Ahmet Akgündüz Bilinmeyen Osmanlı



Yüklə 3,77 Mb.
səhifə10/83
tarix12.01.2019
ölçüsü3,77 Mb.
#95873
1   ...   6   7   8   9   10   11   12   13   ...   83

İşte böyle bir dönemde Doğudan büyük bir tehlike geliyordu. Doğu Türkistan Hakanı Aksak Timur veya Timurlenk, fırtına gibi eserek Doğu Anadolu'yu tehdit ediyor ve memleketleri ellerinden alınan ve Osmanlıdan memnun olmayan Anadolu beyleri Timur'u tahrik ettikleri gibi, Timur'un düşmanları olan bazı beyler de Yıldırım'a sığınmış bulunuyorlardı. Timur nazik sayılabilecek bir üslupla Yıldırım'dan bu beyleri salıvermesini ve kendisine tabi olmasını, şartlarının kabulü halinde, gayr-i müslimlerle olan cihadını takdir ettiği Osmanlı ordusuna yardım edeceğini ifade eden bir mektup gönderdi (Mektup, "Rum Meliki Yıldırm Bayezid' diye başlamaktadır). Buna karşı Yıldırım'ın cevabı çok sert ve hatta hakaret-âmiz oldu (Mektup, %Ey Timur denen parçalayıcı köpek ve Tekfurlardan daha kâfir olan adam' diye başlamaktadır).

Neticede kaderin cilvesiyle Yıldırım'ın strateji açısından üstün görüldüğü uğursuz Ankara Meydan Muharebesi meydana geldi ve 28 Temmuz 1402 tarihinde Osmanlı ordusu yenik düştü ve Padişah esir alındı. Bu hadiseyle Osmanlı Devleti, cihan devleti olmaktan çıkmış ve yeniden başa dönmüştü. Zira bu savaşı takip eden yıllarda, 8 yıl kadar Anadolu'da kalan Timur buralarda terör estirdi ve eski beylere beyliklerini tamamen iade etti. 3 Mart 1403'de, bazı tarihçilerin ileri sürdüğü gibi intihar ederek değil, sıkıntıdan doğan bir kaç çeşit hastalığa dayanamayan Yıldırım vefat etti ve Osmanlı Devleti için Fetret Devri denen ara dönem başladı.

Yıldırım Bâyezıd devrinin ileri gelen devlet adamları arasında, iyi bir devlet adamı olmakla beraber takva cihetinden zayıf olduğu ittifakla açıklanan Çandarlı Ali Paşa, Timurtaş Paşa, Süleyman Paşa, İshak Bey ve Mihal oğlu Muhammed Bey zikredilebilir. Onun devrindeki âlimlerden ise, Şemseddin Fenari, oğlu Muhammed Şah Fenari, Hâfızuddin Muhammed Kürdî, Şeyh Kutbuddin İznikî ve Şihâbüddin Sivasî unutulmamalıdır. Devrinin Horasan erenlerinin başında, Emir Sultân denen Bâyezid'in damadı Şemseddin Muhammed Hüseynî, Hacı Bayram ve Şeyh Abdurrahman-ı Erzincan! gelmektedir. Mevlid yazarı Süleyman Çelebi de onun zamanındaki en büyük şairlerdendir.

ZEVCELERİ: 1- Germiyanoğlu Devlet Şah Hâtûn; İsa, Mustafa ve Musa'nın annesi. 2- Devlet Hâtûn; Yine Germiyanoğlu olduğu söylenen ve Sultân Mehmed Çelebi'nin annesi ve ilk Valide Sultân. 3- Hafsa Hâtûn; Aydınoğlu İsa Bey'in kızı. 4- Sultân Hâtûn; Dulkadiroğlu Süleyman Şah kızı. 5- Marya (Olivera Despina) Hâtûn; Sirbistan Kralı Lazar'ın kızı. ÇOCUKLARI: 1- Ettuğrul Çelebi. 2- İsa Çelebi. 3- Mustafa Çelebi (Tartışmalıdır). 4- Büyük Musa Çelebi. 5- İbrahim Çelebi. 6- Kasım Çelebi. 7- Yusuf Çelebi. 8- Hasan Çelebi. 9- Erhondu Hâtûn. 10- Fatma Hâtûn. 11- Paşa Melek Hâtûn. 12- Oruz

.BİÜNMEVENO™ Hâtûn.

22. Osmaniı ı Saray'dı] Bunlai \

Burada şuj

AJOsı

[ I. Murad, II. I i bulunduğu \ [plânda tslâff (tatbikatta I î İnkâr etmek! [ vardır, I [içindir ki, I f etmiştir, ı ellerinden i | ne muhalefeti I gayreti gft



B)

Jtl'nde içkin I İstenmekteki i başında s iler, içki ve I |- mânâsı, I | ma ve I (halde, bu 1 ' fikirlilik ı | deliller vars

"Siki" i i üslerinde i mevlidde s [lir. SâKİ*

nümüzde I kullandı

131 155 1
İANLI

BİLİNMEYEN OSMANLI

57

Hâtûn. 13- Hundî Hâtûn. 14- Şehzade Mehmed21



22. Osmanlı Padişahlarından içkiye mübtelâ olanlar bulunduğu ve hatta Saray'da gayr-i meşru eğlence sofraları düzenledikleri söylenmektedir. Bunlar hakkında ne dersiniz?

Burada şu gerçeklerin bilinmesinde fayda mülahaza ediyoruz:

A) Osmanlı Devletini teşkil eden fertler ıma'sûm ve günahsız değillerdir. İçlerinde I. Murad, II. Murad, Fâtih, Yavuz ve II. Abdülhamid gibi "veliyyullah" denilen fertler bulunduğu gibi, içki ve benzeri günahları irtikâb eden şahıslar da bulunabilir. Nazarî plânda İslâm'ın bütün düsturlarının kabul edilerek tatbik edildiği bir vâkı'adır. Ancak tatbikatta bu esaslara muhalefet edenlerin bulunduğu da bir vâkı'adır. Her ikisini de inkâr etmek mümkün değildir. Her şeyde olduğu gibi, Osmanlı Devleti'nin iyilikleri de vardır, hataları da vardır. Ancak 600 sene boyunca hasenatının seyyiâtına ağır bastığı içindir ki, kader-i İlâhi bu uzun süre içinde İslâm'ın bayraktarlığı unvanını onlara ihsan etmiştir. Seyyiâtı hasenatına ağır basınca da, bu şerefli unvan yine kaderin hükmüyle ellerinden alınmıştır. En kötü zamanlarında bile, değil içki gibi İslâm'ın açık bir hükmüne muhalefet, içtihadî meselelerde dahi şer'î hükümlere ri'âyet etmek için elden gelen gayreti gösterdiklerini, sayıları milyonları bulan arşiv belgeleri isbat etmektedir.

B) Maalesef, Osmanlı tarihi ve edebiyatında geçen bazı tabirler, Osmanlı Devle-ti'nde içkinin tamamen serbest olduğu mâ'nâsına gelecek şekilde te'vil ve izah edilmek istenmektedir. Bu tâbirlerden bazılarına dikkat çekmek istiyoruz. "îş ü işret", bunların başında gelmekte ve tarihlerdeki "padişah, îş ü işreti severdi " tarzında geçen ifadeler, içki ve sefâhet hayatı yaşardı şeklinde yorumlanmaktadır. Halbuki bu ifadenin asıl mânâsı, îş=yaşama, işret=keyifli hayat ve eğlence demektir. Yaşamanın tadını çıkarma ve keyifli hayat, meşru dairede olduğu gibi, gayr-i meşru dairede de olabilir. O halde, bu tâbirleri, başka karîne olmadan gayr-i meşru hayat diye izah etmek, peşin fikirlilik olur. Ancak Yıldırım Bâyezid gibi bazı devlet adamlarının içki içtiğine dair açık deliller varsa, bunu başka türlü yorumlamak da doğru olmaz.

"Sâkî" kelimesi de manası çarpıtılan kelimelerdendir. Kelime manası, keyif meclislerinde kadehle içilecek şeyleri takdim eden şahıs manasını ifade eder. Ancak mevlidde şerbet dağıtana sâkî dendiği gibi, meyhanede şarap dağıtana da aynı ad verilir. Sâkî kelimesini, her yerde, içki kadehini dağıtan diye açıklamak, elbette ki kasıtlı bir peşin fikirliliktir. Osmanlı Sarayında sâkîler elbette vardır. Ancak bunların, içki kadehlerini dağıtan ve dolduran kişiler olduklarını, serbestçe içki dağıttıklarını ve bunun açık bir şekilde yapıldığını söylemek insafsızlık olur.

"Şarap" kelimesi de öyledir. Aslında her çeşit içecek demek olan bu kelime, günümüzde haram olan ve Arapça'da "hamr" kelimesiyle ifade edilen içki karşılığında kullanılmaktadır. Halbuki Osmanlı döneminde, şerbet ve su da dahil olmak üzere bütün

20 Neşrî, Kitâb-ı Cihân-nümâ, c. I, sh. 311-355; Âli, Künh'ül-Ahbâr, c. V, sh. 78-116; Ahmed Uğur neşri, sh. 131- 195; Tarih-i Solakzâde, İstanbul 1297, sh. 51-91; Âşıkpaşa-zâde, Tarih, sh. 65 vd; Lütfi Paşa, Tevârih-i Âl-i Osman, sh. 44 vd.; Kantemir, c. I, sh. 95-105; Aksun, Osmanlı Tarihi, c. I, sh. 71-90; Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, c. I, 260-323; Uluçay, Padişahların Kadınları ve Kızları, sh. 7-10; Öztuna, Türkiye Tarihi, c. II, sh. 306-352; Devletler ve Hanedanlar, c. II, sh. 110-112; Ahmed Refik, Kadınlar Saltanatı I-IV, İstanbul 1332/1923, c. I, sh. 22-25.

58

içilecek şeylere yani bugünkü karşılığıyla meşrubata "şarap" dendiği bir vâkı'adır. İslâm hukukunun yasakladığı sarhoşluk verici içkileri içenlere, hadd-i şirb denilen şer1? cezayı uygulayan devlet adamlarının kendilerinin, açıkça bu fiili işlemeleri mümkün değildir; ancak kanunlarla tatbikat arasında fark bulunabilir. Böyle bir fiili işleseler bile, bunun açıktan işlenen bir günah olmadığı kesindir. Nitekim Dimitri Kantemir'in II. Se-lim'le ilgili beyânları da bunu teyid etmektedir.



Bu arada, mezkûr kelimelerin tasavvufdaki manaları ile bir kısım metinlerde kullanıldığını da unutmamak icab etmektedir.

C) Türkler Müslüman olduktan hemen sonra, İslâm'a muhalif olan bütün âdetlerini de kâideten ve nazarî olarak tamamen terk etmişlerdir. İslâm'ın te'siri altında ve ilk Müslüman Türk Devleti olan Karahanlılar devrinde (X. asır) kaleme alınan Kutadgu Bilig'deki şu cümleler, bunun en bariz misâlidir: "Bey içki içmemeli ve fesatlık yapmamalıdır; bu iki hareket yüzünden, sonunda ikbâl elden gider. Dünya beyleri şarabın tadına ulaşırlarsa, memleketin ve halkın bundan çekeceği zahmet çok acı olur. Bey içki içer ve oyunla vakit geçirirse, memleket işini düşünmeğe ne zaman fırsat kalır?". Daha sonraki Müslüman Türk Devletlerinin içki hakkındaki tutumlarını ise, kendilerine resmî kod olarak kabul ettikleri fıkıh kitaplarında ifadesini bulan şer'î hükümler ortaya koymaktadır.

Osmanlı hukukçuları, içki hakkındaki hükümlerde İslâm hukukçularının kabul ettikleri esasları aynen benimsemişlerdir. Bütün İslâm hukukçuları ise, başta şarap (hamr) olmak üzere, sarhoşluk verici içkilerin azının ve çoğunun haram, yani kesin olarak dinen yasak olduğunu kabul etmişlerdir. Ancak İslâm'ın tesbit ettiği ve had denilen cezayı gerektirecek içki içme suçunun tarifinde farklı görüşler ortaya çıkmıştır. İmam-ı A'zam Ebu Hanife'ye göre, az veya çok şarap (hamr) içmek yahut sarhoş edecek kadar diğer içkileri kullanmak, had cezasını gerektiren bir suçtur. Diğer İslâm hukukçuları ise, her çeşit içkiyi, az veya çok içmenin had cezasını gerektiren bir suç olacağını açıklamışlardır. Ebu Hanife şarap demek olan hamr ile diğer içkileri ayırt ederken, diğer İslâm Hukukçuları hepsini aynı hükme tâbi kılmaktadırlar.

Osmanlı Devlet'inde tercih edilen birinci görüşe göre had cezasını gerektiren içki içme suçunun (ki buna şirb denmektedir) iki unsuru vardır: Birincisi, az da olsa şarap içmek veya diğer içkileri içerek sarhoş olmaktır. Yani bütün içkilerin haram olduğunda ittifak etmekle beraber, had cezasını gerektirecek suçun teşekkülünde küçük bir görüş ayrılığı vardır. İkincisi, cezaî kasıd ve irâdedir. Zorla içirilen içkiler, had cezasını gerektirmez. Bu unsurlardan biri eksik olduğunda, had cezası tatbik edilmez; ancak devletin tesbit ettiği ta'zir cezaları uygulanır. Had cezası ise, eksik ve fazla olmadan içki içene sopa ile seksen kırbaç vurmaktır.

Osmanlı Devleti'nin son on yılına kadar, bütün Müslüman Türk Devletlerinde, İslâm'ın içki için tesbit ettiği ceza aynen tatbik edilmiştir. Bunu şer'îye sicillerinde görmek mümkün olduğu gibi Osmanlı Kanunnâmelerinde de görmek mümkündür. Osmanlı Devleti'nde konuyla ilgili şer'î hükümler, Avrupalı bir hukukçunun diliyle "1810 tarihine gelinceye kadar, mer'î olmuştur. Gerçi bu hükümler, tatbikatta tam icra olunmadığı da söylenebilirse de, nazariyatta kuvvetine riâyet olunmuştur". Araştırmalar, Osmanlı Devleti'nin son on yılına kadar bu tatbikatın devam ettiğini göstermektedir. Ancak Osmanlı Devleti'nin son yıllarında kabul edilen Men'-i Müskirat Kanunu, içki içenlere verilen cezaları, alternatifli olarak düzenlemiş ve bunlardan birini de hadd-i şer'î olarak zikretmiştir. Bu kanun, devletin

OSMANLI BİLİNMFVfM

t

içinde ve dışında ço-Osmanlı padiş • lâm'ın getirdiği içki birleri almışlardır. B II. Bayezid'e seleyi bütün y.



"1. Dergâhıma jrj ¦ benzeri yerlerde, ani» . irtikâb edildiği ' fiillerinden, bütün:......

3. Emrim size ulaji' zat bu İşin üzerinde dur; yasak edesiniz,

4. Bundan sonra h'.. gibi ri'âyet edeler,

5. Sen ki, s;:1 kından gelip, şer

Osmanlı Padişa men, açıkça şer'i hı. maktadır ki, Osman? gibi ithamlar, t.

Şunu da <• ve IV. Murad'n açıklanmaktad termek değildir

23. Yıldırım Bi< şahitliğinin dur?

Bursa'da Ulu aykırı işlere mani Bâyezid'in, bir içki Sultân'ın, içki içtljjf değildir. Belki Moll»; terk etmesinden nın yanına ceı

Acaba içki manii Padi"1"'" gülerdir, i mükâfatın da mu.

BİLİNMEYEN OSMANLI

59

içinde ve dışında çok büyük tartışmalara yol açmıştır.



Osmanlı padişahları, çok az istisnalar dışında, hem fiilen ve hem de kavlen İslâm'ın getirdiği içki yasağına uymuşlar ve bu yasağa uyulması için gerekli hukukî tedbirleri almışlardır. Bütün Osmanlı Padişahları bu konuda hassastırlar; ancak bunlardan II. Bayezid'e ait olan bir fermanın, sadeleştirilmiş metnini, sizlere takdim ederek, meseleyi bütün yönleriyle vuzuha kavuşturmak istiyoruz:

"1. Dergâhıma arz olundu ki, sancağınıza bağlı şehir, kasaba ve köylerde, düğünlerde, toplantılarda ve benzeri yerlerde, açıkça şarap içildiği, çeşitli sarhoş edici içkiler kullanıldığı, her türlü rezalet ve sefâhetin irtikâb edildiği görülmüştür. Ayrıca İslâm'ın şe'âirine ri'âyet edilmeyerek fâsıkların bu gibi gayr-i meşru fiillerinden, bütün Müslümanların ve özellikle de âlimler ve sâlihlerin rahatsız olduğu bildirilmiştir.

3. Emrim size ulaşınca, bu konuda tam ihtimam gösteresiniz. Sen ki, sancak beğisin, kadılarsınız. Bizzat bu işin üzerinde durub kazanızdaki halka, şehirlerde, köylerde ve kasabalarda tekrar te'yîd ve tehdit ile yasak edesiniz.

4. Bundan sonra hiç bir yerde, fâsıklar toplanıp açıkça günâh işlemeyeler ve İslâm'ın şe'âirine gereği gibi ri'âyet edeler.

5. Sen ki, sancak beğisin, bu hususu görüp gözetip emrime aykırı hareket edenleri kâdî kararıyla hakkından gelip, şer'î hükümleri ve emirlerimi icra edesin. Şöyle bilesiniz ve alâmet-i şerife itimat edesiniz".

Osmanlı Padişahlarının bu yasaklarına ve şerî'ate karşı bu hassasiyetlerine rağmen, açıkça şer'î hükümleri çiğnemeleri nasıl düşünülebilir? Bu misâlden de anlaşılmaktadır ki, Osmanlı Padişahları hakkında söylenen "sarhoş" ve "aile hayatı berbat" gibi ithamlar, tamamen iftiradır ve belli bir vesikaya dayanmamaktadır.

Şunu da önemle belirtelim ki, bütün bu izahların yanında I. Bâyezid Han, II. Selim ve IV. Murad'ın gençliklerinde bazen içki kullandıkları, bir kısım Osmanlı kaynaklarında açıklanmaktadır. Zaten bizim meselemiz de bütün Osmanlı Padişahlarını ma'sum göstermek değildir21.

23. Yıldırım Bâyezid'in içki içtiği ve bu yüzden Molla Fenari tarafından şahitliğinin reddedildiği söylenmektedir. Bütün bu iddialar doğru mudur?

Bursa'da Ulu Cami'yi yapan, Emir Sultân Buhari'nin kayınpederi olan ve İslâm'a aykırı işlere mani olmadıklarından dolayı bazı kadıları cezalandırmaya kalkışan Yıldırım Bâyezid'in, bir içki mübtelâsı olduğu asla iddia edilemez. Ayrıca Molla Fenari veya Emir Sultân'ın, içki içtiği için Yıldırım Bâyezid'in şahitliğini kabul etmediği iddiası da doğru değildir. Belki Molla Fenari, bir konuda şahitliği arzu edilen Yıldırım'ın cemaatle namazı terk etmesinden dolayı şahitliğini kabul etmediği doğrudur. O da bunun üzerine sarayının yanına cemaatle namazı terk etmemek için yeni bir cami inşa ettirmiştir.

Acaba içki iddiası nereden çıkmıştır? Bir önceki soruda da ifade ettiğimiz gibi, Osmanlı Padişahları, Peygamberlerin masum olduğu gibi, tamamen masum insanlar değillerdir. Onların da günahları bulunabilir. Her musibet, bir cinayetin neticesi ve bir mükâfatın da mukaddimesidir. Dolayısıyla Ankara mağlubiyeti elbette ki bir musibettir.

21 Fermanın Orijinali, Bursa Şer'iyye Sicilleri, nr. A 33/21, vrk. 338/B; Cin, Halil- Akgündüz, Ahmed, Türk Hukuk Tarihi I-II, İstanbul 1997, c. I, sh. 267-268; BA, YEE, nr. 14-1540, sh. 53-54; Yusuf Has Hâcib, Kutadgu Bilig, Neşreden: Reşit Rahmeti Arat, Ankara 1959, sh. 157-158; Kur'ân, Mâide, 90; Molla Hüsrev, Dürer ve Gurer, c. II, 69-70; Akgündüz, Ahmed, İslâm Hukukunda Kölelik-Câriyelik Müessesesi ve Osmanlı'da Harem, 1. Baskı, İstanbul 1995, sh. 34-38. . . . . -•--.-...

L

60



BİLİNMEYEN OSMANLI

Bunda kader-i ilahiye fetva verdirten hatalar mutlaka vardır. Ancak esir alınan Emir Sultân ve Molla Fenari, Timur'un Semerkand'a gidelim teklifine, manevi alemde, Osmanlı Devleti'nin 30-40 sene sonra yeniden şahlanacağını müşahede ettiklerinden, teklifi kabul etmediklerini Osmanlı kaynakları önemle kaydetmektedirler.

Asıl meseleye gelince, Osmanlı tarihleri ittifaka yakın bir şekilde, Osmanlı sultanlarının Osman Bey'den ta Sultân Murad zamanına kadar, kendileri içki içmedikleri gibi, kendi zamanlarında içki içilmesine de şiddetle karşı çıktıklarını ve bu dinî yasağı takip ettiklerini yazmaktadırlar. Hatta zamanın âlimleri, bu konularda gevşeklik gördükleri zaman, Sultân'ın kapısına gelerek, 'Eğer ma'rûfu emr ve münkerden nehy etmezsen, memleketinde durmayız' derlerdi. Ancak Yıldırım Bâyezid devrinde bu işin biraz gevşediğini kaynaklar yazmışlardır. Bu, Yıldırım'ın içki içtiğini göstermez. Hatta bazı kaynaklar, Yıldırım Bâyezid'in Sırbistan Kralı Lazar'ın kızı Marya (Despina) Hanım ile evlendikten sonra, bu kadının Müslüman olmaması veya başka sebeplerle, az bir süre için de olsa, içki kullandığını, veziri Çandarlı Ali Paşa'nın bu konudaki ikaz görevini yapamadığını ifade etmektedirler.

Kısaca, Sırp Kralı, kızı Marya'yı Bâyezid'e göndererek Osmanlı Padişahını evvela manen yıkmayı ve sonra da cephede mağlup etmeyi planlamıştır. Maalesef geçici bir süre de olsa, bu planında muvaffak olduğunu kaydeden tarihçiler de bulunmaktadır. 1391'de bu kadınla evlenmiştir; ne zaman içki içmeye başladığı belli değildir; ancak hemen tevbe ederek Bursa Ulucami'yi inşaya başladığı ise, yine Osmanlı kaynakları tarafından açıklanmaktadır. Şayet geçici bir süre içki içmiş olsa bile, bu günahı açıktan yaptığını ve içkili sofralar düzenlendiğini söylemek mümkün değildir. Bu yüzden şer'an içtiğinin isbâtı da hemen hemen mümkün değildir. Bütün bunlar, bir değerli tarihçinin de ifade ettiği gibi, Çubuk Ovasındaki Ankara mağlubiyeti sebebiyle ileri sürülen tenkidler kabilinden de olabilir. Mağlubiyetin bir hatadan doğduğu noktasından hareket edilerek, bu sebep de dinî, siyasî veya malî konulardaki gevşekliğidir şeklinde de izah edilmiş olunabilir22.

kânüvlslen,

meydana ;.

etmektedir

Yıldırım gibi dit

sinin tamw isimlerinden &A] dikten sonra, göre bu konu

"Her ne i söyleseler ( vefat«

mak niyetini Semerkand'a ( ümitsizliğe etmektedir! Âşıkpaşa-i

etdi. Tlmuı r'ml kuft!

di" şekltı

nakleden İft

SUSİİCİİ64

zarı belli O ve i na tuW

24. Yıldırım Bâyezid'in intihar ettiği söylenmektedir. Halbuki intihar dinimizde haram değil midir?

mueılı


Yıldırım Bâyezid'in vefatı ile ilgili üç rivayet bulunmaktadır:

Birincisi; Hammer ve Gibbons gibi Garb Tarihçilerinin tamamına yakını, Şükrullah, Enverî, Karamanî Mehmed Paşa, Acem Hamidî, Konyalı Mehmed bin Hacı Halil ve İdris-i Bitlisî gibi ilk dönem Osmanlı tarihçilerinin kahir ekseriyeti; 10 sene kadar Bursa ve Edirne'de oturup Çelebi Sultân Mehmed'in çocuklarına hocalık eden, Padişah ve diğer Osmanlı devlet erkânı ile yakın temas halinde bulunan ve memleketine döndükten sonra Timur Tarihini yazan İbn-i Arabşah başta olmak üzere Timur devrinin bütün Va-

n Neşri, Kitâb-ı Cihân-nümâ, c. I, sh. 332-333; Lütfi Paşa, Tevârih-i Âl-i Osman, sh. 45; Âli, Künh'ül-Ahbâr, c. V, sh. 99-100, 103-105, 109; Solakzâde, sh. 51-91; İsmail Belîğ-i Bursevî, Tarih-i Bursa (Güldeste-i Beliğ), İstanbul 1286, sh. 25; Hüseyin Hüsameddin, "Molla Fenan", TTEM, nr. 18(95), sh. 368-384; nr. 19(96), sh. 148-158; VVİttek, Paul, "Ankara Bozgunundan İstanbul'un Zaptına (1402-1455)", Çev. İnalcık, Halil, Belleten, c. VII, sayı 27 (1943), sh. 565; Aksun, Osmanlı Tarihi, c. I, sh. 89-90; Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, c. I, 260-323; Uluçay, Padişahların Kadınları ve Kızları, sh. 7-10; Öztuna, Türkiye Tarihi, c. II, sh. 306-352; Devletler ve Hanedanlar, c. II, sh. 110-112; Ahmed Refik, Kadınlar Saltanatı, c. I, sh. 22-25. ,„

başta <


BİLİNMEYEN OSMANLI

61

kânüvisleri, Yıldırım Bâyezid'in şiddetli sıtma, nefes darlığı ve keder dolu hayattan meydana gelen çeşitli hastalıkların bir araya gelmesinden vefat ettiğini açıkça ifade etmektedirler. Kanaatimize göre doğru olan da budur. Kaldı ki, tarihçilerin çoğu, Yıldırım gibi dindar bir Padişaha, haram olan böyle bir günahın isnad edilmesinin tamamen iftira olduğunu açıkça beyan eylemişlerdir. Osmanlı tarihinin dev isimlerinden Âli ve Hoca Sa'deddin Efendi gibi tarihçiler, mevcut rivayetleri değerlendirdikten sonra, aksi iddiaların iftira ve yalan olduğunu açıklamaktadırlar. Kanaatimize göre bu konuda son sözü Âli söylemektedir:



"Her ne kadar bazı tarihçiler Timur'un hekimlerinin zehir içirdiğini veya kendi kendisine zehir içtiğini söyleseler de, tamamen hata üzerinedirler. Doğru olan Yıldırım'ın yukarıda zikredilen hastalıklar sebebiyle vefat ettiğidir. Zira Yıldırım'a Timur her türlü iltifatı yaptığı gibi, ayrılırken de muhabbetle ayrılmışlardır".

İkincisi; Osmanlı tarihi ile ilgili bazı kaynaklar, Timur'un Bâyezid'i serbest bırakmak niyetinde iken, onunla yaptığı bir mülakat neticesinde, bundan vaz geçip, onu Semerkand'a götürdükten sonra oradan geri göndereceğini söylediğini, bu söz üzerine ümitsizliğe düşen Osmanlı Padişahının yüzük kaşındaki zehirle intihar ettiğini iddia etmektedirler. Bu iddiayı naklettiği söylenen ilk dönem tarihçilerinden, Lütfi Paşa, Âşıkpaşa-zâde, Anonim Tevârih-i Âl-i Osman gibi müellifler ittifakla "Bâyezid Hân işitti kim, Semerkand'a gideceğin, neman maslahatın gördü" veya "bu cevâbı işitti, gayet melûl oldu ve hem gayret etdi. Timur'un iline varmasına hemandem kendü kaydın görüb Allah Te'âlâ rahmetine vâsıl oldu" ifadelerini kullanmışlardır ki, bu ifadeleri intihar etti diye açıklamak da doğru değildir. Kuvvetli kaynakların izahları karşısında bu ifadeler, "âhiret hazırlığını gördü, ölümünü istedi" şeklinde de yorumlanabilir. Yüzüğünün kaşında bulunan zehirle intihar ettiğini nakleden ilk döneme ait tek kaynak, sadece Hadîdî Vekâyinâmesi'dir. Bir de kendi hususi kütüphanesinde bulunduğunu iddia ettiği Fuad Köprülü'ye ait bir anonim yani yazarı belli olmayan bir Tevârih-i Âl-i Osman nüshasıdır. Neşrî, Bâyezid Hân'ın "tez canlu ve gayretlü kişi" olmasından dolayı Timur'un mu'âmeleleri karşısında sıtma hastalığına tutulduğunu ve günden güne zayıfladığını belirttikten iki sayfa sonra, "bazılar eder ki..." kaydını düşerek, "düşman elinde zebûn olub memleketi eller elinde görmeden ölem yeğdür" deyüb kendü nefsini helak eyledi demektedir. Aynî gibi bazı müellifler de, zehirletildiğini söylemektedirler. Bunlardan açıkça kendini zehirleyerek intihar ettiğini anlamak mümkün olmadığı gibi, bu tür iddiaların bir rivayetten öteye gitmediği de malumdur. Bütün bu rivayetler, Âli ve Hoca Sa'deddin gibi kaynaklar tarafından şiddetle tenkit edilmiştir.

Üçüncüsü; Timur'un zehirlettiği şeklindeki bir iddiadır ki, bunun tarihçiler tarafından kale bile alınmadığını ifade etmekle yetiniyoruz. Bunun tam aksine Müneccimbaşı başta olmak üzere çoğu müellifler, hastalığının tedavisi için Timur'un saray tabiplerinden Celaleddin Arabî ve İzzeddin Mes'ûd eş-Şirazî'yi tayin ettiğini belirtmektedirler.

Netice olarak, Yıldırım'ın intiharı iddiası, muteber yerli veya yabancı kaynaklarda yer almamaktadır. Sadece Fuad Köprülü'nün bazı zayıf rivayetleri zorlama yorumlara tabi tutarak Cumhuriyet'in ilk yıllarında bu iddiayı gündeme getirmesinden sonra mesele tekrar alevlenmiştir. Mükrimin Halil Yinanç ve Uzunçarşılı gibi tarihçiler, bu iddianın tamamen yanlış olduğunu delilleriyle ortaya koymuşlardır23.

23 Neşrî, Kitâb-ı Cihân-nümâ, c. I, sh. 358-363; Âli, Künh'ül-Ahbâr, c. V, sh. 101-103; Ahmed Uğur neşri, sh. 172-173; Hoca Sa'deddin Efendi, Tâc'üt-Tevârih I-II, İstanbul 1279-80, c. I, sh. 217; Solakzâde, sh. 87-89; Lütfi

62

BİLİNMEYEN OSMANLI BİLİNMEYEN OSMANÜ_



V- FETRET DEVRİ

25. Fetret Devri ne demektir?

Osmanlı Devleti'nin 1402'deki Ankara mağlubiyetinden sonra dağılması ile başlayan, Yıldırım'ın çocukları arasındaki saltanat mücadelesi ile devam eden ve 1413 yılında I. Mehmed Çelebi'nin tartışmasız tek sultan olarak kabul edilmesiyle sona eren verimsiz ve uğursuz ara döneme denmektedir. 11 yıl sürmüştür.

Yıldırım Bayezid'in vefatından sonra hayatta olan çocukları yaş sırasıyla şunlardır: Süleyman Şah (1375-1410), İsa Çelebi (1378-1405), Mustafa Çelebi (Düzmece Mustafa diye bilinir, 1380-1422), I. Mehmed Çelebi (1382-1421), Musa Çelebi (1388-1413) ve Şehzade Kasım (1397-1417). Saltanat mücadeleleri nasıl yürüdü? Yani Emir Süleyman ve Mûsâ Çelebi'nin sultanlığı var mıdır?24

26. Süleyman Çelebi kimdir (Emir Süleyman = I. Süleyman)?

1402 mağlubiyetinden sonra Vezir Çandarlı Ali Paşa ile kaçarak canını kurtaran Şehzade Süleyman, arkasından hemen Bursa'ya geldi, çok önemli gördüğü eşyalarını aldıktan sonra hemen Edirne'ye canını attı ve orada padişahlığını ilan etti. Hatta fırsatı ganimet bilerek Osmanlıya harp ilan eden Macarları dahi yendi. Ancak Osmanlının en büyük toprakları Amasya'da bulunan Mehmed Çelebi'nin elindeydi. Diğer tarafdan İsa Çelebi bir ara Bursa'yı kuşatmış, ele geçirmiş, ancak Mehmed Çelebi tarafından tasfiye olunmuştu. Sultân Süleyman'ın Edirne'yi taht şehri ilan etmesi, Bursa'nın bu özelliğini ortadan kaldırdı ve 51 yıl devam edecek olan Edirne devri başladı. Musa Çelebi mütereddit idi ve hatta ağabeyinin padişahlığını tanıyordu. Sultân Süleyman, Anadolu'ya geçti ve Bizans İmparatoru ile kurduğu dostlukların da yardımıyla, Bursa, İzmir ve Ankara'yı aldı. Bu arada Anadolu beylikleri Süleyman'a karşı Mehmed Çelebi'yi desteklemeye başlayınca Musa Çelebi de ona itaat etti ve Süleyman'ı takip için Rumeli'ye geçti. Bazı komutanlar ve fitne için hazır bekleyen Romanya Prensi'nin de desteğiyle, Musa Çelebi, Mehmed Çelebi adına Rumeli'ye geçmesine rağmen, kendi sultanlığını ilana hazırlanıyordu ve Sultân Süleyman'ı Edirne'de kıstırarak hayatına son verdi (1410). Sultân Süleyman'ın 8 yıl kadar süren saltanatı 35 yaşındayken sona erdi. Maalesef, takva cihetiyle pek kuvvetli olmayan Vezir Ali Paşa'nın da etkisiyle, kendisinin diğer Osmanlı Sultânlarına kıyasla, manevî yönünün o kadar mükemmel olmadığı bazı


Yüklə 3,77 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   6   7   8   9   10   11   12   13   ...   83




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin