanıyor.
Yani sizin bedeninizin kullanılmaz hâle gelmesinden sonra yaşamınızın devam edeceği “Mikrodalga bedeninizi” oluşturuyor beyin!
Ve bunu sanki televizyon dalgaları misalinde olduğu gibi, tüm zihinsel faaliyetleri ses ve görüntü dalgalarını elektrik dalgasına çevirerek televizyon dalgası şekline dönüşmesi gibi, tüm zihinsel faaliyetlerini ana taşıyıcı dalgalara yüklemek suretiyle eskilerin “RUH” adını verdiği maddeötesi bedeninizi meydana getiriyor.
Beyin, her an, üretmekte olduğu “Ruh” adı verilen dalga bedene de verilerini anında yükler!.
Bu hologramik beden, aynen televizyon dalgaları gibidir... Nasıl ki taşıyıcı dalgalara yüklenmiş görüntü ve ses dalgalardır, televizyon dalgaları; işte “insan ruhu” da böylece tüm zihinsel fonksiyonların sonucu olan verileri yüklenmiştir!.
Beynin ürettiği yüklenmiş dalgalardan oluşmuştur. Beyin tarafından üretilir; ve beyin, kendindeki tüm düşünsel verileri dalga olarak “RUH”a yükler.
Rüyada duyduğun acı, beynin ruha yüklediğini gösterir... Kabir azâbı dahi bu yüklenmeden dolayıdır.
BEYİN, RUHA YÜKLEDİĞİ VERİLERE
İSTİSNA TANIMAZ!
(Soru: Üstadım, beyin sadece değerlendirebildiklerini mi ruha yükler? )
Beynin algıladığı her şey!.senin farkında olman şart değil!.
Dünya yaşamı sırasında beyninize giren her şey istisnasız ruhunuza yükleniyor ve kesinlikle bunların sonuçlarını yaşamaktasınız; ve yaşayacaksiniz!.
BEYİN DURDUĞUNDA,
BEDENİN MANYETİK ÇEKİCİLİĞİ DE KALKAR!
Beyin, vücuda sinir sistemi vasıtasıyla yaydığı manyetik alanla bir çekicilik meydana getiriyor ve bu beynin üretttiği mikrodalga yapıyı kendinde muhafaza ediyor.
Ne zaman ki beyin duruyor, vücudun manyetik çekiciliği kalkıyor... Tıpkı, elektromıknasın elektriğinin kesilmesiyle birlikte tuttuğu nesneyi salması gibi, bedenden bu “ruh” adı verilen mikrodalga yapı ayrılıyor. Ama şuurda hiçbir kesinti olmaksızın!.
Yani bedenin kullanılmaz hâle gelmesine verilen isimdir, ÖLÜM!
Ölüm ile birlikte biz, “biyolojik beden”den“ mikrodalga beden” yaşamına sıçrama yapıyoruz.
NUR (ÖLÜMÖTESİ YAŞAM BEDENİNİN ENERJİSİ),
BEYİN ÇALIŞMALARI İLE ELDE EDİLİR!
Madde bedenimiz, fizik bedenimiz nasıl enerji ihtiyacını karşılamak için yemek içmek zorunda ise; "RUH" dediğimiz "Halogramik dalga bedenimiz" de enerji ihtiyacını yani "nur"unu, “ibadet” denilen beyin çalışmaları sonucu elde eder. Şâyet bu çalışmaları ihmal ederseniz, "nur"unuz, yani ölümötesi yaşam bedeninizin enerjisi yetersiz kalır. Bunun neticesinde de, hiç hoşlanmayacağınız, size azab verecek şartlar içinde hapis kalırsınız.
Hakikatı yaşamakta olan bir mahal, şu anda yeryüzünde hayatına devam ederken, yaşadığı hâlin değil, bedenin içinde bulunduğu şartlar sonucu nasıl yiyip içmeğe devam etmek zorunda ise; ve bu yiyip içişi nasıl hakikatı yaşamasına engel değil ise; aynı şekilde ruh bedeninin ihtiyacı için de o ibadetlere devam etmek zorundadır!. Aksi takdirde, hakikatı ne kadar bilirse bilsin, o enerji ya da "nur" eksikliğinin sonuçlarına katlanmak mecburiyetinde kalacaktır!
MİKRODALGA BEDEN’İN TÜM
ÖZELLİKLERİ VE KÂBİLİYETLERİ,
ANCAK BEYİNLE DÜZENLENİR!
“Kişisel ruh” diyerek işaret ettiğimiz madde ötesi bedeninizin gelişimi ve oluşumu tamamıyla beyne bağlıdır. Bu mikrodalga bedenin tüm özellikleri ve kâbiliyetleri ancak beyinle düzenlenir!.
Meselâ, sizin “hâfıza” dediğiniz şey beyinde bir merkez olarak kabullenilir. Oysa, tüm bilgiler hologramik biçimde Ruhunuzda kayıtlıdır.
Nasıl “görme” dediğiniz hâdisede, göz beyne nisbetle ne vazife görürse; beyindeki hâfıza merkezi de mikrodalga bedene nisbetle o durumdadır.
BEYİN, YAYDIĞI BİOELEKTRİK ENERJİ İLE
BEDEN HÜCRELERİNİ BİRARADA TUTAR!
Hücreleri birarada tutan; yani bedeni bir bütün hâlinde koruyan, beynin yaydığı bioelektrik enerjidir; ki, buna tasavvufta "harareti griziye" denilmiştir.
BEYİN DALGALARI, NASIL
DAĞILMADAN BİRARADA DURABİLİYOR?
Ruh, ölümötesi beden olarak işlevini ortaya koyar. “İnsan” ismiyle bilinen ölümsüz varlığın, ebedi yaşamını sürdürdüğü “dalga bedendir”.
“Ruh”, dalgalardan oluşuyor ise; bu dalgalar nasıl havada dağılıp gitmiyor da, bir arada kalıp bir beden hâlini koruyor?
“Ruh” adı verilmiş bulunan beyin dalgaları, hatırlayalım ki, beynin ürettiği dalgalardan meydana gelmiştir. Beyindeki tüm özellikler, “ruh” adı verilen dalga bedene yüklenmektedir.
Vücutta hücrelerin bir arada tutulmasını sağlayan “çekme” elektriği ve özelliği, aynıyla beyinde de vardır; ve beyin bu özelliği, gücü, aynıyla ürettiği dalgalara yükleyerek, ürettiği dalgaların otomatik olarak bir arada bulunmasını temin etmektedir, dalgalarda oluşan o özellikle!. Bu yüzdendir ki, insanın ölümötesi boyut bedeni olan dalga bedeni (ruhu), bir tekil yapı olarak, cennet boyutuna kadar devam edecektir.
Dostları ilə paylaş: |