BUGÜNÜN İLMİYLE BİLE
ÇÖZEMEDİĞİMİZ ŞİFRELERİ VEREN
ZÂT…
MUHAMMED MUSTAFA A.S
Biz, ilkel bir şartlanma sonucu olarak, sadece beş duyu verilerini var kabul edip, beş duyunun tespit edemediği verileri yok sayıyoruz!... Gözle göremediğimizi inkâr ediyoruz...
Bundan yüz sene öncesine kadar böyle düşünülebilirdi; ancak günümüzde bu tür fikirler geçersiz sayılmaktadır!. Çünkü, göremediğimiz bir çok şeyin varolduğunu kesinlikle biliyoruz artık...
Kesinlikle, tutamadığımız birçok şeyin, varolduğunu biliyoruz!. Duyamadığımız pekçok şeyin mevcûdiyetinden haberimiz var; ne çare ki, bunlarla iletişim kurma imkânımız yok!.
Din bize, 1400 sene öncesinden, Hz. Muhammed aleyhisselâmın ağzı ile bu gerçeği sanki şöyle haber veriyor:
"Sizin, hücresel yapılı bir bedene sahip olmanız gibi; ışınsal bedenli yapıyla meydana gelmiş cinlerin var olması gibi; bunun ötesinde, ışık kuantlarından, yani Nur`dan varolmuş melekler de vardır!. Ki, evrende, bünyesinde bunları barındırmayan, bunların varlığından meydana gelmemiş hiç bir nesne yoktur!.
Evrende var olan her birim-nokta, bu ışık kuantlarından meydana gelmiştir. Yani, meleklerden meydana gelmiştir!. Ve bunlar, evrendeki mutlak bilinçten gelen bir şekilde, yapısal özelliklerine göre bilinçli birimlerdir!.
Bu açıklama ne zaman yapılıyor?...
Bundan 1400 sene evvel!.
Kimlere...!?
Bunu iyi değerlendirebilmek için, 1400 sene öncesinin şartlarının ne olduğunu araştırıp; o günkü insanların nasıl yaşadıklarını, nasıl taşları dikip karşısında tapındıklarını; ayıp olmasın diye kız çocuklarını nasıl diri diri toprağa gömdüklerini; ölen bir adamın karısını oğlunun nasıl aldığını bilmek lâzım!.
Böylesine ilkel değerlerle yaşayan bir toplumda, bugünün ilmiyle bile çözemediğimiz şifreleri veren, açıklayan bir Zât!... Hazreti Muhammed Mustafa aleyhisselâm...
Ve bu Zât, bizim bugün bile hafsalamızın almayacağı bir takım olayları bize anlatıyor...
Aslında bu, büyük bir müjde!...
Çünkü, şu madde boyutundan kurtulmamızdan sonra, şayet belli çalışmalar yaparak ruhumuzu güçlendirebilirsek, nelere ulaşabileceğimizi müjdeliyor!.
Yani, "Ben bu ruh gücüyle, buralara ulaştım, bunları gördüm, yaşadım. Böyle şeyler var ve bunlar sizin için de mümkün olabilir." diyor...
"HANİF"LİK
GENETİK VERİ TABANINA
SAHİP VE O ŞUURUN
GENETİK MİRASINI BÜNYESİNDE BULAN O EŞSİZ
“KİTAP”…
MUHAMMED MUSTAFA!
Aklınızı başınıza toplayın!.
Yalnız bir köşeye çekilip, SİSTEMLİ bir şekilde DÜŞÜNMEYE başlayın!.
Milyarlarca GALAKSİYİ içinde barındıran bu evreni, bir NOKTA’dan halkeden; ve indinde sayısız NOKTA’lar ve o NOKTA’ların her birinden sayısız evrenler yaratmış bulunan; ve dahi, her an bu işlevi devam eden “ALLAH Adıyla İşaret Edilen”i; nasıl olur da Sirius yıldızında oturan bir tanrı gibi düşünür ve onun yeryüzünde hoparlör-postacı arası bir PEYGAMBERİ olabileceğini kabul edersiniz?
Eğer hâlâ böyle düşünüyorsanız, kozanızda mutluluklar dilerim sizlere!.
Yok eğer; artık böyle düşünmem mümkün değil; diyebiliyorsanız…
O zaman “ALLAH RASÛLÜ ve NEBÎSİ MUHAMMED MUSTAFA” isimli “OKU”nması gereken ve hâlâ “oku”nmamış olarak rafta bulunan “KİTAP”ı, bugüne kadarki tüm değer yargılarınızı bir yana bırakarak, yeniden elinize alınız!.. (Anlayışı kıtlara: sayfaları ve cildi olan kağıttan mâmûl bir kitaptan sözetmiyorum!.)
“ALLAH Adıyla İşaret Edilen”in her an yaratmakta olduğu sayısız NOKTA’lardan, yalnızca bir nokta olarak varolan evrenimizdeki milyarlarca galaksiden birindeki yüzmilyarlarca yıldızdan birinin uydusu Dünya üzerinde, “HALİFE” olması amacıyla ve bu amacı gerçekleştirecek fıtratla Mekke’de açığa çıkmış Bilincin, yaşam safhalarını ve DÜŞÜNCE SİSTEMİNİ “OKU”maya çalışarak işe başlayın…
“Hanif”lik genetik veri tabanına sahip; yıldızlardaki melekî gücü tanrı kabul etme anlayışını baltasıyla(?) yıkan ve ölü kuşu Allah kudretiyle dirilten şuurun genetik mirasını bünyesinde bulan; ve daha başından “halife”lik fıtratına hâiz olarak madde dünyasında yer alan Bilincin, içinde bulunduğu şartları, varlığı ve kendi hakikatını nasıl değerlendirebileceğini farketmeye, kavramaya çalışın!.
O eşsiz bilinç!…
O muhteşem hüviyet!…
O Hârikulâde devrimci kişilik!…
Sirius ya da BETA NOVA’daki TANRI’dan mı aldı PEYGAMBERLİĞİ?…
Yoksa…
“ALLAH Adıyla İşaret Edilen”in “RASÛL”Ü ve bunun yanısıra “NEBΔsi mi idi?
Gökteki tanrının fermanlarını ileten yeryüzündeki vâlisi-komutanı-postacısı-hoparlörü mü idi?
Yoksa…
İnsanlara, hakikatleri olan “ALLAH” adıyla işaret edilenin, fark ettirilmesi ve gereğinin yaşatılması amacıyla, teklif edilen önerileri, kendi hakikatı olan Allah’tan gelen bir şekilde; bu boyuta elçilik-transfer ederek açığa çıkaran “RASÛL”ü mü?
İnsanların sonsuz azâptan korunup, sonsuz saadete ermelerini sağlayacak dünyevi bakış açısını ve uygulama biçimlerini teklif eden Allah “NEBΔsi mi?
Ciddî olarak düşünün bir; Tanrının Hz. Muhammed adlı Peygamberine mi inanıyorsunuz; “ALLAH” adıyla işaret edilenin “Rasûl”ü ve “Nebî”si olan Muhammed Mustafa aleyhisselâma mı?
Eğer, ikincisine inanıyorsanız… Birincisine inanmaktan hangi farklı yönleri var bu düşüncenizin, lafzından-sözcüklerinden başka? Bunları ayırın bakalım bir yana?
Bu hususları öncelikle çok iyi anlayalım ki, ondan sonra, “ALLAH” adıyla işaret edilenin “RASÜL” ve “NEBΔsi olan MUHAMMED MUSTAFA isimli “KİTAB”ı “oku”maya çalışalım!.
O Zât’ın, hangi olayda, neyi nasıl değerlendirdiğini; olaylara bakış açısını; sorunların çözümünü “Allah”ta nasıl aradığını; sorunun çözümünün, olayları nereden nereye yönlendirilerek çözülmek istendiğini; insanların yaşamı ve olayları nasıl değerlendirmesi gerekliliğinin neden “Allah” bakışın dayalı nasıl olması îcâbettiğini “oku”maya hazırlanalım.
ANAHTAR BOYNUNUZDA,
ALTIN DA KASANIZDA!
Geçmişte ezber yollu öğrendiğiniz şeylerin acaba ne kadarı tahkike dönüp, sizi o konuda YAKÎNe erdirdi?
Kendinizden veremediğiniz isabetli cevap, taklidin SONUCUDUR!.
Taklidiniz ile tahkikinizi terazinin iki kefesine koyup bir tartar mısınız; lûtfen!
Dışardan aldıklarınız, bir kefeye; kendi buluşunuz, sizden açığa çıkan isabetli cevaplar diğer kefeye!
Mukallit, tanrısıyla yaşar!
İlim geldikten sonra hâlâ onların hevâsına tâbi oluyorsa mukallit; iyi bir müşrik olarak tanrısına kulluk ediyordur!
Ne zaman kendiniz için ve kendinizdekini açığa çıkarmak için varolduğunuzu farkedip, bunun gereğini yaşamaya başlayacaksınız?...
Cevabı sakın Tanrınıza bağlamayın!
Devâ Kur'ân ‘dadır! Kur'ân "OKU"maya çalışın!
Kurân‘ı "OKU"yamayan, "ÜMMÜL KUR'ÂN"ı hiç okuyamaz!
Gününüzün ne kadarını Kur'ân‘ı "OKU"mak için değerlendiriyorsunuz?... Ne kadarını da dünyada bırakıp gidecekleriniz için harcıyorsunuz?
Evet, "Kur'ân ‘ı "OKU"yabilmem için bana ne tavsiye edersiniz?...
Hangi hocaefendi ya da şeyhefendiye devam etsem ki, bunu okuyabilmek için?... Bana tavsiye edebileceğiniz biri var mı?.
Ona her şeyimi bağışlamaya hazırım; iş ki bana Kur'ân "OKU"masını öğretsin!
1 ton altın olan kasa anahtarı boynunda, kuru ekmek kemirmekte olan pozisyonundan kurtulabileyim!
Yok mu bana bir diyeceği olan?.
Anahtar boynunuzda, altın da kasanızda!
ALLAH RASÛLÜ A.S’IN
BİZE HİBESİ,
SIRLAR SARAYININ
ANAHTARI DEĞİL;
MAYMUNCUĞUDUR!
Burada şunu da fark edelim ki...
Yaradılış noktasında başlayarak, tüm birimlerin oluşumunda, aynı mertebeler ve boyutlar mevcuttur. Varlık katmanlar şeklinde tüm yaratılmışlarda mevcuttur. Bunu târif için ister dinî mecazları kullanın ister bilimsel deyimler, sonuç hep aynı gerçeği vurgular. Birinde mevcut olan boyut, hepsinde aynı şekilde mevcuttur. Fark, açığa çıkanların farklarıdır.
Öyle ise bu da bize şunu fark ettirir ki...
“Zerre küllün aynasıdır” işareti ile, Allah Rasûlü aleyhisselâmın bize hibesi, sırlar sarayının anahtarı değil, maymuncuğudur!. Öyle bir maymuncuk ki; sadece dış kapıyı açan anahtar değil; ehli elindeyse, tüm hazine odalarının kapısını açan bir maymuncuktur!.
MEVCÛDATIN
ÖZÜNDE SAKLI OLAN SIR
Herhangi bir konuya bağlanmadan sadece "ilim" kelimesiyle Hazreti Rasûlullah'ın bahsetmiş olduğu "ilim" hep "Hakikat ilmi”dir ki, bu tüm mevcûdatın özünde saklı olan SIRRI bildiren ilimdir.
"HİLÂFET SIRRI"
İnsan türüne göre gayb başkadır; cin türüne göre gayb başkadır; melek türlerine göre dahi gayb başka başkadır!..
Yani, sadece insana "göre" gayb sözkonusu olmayıp, tüm varlık türlerine göre de "gayb" değişik değişiktir... Ki bu yüzden, bu "gayb" türüne "gaybı muzaf" yani "göresel gayb" derler..
Ayrıca, "B"ilgayb" ibaresini, "B" sırrına dayalı bir şekilde anlarsak...
Onlar, gayblarında bulunan "hilâfet" sırrını oluşturan "Allah" isimlerinin işaret ettiği biçimde, gayblarının, "Gaybı Mutlak" olduğuna; bunun asla ve kesinlikle kapsanamayacağına ve kavranamayacağına iman ederler...
ASLI (“ HAKİKAT"İ), “HÛ”….
NESLİ DE, "HÛ"!
VARLIK ÂLEMİ İLE
“ÖZ”Ü(“HAKİKAT”İ)
ARASINDAKİ
BOYUTSALLIKTA İŞLEYEN
BİR SİSTEM(“DİN”) VAR
Aslı Hû, nesli Hû; derler bilirsiniz...
Aslı elbette ki önemlidir insanın... Aslı önemlidir mahlûkatın... Aslı önemlidir varlık âleminin... Buna Hakikati de denilir...
Denilir de..
Bir de işin faslı vardır!.
İşin Hakikati yani aslı önemlidir!. Niye?
Eğer İşin aslını öğrenmemişsen, o takdirde dışarıda, dışında, ötende bir tanrı düşünür; Hz. Muhammed’in bildirdiği “Din”in özünden mahrum kalmış olursun.
Zira, “Din”in bildirilmesindeki iki ana amaçtan birincisi ötende bir tanrı olmadığını idrak etmen suretiyle “Allah’a iman etmen”dir. Ki bu, işin aslı ile alâkalıdır... Birde ikinci şıkkı vardır ki bu işin o da, tâbiri câizse faslı ile ilgilidir.
“Din” olan İslâm, bir sistemi açıklamaktadır; bunu anlayamayan tek yönlü ilâhiyatçılar inkâr etseler bile...
Bir kısım ilâhiyatçılar ve “Din”i yüzeysel ele alan şekilci zekâ sahipleri, “Din” dendiğinde, sistemli düşünceden ve çağdaş bilimlerin getirdiği evrensel bilimlerden (Quantum fiziği, holografik gerçeklik gibi) mahrum oldukları için, konuyu, ezberci ve taklitçi bir biçimde ele alıp, gökte oturan tanrının, kendisinin alt katındaki melekler aracılığıyla yeryüzündeki postacı hükmünde peygamberine yolladığı fermanlar bütünü olarak anlamaktadırlar. Cinler de bilmem kaç kilometre yukarı fırlayıp(!) gökteki(!) meleklerden bilgi kapıp sonra yeryüzündeki medyumlarına haber taşımaktadır(!).
Bunlar gerçekte, çağlar gerisinden kopup gelen maddeci Müslümanlık ekolünün günümüzdeki sözcüleridir bilim adamı olmanın çok ötesinde!. Etiketleri ne olursa olsun, sistemli düşünme yeteneği olmayan dinciler olmaktadırlar.
Ötede gökte tanrı, alt katında buyrukları ileten melekler, yeryüzünde peygamber postacılar!... Buyrukları yerine getirenler mükâfaat olarak cennete sokulacak, buyruklara karşı gelen âsiler de kollarından tutulup ateşli kuyulara atılacaklar ceza olarak!.
Bunların ne “Allah” adıyla işaret edilenden haberleri vardır, ne “melek” ismiyle işaret edilen boyutun ne olduğundan, ne İslâm’da peygamberlik kavramının var olmayıp, bunun gerçeği olan “risâlet” ve “nübüvvet” kavramlarının düşündüklerinden çok farklı şeyler olduğundan, ne de “İslâm Din”inin insanlara niçin ve hangi amaçla tebliğ edilmiş olduğundan haberleri vardır.
“İNSAN”,
MUTLAK BİR ŞUUR TARAFINDAN
“SÜNNETULLAH”
(“SİSTEM“DİN)
GEREĞİNCE YARATILMIŞTIR
Bir insanın yaradılışını düşünün…
Şu elimize bakalım ..Parmağımıza bakalım... Parmakta tırnak diye birşey var...
Bu tırnak denen yapı olmasaydı bu parmağın ucunda, biz sert bir nesneyi tutamazdık...Et yumuşak olduğu için kayar giderdi.. Şu tırnağın varoluşu dahi, bu insanın MUTLAK BİR ŞUUR tarafından, şuurlu bir varlık tarafından yaratıldığını gösteriyor.
Siz bir bilgisayaraın kendi kendine varolduğunu düşünebilir misiniz?!
Hayır!
Bir bilgisayar kendi başına olamıyorsa, milyonlarla bilgisayarın erişemediği kapasiteye sahip olan bir insanın kendi başına olduğunu düşünmek, tek kelimeyle, abesle iştigaldir !
Öyleyse bu kadar muazzam bir varlığı bir insanı yaratan ve bu insanın, milyarlarla insanın içinde varolduğu Dünyayı ve sayısız Kâinatları yaratan bir MUTLAK VARLIĞIN rastgele abes bir şey yarattığını düşünebilir misiniz?
Elbette ki Hayır!
O zaman, biz o varlığın yaratmış olduğu bu Kâinatı, bu nizamı, bu düzeni bu sistemi okumaya çalışırsak O’nun yarattığı bu Sistem ve Düzeni anlatan DİN’i anlamış oluruz. Çünkü Din, Allah'ın yaratmış olduğu Sistem ve Düzendir!.
Kurân’da "SÜNNETULLAH" der. "Sünnetullah’ta asla değişiklik olmaz!" der.
“Sünnetullah”, Allah’ın yaratmış olduğu Sistem ve Düzendir!
"Sünnet", her ne kadar "âdet" kelimesiyle çevrilmişse de; bugünkü ifadede Sünnet, "SİSTEM"dir!
"Allah'ın yaratmış olduğu Sistem'de asla değişiklik olmaz!” olayı geçerlidir.
Zaten "Doğa Kanunları" denilen şey de "Allah'ın yaratmış olduğu bu Sistem ve Düzen"dir!
Gerçek din eğitimi demek, Allah'ın yaratmış olduğu bu Sistem ve Düzeni okuma eğitimi demektir!
“BEL SUYU”
(SPERMİN DÜNYASI)
Esasen genetik olarak bu programla yüklenmiş olan cenin ana rahminde 120 günde özünden boyutsal bir şekilde kendisinde açığa çıkan meleki etkiyle “ruh” adı verilen ve beyin tarafından üretilen dalgalarından oluşan “ölümötesi boyut bedeni”ni ruhu üretmeye başlar. Ve ona yani ruha tüm zihinsel fonksiyonlarının hasılası dalgalar şeklinde yüklenir. Yani başka bir yerden gelip bedene giren bilinçli bir ruh olayı kesinlikle geçerli değildir. dünyadan öncesi yaşamda bir yerlerdeki ruhlar âlemine dayanak gösterilen âyetidikkatle düşünürsek burada “Ademoğullarının belleri”nden söz edildiğini fark ederiz. “BEL” olayı ruh boyutuna değil içinde yeraldığımız dünya boyutuna ait bir şeydir .
“Belsuyu” menidir; “spermin dünyası”dır.
Bu çok büyük yanlış anlamının temelinde “EZEL” kelimesinin boyutsallık ifade eden mânâda aşılmayı sanki mekâsal-tarihsel-zamansal bir şekilde değerlendirilmesi yatmaktadır.
Şimdi bir dakika burada duralım…
Gerek “Ezel” kelimesi gerek “Allah” kelimesi Kur’ân’da iki anlamda kullanılmaktadır, diğer isimler gibi..
1- Evrensel boyut itibariyle
2- Birimsel boyut itibariyle …
Evren, “Nokta”dan varolmuştur.
Evre niçre Evrenlerdeki birimler dahi kendi “Nokta”larından varolmuştur.
İşte biz bunu bir koni iolarak, “Nokta’dan açılan koni” olarak izah ediyoruz.. Ve
O koninin en üstü de görünüşü itibariyle “B” dir diyoruz…
Burada dikkat edeceğimiz nokta şurası;
İnsanın varlığından, birimsel noktasından açığa çıkan “İsimler” sözkonusu…
Yani Evrenin ezeli vardır… Birimin ezeli vardır…
Evrende ”Rahman” sözkonusudur… birimde “Rahman” sözkonusudur.
Bunu, okuduğumuz âyette bahsi geçen konuya göre değerlendiriceğiz;
“Birim”den sözediyorsa “birimin ezelinden” diye olayı anlayacağız…
Eğer “Allah” kelimesi geçiyorsa “Allah” kelimesini “Birimin Hakikati”ni-“Nokta’yı meydana getiren noktayı meydana getiren varlık” olarak algılayacağız; evrensel anlamda değil… Ama evrensel anlamı anlatan âyetlerde de bunu evrensel olarak değerlendireceğiz.
“DNA”
(“ALÂK”)
KAN PIHTISI DERİNLİĞİNDEKİ
“GEN”LER
(“DNA”LAR)
" Allah, insanı İslâm fıtratı üzere yaratmıştır" hükmü üzere, her insan henüz menideki sperm halinde iken babasının geninden İslâm fıtratının programını almış olarak dünyaya gelir; daha sonraki aşamalardan da geçerek..
"Onların bellerinden zürriyetlerini alır" ifadesi kişiye genetik olarak intikal eden İslâm fıtratının billgisinin sperm halindeki varlığına işaret eder ve bunu vurgular.
Yani “sperm halindeyken insan, genetik olarak bellerinden zürriyet alındığında” yani, fıtrat olarak “Rabbini bilme yetisi”ne sahip kılınmıştır ; böyle bir özellik ona verilmiştir.
“Bel” kelimesinin nerelerde ne anlama kullanıldığını bir araştırın isterseniz..
Esasen bu konu insanın yaradılışı ile ilgili “İKRA” sûresindeki anlatım ile de çok ilgilidir. O sûrede insanın yaradılışı ve programlanışı tarif edilmektedir.
"İKRA"
"OKU" ..
kağıttan kalemden değil; “sistemini oku”... olayı oku.
"Bismi rabbikelleeziy halak"
"seni yaratan, vareden rabbinin sende açığa çıkarttığı güzellikleri…" ..
İşte “kan pıhtısı derinliğindeki genler”, yani "DNA” lardır burada "alâk"tan işaret esas.
O gün için bilienen en fazla “alâk” olduğu için “alâk” denmiştir ama esas buradaki olay “DNA” lara işarettir.
KUANTSAL UZAYDAN
IŞIK HIZIYLA MADDE
BOYUTUMUZA
“ANLAM” YOLCULARI
TAŞIYAN UZAY GEMİLERİ…
“-Biz her şeyi çift yarattık; umulur ki tezekkür edersiniz!” (Zâriyat-49)
“-Bütün çiftleri yaratan, gemi ve hayvanlarınızı yaratan…” (Zuhruf 12)
“-Subhandır O ki, hepsini çiftler hâlinde yarattı; yerin bitirdiklerinden, nefislerinden, ve bilmediklerinden!” (Yasin-36)
“-Onları ve zürriyetlerini dolu gemilerde taşıyoruz!” (Yâsin 41)
1970 yılında yazdığım “RUH İNSAN CİN” isimli kitap ile 1995 yılında kaleme aldığım “TEK’İN SEYRİ” kitapta Kuantum fiziğinden evrenin holografik yapısından söz etmiştim bir miktar…
Kurân’ın, bu konulara nasıl işaret ettiğini elimden geldiği kadarıyla anlatmaya çalışmıştım özellikle “TEK’İN SEYRİ”nde…
Algıladığımız madde boyutunun ve her “şey”in orijini ve hakikati, aslı olan Kuantsal boyutta-evrende, her parçacık ÇİFT olarak vardır.
Şimdi önce şunu hatırlayalım…
“Allah” kelimesi bir “isim” kelimesidir ve bir işaret kelimesidir.
“Atan Allah’tı” âyetinde olduğu gibi, her şey, aynı orijin ve hakikatten meydana geldiği için, madde, et-kemik kol boyutunda olay bu kelimeye bağlanmakta olduğu gibi; “nokta” diye tarif edilen Kuantsal boyutuyla TEKİL bir yapı olan evren de elbette “Allah” kelimesiyle işaret edilene bağlanır.
Ancak ne var ki, gene “ALLAH” ismi ile işaret edilenin, yaratmış olduğu her “şey”den münezzeh-beri olduğu da başka bir gerçektir.
Yani…
Kuantsal boyut olan, “RUH” ya da “Ruh-u Â’zâm” ismiyle tasavvufta işaret edilen mertebe, tüm algıladığımız ya da algılayamadığımız her şeyin hakikati olan TEKİL bir yapıdır; ve “Vitriyet” mertebesidir; ki, bundaki bilinç “her an yeni bir şan'dadır”; kuantların her anki değişkenliği dolayısıyla!.
Tüm Kuantlar bir çift hâlinde ve algılayana göre foton ya da dalga biçiminde yaşamlarına devam etmektedirler… Her an birbirleriyle iletişim halindedirler biri galaksinin öbür ucunda olsa bile!
Kuantsal evrenin kuantları, bizim algıladığımız hayvan boyut(bedensel boyut)un genleri gibidir!.
“GEN”ler, Kurân’da, “gemi” olarak sembolize edilmiştir!. Çeşitli anlamları Kuantsal boyuttan madde boyutuna “taşıyıcı” olarak “gemi”! Öyle “Uzay gemi”leridir bunlar ki; “kuantsal uzay”dan ışık hızıyla madde boyutumuza “anlam” yolcularını taşır!.
“GEN”LERDEN
MADDE BEDENLERİNİZİ
(HAYVANLARINIZI-BİNEKLERİNİZİ)
YARATMIŞTIR
Çiftler hâlindeki “gen”lerden, hayvanlarınızı-bineklerinizi yani madde bedenlerinizi yaratmıştır. Kromozomlar da hücre stoplazması içinde taşıdıklarıyla yüzmektedir “gemi” olarak!.
“GEN”LERİNİZİN ESERİ OLAN
BİLİNÇ DALGALARINIZDAN
KİŞİSEL RUHLARINIZI
(EBEDİYET BİNEKLERİNİZİ)
YARATMIŞTIR
Nefislerinizden, yani varlığınızı oluşturan genlerinizin –çiftlerin- eseri olan bilinç dalgalarınızdan da, gene çiftler hâlinde kişisel ruhlarınızı yani ebediyet bineklerinizi yaratmaktadır…
Ve daha bilmediklerinizi..
“DNA”LARIN YARISI
BABADAN GELECEK
İLK HÜCREYİ PROGRAMLAR
Arapça "alâk" kelimesiyle işaret edilen genetik yapıdaki DNA ların yarısı babadan gelecek ilk hücreyi programlamaktadır.
“MİTOKONDRİYAL DNA”
SADECE ANNEDEN ALINAN
GENETİK BİLGİYİ İÇERİR
Hücrelerimizin büyük bir bölümünde bulunan mitokondriyallerdeki DNA çok ilginç bir özelliğe sahiptir. Çünkü taşıdığı bilginin yarısını anneden, kalan yarısını ise babadan alan çekirdek DNA sından farklı olarak “mitokondriyal DNA” sadece anneden alınan genetik bilgiyi içerir.
Bu nedenle kadın olsun erkek olsun anne tarafından akraba olan herkesin kuşaklar boyu mitokondriyal DNA özellikleri birbirinin aynıdır.
bakın.. "Çocuk annedendir" şeklindeki Rasûlullah uyarısını burada hatırlayalım… Neyi anlatmak istemiş acaba?..
"İNANÇ GENİ"
GENLER,
BEYNİN BİOKİMYASINI
ETKİLEMEKTE;
İNANÇ-DUYGU VE
DÜŞÜNCELERİ DE
YÖNLENDİRMEKTEDİR
Genler din adamlarına soruluyor, Moleküler biyolog profesörler Hadisler hakkında değerlendirme yapıyor!.
Bilgi ezberleyip bunu tekrar edenler âlim oluyor!!!
İşte böyle bir karmaşa içinde Amerika da Time Mecmuası Dean Hamer’i kapak yaparak “God Gene” adlı kitabından alıntılar yaptı ve bu alıntılar Türkiye ye “İnanç geni” olarak nakledildi.
İnanç geni var mı yok mu konusu mahalle kahvehanelerinde tartışılmaya, buralarda Dean’a eleştiriler yapılmaya başlandı.
Din adamları ikiye ayrıldı. Böyle bir gen olabilir diyenler ve böyle bir şey olamaz, diyenler.
Önce Dr. Hamer ne diyor anladığımız kadarıyla ona bakalım:
"İnsanda VMAT2 adıyla bilinen bir genin belli bir noktasındaki nükleik asit dizilimi cytosine veya adenin yönünden zenginlik göstermekte ve buna bağlı olarak da beyin kimyasallarından monoaminin sentezi az veya çok olmaktadır. Sözkonusu maddenin üretimi sonucunda kişide spritüel düşünceler artar. Bu üretimin fazlalığı kişide mistik görüşlerin artmasına, kişinin kendisini evrenle bütünleştirmesine tasavvufi duygulara yönelmesine vesile olur."
Yani, Dr. Hamer bu gen insanı inançlı veya inançsız yapar, demiyor.
Önce bu hususu fark etmek lazım!. Konu yanlış intikal edince yorumlar da hâliyle bu intikal eden şekle göre yapıldığı için çok farklı sonuçlara gidiliyor.
Dr Hamer özellikle ikiz çiftler üzerinde araştırma yapıyor ve bu genin aktif olduğu ikizlerin teklerinde spritüel yaklaşımların çok yüksek olduğunu söylüyor.
Bizler yapılan yayınları takip ederek onları mevcut veri tabanımızdaki bilgilerle karşılaştırarak konunun Din ile bağlantısını anlamaya çalışan kişileriz. Önce bunu kabul edelim.
Sonra da buradaki esas önemli noktayı vurgulayalım.
Adı veya işlevi ne olursa olsun tüm tıp ehlinin bildiği gibi sayısı 20-30 bin civarında olduğu kabul edilen genler beynin biokimyasını etkilemekte ve bunun sonucu olarak da bizim duygu ve düşüncelerimiz yönlenmektedir. Psikiyatri ilmi dahi bu faaliyetin incelenmesidir.
Dr Hamer bu konuda şunu demektedir:
“her düşünce ve duygumuz beyindeki bir aktivite sonucudur. Biz doğal yasalara tâbiyiz. Bir torba içindeki kimyasal reaksiyonlarız.”
Şimdi olayın esas önemli yanına gelelim.
Biz ya Gökte bir gezegende oturup oradan sihirli değnekle dünyayı ve insanları yaratıp onların içine bir şeyler yollayan sonra da kendi hallerine bırakan ve onları sınayan bir tanrıya inanacağız...
Ya da Hz. Muhammed A.S.ın “Allah” ismiyle bize bildirdiğinin ne olduğunu anlamaya çalışacağız.
Dostları ilə paylaş: |