"İlim Çin'de bile olsa, alınız!"
Burada bahsedilen "İlim", Hakikat ilmi'dir. Çünkü, insanın bütün geleceği bu ilmi elde etmesine bağlıdır!
İlim, esas itibariyle ikiye ayrılır;
Geçici yarar sağlayan ilim,
Ebedî yarar sağlayan ilim.
Mevcut, çokluk âlemine dair bütün ilimler, geçici yarar sağlayan ilimler sınıfındadır. Çünkü bir süre için, o varlığın yapısı dolayısı ile veya varoluş gayesi istikametinde faydalı olacak olan ilimdir.
NEBİ VE RASÛLLER
MİRAS OLARAK İLİM BIRAKMIŞLARDIR!
Kim ilim yolunu tutarsa,
Allah ona cennet yolunu tutturur!.
Ya ilmin?..
Kişinin ölüm ötesi yaşamını değerlendireceği ilmin!
Allah için ilmini insanlara dağıtıp, onların ölüm ötesi yaşamlarını kurtarmaları için gerekli sermayeyi bağışlayanların ilmi hakkı nedir?..
İşte bu konuda Hazreti Ali kerremallahu veche'den nakledilen hüküm:
-Bana bir kelime öğretenin kırk yıl kölesi olurum!.
Her ilmin değeri, onun sana sağlayacağı menfâat kadardır!
Bu sebeple ölüm ötesi yaşama dönük ilmin değeri de, aynen ölüm ötesi yaşam gibi sonsuzdur!.
Ölüm ötesi yaşamın gerçeklerini bildirip o konuda bizi sakındıran ve hazırlanmamıza vesile olan ilmi bize ulaştıran Hazreti Rasûlullâh'ın hakkını tüm yaşamımız boyunca onun için duâ etmekle geçirsek asla ödeyemeyiz!
Böylesine değerli olan ilmi sırf dünyevî menfaatler için öğrenip öğretmek hakkında Rasûlü Ekrem'in uyarısı da şudur:
“Kâ'b bin Mâlik radıyallahu anhdan rivayet edilmiştir:
Rasûlullâh sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
-İlim adamlarıyla boy ölçüşmek veya ayaktakımı ile mücadele etmek, halkın teveccühünü kendine çevirmek için ilim tahsil eden kişiyi Allah cehennemine sokacaktır!”
Çünkü sonsuz değer taşıyan ilmi, çok az bir dünya değerine değişmiştir!.
Dini bilgileri ezberleyip başkalarına ulaştıran mı?.. Onları alıp, bunlardaki işaretleri anlayıp, yeni yeni bağlantılar kurarak işin yeni yönlerini çıkartan mı?.. Rasûlullâh sallallahu aleyhi ve sellem ne buyuruyor:
-Bizden bir hadîs işiten ve onu hafızasında tutan adamı Allah aydınlatsın! Çünkü bir ilim yüklenen insan bazen kendisinden daha dirâyetli birine (ulaştırır) ve çoğu zaman da bir ilim yüklenen insanın kendisi dirâyeti olmaz! (Tırmizî-İlim)
Nice insanlar vardır ki, ilmi ezberlerler ve naklederler. Zekîdirler!. Ama onları anlayıp yeni yeni şeyleri bulmak zekâ değil, akıl ister. Zirâ genelde zekî insan, akıllılardan çok çok fazladır!. Zekâ, günlük olaylar içersinde kişinin menfaatine dönük en iyi çözümleri bulmaya yarar. Akıl ise ileriye dönük ve derinliği olan konularda geniş boyutlarda düşünmeyi ve bunun neticesinde yeni şeyler bulmaya yarar. Dolayısıyla bu husus “dirâyet” kelimesiyle anlatılmak istenmiştir.
Evet, sırası gelmişken ilmin, ölümötesi yaşamı insana kazandıran ilmin değeri hakkında açıklamalarda bulunan bir kaç hadîs-i şerîfi de buraya alalım:
-Allah kime hayır dilerse, Dinde anlayış verir.
-Her kime öğrendiği bir ilim sorulur da ilmi saklarsa, kıyâmet günü ateşten bir gem vurulur.
-Bir âlimin ibadetle meşgul olana üstünlüğü benim, en aşağı mertebede olanınıza karşı üstünlüğüm gibidir. Allah, melekleri, göklerin ve yerin halkı, hatta yuvalarındaki karıncalar ve hatta balıklar, insanlara hayır öğreten kişiye duâ ederler!
-Kim ilim yolunu tutarsa, Allah ona cennet yolunu tutturur!. Ve melekler ilim öğrencisinin rızası için kanatlarını indirirler. Aynı zamanda bir âlim için göklerde ve yeryüzünde bulunanlar ve hatta sulardaki balıklar istiğfar ederler. Âlimin âbidden üstünlüğü, ayın parlaklığının sair yıldızlara olan parlaklığı gibidir!. Nebi ve Rasûller miras olarak ne dinar ne dirhem bırakmışlardır; ancak miras olarak ilim bırakmışlardır. Kim ilmi almış olursa (mirastan) bol pay almış olur
-İki kişiden gayrına hased (gıpta) edilmez. Allah'ın mal verdiği kişi, ki malını hak üzere Allah yolunda kullanır; Allah'ın hikmet verdiği kişi, ki onunla hükmedip öğretmededir. (Buharî)
İLİM BOYUTU
İlim mertebesi
-
“Kün Emri”nin (“Ol!” Emri)nin çıktığı boyut
-
Birimin derûnundaki-Hakikatindeki “İlim” boyutu("Vahiy"in kökeni olan"Akl-ı Küll" boyutu)
-
Bilinçlerin konuştuğu boyut
-
"Kudret" yurdu
-
"Hikmet" yurdunun bâtını
-
Her şeyin akılla seyredilegelindiği boyut
-
Aklın geçerli olmadığı mertebe
“KÜN" HÜKMÜ,
"İLİM MERTEBESİ"NDEN ÇIKAR
Vücud, varlık yalnızca "Esmâ mertebesi" tanımlamasıyla işaret edilene aittir! İlmiyle ilmini ilminde seyretmektedir, ifadesi dahi "şe'n"i itibarıyla aynıyla "Esmâ" olan bu mertebedeki seyrine işaret etmektedir. Bu mertebede, ilimde yaratılmış sûretlerle, seyir ve tedbirât yürümekte olup; "âlemler vücudun kokusunu bile almamışlardır" uyarısı bu yüzden yapılmıştır. Zerre, bu mertebedeki seyreden, "küll" seyredilendir! İsimlerle işaret edilen kuvveler ise "melek" ismiyle tanımlanmıştır ki; "insan"ın dahi hakikati budur; farkındalığını yaşamak süreci ise "Rabbinin likâsına kavuşmak" diye anlatılmıştır! Bunu keşfettikten sonra, devamının gelmemesi ise feci cehennem yanışı olarak anlatılmıştır! Burası "Kudret" yurdudur, "kün" hükmü buradan çıkar; İlim mertebesidir; aklın burada geçerliliği yoktur! "Hikmet" yurdunun bâtınıdır! Hikmet yurdunda olup biten her şey ise akılla seyredilegelir; burada bilinçler konuşur! Efâl âlemi ise, bu boyuta (kudret yurduna) göre, tümüyle hologramik (zıll-gölge) vücud-varlık ve yapıdır! Algılayanın algılama kapasitesine göre var olan paralel veya çoklu evrenler, içindekiler ile maden, nebat, hayvanat (insansı) ve cin âlemlerine ait tüm tedbirât ve tasarruf "mele-i âlâ" hükmü ile buradan açığa çıkar! Rasûller ve vârisleri velîler, "mele-i âlâ"nın yani Esmâ kuvvelerinin yeryüzündeki dilleridir! Bütün bunlar dahi, hep Esmâ mertebesinde ilimde olup biten seyirlerdir! "İnsan"ın hakikati dahi bu anlamda "melek"tir ve melek oluşunu hatırlamaya ve gereğini yaşamaya davet edilmektedir gerçekte! Bu konu çok daha derin ve detaylı bir konudur...
O’NUN DİLEMESİ OLMADIKÇA
İLMİNDEN BİR ŞEY İHATA EDİLEMEZ!
-
Kürsüsü (hükümranlık ve tasarrufu {rubûbiyeti}) semâları ve arzı kapsamıştır
-
Hakikati “İlimn” olan Semâlarda ve arzda (âlemlerdeki tümel akıl ve fiiller boyutunda) ne varsa hepsi O'nundur
-
Semâların ve arzın nûrudur
Allah O, tanrı yoktur sadece HÛ! Hayy ve Kayyûm (yegâne hayat olan ve her şeyi kendi isimlerinin anlamı ile oluşturan-devam ettiren); O'nda ne uyuklama (âlemlerden bir an için olsun ayrılık), ne de uyku (yaratılmışları kendi hâline bırakıp kendi Zâtî dünyasına çekilme) söz konusudur. Semâlarda ve arzda (âlemlerdeki tümel akıl ve fiiller boyutunda) ne varsa hepsi O'nundur. Nefsinin hakikati olan Esmâ mertebesinden açığa çıkan kuvve olmaksızın (biiznihi) O'nun indînde kim şefaat edebilir... Bilir onların yaşadıkları boyutu ve algılayamadıkları âlemleri... O'nun dilemesi (elvermiş olması) olmadıkça ilminden bir şey ihâta edilemez. Kürsüsü (hükümranlık ve tasarrufu {rubûbiyeti}) semâları ve arzı kapsamıştır. Onları muhafaza etmek O'na ağır gelmez. O Âliyy (sınırsız yüce) ve Azîm'dir (sonsuz azamet). (Bakara/255)
SAYISIZ KÂİNATLARIN HER BİRİSİ,
ALLAH’IN SONSUZ YARATICILIK İLMİNİN ESERİDİR!
Tek bir hücreden bir insan bedeni nasıl meydana gelmişse, tek bir düşünce anından da evren öylece meydana gelmiştir!. Tek hücrede bedenin tüm oluş programı, sistem ve düzeni nasıl mevcutsa, evrendeki her şeyin oluş planı ve programı da o ilk “AN”daki seyrde öylece mevcuttur… Ki “KADER” de buna denir gerçekte!.
Oysa, o bir anlık ilmin ve düşüncenin eseri olan sonsuz-sınırsız kâinat gibi nîce sayısız kâinatlar dahi “Allah” indinde mevcuttur!
Şimdi düşünün şu anlatacağım üzerinde…
“K” harfini hatırlayın...
“K” harfi”.. Önce bir uzun çizgi... Bu çizginin, düşünün ki üstü sonsuz, altı sonsuz...
“K” harfini oluşturan çizgideki bir noktadan açılan bir açı var!.
Bu açı, bu çizgi üzerinde, bir noktadan çıkar!.
Allah’ın sonsuz ve sınırsız varlığı ve ilmini “K”daki ana dikey çizgi gibi düşünsek; bunun bir “AN”ında, bir “NOKTA”dan meydana gelen bu açı!… “Üçgen” demiyorum, dikkat edin, “açı”! Zîrâ, üçgen dersem, bir yerde kapanacak, kâinatın sonu vardır anlamı çıkar; oysa kâinatın boyutsal olarak sonu yoktur!
Allah’ın bir AN’lık ilminde varolmuş sonsuz halk edilmişler!.
Halk edilmişlerin sonu yoktur ve bu, bir “an”dır.
Bunun gibi sayısız “an”lardan, “NOKTA”lardan oluşan sayısız kâinatlar vardır!
Yani, “K”nın dikey çizgisi aslında sayısız noktalardan oluşmuştur ki, algıladığımız herşey ve tüm evren, o dikey çizgi görülendeki noktalardan tek bir “nokta”nın açılımından ya da seyrinden başka bir şey değildir!
Bu sayısız kâinatların her birisi, Allah’ın sonsuz yaratıcılık ilminin eseridir!
"ZÂTÎ İLİM"
-
Zât'ın İlmi
-
İlmullah
-
Allah İlmi
-
İlâhi İlim
-
Allah katındaki “Ana Bilgi”
-
Hakikati apaçık açıklayan BİLGİ
-
İlk Nokta
Bize, beyin özelliğimiz dolayısı ile varmış gibi gelen görüntüler aslında “ilmi şifreler”dir.
İş böyle olunca, anlaşılmaktadır ki, gerçekte her şey bir ilimdir ve bütün ilimlerin özü, aslı, orijini, hakikatı da "ALLAH İLMİ”DİR!.
Allah adıyla işaret edilen ise, "Âlim" isminin işaret ettiği üzere, ilim sahibidir. Hayattan sonra, gelen ikinci zâtî sıfatı itibariyle İLİM sahibidir. Ve nihayet ZÂTÎ İLİMDİR!.
(Soru: Zât'ın İlim sıfatının ürettiği mânâlar. Burada Sıfat mertebesindeki Hayat sıfatından sonra gelen İlim sıfatından mı bahsediliyor?...)
Zâti ilmin, ilim sıfatının değil!.
Esasen bütün bu ve bilemediğimiz sayıdaki tüm evrenlerin, "aknokta"lardan oluşan birer "akyapı" olan "Big Bang"larla oluşan olayla, bir noktadan çoğalmak sûretiyle meydana geldiğini anlayabilirsek, gene aynı olayı misâl yollu çözmüş olacağız.
O ilk noktada, son hareket belirlenmiştir!. Bir hücreden bir filin son hücresinin ve eriştiği son yapının programlanışı gibi..
Bu sebeple, nasıl kâinattaki sayısız birimler o tek noktadan meydana gelmişse; ve hepsi de o tek nokta`da mevcut özelliklerle bağlı ise; bütün âlemlerde görülen mânâlar dahi, “ilk nokta” diyeceğimiz Zât`ın ilmi`nden meydana gelmiştir. Ama, Zât`ın sonsuz-sınırsız ilmine, iradesine ve kudretine dayalı olarak...
İşte bunu böylece anlayabilirsek, kader olayını da çözmüş oluruz...
"Kader" derken olaya basit bakmayalım…
Dünya üzerinde 5-6 milyar insan... Denizden alınan bir avuç kum!.
"Ben insanı yeryüzünde halife yarattım" diyor... "İnsan, yeryüzündeki halife"dir.
"Semâ"da yani, "evrende her boyutta" dahi, "halife"ler mevcuttur!.
Her boyutun yapısal özelliklerine ve kapasitesine göre "halife"ler mevcuttur!. Bizim genelde bildiğimiz "Halife" yeryüzündeki "halife"dir!. Yeryüzündeki "halife"nin de haddi, hududu bellidir.
Gerçek "Halife", Tek`dir. Ve O da, İnsan-ı Kâmil ismi ile tanıdığımız Ruh-u A`zâm`dır... Veya bir diğer ifade ile Hakikatı Muhammedi`dir. Veya ilim yönüyle, Aklı Evvel`dir.
ZÂTÎ SIRRIN
TEFEKKÜR YOLUYLA ÇÖZÜLMESİ MUHALDİR…
"Allah'ın zâtı üzerine tefekkür etmeyiniz!."
Zâtî ilimden sözedilmesi muhaldir!.
"Allah'ın zâtı üzerine tefekkür etmeyiniz!."
şeklindeki Hazreti Rasûlullah aleyhisselâmın beyânı işte bu gerçeğe işaret eder. Çünkü Zâtî sırrın tefekkür yoluyla çözülmesi muhaldir!. Fikir okları o hedefe ulaşamaz, yarı yola bile ulaşmadan ters yüz olup atana geri döner.
Burada artık bırakın ef'âl müşahedesini, esmâ mânâlarıyla bile kayıttan sözedilemez..
"Allah yerleri ve gökleri yaratmadan evvel nerede idi?.."
sorusuna
"Allah yerleri ve gökleri yaratmadan evvel altında ve üstünde hava bulunmayan A'MÂ'da idi."
diye cevap veren Rasûlullah, Zâtın hakikatı olan bu AHADiyet mertebesine işaret etmiştir.
Esasen bu bahsettiğimiz hadîs-i şu diğer hadîs-i şerîf ile birlikte mütalâa edersek, ehlinin farkedeceği önemli bir nüans açığa çıkar:
"Allah vardır, ve O'nunla beraber hiç bir şey yoktur!."
Bu konuda daha ileri gitmek burada gereksiz. Bunları yaşamayana satırlardan bunları anlatmak imkânsız gibidir.
Ehli ise zâten bunları haliyle bilir ve bilvesile bizim de bunlardan haberdar kılındığımız anlar.
Bâkî Allah 'tır.
ALLAH’IN
“SIFAT MERTEBESİNDEKİ İLİM SIFATI”
-
Allah’ın kendine olan ilmi(Kendi mevcûdiyetine, sıfatlarına ait olan ilmi- Kendi vasıflarını tanıması, bilmesi yönünden olan ilim)
-
Yaratılmanın söz konusu olmadığı boyutta kendi vasıflarıyla kâim olan varlığın, kendi varlığını, varoluşunu bilişi…
-
“Nokta”lar düzlemindeki ilmî-şuursal açılımlar
-
Kâinatın beyni hükmünde olan Allah İlmi
İsimlerin mânâları söz konusu olmadığı yerde, boyutta, bu isimlerin mânâlarından oluşan varlıklar da söz konusu değil!.
Öyle ise sıfat mertebesi dediğimiz mertebe itibariyle, yaratılma söz konusu değil!.
Bu boyutta kendi vasıflarıyla kâim olan varlığın, kendi varlığını, varoluşunu bilişi sözkonusu...
Buradaki ilim, sıfat mertebesindeki ilim sıfatıdır! Sıfat mertebesindeki ilim, Allah’ın kendine olan ilmidir!. Kendi mevcûdiyetine, sıfatlarına ait olan ilimdir. Kendi vasıflarını tanıması, bilmesi yönünden olan ilimdir..
İsim mertebesindeki ilim ise, isimlerin mânâlarını kendinde müşâhede etmesi ile ilgili ilimdir. Bu ikisi arasında, boyut farkı vardır!.
Boyut farkı ne demek?.. Boyut farkı, ilâhi olan ilmin yâni Zâti olan ilmin,
a-Kendi varlığına,
b-Kendi mânâlarına,
c-Ve bu mânâların neticesinde oluşan fiillere bakışıdır!
ESMÂ MERTEBESİNDE
İLİMDE OLUP BİTEN SEYRLER
“NOKTA”LAR DÜZLEMİNDEKİ İLMÎ AÇILIMLAR
-
İlim sıfatı
-
Sıfat mertebesindeki İlim
-
Allah’ın kendine olan ilmi
ZÂTÎ İLMİN(İlâhi olan ilmin) KENDİNE NAZARI
-
Zâtına nazarı
-
Kendi varlığına, Kendi mânâlarına ve bu mânâların neticesinde oluşan fiillere bakışı
-
İlmi İlâhi”deki tek bakış
-
Ezel ve Ebed
"ALLAH” İsmiyle işaret edilen indinde “An”, tek bir ân’dır; DEHR’dir!.
Her şey, bu boyut itibariyle olup bitmiştir!. Gerisi ise, suya atılan bir taşın etrafında oluşan küre halkalar gibi sayısız boyutlardaki oluşlardan başka bir şey değildir.
Bir boyutta yaşanmakta olan, bir önceki boyutta yaşanmış olaydan başka bir şey değildir!.
“Zaman” kavramı yaratılmış, yâni, sonradan olmuş mahlûklar için geçerli olan bir kavramdır.
“DEHR”, “an” kelimesinin karşılığıdır. Ancak burada, “an”ı şartlanma yollu kabullendiğimiz izâfi, yâni nesneye göre “zaman” olarak anlamamak gerekir.
Bize göre, dünyanın kendi çevresindeki bir dönüşü bir günü, 365 dönüşü bir seneyi, 365x100 dönüşü de yüzyılı, “asr”ı oluşturur. Bunlar insanın hükümlerine göre kabullenilmiş, “göresel-izâfî zaman”dır.
Gerçekte ise ZAMAN “tek”tir. Ezel-ebed tümüyle Allah katında tek bir “an”, “DEHR” kelimesiyle ifade bulmuştur.
Göresel zaman, yâni, izâfî zaman, bizim “vehim” yollu var kabûllendiğimiz bir ölçüdür. Bu süreç ise, içinde yaşadığımız ortama, hıza, bir diğer ifade ile boyuta göre değişir.
Madde boyutundan yola çıkıp, salt şuur boyutuna doğru ilerledikçe izâfî zaman birimi de sürekli olarak değişir ve kapsamı genişler.
Esasen DEHR kelimesiyle anlatılmak istenen boyut, tüm varlığın kendisinden oluştuğu bir tür evrensel enerjidir, (“Kudret sıfatı”dır) eğer tâbiri câiz ise.
Normal günlük zaman birimiyle şartlanmış ve kayıtlanmış beyinlerin bu zaman birimini anlaması elbette ki imkânsızdır!
İşte bu gerçek dolayısıyladır ki, Kur’ân-ı Kerîm’de ileriye dönük olarak gerçekleşeceği bildirilen pek çok olay olmuş-bitmiş şeyler olarak “geçmiş” zaman ifadesiyle anlatılmıştır.
Zirâ, Ezel-Ebed esasen tek bir varlık olması itibariyle, ilâhî bakış boyutunda; ya da eski ifade tarzı ile “İlm-i ilâhî” de, tek bir bakıştır!
Zaman, ef’âl âlemi için itibârî olarak geçerli olan bir tâbirdir... Mertebeler arasındaki olay ise zaman olayı değil boyut olayıdır!.
Allah zâtından sıfatına, sıfatından esmâsına tenezzül etti diye târif edilmek istenen şey, bu boyut farkıdır! Ve bu, bir “ân” olayıdır!.
“AN”ı zaman diye anlamamak lâzım!
Esasen “AN” kelimesi ile işaret edilen zaman boyutu; “DEHR” kelimesi ile tanıtılan varlığa aittir!. Yoksa bizim 5 duyuya nisbetle var kabul edilen zaman boyutu ile “AN” kelimesinin işaret ettiği mânânın hiçbir benzerliği söz konusu değildir..
“DEHR” ise daha önce naklettiğimiz kudsî hadiste açıklandığı üzere Allah’tır. Öyle ise,”AN” gerçeği itîbariyle Allah katındaki zaman birimidir!. Ve bu zaman birimi ancak “zât” ve “sıfat” tecellileri mertebelerine erişmişlerce bilinebilir..
Yoksa avamın şartlanma yollu, beş duyu kaydından dolayı var kabullendiği zaman anlayışı ile burada kastedilen “AN” mânâsını anlayabilmek mümkün değildir..
Avâma göre zaman fiiler mertebesinde, olayların birbiri ardına dizilmesi sebebiyle, birinin diğerine karşı durumuna verilen hükümdür.
Bu boyutta ise fiil sözkonusu değildir!.
Bu ancak, “zâti ilmin kendine nazarı” diye târif edilebilir.
Kendine nazarı da,
zâtına nazarı,
varlığına nazarı,
kendindeki mânâlara nazarı olmak üzere, üç ayrı bölümde incelenebilir...
Zâtına nazarı, zât mertebesini;
sıfatına nazarı, bu belli sıfatlarını bilmeyi;
mevcut olan mânâlarına nazarı da esmâ mertebesinin tabîi ve zarûri sonucudur ef’âl mertebesi!
Çünkü mânâlar mutlaka, kendi mânâları istikametindeki fiilleri doğururlar!.
ZÂT’IN ZÂTINA OLAN İLMİ SONUCU
“YOK”TAN VAREDER!
Zât`ın Zât`ına olan ilmi sonucu dilediği mânâları icâd etmesi, "yok"tan var etmesi söz konusu.
ALLAH, KENDİ VARLIĞINDA BULDUĞU MÂNÂLARI, İLMİ İLE İHÂTA EDER!
İLİMDE YARATILMIŞ SÛRETLERLE
SEYR VE TEDBİRAT YÜRÜR
Esasen, Efâl mertebesi olarak algılanması dilenilmiş boyut, gerçekte, "her an yeni bir şe'nde" olan "Esmâ Mertebesi"nden başka bir şey değildir! Seyreden, seyredilen, seyir aynı TEK'tir! "Şarabı la yezali" diye işaret edilen dahi bu seyirdir; "cennet şarabı" tanımlaması dahi, bu seyre işaret eder! Çokluk algılaması içinde olanın ise, bunun yalnızca bilgisini gevelemekten başka şansı yoktur!
Efâl - fiiller - kesret - çokluk - algılaması yaşanan âleme gelince ise... Vücud, varlık yalnızca "Esmâ mertebesi" tanımlamasıyla işaret edilene aittir! İlmiyle ilmini ilminde seyretmektedir, ifadesi dahi "şe'n"i itibarıyla aynıyla "Esmâ" olan bu mertebedeki seyrine işaret etmektedir. Bu mertebede, ilimde yaratılmış sûretlerle, seyir ve tedbirât yürümekte olup; "âlemler vücudun kokusunu bile almamışlardır" uyarısı bu yüzden yapılmıştır. Zerre, bu mertebedeki seyreden, "küll" seyredilendir! İsimlerle işaret edilen kuvveler ise "melek" ismiyle tanımlanmıştır ki; "insan"ın dahi hakikati budur; farkındalığını yaşamak süreci ise "Rabbinin likâsına kavuşmak" diye anlatılmıştır! Bunu keşfettikten sonra, devamının gelmemesi ise feci cehennem yanışı olarak anlatılmıştır! Burası "Kudret" yurdudur, "kün" hükmü buradan çıkar; İlim mertebesidir; aklın burada geçerliliği yoktur! "Hikmet" yurdunun bâtınıdır! Hikmet yurdunda olup biten her şey ise akılla seyredilegelir; burada bilinçler konuşur! Efâl âlemi ise, bu boyuta (kudret yurduna) göre, tümüyle hologramik (zıll-gölge) vücud-varlık ve yapıdır! Algılayanın algılama kapasitesine göre var olan paralel veya çoklu evrenler, içindekiler ile maden, nebat, hayvanat (insansı) ve cin âlemlerine ait tüm tedbirât ve tasarruf "mele-i âlâ" hükmü ile buradan açığa çıkar! Rasûller ve vârisleri velîler, "mele-i âlâ"nın yani Esmâ kuvvelerinin yeryüzündeki dilleridir! Bütün bunlar dahi, hep Esmâ mertebesinde ilimde olup biten seyirlerdir! "İnsan"ın hakikati dahi bu anlamda "melek"tir ve melek oluşunu hatırlamaya ve gereğini yaşamaya davet edilmektedir gerçekte! Bu konu çok daha derin ve detaylı bir konudur... Anlattığımız ilimden nasibi olmayan ise, farklı boyut ve mertebelerden seyri dillendiren anlatımı, çelişkili bulabilir. Ne var ki, biz, 21 yaşında 1966 yılında kaleme aldığımız "Tecelliyât" isimli kitabımızda dillendirdiğimiz şaşmaz doğrultudaki müşahedemizi, kırk beş yıllık süreçte, tahkike dayalı olarak, insanlıkla paylaştık kulluğumuzun sonucu olarak; kimseden maddi veya manevî bir karşılık beklemeden. Açıkladıklarımız, "el malı" değil, "Allâh hibesidir"! Şükrünü edâ etmem ise mümkün değildir! Bu nedenledir ki anlattıklarımızda hiçbir çelişki yoktur. Var sanılıyorsa, bu, aradaki bağlantıları kurmaya yeterli veritabanı olmamasındandır!
ALLAH İSMİ İLE İŞARET EDİLENİN “ZÂTÎ İLMİ”
İNDİNDEKİ SAYISIZ “NOKTA”LARDAN
YALNIZCA BİR “NOKTA”DA AÇIĞA ÇIKAN İLİMDİR
Zirâ, esma boyutunda… Yani… Sayısız Allah isimleri ile işaret edilen özelliklere sahip “TEK”illik boyutunda (“vâhidiyet”), yani, “tek kare resim”de mevcut bulunan özellikler, tüm varlıkların yalnızca “ilmî sûretler” (sanal=var olarak algılanan) hâline işaret eder.
Ve dahi…
“Esmâ mertebesi” olarak tanımlanan ve “Allah’ın isimlerinin işaret ettiği özellikler olarak belirtilenler, insana hitap etmesi itibariyle, insan algılama boyutuna hitap eden isimlerdir!
İnsan ötesi, “nokta” içi projeksiyonda yer alan karanlık (mahiyeti netleşmemiş) enerji, “karanlık madde” (dark matter) olarak varlığını düşündüğümüz ama algılayamadığımız yüzde doksan altılık bölümdeki sayısız varlığı oluşturan nîce sayısız isimlerin işaret ettiği özellikler vardır ki, insan türü bu Allah isimlerini bilmez!.
Tüm sonsuzluğuyla esmâ mertebesi, “Allah” adıyla işaret edilenin ilminde, bir “nokta”nın, “nokta”mızın projeksiyonunda oluşmuş özelliklerdir!.
Sayısız “nokta”lardan oluşan sayısız âlemler dahi, hep, “Allah” adıyla işaret edilenin ilminde var olan özelliklerle meydana gelir; ve bunlardaki oluşumlara da, bu “nokta”mızın ehlinin muttali olması mümkün değildir!.
İşte bu âlemler dahi, hep İlmi ilâhideki “ilmî sûretler” olduğu içindir ki; “Allah” adıyla işaret edilen mutlak bilinmezdir Zât’ı itibariyle; ve bu yüzden “ALLAH’ın Zat’ını tefekkür etmeyiniz”, (çünkü bu muhaldir) denmiştir.
Bir anki açığa çıkışı, “tek kare resim” olan evren içre evrenlerin 3D algılanmasının geçmişteki “OKU”nuşu, “Zâtî ilim”de bir nokta olarak açığa çıkan ve din terminolojisinde “esma mertebesi” denilen ve her an yeni bir şan da olanın varlığını anlatır. . Esmâ mertebesi diye anlatılan günümüzdeki tespitiyle string boyutu olarak tanımlanan kudret-ilim, enerji-data veri tabanı kastedilir.
Bu ilim, “Allah” adıyla işaret edilenin “Zati ilmi” indindeki sayısız “nokta”lardan yalnızca tek bir “nokta” da açığa çıkandır.
“ALLAH İLMİ”,
KÂİNATIN BEYNİ HÜKMÜNDEDİR
Hep, beynin hükmü altında, bedendeki bütün hareketler!. Bedendeki tüm hareketler beynin hükmü altında olur da, bütün bu kâinatın beyni hükmünde olan Allah’ın ilminin dışında bir şeyin olması mümkün olabilir mi acaba?..
ALLAH’IN
“İSİM MERTEBESİNDEKİ İSİMLERE OLAN İLMİ”
(ALLAH’IN BAKIŞI)
-
Kendi isimlerinin mânâlarını, ilmi ile ihâta etmesi
-
İsimlerin mânâlarını kendinde müşâhede etmesi ile ilgili ilim…
Dostları ilə paylaş: |