Ahmed hulûSİ’de kavramlar



Yüklə 1,58 Mb.
səhifə2/17
tarix07.05.2018
ölçüsü1,58 Mb.
#50232
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   17

SESLERİN KESİLMESİ

(Rahman'ın izin verdiği hariç)

HİÇ KİMSENİN KONUŞAMADIĞI SÜREÇ

Muhakkak ki o Fasl süreci vakit olarak belirlenmiştir.

O süreçte Sur'a üfürülür de gruplar hâlinde gelirsiniz.

Semâ da açılmış, kapı kapı olmuştur (bilinç, duyu organsız algılama yaşamına açılmıştır).

Dağlar yürütülmüş, serap olmuştur (organların sınırlaması kalmamıştır).

Kesinlikle Cehennem güzergâh olmuştur (herkes oradan geçer)!

Tuğyan edenler (azgınlar; zâlimler, Sünnetullah'a göre korunma çalışmaları yapmayanlar) için yerleşim alanıdır!

Çok uzun süre kalıcılar olarak!

Orada ne bir serinlik tadarlar ne de keyif veren içecek!

Ancak hamim (kaynar su) ve gassak (irin) müstesna!

Tam karşılığı olarak yaşamlarının!

Muhakkak ki onlar bir hesap (yaşamlarının sonucunu) ummuyorlardı!

Varlıklarındaki işaretlerimizi yalanladıkça yalanlamışlardı!

(Oysa biz) her şeyi en incesine kadar kaydedip dosyalaştırdık!

O hâlde tadın; size azaptan başka bir şeyi asla artırmayacağız!

Muhakkak ki korunmuşlar için kurtuluş vardır.

Sulak bahçeler, üzüm bağları... ("Meselül cennetilletiy" uyarısı hatırlanmalı. Cennete dair anlatılanların tümü semboller benzetmelerle anlatılmaktadır.)

Yaşıt muhteşem eşler! (Cinsiyet kavramı olmayan şuur yapının hakikatinden gelen Esmâ özelliklerini açığa çıkaracağı muhteşem kapasiteli o boyutun özelliğiyle oluşmuş bedenler. Dişi-erkek ayrımsız! Allahu âlem. A.H.)

Dolu kadehler!

Orada ne bir boş söz duyarlar ne de bir yalan.

Rabbinden bir ceza, (yani) yaptıklarına bağış olmak üzere!

Semâların, arzın ve ikisi arasında olanların Rabbidir, Rahman'dır! Hiç kimse O'ndan bir hitaba mâlik değildir.

O süreçte, RUH (insanların tümünde şuur boyutunda açığa çıkan TEK'il Esmâ hakikati) ve melekleri saf saf kıyamdadır. (Fıtratında) Rahman'ın izin verdiği hariç, kimse konuşamaz hâldedir! O da doğruyu söyler.

İşte budur Hak süreç! Artık dileyen Rabbine erecek çalışmayı yapsın!

Doğrusu biz sizi yakın bir azap (ölüm) ile uyardık! O gün kişi, ellerinin (kendine) ne takdim ettiğine bakar; hakikat bilgisini inkâr eden de şöyle der "Keşke toprak olsaydım!" (Nebe/17-40)



SESLER(Kıyâmet sürecinde)



RAHMAN’IN KORKUSUYLA KESİLİR!

O süreçte zorunlu uyulacak davetçiye tâbi olurlar... Rahman korkusuyla sesler kesilir... Derinden gelen iniltiden başka bir şey işitmezsin.

O gün şefaat fayda vermez... Sadece Rahman'ın izin verdiği ve sözüne (illâ Allah diyen) razı olduğu kimse müstesna!

Onların önlerindekini de, arkalarındakini de (geçmiş ve geleceklerini) bilir... O'nun ilmini ihâta edemezler.

Vechler (yüzler), Hayy ve Kayyûm'a zillet ile boyun eğmiştir... Bir zulüm yüklenen (halife oluşunu fark edemeden vefat eden) kimse hakikaten kaybetmiştir.

Kim imanlı olarak doğru fiiller ortaya koyarsa, o, bir haksızlığa uğramaktan ve hakkının çiğnenmesinden korkmaz.

İşte böylece O'nu Arapça bir Kurân olarak inzâl ettik; O'nun içinde tehditkâr haberleri, sonları türlü türlü açıkladık... Umulur ki korunurlar (arınırlar) yahut (Kurân) onlara bir öğüt olur. (Tâ-Hâ/108-113)



KELİME-İ TAKVA”



  • İlim

  • Lâ ilâhe illâllah



ALLAH,


RASÛLÜNÜ VE İMAN EDENLERİ

(Bu sözü bizâtihi yaşayarak hak etmiş ve ehil kimseleri) KELİME-İ TAKVA(lâ ilâhe illâllah) İLE

SÂBİTLEDİ

Andolsun ki Allah, o ağacın altında sana biat ettiklerinde iman edenlerden razı oldu, onların kalplerinde olanı bildi de, üzerlerine sekine (huzur) inzâl etti ve kendilerine feth-i karîb (yakîn açıklığı) verdi.

Onları, alacakları birçok ganimetlere de nail etti... Allah Azîz'dir, Hakîm'dir.

Allah, size elde edeceğiniz birçok ganimetler vadetmiştir... Bunu da size pek çabuk verdi ve insanların ellerini sizden vazgeçirdi ki, bu iman edenler için bir işaret olsun ve sizi sırat-ı müstakime hidâyet etsin.

Henüz onlara gücünüzün yetmediği daha başka şeyler de vadetti ki, onları Allah (içten ve dıştan) ihâta etmiştir. (Zaten) Allah her şeye Kâdîr'dir.

Eğer hakikat bilgisini inkâr edenler sizinle savaşsalardı, elbette arkalarını dönüp kaçacaklardı... Sonra da hiçbir velî (koruyucu) ve yardımcı bulamazlardı.

Bu süregelen Sünnetullah'tır! Sünnetullah'ta asla değişme bulamazsın!

Sizi onlara muzaffer kıldıktan sonra Mekke'nin göbeğinde, onların ellerini sizden, sizin ellerinizi onlardan uzak tutan "HÛ"dur! Allah yaptıklarınızı (yaratanı olarak) Basîr'dir.

Onlar o kimselerdir ki; hakikat bilgisini inkâr ederler, sizi Mescid-i Haram'dan alıkoydular, bekletilen hedy kurbanlarının yerlerine ulaşmasına mâni oldular... Şayet orada (onların arasında) kendilerini henüz bilmediğiniz için çiğneyip ezeceğiniz ve bu bilmeyerek yapılan iş yüzünden üzüleceğiniz iman eden erkekler ve iman eden kadınlar olmasaydı (Allah savaşı önlemezdi)... Dilediğini rahmetine sokmak içindi bu... Eğer birbirlerinden (iman edenlerle-kâfirler) ayrılmış olsalardı, onlardan inkâra sapanları elbette elim bir azap ile azaplandırırdık. (Sâlihlerin bulundukları yere gazabı ilahî inmez... Enfal: 33 ve Ankebut: 32)

O zaman hakikat bilgisini inkâr edenler, kalplerine hamiyeti (köylülük-cahillik gururu), cahillik tutuculuğunu (yeniye kapalılık) yerleştirmişlerdi... Allah, Rasûlüne ve iman edenlere sekine inzâl etti ve onları kelime-i takva (lâ ilâhe illâllah) anlayışında sâbitledi... Onlar bu sözü bizâtihi yaşayarak hak etmiş ve ehil kimselerdi... Allah her şeyi Alîm'dir. (Fetih/18-26)



“SALÂT”TA(Namazda) KELÂM



(İlâhi Hitap-Sesleniş-Konuşma)

“SALÂT”TA(Namazda)

SANA İLÂHİ HİTAP GELİR….

(Varlığında-özünde mevcud olan hakikatlerden bahseden "Bilgi", bir Rasûl aracılığıyla sana ulaşır)

SEN DE,

GELEN İLÂHİ HİTABI SESLENDİRİRSİN…



Bütün nebilerin ve rasûllerin görev yapmalarını oluşturan risalet boyutu senin varlığında katmansal olarak mevcut!.

Ancak, senin bilincin o boyuta ulaşamadığı için, bulunduğun boyutun yani mertebenin kemâlâtıyla yaşamına devam ediyorsun...

O Risâlet boyutuna ulaşabilme istidadına sahip bilinç ise, Cebrâil’in o boyuttan ve frekanstan kendisiyle iletişim kurması sonucu nübüvvet görevi ifa etmeye başlıyor...

Ayrıca, senin varlığında İsevi, Musevi, İbrahimi, Âdemi boyutlar mevcut… Bu ne demektir?..

Yani, bu Rasûllerin ortaya koymakla görevlendiği hakikatlar, esas olarak senin varlığında da mevcut!. Ancak, sen varlığındaki bu hakikatları keşfedemezsin.. Ama sana özündeki bu hakikatlardan bahseden bilgi bir Rasûl aracılığıyla ulaşırsa; işte o takdirde kendinde mevcut olan bu bilgileri değerlendirebilirsin, demektir...

İşte bu yüzdendir ki, namazda "et tahıyyatu"yü okurken; sen "et tahıyyatu lillahi ves salâvatu vet tayyibatu" dedikten sonra; sana gelen hitabı da sen seslendiriyorsun:



"Es selâmu aleyke eyyühen nebiyyü, ve rahmetullahi ve berekatuhu" diyorsun..

Şimdi burada dikkat edilmesi ve farkedilmesi son derece gerekli ve önemli bir incelik mevcut..

Hz. Muhammed bu konuşmayı "mi`râc"ta yapmıştı da; sen de onu takliden bunları söylüyorsun; değildir olay!.

Hatırlayalım ki...



"Namaz müminin mi`râcıdır" !.

Şayet, "namazın mi`râc" olursa, eğer sen de aynı olayları yaşıyabilirsen, o "mi`râc"ın neticesinde aynı şeyler senin için de oluşabilir... Yani, takliden yaptığın şeyin tahkikine erebilirsin... Yani bilinçsizce okuduğun şeylerin hakikatını yaşaman sonucunda, senin için kapasitene göre belirli idrâklar ve haller yaşanır..

Şunu kesinlikle bilelim ki!.

Din’de mevcut olan hiç bir şey, geçmişteki bir olayı "anma-hatırlama programı" değildir!.

Şayet o şeyin yapılması önerilmiş ise, yapılacak o şeyin, bilfiil yapan kişiye getireceği bir takım yararlar sözkonusudur!.



Meselâ Hz. Muhammed Mustafa Aleyhisselâm’ın "Mi`rac"da ulaştığı son noktada okuduğu "Et tahıyyatu" diye bilinen tâ'zim ifadesini ve buna alınan cevabı, biz -falanca yerin bilmem kaç sene evvelki kurtuluşunu anma gününü kutlar gibi- mi`râc‘ı kutlamak için tekrar etmiyoruz!.

Anlamaya çalışalım..

"Namaz"dasın ve "mi`râc"ı gerçekleştirdin... Bunun sonucunda hitab ediyorsun:

"Et tahıyyatu lillah, ves salâvatu ve tayyibat!." diyorsun...

Ve buna karşılık "ALLAH"`dan hitab geliyor özünden, Zât`ından kaynaklanan bir biçimde ve o anda "söyler dilin oluyor":



"Es selâmu aleyke eyyühen nebiyy, ve rahmetullahi ve berekâtuh"!.

Burada daha fazla derine girmek istemiyorum..

Ancak bilelim ki, sende o nübüvvet katmanı ya da bir başka ifadesi ile o boyut, potansiyel olarak mevcut!. Ve o boyut, sende, açığa çıktığı takdirde Nebi olabilirsin!. Ne var ki, bunun, kendisinden sonra bir daha gerçekleşmiyeceğini de Hz. Muhammed bildirmiştir!.

Hepimiz, netice olarak aynı, "ALLAH" isimlerinden meydana geldiğimiz için, zât ve sıfat mertebeleri itibariyle hepimizde aynı kemalât basamakları veya katmanları potansiyel olarak mevcuttur!.



“SALÂT”TA



BEŞERİYETİN ORTADAN KALKTIĞINDA

İLÂHİ HİTAP, SENDEKİ NEBİ’YE GİDER!

("Sen var" olduğun zaman ise, o hitap sana ulaşmaz!. Çünkü, o hitap "Nebi"yedir)

Gerek "ALLAH" zâtı, ve gerekse varoluşun tüm mertebeleri boyut boyut, katman katman varlığımızda mevcuttur!. Ne var ki bu kemâlâtın açığa çıkması için yapımızı oluşturan isimler bileşiminin elvermesi zorunludur!.

İnsanlar, hakikatları itibariyle hep aynı kemâlâta sahip olmalarına rağmen, aralarında mertebe farklarının olmasının sebebi de işte bu inceliktir!.

Özümüzdeki hakikat ve maarifi Billâh kemâlâtını, esmâ bileşimimiz dolayısıyla açığa çıkaramamamız, mertebe farklarını oluşturmaktadır...

Esmâ bileşiminin oluşturduğu "ben"lik ortadan kalkmadan, "sen", "O"nu farkedemezsin!. Varlığındaki "O"nu farkettiğin, gördüğün anda da, gören kendisi olur ve "sen" kalmazsın!. "Sen" varken de, o boyut ortaya çıkmaz!.

Hani bu neye benzer?...



"Bana görün Yarabbi"

deyince, Hz. Musa'ya cevap geldi:



-"SEN", "BEN"İ GÖREMEZSİN YA MUSA!.

Yani, "Musa var olduğu sürece, Musa "ALLAH"'ı göremez"!. "ALLAH" açığa çıktığı zaman da Musa kalmaz!.

Dolayısıyle, "Et tahıyyatu..." okunurken, "sen ortadan kalktığın zaman", ilâhi hitap sendeki "nebi"ye gider!. "Sen var" olduğun zaman ise, o hitap sana ulaşmaz!. Çünkü, o hitap "nebi"yedir.

"ES SELÂMÜ ALEYKE EYYÜHEN NEBİYY"... diyor... "Sen" "var"sayıyorsan kendini, o hitap "sen"de kalır, nebiye ulaşmaz; dolayısıyle sana ulaşmaz!.

İşte ilâhi hakikatı tanıma, "ALLAH"'a erme "ALLAH"'a vâsıl olma dediğimiz aşamalar içinde rasûle iman, nebiye iman bu yüzden çok önemlidir.

Ayrıca burada şunu da düşünmek lâzım... Niye "nebi"ye iman değil de "rasûl"e iman?..

Neyse, bu da ayrı bir konu!. Onu da isterseniz siz düşünün!



CENNETLİKLER BOŞ LÂF DUYMAZLAR!



Bkz.”İşitme sıfatı”

 


İMAN EDİP İMANIN GEREĞİNİ UYGULAYANLARIN

BİRBİRLERİNE HİTABI

“Selâm”’!

Bkz. “Tayyib Kelime"(Hakikat bilgisi)

 


ALLAH ADINA KONUŞMAK

HİÇ KİMSE

ALLAH ADINA” KONUŞAMAZ!



Ama hakkında konuşabilir

Rasûl bu konuda Allah ADINA uyarılarını yapmış ve görevini tamamlamıştır. Artık O’ndan sonra hiç kimse Allah ADINA konuşma ve yargılama yetkisine sahip değildir. Herkes ilmi kadar Allah ve İslâm “HAKKINDA” konuşabilir; fakat “ADINA” asla!.

Nebîlerin önerileri, yaşamı ölüm ötesinde devam edecek olan insanadır, devlete değil!. Ölüm ötesinde devlet yoktur, insan vardır!. “İnsan kendisini ölümötesi yaşamın şartlarına hazırlasın” diye DİN gelmiştir.

Devlet rejiminin dinle alâkası yoktur; Dinin muhatabı devlet değil, ferd’dir. Ferdin muhatabı da, dini ünvan veya etiketli kişiler, kuruluşlar, teşkilâtlar, topluluklar değil, bizâtihi, dini kendisine tebliğ eden Rasûl Hz. Muhammed Mustafa aleyhisselâmdır.



KELİMELER İLE TEVBE ETMEK

(Yapmaması gerekeni fark edip,

kendisinden açığa çıkan vehmine tâbi olma

hatasını itiraf etmek)

Meleklere: "Secde edin Adem'e" dediğimizde secde ettiler (yoktan varolmuştaki Esmâ'dan meydana gelmiş varlığa-Esmâ mertebesine)... Ancak İblis, benliğinin yüceliğinden (enfüsünde gördüğüyle âfaktaki hakikatten perdelenerek) inkâr etti. Hakikati inkâr edenlerden (kâfir) oldu.

Bundan sonra dedik ki: "Ey Adem, sen ve senin hâlini, yaşamını paylaştığın (eşin) cennet boyutunu mesken edinin. Dilediğinizce bu boyutun nimetleriyle yaşayın ve şu ağaca da yaklaşmayın, (yaklaşırsanız) zâlimlerden olursunuz."

Bundan sonra şeytan (vehimlerini tahrik ederek) onları içinde yaşadıkları (boyuttan) kaydırttı. Biz de dedik ki: "Bir kısmınız diğerine (ruh ve beden) düşman olarak inin. Sizin (ve nesliniz) için bir süre arzda (beden boyutu şartlarında) yaşam ve belli bir süre oradan yararlanma söz konusudur."

Adem, Rabbinden (varlığındaki Esmâ mertebesinden) gelen ilim ile -kelimeler- (yapmaması gerekeni fark edip, kendisinden açığa çıkan vehmine tâbi olma hatasını itiraf edip) tövbe etti. Tövbesi kabul edildi. Şüphesiz ki Allah tövbeyi kabul edip Rahîmiyeti ile bunun güzel sonuçlarını yaşatandır. (Bakara/34-37)



RABBİNİN KELİMELERİNDEKİ ESMÂSIYLA

VARLIĞINI TASDİK EDİP, TESLİM OLUP,

İTAAT ETMEK

Allah, iman edenler için de Firavun'un karısını (ders alınası) misal verdi. Hani (Asiye) dedi ki: "Rabbim, benim için indînde, cennette bir ev bina et! Firavun'dan ve onun yaptıklarından beni kurtar! Beni zâlimler topluluğundan da kurtar!"

İffetini bir kale gibi koruyan İmrân kızı Meryem de... Onun içinde ruhumuzdan nefhettik (açığa çıkardık). Rabbinin, Kelimelerindeki Esmâ'sıyla varlığını ve Kitaplarını (Bilgilerini) tasdik etti ve teslim olup itaat edenlerden oldu. (Tahrim/11-12)



KONUŞMA



  • Mânânın maddeye dönüşmesi

  • Düşünceleri ifade edebilme

  • “İnsan”a has bir özellik

KONUŞMA NASIL MEYDANA GELİR?

Bizim beynimiz bir biyokimyasal fabrika olan beden aracılığıyla yaşamına devam eder. Beden dışardan hammaddeyi-gıdayı alır, bu hammaddeyi bioelektrik enerjiye dönüştürür ve bu bioelektrik enerji, beynin tıpkı bilgisayarın 220 volt dışardan enerji alması gibi vücudun getirdiği bioelektrik enerjiyle faaliyetine devam eder. Beyindeki faaliyet, hücrelerarası bioelektrik enerjinin akışıyla oluşur.

Beyinde kelime ve görüntü yoktur.

Nasıl bilgisayarın içinde dolaşan mikrovolt cinsinden elektrik sözkonusuysa, entegreler biotlar transistörler içinde, aynı şekilde, beyin hücreleri arasında da bir bioelektrik akımı vardır. Mikrovolt cinsinden ölçülen bir elektriksel faaliyet vardır, beyin hücreleri arasında...

Bu elektriksel faaliyet, geçtiği hücrenin programlandığı frekansa göre “anlam” oluşturur.

İşte bu husus, DİN dediğimiz olgunun, mânânın maddeye dönüşmesi noktasıdır; tekniğidir.

Bizim daha en küçük hâlimizden, en küçük  yaşlarımızdan itibaren dışardan aldığımız tüm veriler - impalslar ister kulak yoluyla ister göz yoluyla ister dokunma yoluyla ister koku yoluyla olsun, hep sinir sistemi aracılığıyla bir elektriksel impals olarak beyne ulaşır; o gelen impalsın frekansı istikametinde de hücreler programlanır.

Daha sonra benzeri bir impals beyne ulaştığı zaman, beyin kendisindeki ona bu frekansın ihtiva ettiği mânânın kendine ulaştığını deşifre eder, çözer ve böylece bizim DÜŞÜNME, ALGILAMA dediğimiz olay meydana gelir.

İnsan beyni genel yapısı itibariyle %5 ilâ %12 arasındaki bir kapasite ile meydana gelir ve devam eder gider .

Yaklaşık %90 civarında bir kapasite de âtıl kapasite olarak kafamızda saklanır.

Esas itibariyle beyin hücrelerinin tümü, beynin yaptığı tüm görevleri yapabilecek kabiliyettedir..Yani, nasıl biraz evvel izah ettim ki, belli anlamlar taşıyan belli frekanslar gelip o hücreyi o frekansa programlar ve o frekansın ihtiva ettiği mana istikametinde o hücre görev alır...  İşte bütün hücrelerde o frekanslara göre çalışma yeteneği vardır.

Nitekim çocukken çok ufak yaşlarda- bebekken beyninin yarısı alınan bir çocuğun kalan yarım küre beyni, normalde bizim 2 ayrı kürede yaptığımız faaliyeti rahatlıkla yapabilmektedir. Çünkü beynin yarısının alındığını düşünürsek, geri kalan o %50 kapasitenin herbir hücresi dahi alınan hücrelerle eşdeğer özelliklere sahip .

İşte bütün mesele bu noktada toplanmaktadır.

Bizim normalde beyinlerimiz bu %5-%12 kapasite ile doğuştan ve ana rahminden gelen ve daha sonra da doğuştan sonra aldığı verilere göre çalışma düzeni ve sistemi içindedir. Bizden ortaya dökülen tüm faaliyetler, fiiller ve düşünceler hep beynin bu bahsettiğim çok düşük orandaki kapasitesinin kullanımına bağlıdır. Ancak ne varki, bu kapasiteyi, beyinde kullanılmakta olan %5-7-10 luk kapasiteyi arttırma imkânına sahibiz.

Böyle bir olanağımız var!.

Ve bu olanağa bağlı olarak zaten Nebi ve Rasûller Dini tebliğ etmiştir.

Eğer bu %5 lik-7lik-10 luk kapasiteyi arttırma imkanımız olmasaydı zaten Nebi ve Rasûllerin dini getirmesine dini tebliğ etmesine bize bir takım ölümötesi yaşamda yarar sağlayacak çalışmaları tebliğ etmesine mahal olmazdı!

Nasıl?...

Biz genelde bir şey, düşündüğümüz zaman beyin hücreleri arasında o ilgili konuya dönük bir bioelektrik elektrik akışı meydana gelir ..

Şu anda konuşuyorum ve ağzımdan çıkan ses, sizin kulağınıza ulaşıyor. Sizin kulağınıza ulaşan sesten evvel, benim gırtlağımda bir hareket meydana geliyor… Bu hareketi sağlayansa, BEYİN!



Ama beyinde ses yok!. Ses diye birşey yok!. Beyinde sadece hücrelerarası bir elektrik akımı var.. Aynen bilgisayarın içindeki mikrovolt elektrik akışı gibi, ilgili alanları ilgilendiren bir biçimde..

Dışarıya herhangi birşey yansıttığımızda veya dışarıya bir şey yansıtmayıp sadece düşündüğümüzde; ”düşünüyoruz” dediğimizde veya “duygulanıyorum” dediğimiz anda beyin kendi verilerine göre kendi içindeki o enerjiyi harekete geçirmek suretiyle belli hücreleri okuyarak; yani belli frekansa programlanmış hücrelerin arasındaki devreyi tamamlayarak bir anlamı-bir mânâyı meydana getiriyor... Daha sonra bu anlam sinir sistemi vasıtasıyla ilgili organı etkileyerek dışarıya yansıyor.

Eğer bu çalışma sistemini anladıysak, bunun Din’le bağlantı noktasına geçiyorum....

.......



ORUÇ VE KONUŞMA



RAHMAN İÇİN ORUÇ ADAYIP

“O GÜN” KİMSEYLE KONUŞMAMAK

Gelen bilgiler içinde Meryem'i de hatırlat (zikret)... Hani o ailesinden (uzakta, mabedin) doğu tarafında bir yere çekilmişti.

Onlardan kendini tecrid etti... Ona ruhumuzu irsâl ettik de, Ona tam bir beşer olarak göründü.

(Meryem) dedi ki: "Rahmanıma sığınırım senden; eğer çok korunansan (bana yaklaşma)!"

(Ruh) dedi ki: "Ben Rabbinin Rasûlüyüm! Sana sâfiye bir oğul hibe etmek için açığa çıktım."

(Meryem) dedi ki: "Bana bir beşer dokunmadığı ve ben de iffetsiz bir kadın olmadığım hâlde, benim nasıl bir oğlum olur?"

"Orası öyle! (Ancak) Rabbin dedi ki: "O, bana kolaydır! Onu insanlar için bir mucize ve bizden bir rahmet olarak açığa çıkaracağız. Bu hükmedilmiş (olup bitmiş) bir iştir!"

(Meryem) Ona (İsa'ya) hamile kaldı. Onunla uzak bir bölgeye çekildi.

Doğum sancısı ile bir hurma dalına yapışırken; "Keşke bundan önce ölseydim ve büsbütün unutulup gitseydim" dedi.

Onun altından bir ses: "Mahzun olma, Rabbin senin alt tarafında bir dere oluşturdu" diye nida etti.

"O hurma ağacının dalını kendine doğru salla, üzerine olgun, taze hurma düşecektir."

"Artık ye, iç, gözün aydın olsun! Eğer beşerden birini görürsen; 'Ben Rahman için bir oruç adadım; artık bugün kimseyle konuşmayacağım' de!"

(Meryem) çocuğu kucağında, ailesinin yanına döndü... Dediler ki: "Ey Meryem! Andolsun sen korkunç bir iş yapmışsın!"

"Ey Harun'un kız kardeşi! Senin baban kötü bir kişi değildi... Senin anan da iffetsiz bir kadın değildi." (Meryem/16-28)



HAC VE KONUŞMA



“HAC”

  • "Allah"a ulaşma...

  • Maârif-i Billâh ile hallenme...

  • Ölümötesi yaşam gerçeklerini idrâk edecek bir açılıma kavuşma...

HAC”DA

SEVİYESİZ KONUŞMALAR YAPMAMALIDIR

Haccı da umreyi de Allah için tamamlayın. (Bunu yapmaktan) engellenirseniz hediye kurban da yeterlidir. Kurbanınız kesilene kadar başınızı tıraş etmeyin. İçinizden kim hasta olursa ya da başında (hacca engel) bir sıkıntısı olursa, oruç yahut sadaka veya kurban diyet gerekir. (Engelleme kalktığında) emin olduğunuzda kim hacca kadar umreyi yaşamak, yararlanmak isterse, kolayına gelen bir hediye kurbanı kessin. Fakat bulamayana hac günlerinde üç, döndükten sonra da yedi olmak üzere on gün oruç gerekir. Bunlar ailesi (yerleşim alanı) Mescid-i Haram civarı olmayanlar içindir. Allah'a karşı gelmekten korunun. Allah, hak edilen karşılığı şiddetle verir.

Hac bilinen aylardadır. Kim o aylarda haccı edâya azmederse, artık hacda seviyesiz konuşmalar, hacca yakışmayan davranışlar, fiiller, kavga yapmamalıdır. Ne hayır yaparsanız Allah bilir. Azıklanın ki en hayırlı azık takvadır (Allah için beşeriyetinin noksanlarından korunma). Ey derin düşünen akıl sahipleri, benden korunun (yanlış yapmanız yüzünden karşılığını vermemden korunun)!

(Hac süresi içinde) Rabbinizin fazlından istemenizde bir suç yoktur. Arafat'tan hep birlikte akıp dönerken, Meşari Haram'da (Müzdelife) Allah'ı zikredin. O'nu, hidâyetinin sizde açığa çıktığı kadarıyla zikredin. Muhakkak ki bundan önce siz (hakikatten) sapmışlardandınız.

Sonra herkesin topluca döndüğü yerden siz de dönün ve (yetersizliklerinizden dolayı) istiğfar edin. Şüphesiz ki Allah Gafûr'dur, Rahîm'dir.

Hac ibadetinizi bitirince atalarınızı anma (âdetinizdeki) zikrinizden çok daha şiddetli şekilde Allah'ı zikredin. İnsanların kimisi: "Rabbimiz, bize dünyada ver" der... Sonsuz gelecek sürecinde nasibi yoktur.

Onlardan kimi de: "Rabbimiz, bize dünyada da hasene (Esmâ'nın güzelliklerini yaşamayı) ver, sonsuz gelecek sürecinde de hasene (nefsimizdeki Esmâ'nın güzellikleri) ver; (ayrı düşmenin) ateşinden bizi koru" derler.

İşte bunlar kazandıklarının karşılığına ulaşacak olanlardır. Allah, Serî ül Hisâb'dır (hesabı anında gören). (Bakara/196-202)



RABBİN SÖZÜNÜN

(Ezelî hükmünün) GERÇEKLEŞMESİ

Eğer sana inzâl ettiğimizden şüphen varsa (ey insanoğlu), senden önce âlemlerdeki işaretlerimizi "OKU"yanlara sor! Andolsun ki, sana Rabbinden gerçek gelmiştir... O hâlde sakın kuşku duyanlardan olma!

Açığa çıkmış olan Allah işaretlerini yalanlayanlardan olma! (Bunu yaparsan) hüsrana düşenlerden olursun.

Muhakkak ki haklarında Rabbinin sözü (ezelî hükmü) gerçekleşmiş kimseler iman etmezler!

İsterse onlara bütün mucizeler gelsin (yine de iman etmezler)... Acı azabı görünceye kadar!(Yunus/94-97)

 


"BENİM RABBİM,

SEMÂDA VE ARZ'DA KONUŞULANLARI BİLİR..."



İnsanlara yaptıklarının sonucunu görme süreci yaklaşmıştır! Onlar ise kozaları içinde aldırmaz bir hâldeler!

Yüklə 1,58 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   17




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin