120.Günden sonra çocuk aldırma,cinayet hükmüne girer!
Câhil, idrâktan nasibi olmayandır.
* * *
"Câhil", Hakikatini bilmeyen ve dolayısıyla da hakikatinin hakkını vermeyendir!
* * *
CÂHİLLERİN EN CÂHİLİ
“Echel-i cühelâ” diye bir tâbir vardır. “câhillerin en câhili” gibi bir anlam taşır… “Kader”i inkâr edenler için söylenmiş bir sözdür bu sanırım!.
“Genetik bilimi” adı altında keşfedilen, öyle bir “yazgı” sistemi günışığına çıkmıştır ki günümüzde, “kader”i inkâr, ancak “echel-i cühelâ”ya özgü inkâr kavramı olarak bu türü sergileyen özellik hâlini almıştır.
* * *
CEHÂLETİ EN AZ OLAN
Câhiller arasında cehâleti en az olan, ‘’Âlim’’ kabul edilse bile; ‘’Ârif’’ değildir bana göre…
* * *
CÂHİL, KADERİ REDDEDER!
Aptal, “Kader”i kavrayamaz!.
Ahmak veya câhil ise “kader”i reddeder!.
* * *
HERBİRİMİZ, BİLEMEDİĞİMİZ
SAYISIZ HUSUSLARIN CÂHİLİYİZ
Dünya üzerinde tek tük üstün insan olarak yaşamışlar ve bu gerçeğe vâkıf olduktan sonra benzetme yoluyla temas etmişler hariç, hepiniz bu sahada çok câhilsiniz! Ancak, câhil olmak ayıp değildir! Her birimiz, bilemediğimiz sayısız hususların câhiliyiz! Yeter ki, katı ve sâbit fikirli olmayıp, sürekli kendimizi yenileyebilelim ve ilmimizi arttırabilelim.
* * *
CÂHİL SUÇLAR!
Câhil, suçlar... Arif, hikmetini idrâk etmeye çalışır!.
* * *
“CÂMİ” ESMÂSI
Dilediği tüm mânâları, dilediği anda ve dilediği yerde toplayan.
* * *
İNSAN, “CÂMİ” İSMİNİN MÂNÂSI İTİBARİYLE
TÜM İSİMLERİN ZUHUR MAHALLİ OLABİLECEK
KÂBİLİYET VE İSTİDATTA YARATILMIŞTIR!
Bkz. İ / İnsan
* * *
SONSUZ SINIRSIZ VARLIK,
BÜTÜN MÂNÂLARI CEM ETMİŞTİR!
"ULÛHİYET" vasfıyla işaret edilen ve "ALLAH" denilen sonsuz - sınırsız varlığın dışında ikinci bir varlık yoktur gerçekte!
Sınırı olmadığı için de bu varlığın dışından asla sözedilemez!
Bu sonsuz-sınırsız varlık, bir yönü ile "Câmi", yani bütün mânâları cem etmiş, kendinde bulunduran; bir yönü ile "Muhît" yani, bütün mânâları ihâta eden, kapsayan bir varlık olması neticesinde, kendinde mevcut olan bütün mânâları, gene kendi kendi ilminde seyreder.
* * *
“CAN”
(“CAN SUYU”)
İnsan vücudu ise bioelektrik enerjiyle yaşamını sürdürür, devam eder.
CAN dediğimiz, CAN SUYU dediğimiz şey, vücuttaki bioelektrik enerjidir.
* * *
“CANLILIĞIN” BAŞLANGICI SALT ENERJİ;
MADDEYE DÖNÜŞÜM NOKTASI ATOMİK YAPI;
BEDENE GÖRE “CANLILIK” İSE
HAREKET HÂLİNDEKİ MADDE BİRİMLERİDIR!
Hiçbir maddesel görünüm vermeyen salt ışınsal enerjiden; dünyanızın dağ, taşlarından, şu bedenlerinize kadar her şey canlıdır ve kendi bünyesinde devamlı bir hareketlilik içindedir...
-Yâni, siz atomik yapıdaki hareketlilikten bahsediyorsunuz?.
-Atomik yapı dediğiniz, salt ışınsal enerji ile salt madde arasında kalan bir geçiş tabakası sayılabilir... Gerçekte, eğer ifadeye getirmeğe çalışırsak, şöyle diyebiliriz:
"Canlılığın" başlangıcı, salt enerji; maddeye dönüşüm noktası atomik yapı; nihâyet bedene göre "canlılık" ise hareket hâlindeki madde birimleridir.
* * *
HER CANLININ HAYAT KAYNAĞI...
GÜNEŞTEN GELEN IŞINLAR!
Aslında şu anda da biz, Güneş’in ışınsal platformu üzerinde yaşıyoruz; dünya üzerinde hayat bulmuş her canlının hayat kaynağı, güneşten gelen ışınlar!
Bu ışınlar, ATP denen bir ana yapıyı meydana getiriyor ve o yapı dünyadaki hayatın kaynağı. Yani ALLAH'IN HAYAT SIFATI, Güneşin üzerinden Dünyaya ulaşan ışınlarla bize hayat ve canlılığı ulaştırıyor. Yani,
Gözümüzü açıyoruz, Güneş platformunda...
Yaşıyoruz, Güneş platformunda...
Ölümle birlikte boyut değiştiriyoruz, yine Güneş platformunda!.
* * *
BEYİN GÜNEŞTEN YAYILAN HAYAT ENERJİSİ OLAN
“CAN”LA BESLENİR VE GELİŞİR!
Beyin de aldığı gıdalarla, glikoz ve oksijenlerle yaşam enerjisini temin ederken; Güneş’ten yayılan hayat enerjisi olan “CAN”la beslenir ve gelişir.
* * *
BEDENİNDE CAN,
HERYERDE EŞİT OLARAK MEVCUT...
KÂİNATIN HER NOKTASINDA DA AYNIYLA MEVCUT!
Bu varlığı meydana getiren özellikler orijindeki Tekil yapıdan kaynaklanıyor.
Bu tekil yapının varlığında mevcud olan belli özellikler, ayrı ayrı lokalize olmuş özellikler değil.. Yani varlığın aslında orijininde bir yerde Allah’ın Rahman isminin özelliği, bir yerde Allah’ın Rahim isminin özelliği, bir yerde Cemil isminin özelliği, bir yerde Fettah isminin özelliği gibi düşünmeyeceğiz...
Senin bedeninde “Can” nerde?
Heryerde eşit olarak var!.
Nasıl senin bedeninde can her yerde eşit olarak varsa, Allah’ın HAYAT sıfatı da bu Kâinatın her noktasında aynıyla mevcud. Daha fazla veya daha az şeklinde değil.
Hayat sıfatı bu varlığın her noktasında parçalanmaz bölünmez bir biçimde varolduğu gibi İLİM sıfatının neticesi olan Bilinç de Evrenin her noktasında bölünmez parçalanmaz bir biçimde mevcud!.
* * *
YERYÜZÜNDE VE EVRENİN HER NOKTASINDA
MEVCUT OLAN CAN, “BİLİNÇ” KELİMESİYLE
İŞARET EDİLEN MÂNÂDIR
İnsan bedeninden yola çıkalım...
Biliyoruz ki insan bedeni trilyonlarca hücreden oluşmuş bir bileşik yapıdır... Bu yapıda faaliyete hâkim olan güç ise bio-elektrik sistemdir.
Kezâ beynin tüm faaliyeti dahi hep bu bio-elektrik enerji ile oluşur ve devam eder..
Geçmiş yıllarda ve asırlarda, beyin faaliyetini oluşturan bu bio-elektrik güç bilinmediği için meselenin çözümünden uzak kalınmış ve benzetme yollu tanımlamalar ile konuya yaklaşılmaya çalışılmıştır.
Eski klâsik anlayışa göre bir “cansız et-kemik beden”; ve bir de buna “can” veren, dışarıdan bir yerden gelip bu bedenin içine giren “RUH” anlayışından sözedilirdi ki; insan bedeninde ortaya çıkan “şuur-bilinç” bu ruhta mevcut sanılırdı.
Oysa işin gerçeği, aslı bu değildir...
“CAN”, yeryüzünde ve evrenin her noktasında mevcuttur!.
“CAN” denen şey aynı zamanda “şuur-bilinç” kelimesiyle işaret edilen mânânın tâ kendisidir.
Dolayısıyla, yeryüzünde ve evrende “CANSIZ ve BİLİNÇSİZ” tek bir şey mevcut değildir!.
* * *
EVRENDEKİ HER NESNE CANLIDIR.
DOLAYISIYLA BİR ÜST YA DA ALT BOYUTTA
YENİ BİR YAPIYA DÖNÜŞEREK -AMA ASLA GELDİĞİ BOYUTA
GERİ DÖNMEKSİZİN- SONSUZA DEK YAŞAMINA DEVAM EDER!
Şimdi dikkat edin, sâde insan değil, bütün canlılar; yani evrendeki her nesne canlıdır, dolayısıyle bütün varlıkların sonsuza dek yaşamları devam eder.
Çünkü; evrende var olan bütün varlıklar "ALLAH"ın varlığı ile kâim varlıklardır.
"ALLAH"ın varlığının sonu olmadığına göre; "O"nun varlığından oluşmuş bulunan bilinçli varlıklara son düşünülmesi de "hükmî"dir, "indÎ"dir, "lokalize"dir, "an"lıktır!.
O bilinçli varlık, daha sonra
"O HER AN YENİ BİR ŞAN'DA(oluşta)DIR!"
âyetinin işaret ettiği mânâda, yeni bir yapıya dönüşerek, bir üst ya da alt boyutta -ama asla geldiği boyuta geri dönmeksizin- yaşamına devam eder.
"HİÇ BİR ŞEY HARİÇ OLMAMAK ÜZERE HER ŞEY ONU ZİKREDER, TESBİH EDER FAKAT SİZ ONLARIN TESBİHİNİ ANLAYAMAZSINIZ ."
diyor âyeti kerimede de ..
Niye?.
Çünkü hiç bir şey hariç olmamak üzere, her şey canlıdır, şuurludur, diridir; varoluş gayesine göre, canlı ve şuurlu olarak tesbihini, zikrini yapmaktadır.
* * *
“CEBBAR” ESMÂSI
Hükmünü zorunlu olarak ister istemez kabul ettiren.
* * *
CEBERÛT ÂLEMİ
Vâhidiyet Mertebesi- Hakikat Âlemi- Esmâ ve Sıfat Boyutu- Mücerret(Soyut) Âlem
Not: Geniş açıklama için . “B / Boyutlar” bölümüne bakınız.
CEBRÂİL (CİBRİL) ALEYHİSSELÂM
Cebrail adlı "MELEK", yapısını oluşturan "ALİM", "BASİR", "FETTAH", "HAKİM" ve "MUHYİ" gibi ağırlıklı anlamların sonucu olarak görev îfa eden bir üst boyut bilincidir...
Ve görevi, seçilmiş kişileri "SIKARAK" açmak; ve daha sonra da "Allah'ın evrensel düzeni ve değerleri hakkında bilgilendirerek" o topluma yol gösterilmesine vesile olmaktır!
Not: Daha geniş açıklama için “M / Melek” konusuna bakınız.
* * *
CENNET VE CEHENNEM
CENNET VE CEHENNEMİN
BÂTINI VE ZÂHİRİ
Gerek Cennet ve gerekse Cehennemin bâtını esmâ âlemi, zâhiri ise ef'âl âlemidir. Ve bir diğer yönü itibariyle de “melekût âlemi”dir!.
* * *
“CENNET VE “CEHENNEM” DİYE
BİLDİRİLEN ÂLEMLER, ÇEŞİTLİ İLÂHİ
İSİMLERİN KUVVEDEN FİİLE ÇIKIŞIDIR!
Eğer Dünyanın varlığını anlamadıysak, ”Cennet”in ve “Cehennem”in varlığını da aynı şekilde anlamamıza imkân yoktur.
Dünya, hakikatı yönüyle nasıl oluşmuştur?..
Dünya, sayısız ilâhi isimlerin mânâlarının kuvveden fiile dönüşmüş hâlinin adı değil midir?...
İnsan, çeşitli ilâhi isimlerin mânâlarının kuvveden fiile çıkışına verilen ad oluyor da, Dünya bunun dışında başka bir şey mi?.
Hayır!.
“Dünya” kelimesiyle kastedilen mânâ nasıl ki çeşitli sayısız ilâhi isimlerin mânâlarının kuvveden fiile çıkışına verilen ad ise, aynı şekilde, “âhiret” diye bahsedilen; ”Cennet” ve “Cehennem” diye bildirilen âlemler de çeşitli ilâhi isimlerin mânâlarının kuvveden fiile çıkışından başka bir şey değildir!.
* * *
“CENNET VE CEHENNEMİ İNKÂR EDEN
ALLAH’I İNKÂR ETMİŞ OLUR!
Öyle ise,”Cennet” veya “Cehennem”i inkâr eden kâfir olur!. Yâni, Allah’ı inkâr etmiş olur!.
İster dünya hayatı olsun, ister Cennet ve Cehennem hayatı olsun, bunların tümü de ilâhi isimlerin mânâlarının kuvveden fiile çıkış hâlinden başka bir şey değildir!.
Bu durumda, kişi ister Cenneti inkâr etsin, ister Cenennemi inkâr etsin; ister kabir hayatını inkâr etsin; ister melekleri inkâr etsin; ister zebânileri inkâr etsin; ister cinleri inkâr etsin; ister İblis’i inkâr etsin veya bu isimler gibi daha başka nice isimlerin mânâlarını inkâr etsin; her neyi inkâr ederse, hiç farkında olmadan çeşitli ilâhi isimlerin varlığını inkâr etmiş olur; ve böylece de Allah’ı inkâr etmiş olur!.
* * *
“CENNET” VE “CEHENNEM”İ,
GÜNÜMÜZ ANLAYIŞI VE DİLİYLE FARKEDELİM...
- Madde bedeni terkettikten sonra, insanlık için iki aşama sözkonusudur.
Birinci aşama, bedenin terkinden kıyâmetin kopmasına kadar olan aşamadır!.
- Ha sâhi Kıyâmet nedir?. Evrenin yok oluşu mudur?.
-Doğru, bunu da bilmiyorsunuz!. “Kıyâmet” diye size anlatılan şey, Dünyanızın kıyametidir; ki bu da güneşin büyümeye başlamasıyla birlikte Mars dahil çevresindeki uydularını içine çekmesi, dıştakilerin ise galaksiye dağılması hâdisesidir.
Cem başka bir soruyla söze karıştı:
-Yâni madde bedenleri terkeden ruhların, birinci devre yaşamı kıyâmete kadar sürecek demek istiyorsun... Ya sonra?.
Gönül de hızını alamayıp başka bir soruyla karıştı araya:
- Peki bu devrede herkes istediği yere gidebilecek mi ?
Elf, önce Gönül'e cevap verdi:
- Bedeni terkeden ruhlar iki sınıftır;
Bir kısmı sizin deyişinizle yedi kat yerin altında hapis kalanlardır... Bir diğeri de semâlara yükselenlerdir...
Bunu size şöyle açıklayayım... Madde bedeni terkeden mikrodalga bedenler ya dünyanın atmosferi içinde, çekim alanı içinde hapis kalırlar, öteye geçemezler; veyahut da bu çekim alanının ötesine geçerek güneş sistemi içinde dünyadayken edinmiş oldukları manyetik güce göre diğer güneş uydularına kadar gidebilirler...
Cem az önceki sualini yineledi:
- Ya Kıyâmetten sonra?.
-Dünya çekim alanı içinde hapis kalmış veya diğer bir deyişle dünyanın manyetik alanından kendini kurtaramamış hologramik mikrodalga bedenler, dünya ile birlikte güneşin bugünkü hacminin bin mislini bulan ateş topu içine düşeceklerdir... Ki artık oradan kurtulabilmeleri imkânsızdır.
- Ya diğerleri?.
- Mars’a kadar yükselebilmiş ruhlar için de aynı sıkıntı mevcutsa da, bunların bir kısmı, daha ötelere gidebilecek kadar güçlü olan ruhlar tarafından bu bölgeden çekilerek çıkarılırlar... Fakat bunlardan arta kalanlar içinse hayat artık bu içinde kaldıkları sistem içerisinde ebeden devam eder!
- Peki ya güneşin çekim alanından kurtulabilenler?.
- Onlar ise galaksi içinde yeni bir yaşama başlarlar farklı bir boyutta!.
Gönül gene sordu:
-Sen şimdi, cehennem ile cenneti anlatmış olmadın mı?.
-Evet, sizden öncekiler bu gerçeklerden, o günkü insanların kavrama ölçüleri içinde bu tâbirler ile sözetmişlerdir... Ama, son derece yüzeyden!. Ama, oluşumun tüm safahatına sâdık kalarak!.
* * *
CENNETİN TÜM ESİNTİLERİ VE
CEHENNEMİN TÜM AZAP VERİCİ GÜÇLERİ,
AYNI ANDA İNSAN BEYİNLERİNİ ETKİLEMEKTEDİR!
“Cennet” dediğiniz âlemin tüm esintileri, bugün üzerinizde mevcuttur; ancak siz bilinçsizliğiniz ve kendinizi kaptırdığınız ilkel yaşamınız dolayısıyla bu esintilerden tamamıyla mahrum bir halde, dünya cehenneminde sürdürüyorsunuz günlerinizi!
Galaksinizde bulunan yüzmilyarlarca yıldızların boyutsal derinlikleri cennetlerinizi; sert gezegen etkileri Güneşteki cehenneminizi meydana getiren etkenlerdir.
Güçlü Mars ya da Satürn etkisi almış bir insan hayatı boyunca vehimden, vesveseden, kuruntudan, iç daralmasından, bedeni ihtiraslardan kolay kolay kendilerini kurtaramaz.
Bunların tesirleri altında faaliyet gösteren beyinleri de aynı anda cennetlerden gelen esintilerden yâni yüksek sistemlerden gelen güzel tesirlerden faydalanamaz.
Anlayacağın Cehennemin tüm azâb verici güçleri ile Cennetin tüm anlatılamayacak tesirleri aynı anda insan beyinlerine gelmektedir. Ancak bulutun gelmekte olan güneş aydınlığını kesmesi gibi, gezegenlerin ters tesirleri de, beyne gelmekte olan burçların daha hassas dalgalarına mâni olur.
* * *
CEHENNEM HAYATINI MEYDANA GETİREN TERS
ETKİLERDEN TEK KURTULMA ŞANSI,
BU DÜNYA YAŞAMIDIR!
Dünya yaşamında cehennem hayatını meydana getiren ters etkilerden kendini kurtaramayan beyinlerin mikrodalga bedenlerinin de daha sonra bu tesirlerden uzak kalabilmesi çok güçtür.
Sizin için tek şanstır bu dünya yaşamı...
* * *
CENNET VE CEHENNEM BOYUTLARI
O BOYUTA GEÇENLERCE MADDE ORTAM OLARAK
ALGILANACAKTIR!
Ne var ki, bugün bizim madde beden algılayıcılarımıza göre içinde bulunduğumuz ortam nasıl madde kabulümüzü oluşturuyorsa; aynı tarzda, o boyutta da içinde bulunduğumuz ortam -şu an bize GÖRE dalga boyut olmasına rağmen- bize madde ortam olarak gelecektir.
Buna karşılık “Cennet”ler diye târif edilen boyuta geçen insanlar ise kendi türünden olan oradaki sayısız varlıklarla görüşüp konuşmak, ilişki kurmak; orada kendisindeki üstün güçler dolayısıyla dilediği gibi tasarruf edebilmek imkânına kavuşacaklardır!.
* * *
CENNET VE CEHENNEM
BOYUTLARINDA SONSUZA DEK YARARLANILACAK BİLGİ
VE YAŞAM GEREKLERİ KURÂN’DA AÇIKLANMAKTADIR!
“Kur’ân-ı Kerîm'in RÛHU”nu anlayanlara göre, bu Kitap, insanlık yaşadıkça, onlara ışık tutacak ve âhiret saadetini sağlayacak bilgileri ihtiva etmektedir!.
Ayrıca, çok büyük bölümüyle, Cehennem ve Cennet boyutlarında dahi sonsuza dek yararlanılacak bilgi ve yaşam gereklerini kişiye açmaktadır... Kişinin kendi hakikatını; “ALLAH” ismiyle işaret edilenin ne olduğunu açıklamaktadır!.
* * *
KURÂN’DAKİ ‘’CENNET’’ VE ‘’CEHENNEM’’ ANLATIMI
BİZE BELLİ ANLAYIŞLARI BİLDİRMEK ÜZERE
BİZİM ANLAYIŞIMIZA GÖRE YAPILMIŞ TÂRİF VE TANIMLAMALARDIR!
Kurân‘daki gerek Cennet gerekse Cehennem anlatımı, bizim anlayışımıza göre, bize bir şeyler vermesi için yapılmış olan târif ve tanımlamalardır.
Bundan 100 sene önce yaşamış insana ben çıkıp da;
“Senin vücudun moleküller ve atomlardan ibarettir” desem; adam bana bakar, “Her halde kafayı üşütmüş bu, deli!.“ der. Çünkü, çoğunluk onun gibi düşünüyor.
Dolayısıyla biz toplum olarak böyle düşünüyorsak; “Bu adam deli, bizim düşünmediğimiz şeyleri söylüyor“ deyip, yalancılık ve delilik ile itham ederiz.
İşte, Kurân’daki Cennet ve Cehennem târifleri, tavsifleri de bize belli anlayışları göstermek, bildirmek üzere gelmiştir.
Yâni, yanlış dediğimiz belli davranışları yaparsan sonunda seni sıkacak, azâb verecek bir takım olaylar var. Eğer belli bir takım yapman gereken şeyleri de tavsiyelere uyup yaparsan bunun neticesinin de senin için yararlı olacak bir takım sonuçlar var, anlamına olarak!. Yoksa, bunları somut nesneler olarak alıp, değerlendirmek çok güç!.
* * *
CENNETLİK VE CEHENNEM EHLİNİ
SİMALARINDAN TANIYAN ERLER!
(Soru: Â'raf sûresi (46): “Â'raf üzerinde her iki tarafı (Cennet ve Cehennem’i) sîmâlarından tanır bir takım adamlar (erler) vardır“ ... Buradaki erlerden kimler kastediliyor Üstadım?)
Allah nazarıyla, âlemleri ve insanları seyreden RİCÂLULLAH!
* * *
CENNET VE CEHENNEM EHLİ
ALLAH’TAN PERDELİDİR!
Bkz. H / Hakikat / Cennet ve Cehennem, “Hakikat” tâlipleri için en büyük perdedir!.
* * *
DECCAL’İN CENNETİNİ SEÇMEK...
VEYA DECCAL’İN CEHENNEMİNE ATLAMAK
“Deccal”ın, kişinin, kendisini “Allah”tan ve “hilâfetten” alakoyan dünyası olduğunu; dünya zevkleri için beyin çalıştırmanın “Deccalin Cennetini seçmek”; ölümötesi yaşama hazırlanmak, “fiysebilillah” yaşamak ve “halifelik” sırrına ermenin de “Deccalin cehennemini göze alıp içine atlamak” olduğunu farketmeyiz bile!
* * *
CEHENNEM
Din olgusunda en anlaşılamamış konulardan bir tanesi bu “Cehennem” olayıdır.
İnsanlar niçin cehenneme atılacaklardır?.
Bunu kim, nasıl yapacaktır?.
Cehennem niçin yaratılmış?.
Cehennemde yaşayanlar var mı?.
“Zebâniler” kimdir, nedir?.
Niçin cehennemde yanarlar?.
Yanmanın türleri var mıdır?.
Cehennemin ateşi nasıl bir şeydir?.
Ateş içinde yaşam nasıl devam eder?.
Ve daha bu gibi pek çok soru akla gelirken; cevap olarak konuya hiçbir açıklık getirmeyen; hattâ, âdeta kişileri isyana sürükleten basit izahlar ve mantıksız yaklaşımlar, düşünmeye çalışan pekçok insanın problemi olmaktadır.
CEHENNEM Nedir?.
Nasıl izah ediliyor?.
* * *
"Cehennem" kelimesinin bir genel anlamı vardır, bir de özel anlamı vardır!...
Genel anlamıyla "Cehennem", insanların azâb duydukları ortam ve çevre şartlarıdır!.
Bu itibarla, dünya cehenneminden, kabir cehenneminden, mahşer cehenneminden söz edilebilir... Bulunduğunuz hapishane, hastahane ve daha başka ortamlar sizin için “cehennem” olabilir... Bunlar hep göresel cehennemlerdir.
* * *
CEHENNEMİ ŞU ANDA
NİÇİN GÖREMİYORUZ?
Cehennem, Güneşin manyetik çekim alanı içinde kalan ruhların toplu olarak yaşadıkları ortamdır; ”nâri boyut”tur.
Dünya şu an Güneş’in radyasyon alanı içindedir... Bu yüzden de bir mânâda, biz şu anda cehennemde yaşıyor sayabiliriz kendimizi!.
*
GÜNEŞİN “CEHENNEM” OLUŞU, ATOMALTI BOYUTU İTİBARİYLEDİR!.
Dünyanın ışınsal ikizini de, şu anda “ölüp”, dünyanın ışınsal ikizine geçenler görmektedirler ve anlattığımız şartları oradan seyretmekteler.
Biz şu anda ise Güneşin gaz boyutunu görmekteyiz!.
Nasıl bizim bir biyolojik, maddi, atomüstü boyuta ait bir bedenimiz var ve buna karşılık bu bedenin dalga atomaltı boyuta ait “İKİZİ” mevcut ise; aynı şekilde Güneşin de bir atomaltı boyuta ait ışınsal ikizi mevcuttur ki, işte esas “CEHENNEM” oluşu o boyutu itibariyledir...
Ve bu sebepledir ki biz şu anda bu bedenin duyularıyla cehennemi göremeyiz!. Tıpkı atomaltı boyuta ait ışınsal türler olan insan ruhlarını, cinleri ve melekleri göremeyişimiz gibi!.
* * *
GÜNEŞ, ATOMALTI BOYUTA AİT
IŞINSAL İKİZİ İTİBARİYLE “CEHENNEM”DİR!
Nasıl bizim bir biyolojik, maddi, atomüstü boyuta ait bir bedenimiz var ve buna karşılık bu bedenin dalga atomaltı boyuta ait "İKİZİ" mevcut ise; aynı şekilde Güneşin de bir atomaltı boyuta ait ışınsal ikizi mevcuttur ki, işte esas "CEHENNEM" oluşu o boyutu itibariyledir.
Ve bu sebepledir ki biz şu anda bu bedenin duyularıyla cehennemi göremeyiz!. Tıpkı atomaltı boyuta ait ışınsal türler olan insan ruhlarını, cinleri ve melekleri göremeyişimiz gibi!.
Buna karşın, madde beden yaşamından "ruh beden = dalga beden" yaşamına geçmiş kişiler ise hem ortamlarına geçmiş oldukları ruhları görürler, hem o ortamda yer alan cinleri görürler, hem de o boyutun meleklerini görürler.
Ve dahi Cehennemi, içindeki canlıları tıpkı yanıbaşlarını seyrediyormuşçasına seyrederler. Çünkü ruh görüşünde mesafe kavramı yoktur!.
İşte Din’de bahsedilen, ölümü tatmış kişilerin kabir âlemlerinde cehennemi seyretmeleri olayı bu şekilde gerçekleşir… Kezâ, “Samanyolu” dediğimiz yıldızlardaki cennetler dahi, bu görünen madde yanları itibariyle değil; algıladığımız madde yapılarının atomaltı boyutunu teşkil eden dalga ikizleri itibariyledir!
* * *
CEHENNEM ŞU ANDA KENDİ KENDİNİ YİYOR!
Gelip dünyayı kuşatan ve alevleri içinden istisnasız herkesin geçmek zorunda kalacağı bu CEHENNEM ne yapıyor şimdi?.
Kendi kendini yiyor!.
Hayır, espri yapmıyorum!. Gerçeği anlatıyorum!.
Buyurun önce bu olayı Hazreti Resûl-i Ekrem’in ağzından mecâzi şekilde açıklanan ifadesini okuyalım:
Ebû Hureyre radiyallahu anh anlatıyor:
Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem buyurdu:
Cehennem, Rabbine şikâyette bulunarak:
“Yâ Rabbi kısımlarım birbirini yedi!.” dedi!
Bunun üzerine Allah ona iki nefes vermesi için izin verdi. İşte bulduğunuz şiddetli soğuk (kışın) Cehennemin ZEMHERİR’inden; bulduğunuz yakıcı sıcak da onun SEMÛM’undandır!.”
Evet, 1400 yıl öncesinin şartları içinde ancak bu kadar dile getirilebilir böylesine muazzam bir gerçek!.
* * *
CEHENNEMİN YEDİKLERİNİN ATIKLARI NEDİR?
Cennete girenler, cehennemden geçip oradaki gerçeği gördükten sonra aralarında konuşurlarken, cehennem ateşini şöyle târif ederler:
“SEMÛM’UN AZÂBINDAN BİZİ KORUDU!.” (Tûr – 27)
Şimdi önce birinci hususu anlamaya çalışalım…
“Cehennem kendi kendini yedi.” tâbiri neyi anlatmak istiyor?.
Güneş, tümüyle hidrojen gazından ibaret merkeze sahiptir ve burada 15 milyon derece civarında bir hararet mevcuttur!. Bu hararet dolayısıyla sürekli nükleer tepkimeler olmakta ve hidrojen atomları kendi kendini yiyerek helyuma dönüşmektedir. Bu arada yediklerinden artanı (!) da dışarıya atmaktadır. Bu atıklar ise tâ dünyaya, bizlere kadar ulaşmaktadır.
* * *
“Güneşin”, pardon, “Cehennemin” yediklerinin artıkları nedir?.
“SEMÛM!.”
Nedir “nârı SEMÛM”?.
Arapçada “semûm” kelimesi iki mânâya gelir. Birincisi: “Gözeneklere (mesâmet) işleyen ışın”. İkincisi: “Zehirleyici”, ateş yâni radyasyon!.
Termonükleer tepkime içinde olan GÜNEŞ’in, bu tepkime sonucu yaydığı çeşitli radyasyonlar, ışınlar acaba bundan daha başka nasıl anlatılabilirdi 1400 küsûr yıl önce?.
Evet, Rasûlullah, tamamiyle bilimsel gerçeklere dayanan din olgusunu en mükemmel şekilde açıklamıştır. Ne var ki, insanlar Din’e ilimle değil, şartlanmaların hükmü altındaki önyargı ile baktıkları için bu gerçekleri görmekten mahrum kalmışlardır.
Esasen dünyanın ve içindekilerin âkibeti, son derece açık seçik basîret sahiplerinin idrâkları önüne serilmiştir!. Ancak ne var ki, çeşitli vesilelerle ortaya atılmış bulunan bu gerçekler, yüksek akıl sahipleri tarafından derlenip toparlanıp, sayısız mozaiklerden oluşan ana sistem olarak, bir resim gibi gözler önüne serilmemiştir!. İşte bu mümkün olmamıştır geçmişte, bilimin yeterli düzeyde olmaması sebebiyle.
Günümüzde ise ilâhi lûtuf ve merhamet, bizlerin bu gerçeği öğrenmesine yolaçmaktadır. Öyle ise aklımızı son zerresine kadar değerlendirip, 1400 sene öncesinden işaret edilen bu gerçekleri çok iyi idrâk etmeye çalışalım.
* * *
Dostları ilə paylaş: