Rablerinden gelen her yeni uyarıyı, alaya alarak dinliyorlar!
Akılları fikirleri oyun eğlencede! O, nefslerine zulmedenler, aralarında fısıldaşıyorlar: "Sizden farklı bir beşer mi sanki! Ne olduğunu görüp dururken, sihirli sözlerine mi kapılıyorsunuz?"
(Hz. Rasûlullah): "Benim Rabbim semâda ve arzda konuşulanı bilir... O, Semî'dir, Alîm'dir" dedi.
Şöyle de dediler: "Konuştukları kuruntulardan oluşan rüyalarıdır! Muhtemelen uyduruyor... Hayır, O bir şairdir! (Eğer böyle değilse) geçmişte yaşamış Rasûllerdeki gibi mucizesini göstersin!"
Bunlardan önce helâk ettiğimiz hiçbir şehir halkı da iman etmemişti... Onlar mı iman edecekler?(Enbiya/1-6)
ALLAH,” KELİMELERİ” OLARAK,
HAKK’I GERÇEKLEŞTİRECEKTİR
(Suçluların hiç hoşuna gitmese de!)
Sonra, bunların ardından Musa'yı ve Harun'u, işaretlerimiz olarak bâ'settik, Firavun'a ve ileri gelenlerine... (Onlar ise) kibirlendiler ve suçlular toplumu oldular.
İndîmizden onlara Hak geldiğinde: "Muhakkak ki bu apaçık bir sihirdir" dediler.
Musa dedi ki: "Size Hak geldiğinde böyle mi değerlendirirsiniz! Bu bir sihir midir? Sihirbazlar asla iflah olmazlar."
Dediler ki: "Sen bizi, atalarımızın inancından çevirip ve yeryüzüne beraberce tahakküm etmek için mi geldin? Biz size (Musa ve Harun'a) iman edici değiliz."
Firavun: "Bütün bilgili sihirbazları bana getirin!" dedi.
Ne zaman ki sihirbazlar toplandı, Musa onlara: "Atacağınızı atın" dedi.
Ne zaman ki attılar, Musa: "Sizin ortaya koyduğunuz sihir kuvvenizdir! Muhakkak ki Allah onu geçersiz kılacaktır! Şüphesiz ki Allah bozguncuların yaptığı işi olumlu sonuçlandırmaz!"
Allah Kelimeleri olarak, Hakk'ı gerçekleştirecektir! Suçluların hiç hoşuna gitmese de! (Yunus/75-82)
ALLAH BÂTILI MAHVEDER VE
KENDİ “KELİMELERİ” OLARAK HAKK’I SÂBİT KILAR
(O, Esmâ'sıyla Zât'ınız olarak Alîm'dir!)
Allah (O'dur) ki, Hak olarak Hakikat ve Sünnetullah BİLGİsini ve Mîzanı (muhakeme kuvvesini) inzâl etti... Ne bilirsin, belki O Saat (ölümü tadacakları an) yakındır!
Onu yaşayacaklarına iman etmeyenler, onu acele isterler! İman edenler ise ondan korku ile ürperirler ve bilirler ki o kesinlikle Hak'tır! Dikkat edin, O Saat (ölümle yeni bir boyutta yaşayacakları) hakkında tartışanlar, kesinlikle işin hakikatinden çok büyük bir sapma içindedirler!
Allah kullarında Lâtîf'tir, dilediğini rızıklandırır... O Kavîy'dir, Azîz'dir.
Kim sonsuz gelecek yaşamın nimetlerini isterse nimetleri ona fazlasıyla veririz! Kim de dünyanın nimetlerini isterse, ona ondan veririz... Sonsuz gelecek yaşamda onun için bir nasip yoktur!
Yoksa onların, Din'den Allah'ın izin vermediği şeyi kendileri için meşru kılan ortakları mı var? Eğer zamanı geldiğinde ayrışma olacağı sözü olmasaydı, elbette aralarında hükmolunurdu... Zâlimlere gelince, onlar için feci bir azap vardır.
Onların başına geldiğinde, (yaptıklarının sonucunda) kazandıklarından ötürü zâlimleri korku ile titreyenler olarak görürsün! İman edip imanın gereğini uygulayanlar ise cennetlerin en güzel yerlerindedirler... Onlar için Rablerinin indînde diledikleri her şey vardır... İşte bu! O büyük lütuftur!
İşte bu, Allah'ın, iman edip imanın gereğini uygulayan kullarına müjdelediğidir... De ki: "Sizden yakınlığın sevgisi dışında, bu tebliğim nedeniyle bir karşılık istemiyorum"... Kim bir güzellik kazanırsa, onda, onun için bir güzellik de biz arttırırız! Muhakkak ki Allah Gafûr'dur, Şekûr'dur.
Yoksa "Allah hakkında bir yalan uydurdu" mu diyorlar? Eğer Allah dilerse senin kalbini (şuurunu) kilitler! Allah bâtılı mahveder ve kendi kelimeleri olarak Hakk'ı sâbit kılar! Muhakkak ki O, Esmâ'sıyla Zât'ınız olarak Alîm'dir!
O, kullarından tövbeyi kabul eden, kötülükleri affeden ve yaptıklarınızı bilendir.
İman edip imanın gereğini uygulayanlara icabet eden ve kendi lütfuyla onlara (nimetlerini) arttırandır!.. Hakikat bilgisini inkâr edenlere gelince, onlar için şiddetli bir azap vardır. (Şûrâ/17-26)
“KELİMELER”İ TAHRİF ETMEK
-
Vahyin orijinalliğini koruyamamak
-
Hakikat bilgisini koruyamamak
-
“Kelimeleri” esas anlamlarından kaydırmak
-
Telaffuzunu eğip bükmek
-
Din'de kötü kavramlar oluşturmak
-
"İşittik ve isyan ettik", "Dinle, dinlemez olası" ve "Raina-anlayışı sınırlı" mânâsına gelecek şekilde vurgulama yapmak
-
"Size şu verilirse alın, eğer o verilmez (Allah hükmü ile hükmedilir) ise sakın yanaşmayın" demek…
-
Hatırlatıldıkları şeyden bir hisse almayı unutmak
(Yahudi olanlardan öyleleri var ki)
KELİMELERİ
ESAS ANLAMLARINDAN KAYDIRIRLAR
(Vahyin orijinalliğini korumazlar),
TELÂFFUZLARINI EĞİP BÜKERLER,
VE DİN’DE KÖTÜ KAVRAMLAR OLUŞTURURLAR
Yahudi olanlardan öyleleri vardır ki, KELİMELERİ esas anlamlarından kaydırırlar (vahyin orijinalliğini korumazlar)... Telaffuzlarını eğip bükerler ve Din'de kötü kavramlar oluştururlar: "İşittik ve isyan ettik", "Dinle, dinlemez olası" ve "Raina-anlayışı sınırlı" mânâsına gelecek şekilde vurgulama yaparlar. Eğer onlar, "İşittik ve itaat ettik", "Dinle" ve "Unzurna=gözet bizi" deselerdi, elbette kendileri için daha hayırlı ve daha doğru olurdu... Fakat Allah içlerindeki hakikati inkâr yüzünden onları lânetlemiştir... Pek azı müstesna, iman etmezler.
Ey kendilerine hakikat bilgisi verilenler, yüzleri silerek enselere döndürmeden (ilminizi silip eski sapıklığa döndürmeden) veya Cumartesi hürmetini yerine getirmeyenleri lânetlediğimiz gibi sizleri lânetlemeden önce, gelin iman edin size inzâl ettiğimiz, beraberinizdeki hakikat ilmini tasdik edene (Kurân'a)... Allah hükmü yerine gelmiştir.
Muhakkak ki Allah kendisine (âfakî-açık veya enfüsî-gizli) şirk koşulmasını bağışlamaz. Bunun dûnundakileri (bundan daha küçük suçları) dilediklerine bağışlar. Kim Esmâ ül Hüsnâ'sı itibarıyla varlığının da hakikati olan Allah'a ("B"illahi) şirk koşarsa, gerçekten azîm bir suç olarak, iftira etmiş olur.
Kendilerini temiz sayanları (şirk koştukları hâlde temiz olduklarını iddia eden Yahudi ve Hristiyanları) görmüyor musun? Hayır (olay onların dediği gibi değil), Allah dilediğini arındırır ve hurma lifi kadar zulme uğratılmazlar. (Nisâ/46-49)
(Yahudi olanlardan öylesi var ki)
YERLİ YERİNCE SÖYLENEN KELİMELERİ
TAHRİF EDER
Ey Rasûl! Kalpleriyle (şuurlu olarak-anlamını hissedip yaşayarak) iman etmedikleri hâlde, ağızlarıyla "İman ettik" diyenlerden küfürde koşuşanlar, seni mahzun etmesin... Yahudi olanlardan öylesi var ki, yalan uydurmak için dinleyen veya sana gelmemiş bir topluluk adına (aracı olarak) dinleyendir... Yerli yerince söylenen Kelimeleri tahrif ederek, "Size şu verilirse alın, eğer o verilmez (Allah hükmü ile hükmedilir) ise sakın yanaşmayın" derler... Allah bir kimsenin dalâletini dilerse, artık onun için sen Allah'tan bir şey bekleyemezsin... İşte onlar, Allah'ın kalplerini arındırmayı dilemediği kimselerdir... Dünyada onlar için rezillik vardır... Sonsuz gelecek sürecinde de onlar için çok büyük azap vardır.
(Onlar) sürekli yalan dinleyenler, çokça haram yiyenlerdir... Eğer sana gelirlerse aralarında hükmet yahut onlardan yüz çevir... Eğer onlardan yüz çevirir isen, sana hiçbir şekilde zarar veremezler... Şayet hükmedersen onların arasında adaletle hükmet... Muhakkak ki Allah muksitleri (âdil olup her şeyin hakkını verenleri) sever.
İçinde Allah hükmü bulunan Tevrat yanlarında iken, neden seni hakem yaparlar; üstelik senin verdiğin hükümden sonra da yüz çevirip giderler! Böyleleri iman eden değildir!
Gerçek ki, içinde nûr ve hakikat bilgisi olan Tevrat'ı biz inzâl ettik... Teslim olmuş Nebiler, onunla Yahudilere hükmederdi; Rabbanîler (Tevrat'a göre Yahudilerin terbiyesiyle ilgilenenler) ve Ahbar (ilim ve hikmet sahipleri) da onun üzerine şahitler olarak hakikat bilgisini korumakla görevliydiler... O hâlde insanlardan korkmayın, Ben'den korkun! Benim bildirdiğim gerçekleri az bir menfaate satmayın... Kim Allah'ın inzâl ettiği (hüküm) ile hükmetmezse, işte onlar hakikati inkâr edenlerin ta kendisidir! (Mâide/41-44)
İSRAİLOĞULLARI (Ahdlerini bozarlar),
“KELİMELER”DEKİ MÂNÂLARI
ASIL ANLAMLARINDAN SAPTIRIRLAR
(Hatırlatıldıkları şeyden bir hisse almayı unutmak)
Ey iman edenler... Üzerinizdeki Allah nimetini hatırlayın... Hani bir topluluk ellerini size uzatmaya (zarar vermeye) niyetlenmişti de, onların ellerini sizden çekmişti... Allah'tan korunun! İman edenler, Allah'a tevekkül etsinler (hakikatlerindeki El-Vekîl isminin, gereğini yerine getireceğine iman etsinler).
Andolsun ki Allah, İsrailoğullarının sözünü aldı... Onlardan on iki temsilci bâ'settik... Allah şöyle buyurmuştu: "Ben muhakkak sizinleyim... Salâtı ikame ettiğiniz, zekâtı verdiğiniz, Rasûllerime iman edip onlara yardımcı olduğunuz; Allah'a karz-ı hasen ile borç verdiğiniz takdirde, kötülüklerinizi sizden silerim; elbette sizi altlarından nehirler akan cennetlere koyarım... Bundan sonra sizden kim hakikati inkâr ederse, gerçekten yolun ortasından sapmıştır."
Ahdlerini bozmaları ile onları lânetledik ve kalplerini katılaştırdık (anlayışlarını kilitledik)! Kelimelerdeki mânâları asıl anlamlarından saptırırlar. Uyarıldıkları hakikatlerden haz almayı unuttular... Pek azı hariç, onlardan daima hainlik görürsün... Onları affet, aldırma! Muhakkak ki Allah ihsan sahiplerini sever.
"Biz Nasarayız" diyenlerden de söz almıştık! Bunlar da hatırlatıldıkları şeyden bir hisse almayı unuttular... Biz de onların arasına, kıyamet süreci başlayana kadar düşmanlık ve nefret saldık... Allah onlara ne üretip oluşturduklarını gösterecektir.
Ey hakikat bilgisi verilmiş olanlar... Hakikat bilgisinden gizlediklerinizin birçoğunu size açıklayan ve birçoğunu (gizlemenizi de) affeden Rasûlümüz geldi... Gerçekten size Allah'tan bir Nûr ve Kitab-ı Mubîn (açık seçik Sünnetullah bilgisi) gelmiştir.
Rıdvanına (insandaki Esmâ hakikatiyle tahakkuk kuvvesi-melekesi) tâbi olanları, Allah hakikatleri olan Esmâ özellikleriyle, hakikate erdirir; onları Esmâ bileşimlerinin elvermesiyle karanlıklardan nûra çıkarır ve onları doğru yaşam yoluna yöneltir. (Mâide/11-16)
HARAM KONUŞMALAR
-
Allah üzerine konuştuğunuz bilmediğiniz şeyler
-
Allah üzerine uydurulan yalanlar
-
Küfür kelimesini söylemek(Hakikat bilgisini inkâr)
-
Allah işaretlerini amacından saptırmak
-
Kendine gelen, hakikatini hatırlatıcıyı inkâr etmek
-
Fısıldaşma
-
Suç olan fiskoslar
-
Seviyesiz, haram konuşmalar
-
Çirkin söylentiler
-
Boş lâflar
-
Edâlı-işveli konuşmalar
-
Yalan
-
Gıybet
-
İftira
-
Dedikodu
FISILDAŞMA, ŞEYTANDANDIR
(Şeytanî fikirler)
Ey iman edenler... Birbirinizle fısıldaştığınızda kötülük, düşmanlık ve Rasûle isyan konusunda fısıldaşmayın... (Allah'a) yakınlığı sağlayıcı fiiller ve korunmayı getirici davranışlar hakkında fısıldaşın! O'na haşrolunacağınız Allah'tan (yaptıklarınızın sonucunu yaşatacağı için yanlış yapmaktan) korunun!
Fısıldaşma (suç olan fiskoslar) şeytandandır (şeytanî fikirler); iman edenleri mahzun etmek için! Allah izni müstesna, (şeytanî fikirleri) onlarda (iman edenlerde) hiç zarar açığa çıkartamaz! İman edenler Allah'a tevekkül etsinler.(Mücâdele/9-10)
ALLAH,
HAKİKATİ İNKÂR EDENLERİN FISILDAŞMALARINI
(Onların gaybları-derûnî boyutları yaratanı olarak)
EN DETAYLI BİLENDİR!
İman eden erkekler ve kadınlar birbirlerinin velîleridirler... Olumlu olanları, hakikatin gereği olarak emrederler, olumsuzlardan da birbirlerini engellerler; salâtı ikame ederler ve zekâtı verirler; Allah'a ve Rasûlüne itaat ederler... İşte bunlara Allah, rahmet edecektir... Muhakkak ki Allah Azîz'dir, Hakîm'dir.
Allah, iman etmiş erkeklere de iman etmiş kadınlara da, içinde sonsuza dek yaşamak üzere, altlarından nehirler akan cennetler vadetmiştir... (Bir de) Adn cennetlerinde tertemiz yaşam ortamları ve (bu nimetlerin) en muhteşemi olarak Rıdvan'ı! Azîm mutluluk budur işte!
Ey en-Nebi! Hakikat bilgisini inkâr edenler ve münafıklar ile mücahede et ve onlara tavizsiz ol! Onların barınağı Cehennemdir! Ne kötü bir dönüş yeridir o!
Söylemediklerine (dair), Esmâ'sıyla onların hakikati olan Allah namına yemin ederler... Andolsun ki, o küfür kelimesini söylediler; İslâm'ı kabullerinden sonra hakikat bilgisini inkâr edenler başaramayacakları bir kötülüğe teşebbüs ettiler! Sırf Allah ve Rasûlü fazlından onları zenginleştirdiği için intikam almağa kalktılar... Eğer tövbe ederler ise onlar için daha hayırlı olur... Eğer dönerler ise, Allah onları dünyada da sonsuz gelecek sürecinde de acı bir azap ile azaplandırır... Yeryüzünde onların ne bir sahibi ve ne de bir yardımcısı vardır.
Onlardan kimi de Allah'a vaatte bulundu: "Eğer bize fazlından verirse, andolsun ki kesinlikle sadaka vereceğiz ve elbette sâlihlerden olacağız."
Ne zaman ki onlara (Allah) fazlından verdi; onunla cimrilik ettiler ve yüz çevirerek vaatlerinden döndüler.
Allah'a sözlerini tutmamaları, yalancı olmaları, O'na kavuşacakları sürece kadar (Allah'ın), bilinçlerinde ikiyüzlülüğü yaşatmasına yol açtı!
(Hâlâ) anlamadılar mı ki, Allah, onların özlerindekini de, fısıldaşmalarını da bilir ve Allah gaybları (derûnî boyutları yaratanı olarak) en detaylı bilendir!
Sadakalar konusunda mükellef olduğundan fazlasını gönüllü veren iman etmişlere dil uzatanlar ile (fakirlikleri dolayısıyla imkânlarından) fazlasını bulamayanları alaya alan kimselere gelince, Allah onları maskaraya çevirmiştir... Onlar için acı bir azap vardır.
Bağışlanmalarını niyaz et onların, ya da etme (fark etmez)! Yetmiş kere bağışlanma dilesen de onlar için, Allah onları asla bağışlamayacaktır! Bu onların, Esmâ'sıyla kendi hakikatleri olan Allah'ı ve Rasûlünü inkâr etmeleri nedeniyledir! Allah inancı bozulmuşlar topluluğuna hakikati yaşatmaz.
Allah Rasûlünün isteğinin aksine, gitmeyip geride kalanlar, evlerinde oturmakla sevindiler; Allah uğruna mallarıyla, canlarıyla mücahede etmek hoşlarına gitmedi ve dediler ki: "Şu sıcakta savaşa çıkmayın"... De ki: "Cehennem nârı sıcaklık olarak çok daha şiddetlidir!" Keşke kavrayabilselerdi!
Yaptıklarının sonucu olarak yaşayacaklarını düşünerek, az gülsünler çok ağlasınlar!
Bu seferden döndükten sonra o münafıklar gelip yeni bir sefere katılmak istediklerini söylerlerse de ki: "Siz sonsuza dek benimle beraber çıkmayacaksınız; benimle beraber düşmanla savaşmayacaksınız! Siz ilk defasında evlerinizde kalmaktan mutlu oldunuz... Bundan sonra da diğer geri kalanlar ile beraber oturun oturduğunuz yerde!"
Ebeden, onlardan ölen hiç kimseye cenaze namazı kılma ve onun kabri başında dua etme! Muhakkak ki onlar, Esmâ'sıyla onların hakikati olan Allah'ı ve Rasûlünü inkâr ettiler ve onlar fâsıklar (bilinçleri hakikate kapalı-bozuk inançlı) olarak öldüler.
Onların zenginlikleri ve evlatları seni imrendirmesin! Allah bunlarla dünyada onlara (mekr yoluyla) azap vermeyi ve hakikat bilgisini inkâr eder hâlde canlarının çıkmasını irade ediyor. (Tevbe/71-85)
ALLAH ÜZERİNE
BİLMEDİĞİNİZ ŞEYLERİ KONUŞMANIZ
HARAM KILINMIŞTIR
Ey Ademoğulları her secde mahallinde zinetinizi giyin... Yeyin, için (bunları değerlendirin), israf etmeyin (gereksiz şekilde kullanmayın)... Çünkü O, israf edenleri (elindeki nimetleri gereksiz yere kullananları) sevmez!
De ki: "Kim Allah'ın, kulları için çıkarmış olduğu güzelliklerini ve rızkın temiz pak olanını haram etti?"... De ki: "Onlar, dünya hayatında iman edenlere helaldir; kıyamet gününde ise yalnızca onlara ait olacaktır." Kavrayabilecekler için işaretlerimizi işte böyle tafsil ediyoruz.
De ki: "Gerçek şu ki, Rabbim sadece şunları haram kılmıştır: Fuhşiyatın açık ve gizli olanını; ismi (Allah indînde suç olanları); bağyi (başkalarındaki güzelliklere göz dikip ele geçirme hırsını); ortak koşmanız için hakkında hiçbir delil olmayan şeyi şirk koşmanızı ve Allah üzerine bilmediğiniz şeyleri konuşmanızı."
Her topluluğun takdir edilmiş bir ömrü vardır... Onların ömrünün sonu geldiğinde, ne bir an ertelenebilir, ne de öne alabilirler.
Ey Ademoğulları... Aranızdan, işaretlerimi size anlatıp açıklayan Rasûller geldiğinde, kimler korunur ve kendini düzeltirse, onlara korku yoktur ve onlar mahzun olmazlar.
(Esmâ özelliklerinin açığa çıkışı olan) işaretlerimizi yalanlayanlar ve onlara karşı benlik taslayıp büyüklenenler (var ya), işte onlar Nâr (ateş-dalga boyu yapı-radyasyon) ehlidirler! Onlar orada sonsuza dek kalıcılardır.
Allah üzerine yalan uydurandan yahut O'nun işaretlerindeki varlığını yalanlayandan daha zâlim kimdir? İşte onlara Kitaptan (nâzil olan bilgideki) nasipleri ulaşır... Nihayet onları vefat ettirmek için Rasûllerimiz kendilerine geldiği vakit: "Allah'ın dûnunda yönelip var sandıklarınız nerede?" derler... "Bizden kaybolup gittiler" derler ve hakikat bilgisini inkâr hâlinde olduklarına kendi aleyhlerine şahitlik ederler. (A’râf/31-37)
ALLAH’IN İŞARETLERİ HAKKINDA
UYGUNSUZ KONUŞMALARA DALANLARI
GÖRDÜĞÜNDEBAŞKA BİR KONUYA GEÇENE
KADAR, ONLARDAN YÜZ ÇEVİR
Her haberin kararlaştırılmış, gerçekleşeceği bir zamanı vardır... Yakında bileceksiniz!
İşaretlerimiz hakkında uygunsuz konuşmalara dalanları gördüğünde, başka bir konuya geçene kadar, onlardan yüz çevir... Eğer şeytan sana unutturur ise, fark ettiğin zaman artık zâlimler topluluğu ile beraber oturma.
Korunanlar, onlardan sorumlu değildir... Fakat gerçekleri de hatırlatmalılar... Belki onlar da korunurlar.
Dinlerini bir oyun ve eğlence edinmiş, kendilerini dünya hayatının aldatmış olduğu kimseleri, kendi hâllerine bırak. Ancak bununla beraber hatırlat ki, bir nefs yaptıkları sonucu helâke düşmesin! Onun Allah dûnundan ne bir Velî'si ve ne de bir şefaatçisi olmaz... Her fidyeyi verse de, ondan alınmaz! İşte bunlar yaptıklarının getirisi yüzünden rehin tutulacak olanlardır... Onlar için yakıcı bir içecek ve hakikat bilgisini inkâr etmeleri nedeniyle de acı bir azap vardır.
De ki: "Allah dûnundan, bize ne fayda ve ne de zarar vermeyen şeylere mi dua edip yakaralım? Allah bizi doğru yola hidâyet ettikten sonra, gerisin geri şirke mi döndürülelim? 'Bize gel' diye doğru yola çağıran arkadaşları olduğu hâlde, şeytanların ayartıp uçuruma çektiği ahmak gibi mi olalım?"... De ki: "Allah hidâyeti işte o hidâyettir! Biz âlemlerin Rabbine teslim olmakla emrolunduk."
Ve "Salâtı ikame edin ve O'nun azabından korunun; O ki (sizi toplayacak), O'na haşrolunursunuz! (En’âm/67-72)
İFTİRAYI DEDİKODU EDİNİP
BUNU SIRADAN BİR KONUŞMA SANMAK!
(Çirkin söylentilerin yayılmasını sevenler var ya,
onlar için dünyada da sonsuz gelecek süreçte de elim bir azap vardır)
Muhakkak ki zina iftirasıyla gelenler (Hz. Ayşe r.a.a iftira eden münafıklar) sizden sırf o çirkin itham için bir araya gelen bir gruptur! Onu (iftirayı) sizin için bir şerr sanmayın! Bilakis o sizin için bir hayırdır... Onlardan her bir kişinin o suçtan kazandığı kendisinindir. Onlardan suçun büyüğünü üstlenen elebaşına gelince, onun için çok büyük azap vardır.
Onu (iftirayı) işittiğinde iman eden erkekler ve iman eden kadınların birbirleri hakkında hayır zannında bulunup: "Bu apaçık iftiradır" demeleri gerekmez miydi?
(O iftirayı yayanlar) buna dair dört şahit getirmeli değil miydiler? Mâdemki şahitleri getirmediler, işte onlar Allah indînde yalancıların ta kendileridirler.
Eğer dünyada ve sonsuz gelecek sürecinde Allah'ın fazlı ve O'nun rahmeti üzerinizde olmasaydı, attığınız iftira yüzünden kesinlikle çok büyük azap dokunurdu.
İftirayı dedikodu yollu edinip, hakkında kesin bir bilginiz olmayan şeyi laflıyor ve bunu sıradan bir konuşma sanıyorsunuz... (Oysa) o, Allah indînde azîmdir (büyük bir şey)!
Onu (o yalanı) işittiğinizde: "Bunu konuşmak bizim işimiz değildir! Subhaneke (Seni tenzih ederiz)! Bu, azîm bir iftiradır!" demeniz gerekmez miydi?
Eğer iman edenler iseniz, bunun benzeri bir olayı sonsuza dek yaşamamanız için Allah sizi uyarır!
Allah size işaretlerini açıklıyor... Allah Alîm'dir, Hakîm'dir.
İman edenler arasında çirkin söylentilerin yayılmasını sevenler var ya, onlar için dünyada da sonsuz gelecek süreçte de elim bir azap vardır... Allah bilir, siz bilmezsiniz.
Ya üzerinizde Allah'ın fazlı ve rahmeti olmasaydı! Allah muhakkak Raûf'tur, Rahîm'dir!
Ey iman edenler... Şeytanın adımlarına (bedenin dürtülerine) tâbi olmayın! Kim şeytanın adımlarına tâbi olursa (bilsin ki) kesinlikle şeytan, fahşa (çirkin söylentilerle aşırılığı) ve münkeri (haddi aşmayı) emreder... Eğer üzerinizde Allah'ın lütfu ve O'nun rahmeti olmasaydı sizden hiçbir kimse ebediyen arınıp gelişme gösteremezdi! Fakat Allah dilediğini arıdırır... Allah Semî'dir, Alîm'dir.
Sizden faziletli ve varlıklı olanlar; yakınlık sahiplerine, miskinlere ve Allah yolunda göç edenlere vermemeye yemin etmesinler... Affetsinler ve hoşgörülü olsunlar... Allah'ın sizi bağışlamasını sevmez misiniz? Allah Gafûr'dur, Rahîm'dir.
Kozasında yaşayıp hakikat bilgisi olmayan, iman eden iffetli kadınlara iftira atanlar, muhakkak dünyada da sonsuz gelecekte de lânetlenmişlerdir... Onlar için çok büyük bir azap vardır.
O süreçte; onların dilleri, elleri ve ayakları yapmış oldukları yüzünden kendilerine karşı şahitlik eder.
O süreçte Allah kendilerine (Sünnetullah gereği) yaptıklarının sonucunu tamamıyla yaşatacaktır; bilecekler ki Allah, apaçık Hakk'ın ta kendisidir.
Çirkin fikir ve davranış sahibi kadınlar, çirkin ahlâklı erkekler içindir; çirkin ahlâklı erkekler de çirkin fikir ve yaşam içindeki kadınlar içindir... Temiz, iyi fikir sahibi kadınlar, temiz erkekler içindir; temiz fikir sahibi erkekler, iyi fikir sahibi, saf kadınlar içindir... İşte bunlar, (o iftiracıların) dedikleri şeylerden uzak olanlardır... Onlar için bir mağfiret ve kerîm bir yaşam gıdası vardır.
Ey iman edenler! Kendi evlerinizden başka evlere izinlerini almadan ve o hane halkına selâm vermeden girmeyin! Bu sizin için daha hayırlıdır; umulur ki bunun anlamını düşünürsünüz.
Eğer içeride biri yoksa size izin verilinceye kadar oraya girmeyiniz... Eğer size "Geri dön" denilirse, geri dönün... Bu sizin için daha temizdir... Allah yaptıklarınızı (B sırrınca) Alîm'dir.
İçinde yaşanılmayan ve içlerinde size ait bir eşya bulunan evlere girmenizde bir sakınca yoktur... Allah açığa vurduklarınızı da gizlediklerinizi de bilir. (Nûr/11-29)
KORUNMAK İSTİYORSANIZ,
EDÂLI-İŞVELİ KONUŞMAYIN!
(Nebi'nin Hanımlarına hitap)
Ey Nebi... Eşlerine de ki: "Eğer dünya hayatını ve onun zinetini diliyorsanız, gelin size boşanma bedeli vereyim ve sizi güzel bir şekilde serbest bırakayım."
"Yok eğer Allah'ı, Rasûlü'nü ve sonsuz gelecek yurdunu diliyorsanız, muhakkak ki Allah sizden, muhsin kadınlar (görürcesine Allah'a yönelmişler) için çok büyük bedel hazırlamıştır."
Ey Nebi'nin Kadınları... Sizden kim apaçık bir terbiyesizlik-haddini aşan fiil yaparsa, onun için azap iki misli olur! Bu, Allah üzerine pek kolaydır.
Sizden kim Allah'a ve Rasûlü'ne itaat eder ve imanın gereğini uygularsa, ona da ecrini iki kere veririz... Onun için cömert-zengin bir yaşam gıdası hazırlamışızdır.
Ey Nebi'nin Hanımları... Siz kadınlardan herhangi biri gibi değilsiniz! Eğer korunmak istiyorsanız (muhatabınız olan erkeğe) edâlı-işveli konuşmayın! Bu yüzden, düşüncesiz-hastalıklı olan kimse sizden umutlanır! Uygun ve yanlış anlaşılmayacak tarzda konuşun!
Evlerinizde oturun... Önceki cahiliye anlayışındaki gibi (işveli cazibeli tahrik edici şekilde) kendinizi teşhir ederek yürümeyin... Salâtı ikame edin, zekâtı verin, Allah'a ve Rasûlü'ne itaat edin! (Ey Rasûlün) hane halkı, Allah sizden yalnızca ricsi (kiri, maddi şeylere bağlılığınızı, bedensel şeyler ile kayıtlanmanızı) gidermek ve sizi tertemiz yapmayı diler!
Evlerinizde Allah'ın âyetlerinden ve hikmetten bildirilenleri zikredin (anın)... Muhakkak ki Allah Lâtîf'tir, Habîr'dir. (Ahzab/28-34)
KONUŞMASINI BİLMEYEN İNSANIN MİSALİ…
Allah sizi yarattı... Sonra sizi vefat ettirir (öldürür değil vefat ettirir)! Kiminiz de erzel-i ömür'e (ömrün düşkünlük çağına) bırakılır; bildiklerini artık düşünemeyecek devreye... Muhakkak ki Allah Alîm'dir, Kâdîr'dir.
Allah, yaşam gıdanız konusunda kiminizi kiminizden üstün tuttu... Üstün tutulan kimseler yaşam gıdalarını, sorumlu olduklarıyla hakkıyla paylaşmıyor... (Oysa) onlar onda eşittirler... Allah nimetini (yaşam gıdalarını, ben kazandım, benim; diyerek, hatta benliklerini de böylece Allah'a eş koşarak) bilerek inkâr mı ediyorlar?
Allah sizin için kendi nefslerinizden eşler oluşturdu... Eşlerinizden de sizin için oğullar ve torunlar meydana getirdi... Sizi temiz gıdalarla besledi... (Durum bu iken kalkıp) aslı olmayana mı iman ediyorlar? Onlar Allah nimetine küfür mü ediyorlar?
Semâlardan ve arzdan Allah dûnundaki, kendileri için bir şeye mâlik olmayan ve kudreti olmayan şeylere tapınıyorlar!
74Allah için emsal düşünmeyin! (Allah, "HÛ"dur!)... Allah bilir ve siz bilmezsiniz.
Allah (şöyle) bir misal veriyor: Bir şeye gücü yetmeyen köle ile, kendisini bizden güzel bir yaşam gıdası ile beslediğimiz ve ondan, gizli ve açık başkalarına bağışta bulunan kişi... Bunlar hiç eşit olur mu? Hamd, Allah'a aittir! Hayır, onların çoğunluğu bilmezler.
Allah şu iki kişiyi de misal verdi: Bunlardan biri konuşmasını bilmez, bir şeye kudreti yoktur; efendisi yanında yüktür... Onu hangi işe yönlendirse bir hayırla gelmez... Hiç bu elindekinin hakkını veren ve kendisi doğru yolda yürüyen kişi ile eşit olur mu?
Semâların ve arzın algılanamayanları Allah içindir... O Saat'in (kıyametin) oluşması hükmü (Allah'a göre) bir göz kırpması gibi yahut daha da yakındır! Muhakkak ki Allah her şeye Kâdîr'dir. (Nahl/70-77)
DİLSİZLER
-
Allah işaretlerindekileri yalanlayanlar
-
Hakk'ı itiraf etmeyenler
-
Karanlıklar içinde kalmışlar
-
Allah indînde canlıların en şerlisi
İşaretlerimizdekileri yalanlayanlar, karanlıklar içinde kalmış sağırlar (hakikatlerini algılayamayanlar) ve dilsizlerdirler (Hakk'ı itiraf etmeyenler). Allah dilediğini saptırır, dilediğini de sırat-ı müstakimde tutar!
De ki: "Ne hâlde olduğunuzun bilincinde misiniz? Eğer Allah azabı yahut o saat size gelse, Allah'ın gayrına mı yakarırsınız? Eğer doğru sözlü iseniz (söyleyin)."
Bilakis yalnız O'na yalvarırsınız... O da dilerse O'na yalvardığınız konuda size hakikati açar ve (siz de) ortak koştuğunuz şeyleri unutursunuz!(En’âm/39-41)
İNSANLARDAN KİMİNE
İLÂHİ HİTAP(Kitap) ERMEZ….
(Kimine ise bakış bıçak gibi saplanır!.
İnsanların anlayışları sınıf sınıftır...
Kimine sivrisinek sazdır; kimine davul zurna azdır!.
Kimine kitap-hitap ermez; kimine bakış bıçak gibi saplanır!.
Herkesi kendi anlayışı ile sınırlamak, kişinin büyük yanlışlarına yol açar!. Ben tokmakla ayılırım, sen bakıştan incinirsin!.
Bu, fıtrî incelikle alâkalıdır ki, inceliği, herkes kendi yaratılış inceliği kadar sanır; ötesini akledemez!.
Hz. Ebubekr’in hassasiyetiyle, Ebucehl’in hassasiyet ve incelik anlayışı çok farklı idi... İkisi de aynı Rasûlullah’ı dinlemesine rağmen!
Birisi günde 24 saat, Rasûlullah’ın getirdiklerine kafasını yorarken, onun anlattıklarını degerlendirmeye çalışırken; diğeri O’nun açıkladıklarından uzak durup, dünyalığını arttırmak için elinden geleni ardına koymayıp, tüm kafasını bu işe yoruyordu.
Ebu Bekr, Rasûlullah’ın, “Rasûl”lüğünün yolunda yaşıyordu... Ebu Cehil, dünyanın!
Beynini ne kadar “Rasûl”lüğün yolunda kullanıyorsun?
Doğru bildiğin, kabul ettiğin “Rasûlullah” ilmini, en yakınlarından başlayarak yaymak için, gününün ve beyninin ne kadarını bu işe ayırıyorsun?...
"Ikra kıtabek"... "kitabını oku" ve “hesap görücü olarak nefsin yeter” uyarıları ışığında, vicdanınla, uygulamalarını ne kadar hesaba çekiyorsun?
Rasûlullah’a bu yolda yaptığı çalışmalar yüzünden “cinne uğramış, deli “dedilerdi; sen bırak delilik derecesini, akıllılık(!) düzeyinde neler yapıyorsun?
Eğer yaptıkların yeterli geliyorsa, vicdanın rahatsa, düşün...
Sonra bir daha düşün...
Sonra bir daha düşünmeye çalış!.
Acaba vicdanım da asliyetini yitirmiş olabilir mi, diye sor kendi kendine!.
Bak Rasûlullah’ın en yakınlarının, bu gerçekleri çevresindekilerle paylaşma yolunda verdikleri uğraşıya... ve tekrar dön bak kendine!.
Hâlâ vicdanın rahatsa....
Yaratılış kemâlini yaşıyorsun elbette.... Mübârek olsun!. Selâm olsun!.
Ama gene de, yarın pişman olmamak için, belki zamanı gelmiştir diye ara ara vicdan muhasebesi yapmayı ihmal etme!.
SUSUN Kİ SİZE RAHMET EDİLSİN!
(Kur'ân kıraat edildiğinde,
Onu dinleyin ve susun)
Eğer şeytandan bir dürtme seni dürterse, hemen Allah'a (nefsinin hakikati olan Esmâ'sının kuvvesine) sığın... Çünkü O, Semî'dir, Alîm'dir.
Korunanlara gelince, onlara şeytandan bir taife dokunduğunda, (hakikatlerini) tezekkür ederler... Basîretle değerlendirme yaparlar.
(Şeytanların) kardeşleri ise onları duygusallığa, azgınlığa sürüklerler... Sonra da yakalarını hiç bırakmazlar!
Onlara bir âyet iletmediğinde: "Onu (kendinden) uydursaydın ya!" dediler... De ki: "Ancak, Rabbimden bana vahyolunana tâbi olurum... Bu (Kur'ân) Rabbinizden basîretlerdir (idrak ettirir), hüdadır (hakikat rehberi) ve iman eden topluluk için rahmettir (kemâlâtlarını açığa çıkarır)."
Kur'ân kıraat edildiğinde, Onu dinleyin ve susun ki size rahmet edilsin.
Rabbini nefsinde, haddini bilerek hissederek ve gizlice, gösterişsiz, sesini yükseltmeden, sabah-akşam zikret, hatırla ve derinliğine düşün! Gâfillerden olma!
Muhakkak ki senin Rabbinin indîndekiler, asla O'na kulluktan büyüklenerek kaçınmazlar... O'nu tesbih ederler ve O'na (azameti indînde kendi hiçliklerini hissederek) secde ederler. (206. Âyet secde âyetidir.)(A’râf/200-206)
PUTLAR KONUŞAMAZLAR
Andolsun ki biz İbrahim'e daha önceden rüşdünü (olgunluk düşüncesi-hanîflik) verdik... Biz Onu bilirdik.
Hani (İbrahim) babasına ve halkına demişti ki: "Kendilerine tapındığınız bu heykeller de nedir?"
Dediler ki: "Atalarımızı bunlara tapanlar olarak gördük (biz de onları taklit ediyoruz işte)."
(İbrahim) dedi ki: "Yemin ederim ki, sizin de atalarınızın da sapık bir düşüncede olduğu apaçık ortada!"
Dediler ki: "Sen bize Hak olarak mı geldin yoksa sen oyun oynayanlardan mısın?"
(İbrahim) dedi ki: "Hayır (oyun değil bu)! Rabbiniz, semâların ve arzın Rabbidir ki, onları belli bir işlev ve sistemle yaratmıştır! Ben buna şahitlerdenim."
"Tallahi, arkanızı dönüp gittikten sonra, sizin putlarınıza mutlaka bir tuzak kuracağım."
(Nihayet İbrahim) belki ona gidip sorarlar diye, en büyükleri dışında putları paramparça etti.
Dediler ki: "Bunu tanrılarımıza kim yaptı ise, muhakkak ki o zâlimlerdendir."
Dediler ki: "Bunlar hakkında konuşan (geçersiz olduklarından söz eden) İbrahim diye bir genç işitmiştik."
Dediler ki: "Onu tutuklayıp halkın gözleri önüne getirin ki, herkes olaya şahit olsun."
Dediler ki: "Tanrılarımıza (heykellere-putlara) bunu sen mi yaptın, ey İbrahim?"
(İbrahim) dedi ki: "Hayır! Onların şu büyükleri yapmıştır onu! Onlara (putlara) sorun, eğer konuşabiliyorlarsa!"
Şöyle bir düşündükten sonra: "Muhakkak ki siz, evet siz zâlimlersiniz" dediler (birbirlerine).
Sonra gene kafaları alt üst olup eski fikirlerinde ısrarla: "Sen gerçekten bilirsin ki, bunlar konuşmazlar!" (dediler).
(İbrahim) dedi ki: "Allah dûnunda size hiçbir yarar ya da zarar da veremeyen şeylere mi tapınıyorsunuz?"
"Yazık size! Allah dûnunda taptıklarınıza! Aklınızı kullanamıyor musunuz?"
Dediler ki: "Onu (İbrahim'i) yakarak tanrılarınıza destek verin... Eğer elinizden bir şey gelirse (bunu yapın)."
Dedik: "Ey Ateş... İbrahim'e serin ve selâm (selâmet) ol!"
Ona bir tuzak kurmak istediler; onların yaptığını geçersiz kıldık!
Biz Onu (İbrahim'i) da Lût'u da, insanlar için bereketlendirdiğimiz o bölgeye eriştirip, kurtardık. (Enbiyâ/51-71)
SIFAT TECELLİSİ
-
Tecelli-i Sıfat mertebesi
-
{Ruh'tan kalbe yansımaları anlatan letâifler sıralamasındaki(Ahfâ-Hafî-Sır-Ruh-Kalp-Nefs) "Hafî" diye ifade edilen "şuurda" oluşan bir hâl, hissediş}
-
Mâiyet sırrının yaşandığı mertebe
-
Salt benliği biliş mertebesi
-
Benliğindeki mânâları buluş
-
"Rabbin kurbu"nda olgunluğa erme
-
İlâhi sıfatlarla tahakkuk
-
İndînde Hakikat BİLGİSİnden bir ilim
-
Mardiye yaşamı
-
Yücelik makamı
-
Rahman’ın kullarına gayblarından vaat ettiği Adn Cennetleri
-
Esmâ kuvvesiyle tahakkuk etme özelliği
-
“Selâm”ın işitildiği boyut
-
“Selâm” İsminin mânâsının açığa çıktığı ve böylece kendi hakikatlerinden açığa çıkan kuvvelerin konuştuğu (sabah-akşam, yaşam gıdalarıyla beslenmenin olduğu) boyut…
-
Korunanların (yalnızca fiillerde değil, düşünsel anlamda korunanların) mirasçı yapılacağı cennet boyutu…
-
Kendi varlığının var olduğunu, kendisinin olmaması diye bir şeyin söz konusu olamayacağını bilmesi hâli…
-
Rahmete ermek
-
"Samediyyet tecellisi”
-
Kişinin birimsel varlığının ortadan kalkması
-
"Hakk-el Yakîn" hâli
-
“Sıfat Cenneti”
Sıfat mertebesi ise salt benliği biliş mertebesidir... Tabiî buradaki benlikten murad izâfi benlik değildir!.. Esmâ mertebesi ise benliğindeki mânâları buluştur... Benliğindeki çeşitli mânâların, değişik şekiller ve oranlarla terkibi ef’al mertebesini meydana getirir. Ef’al mertebesindeki değişik terkipler, yani mânâ terkipleri de senin mutlak varlığınla, yani zâtınla kaimdir... Zâtın olmasa, o mânâlar hiç olmaz. Dolayısıyla, Zât aynen ef’al mertebesinde mevcuttur!..
SIFAT MERTEBESİNDE
KENDİNİ BİLEN BİR VARLIK KASTEDİLİR
Sıfat mertebesi dediğimiz mertebede “kendini bilen bir varlık” kastedilir. Kendi varlığının varolduğunu, kendisinin olmaması diye bir şeyin söz konusu olamayacağını bilmesi hâlidir!
Kendisinin varolduğunu bilmesi onun “Hayat” sıfatıdır. Kendisinin varolduğunu bilmesi, kendisinde, “ben varım” mânâsının hâsıl olması ki; bu bizim avamî mânâda kastettiğimiz şekilde değil.. Yani, hiçbir zaman bir insan kendi kendine “ben varım” demez!. Ama kendinin varlığını bilir. İşte bu kendi varlığını biliş hâli, “varım” diyebilmesi evvelâ varlığı, onun hayat cevherine sahip olması, hayatta olması yönüdür ki, bu da “Hayat sıfatı”dır.
Bu varolduğunu biliş bilme hâli; kendisinin varolduğunu ve ne olduğunu bilmesi hâli, “İlim” sıfatı ile târif edilmiştir!
Bu varoluşunu bilişinin devamı olarak; her varolan ve kendini bilen varlığın, arzusu ve iradesi, dilemesi söz konusudur. Dilemesi yani o şeyi “irade” sıfatı yani “MÜRİD” isminin mânâsı ortaya çıkar.
Bu iradesini, yani arzusunu, isteğini tahakkuk ettirme, “kudreti” zaruri kılar. Kudret olmazsa, irade tahakkuk etmez. Tahakkuk etmeyen bir irade de eksik ve noksan kalır. Eksik ve noksanlık sözkonusu olamayacağına göre, “irade”nin tabiî sonucu olarak “kudret” sıfatı ortaya çıkar.
Kendini tafsili ile bilmesi “Semî” ve “Basir” sıfatlarının kaynağını teşkil eder! Kendini bilişinin sonucu olarak bu vukûfiyeti bunun tafsilâtının müşahedesi “Kelim” oluşudur. Bütün bunların sonunda, bir de “Tekvin” yani meydana getirme; yani, kâinatı meydana getirme denilen hâl, sıfat sözkonusudur.
İşte bu sıfatlarla yani bu vasıflarla kendini bilmesi hâli sıfat mertebesini teşkil eder. Bu sıfat mertebesi dediğimiz, kendini bilme hâlinin tabii sonucu olarak; bu varlığın kendindeki çeşitli mânâları müşahede etmesi oluşur.
Bu mânâlar, bir kısmıyla, kendini müşahede yönüyle; bir kısmıyla da, kendindeki özellikleri ortaya koyma, onları seyretme hâliyledir.
Kendinde görmeyi murad ettiği mânâları, târif etme, kendini tanımlama sadedinde olanlara, “Hakk’a ait isimler”; özelliklerini, mânâlarını terkipler hâlinde seyretme sadedinde olan isimlere de “Halka ait isimler” denir!..”Halk kelimesinin mânâsını meydana getiren isimler” demektir!.Meselâ “Rezzak” ismi halkın varlığını gerektirir.. Halkı zaruri kılar! Çünkü rızk verilecek bir varlık olmazsa , rezzak’lık, rızk vericilik sözkonusu olmaz! Öyleyse bir varlık olacak, rızka ihtiyacı olacak, ki rezzaklık yani rızk vericilik mânâsı ortaya çıksın… Bunun gibi!
Ve bütün isimlerin mânâlarının müşahedesi ortamı ef’al âlemidir, fiiller âlemidir!..
Bu dört âlemi birbirinden ayrı ayrı düşünmek, en büyük gaflet ve hata olur! Perdelenme olur! Hicap olur!.
“Kâinat” ismi altında Zâtından başka bir varlık yoktur!. Kâinatın ardında, özünde, zâhirinde veya bâtınında, zâtından gayrı bir varlık yoktur!.Kısacası, kâinatın hüviyeti O’dur! Kâinatın benliği, ona aittir!.O’na ait mânâlar, değişik terkipler şeklinde, değişik isimler olarak, kesret dediğimiz görüntüyü meydana getirir!
Kesret; ilâhi isimlerin mânâlarının değişik terkiplerle âşikâre çıkmasından başka bir şey değildir!.Ve bu terkiplere göre seyredilen, âlem, fiiller âlemi dediğimiz ef’al âlemi dediğimiz âlemdir!.Kısacası, fiiller âlemi denilen âlem, ilâhi isimlerin mânâlarının, terkipler şeklinde, bir terkibin diğer terkibe bakışından başka bir şey değildir!. Ve bu açıdan bakarsan, ortada ef’al âlemi diye bir âlemin olmadığını da müşahede edersin!. Bu defa bakarsın ki, fiil dediğin şeyler, aslında fiil olmayıp, terkibiyet hükümlerinin ortaya çıkışıdır! Ama sen buna, fiil diyebilirsin, fiiller âlemi” de diyebilirsin! Ama fiil veya fiiller âlemi diye kastettiğin şey, ilâhi isimlerin terkibiyet hâliyle ortaya çıkışından başka bir şey değildir!
Ceberût âlemi, Vâhidiyet mertebesidir ki, esmâ ve sıfata tekâbül eder. Zâtî sıfatlarla ve esmâ yollu kendini tanıma, seyretme mertebesidir bu mertebe.
Vâhidiyet, Tek varlığın kendini tanıması, sıfat mertebesidir; Ceberrût âlemidir.
İLÂHİ SIFATLARLA TAHAKKUK
ANCAK İLMİ LEDÜN İLE MÜMKÜNDÜR
İlim, sıfat mertebesindeki var oluştur.
İlim; “Hakikat ilmi”dir ki, bu tüm mevcûdatın özünde saklı olan SIRRI bildiren ilimdir!
Zâhir ve Bâtın ilimleri, bu hakîkatı idrâk ve yaşam için yeterli değildir...
Zâhir ilimleri denen beş duyuya dayalı ilimler - ki cifir ilmi de buna dahildir-; bâtın ilimleri denen beş duyu ötesi ilimler -ki hissî müşahede ve keşif bu bölümde mütalâa edilir- Hakikati yaşamaya ve “ALLAH” adıyla işaret edileni tanımaya yeterli değildir!..
“Hakikati” yaşayabilmek, ancak “ilmi ledün” ile mümkündür...
Zîrâ, ilâhî sıfatlarla tahakkuk, ancak “ilm-i ledün” ile mümkündür!..
Şâyet tasavvuf lisanı ile açıklamak gerekirse, kendini Esmâ boyutunda, Sıfat boyutunda ve Zât boyutunda tanıyabilmek ana hedeftir ki; bu da ancak gidilecek noktanın ne olduğunu idrâk edip, O'nun gereğini yaşayabilmek ile mümkün olur.
Bunun için de ilk hedef “ALLAH” İsmiyle işaret edilenin ne olduğunu öğrenmek, anlamaktır!..
Yolculuk ALLAH'tan başlar, ve ALLAH'la, ALLAH'a olur ise son derece kısalır!.
Netice olarak şunu belirtelim ki, âlemleri tanıyarak ALLAH'a ermek değil; “ALLAH” ismiyle işaret edileni tanıyarak, Onun bakışıyla âlemlerini seyretmek ana gayemiz ve hedefimiz olmalıdır.
Aksi halde tüm ömrümüz âlemler içerisinde geçer gider ve neticede “hicap”ları aşamaz, “perdeli” olarak bu dünya yaşantısından geçer gideriz!..
ALLAH, sürekli tefekkür içinde yaşamayı; “ZAN”lardan kurtulup, gerçeğe ermeği; İlâhî hakikatler ve vasıflarla tahakkuk etmeyi takdir etmiş olsun bizlere!..
KUL, ALLAH YANINDA
,VEHMİ BENLİĞİNİN “YOK”LUĞUNU YAŞADIĞI
ZAMAN , ARTIK İKRAM YOLLU
HAKKANİ SIFATLAR ZÂHİR OLMAYA BAŞLAR
Gerçek şudur ki;
Dileyen ve "ol" hükmü ile istediği şeyi olduran TEK'dir!
Öz'den bakan için. dileyen ve hükmü yerine gelen Allah'tır!
Kesretten vehim hükmü altında bakan için ise, dileyen ve "ol" hükmü veren gene Allah'tır; ancak bu durum izâfeten ve ikrâmen kuldan izhar olmaktadır.
"Bir kul yararlı çalışmalar ile bana yakîn elde eder. Artık ben o kulumun görür gözü, işitir kulağı, söyleyen dili, tutan eli yürüyen ayağı olurum."
şeklindeki hadîs-i kudsi çok meşhurdur. Burada anlatılmak istenen mânânın bir açıklaması gibidir Gavs-ı Â'zâm Abdülkâdir Geylânî'nin bu beyânı.
Bir kul yararlı çalışmalar ile kendi varlığının varolmayışını idrâk ederek, Allah yanında vehmî benliğinin "yok"luğunu yaşadığı zaman, artık ondan ikram yollu Hakkanî sıfatlar zâhir olmaya başlar.
Hakkanî sıfatla görür, hakkanî sıfatla işitir ve hakkanî sıfatla söyler. "Ol" der ve o şey de olur! Elbette, Hakk’ın emri nasıl olur da yerine gelmez!.
Demek ki, "fakîr"den zâhir olan Hakk'tır ve elbette ki onun emri de yerine gelen bir emirdir.
KÜL İTİBARİYLE SINIRSIZ OLAN SIFATLAR,
BİRİMDE, ONUN AÇIĞA ÇIKMA SINIRLARI-
KAPASİTESİ-FITRATI ÖLÇÜLERİYLE
(Kaderiyle) GERÇEKLEŞİR
“O”, Uzaydaki değil, Hakikatindekidir!. Ve dahi, evrensel yapının küllü, yani “tümel tek”tir!
İlim–irade–kudret ilişkisinin milyarlarca işlemi vardır her an beyinde; bunlardan yalnızca birkaçı bilincimizde açığa çıkandır.
Aslında, “aklına gelen” açığa çıkmış demektir; dile veya ele getirmesen de ve bu geri dönüşle beyinde veri tabanını yeniden etkileyerek başka bir gelişmeyi doğurur!.
Kesindir; değişmezdir bu sistem.
Bu yüzden Bakara Suresi 284'te:
“.... Aklınızdan geçeni (nefislerinizdekini) açığa çıkarsanız da içinizde de kalsa siz sonuçlarını (yuhasibkum) Bi-hillah (varlığınızdaki ilâhi kuvvelerin oluşumu sonucu) yaşayacaksınız!”
denmektedir.
Bu mekânizmada hiçbir mazeret geçerli değildir!.
O açığa çıkan, ya sizin geçmişte veri tabanınıza eklediğiniz; ya da size genetik yolla intikâl etmiş verilerdendir!. Her hâlûkârda sizdekinin sonuçlarıdır!.
“Dedesi erik çalmış torunun dişi kamaşmış” atasözü, bu realiteyi vurgulamaya çalışır.
Kül itibariyle sınırsız olan İLİM–İRADE–KUDRET, işte böylece her zerrede, onun açığa çıkma sınırları, kapasitesi, fıtratı ölçüleriyle (kaderiyle) gerçekleşir.
DUA veya BEDDUA da işte bu sistemle beyinden açığa çıkar... Veri tabanı verileri sınırları içinde!
Her birim kendindekini yaşar!.
Her birimin yaşadığı bir diğerinden farklıdır.
"UMARIM RABBİM BENİ
KURBUNDA OLGUNLUĞA
(Mâiyet sırrının yaşandığı
Tecelli-i Sıfat mertebesine) ERDİRİR..."
Hiçbir şey için "Onu yarın kesinlikle yapacağım" deme (çünkü Allah'ın onu inşa edeceğini bilemezsin)!
Sadece "inşâ Allah = Allah inşa ederse" kaydıyla demen, müstesna!.. Unuttuğunda Rabbini (hakikatin olan Esmâ mertebesini) zikret (hatırla)!.. Ve de ki: "Umarım Rabbim beni kurbunda (mâiyet sırrının yaşandığı Tecelli-i Sıfat mertebesi. {İnsan-ı Kâmil, Sıfatların tecellisi bahsi; Abdülkerim Ceylî. A.H.}) olgunluğa erdirir." (Kehf/23-24)
“ŞUUR”UN, KENDİNİ
BEDEN KAYITLARINDAN KURTARMASIYLA
(Benliğinin yokluğunu yaşamasıyla)
(Vehmin kaydından kendini kurtarmasıyla)
ONDAN HAKKANİ SIFATLAR
ZÂHİR OLMAYA BAŞLAR
(İlâhi sıfatlar tahakkuk eder-Fiili ölümle şuur boyutu yaşamına geçilir- Ölmeden evvel ölme tahakkuk eder)
"Ölmeden evvel ölmek" dediğimiz halde, fiili ölümle birlikte şuur boyutunda yaşama geçilir.
Şuurun, bedenin kayıtlarından kendini kurtarmasıdır. İlâhi kuvvetlerle tahakkuk etmesidir!. Yani, "Vehmin kaydından" kendini kurtarmasıdır!.
SIFAT MERTEBESİNDEN GELEN
HÜKÜMLER(Terkipsizliğin gereği olan hükümler)
ESMA MERTEBESİNDEKİ TERKİPLERİ BOZAR,
YIKAR, ATAR!
Kişinin belli bir terkibi vardır, esmâ terkibinden oluşan..İşte esmâ terkibinden oluşmuş “kişilik” mânâsına “beşer” ifadesi kullanılır.
“Beşer” kelimesi ile kastedilen, belli bir esmâ terkibidir...Esmâ terkibinden çıkacak olan hükümler, esmâ terkibinin geleceğini sürekli saadete yönlendiremez! Esmâ terkibinin değişmesi mümkün olmaz!
Ancak, esmâ terkibinin asıl ve özü olan ilâhiyet noktasından ; yâni sıfat mertebesinden gelen hükümler, sıfat mertebesindeki mutlak benliğin verdiği hükümler, esmâ mertebesindeki terkibleri bozar, yıkar, değiştirir!
Bunu basit mânâda şöyle izah edelim:
Sen içine düştüğün bunalımdan, problemden zaten mevcut aklınla onun içine düştüğün için çıkamazsın; bir ekstra akla ihtiyacın vardır!
Bu yüzden, “bana akıl ver” dersin...Niye?
Çünkü kendi aklınla o noktaya geldin! Kendi aklınla o noktadan çıkman mümkün değil!O noktadan çıkman için, ekstra akıla gerek var!
İşte bunun gibi, o kişinin içinde bulunduğu durumu meydana getiren terkibini kendinin değiştirebilmesi mümkün değil!
Bunun için; ilâhi dediğimiz, sıfat mertebesinden gelen; bir diğer mânâ ile, Allah’tan gelen; terkibsizliğin gereği olan noktaya ve noktanın hükümlerine uyması lâzımdır; ki kendi terkibinin kayıtlarından kurtulsun!Veya, kendi terkibini daha geniş mânâda tanıyabilsin!
ALLAH’IN İKİ ELİ
-
“Rahmaniyeti ve Rahîmiyeti”nin sonucu…
-
İlim(Data) ve Kudret(Enerji)
-
İlim ve Kudret sıfatları
-
“Esmâ mertebesi”ni -Stringler boyutunu oluşturan İlim ve Kudret
“RAHMAN’IN İKİ ELİ”
ALLAH’IN İKİ PARMAĞI
“EL” ve "PARMAK"
“EL”->Evrende tüm varlıkta tasarruf, kudret yollu…
“PARMAK”->Beyinde tasarruf, düşünsel kavramlarında tüm varlıkların ilim yollu…
PARMAK İZİ
-
Her beynin, kendi özel şifresi
“TUTAN EL”
-
Kâinatta hâkim olan tek ilmin, bütün varlıklarda-çoğul varlıklarda-organlarda-herbirinde dilediği gibi hükmünü icra etmesi, tasarruf etmesi, hükmünü icra etmesi
Dostları ilə paylaş: |