Ahmet Akgündüz Bilinmeyen Osmanlı



Yüklə 3,77 Mb.
səhifə9/83
tarix12.01.2019
ölçüsü3,77 Mb.
#95873
1   ...   5   6   7   8   9   10   11   12   ...   83

Osmanlı Devleti'nin önce genişlemesine ve sonra da gerilemesine vesile olan Yeniçeri Ocağı, 464 yıllık uzun bir ömürden sonra,1241/1826 yılında ilga edilmiştir. Ocağın ilga edilişine vak'a-i hayriye adı verilmiştir.

Özetlemek gerekirse, Osmanlı ordusunun ilk kısmını teşkil eden ulûfeli yani millî ve profesyonel askerler üç kısımdı; Birincisi, Kapıkulu askerleriydi, ikincisi, saray halkı ve iç halkı da denen saray askerleriydi. Üçüncüsü de, kaptan-ı deryanın emrindeki tersane halkıydı.

B) Eyâlet Askerleri: Bunların başında tımarlı veya topraklı süvariler de denilen sipahiler gelmektedir. Hafif piyade demek olan Azepler, Akıncılar, Yayalar, Yörükler ve Müsellemler de bu gruba dahildir16.

16 Molla Hüsrev, Dürer ve Gurer, 1/285-286; Tevkiî Kanunnâmesi, MTM, 1/524-527; Uzunçarşılı, İsmail Hakkı, Osmanlı Devleti Teşkilatında Kapukulu Ocakları, I-II, Ankara, 1984, sh. 1 vd.; 1/177 vd.; 1/379 vd.; 1/548 vd.; Hezarfen, Hüseyin Efendi. Telhls'ül Beyan Fî Kavanin-i Al-i Osman, Paris Bibllotique National nüshası, vrk. 79/A vd.; Lütfi Paşa, Tevârih-i Âl-i Osman, sh. 34; Kantemir, c. I, sh. 88; Ayverdi, Türk Târihinde Osmanlı Asırları, sh. 134-136.

50

BİLİNMEYEN OSMANLI



18. Hacı Bektaş-ı Veli kimdir ve Bektaşilik nedir?

Bu konu Osmanlı tarihinde ve İslâm düşünce tarihinde hâlâ tartışılan ve ideolojik sebeplerle istismar edilen bir konudur. Osmanlı tarihini ve bazı müesseseleri de yakından ilgilendirdiği için, kısaca mevcut görüşleri özetlemekte yarar vardır.

Evvela; Hacı Bektaş-ı Veli ile ilgili, şahsiyetine ve şöhretine uygun sağlam kaynaklara sahip değiliz. Elimizde kendisine ait olduğu söylenen ve ancak kendi döneminde yazılı nüshaları bulunmayan Makamât, Nasâyih ve Fatiha Tefsiri gibi eserleri bulunmaktadır (Bu eserlerin Hacı Bektaş'tan 200 yıl sonra yazılmış nüshaları vardır). Ayrıca Hacı Bektaş-ı Veli'ye ait menkıbeleri anlatan Hacı Bektaş Vilâyetnâmesinin mensur, manzum ve karışık nüshaları elimizde mevcuttur. Bu arada Âşıkpaşa-zâde'nin Tevârih-i Âl-i Osman'ında ve daha sonraki kaynaklardan ise, Âli'nin Künh'ül-Ahbâr'ında, Sicill-i Osmânî'de ve de Osmanlı'nın son zamanlarında Bektaşi Babalarından biri tarafından kaleme alınan Bektaşilik ve Bektaşiler adlı eserde ve benzeri kaynaklarda bazı ipuçları bulmak mümkündür.

İkinci olarak, Hacı Bektaş isimli zat, Osmanlı kaynaklarının kabul ve naklettiklerine göre, Hacı Bektaş-ı Veli diye meşhur olan büyük velilerden biridir. Aslen Şi'îlerin 12 İmam kabul ettikleri şahsiyetlerden bulunan İmam Musa Kâzım yoluyla Peygamber'in nesline dayanmaktadır. Horasan'daki Nisabur şehrinde dünyaya gelmiştir. Babasının adı Seyyid Muhammed bin Seyyid İbrahim es-Sânî veya Seyyid Musa olarak geçmektedir. Annesi de Nisabur âlimlerinden Şeyh Ahmed'in kızı Hâtem veya Hatme Hâtun'dur. Bu bilgiler kesin değildir. Çoğu kaynaklar doğum tarihini zikretmez-ken, Bektaşi Babalarından Şeyh Baba M. Süreyya, 645/1247 tarihini zikretmektedir.

Horasan'da Hoca Ahmed Yesevî'nin halifesi olduğu söylenen Şeyh Lokman'dan zahirî ve batınî ilimleri tahsil eden ve halifelik makamına kadar gelen Hacı Bektaş-ı Veli, hicrî VIII. Asrın başlarında (veya bir kayda göre 680/1281'de yani Osmanlı Devleti'nin ilk nüvelerinin atıldığı günlerde) Anadolu'ya gelmiş ve Kayseri'ye yerleşmiştir. Rum erenlerinin namdan olan ve Sivrihisar'da oturan Karaca Ahmed Sultân ile karşılaşmış ve onun iltifatına mazhar olmuştur. Anadolu'ya gelmeden hacca gittiği ve hacı unvanını aldığı söylenmektedir. Daha sonra Kırşehri Kazasının Hacım veya Suluca Karahöyük (Hacıbektaş) yöresine gelerek kendi adına bir dergah bina etmiş ve müridlerini irşada başlamıştır.

Buradaki irşad faaliyetlerine devam eden Hacı Bektaş-ı Veli, Sicill-i Osmânî'nin de katıldığı bir görüşe göre, 738/1337 tarihinde ve bazı araştırmacıların tesbitine göre ise 669/1271 tarihinde vefat eylemiştir. Hacı Bektaş-ı Veli'nin evlenip evlenmediği de tartışmalıdır. Ancak bazı kaynaklar, Kutlu Ana ve Kadıncık Ana diye meşhur olan Fatma Nuriye Hanımla evlendiğini ve çocuklarının dahi olduğunu kaydetmektedirler.

Bu bilgilerden anlaşılmaktadır ki, Hacı Bektaş-ı Veli Hazretlerinin Ahmed Yesevî ile buluştuğu ve hatta Sultân Murâd ile yeniçeri meşvereti için bir araya geldiği şeklindeki rivayetler tamamen yanlıştır ve asılsız iddialardır. Hatta Âşıkpaşa-zâde, konuyu daha farklı bir şekilde anlatmakta ve Hacı Bektaş Veli ile Osmanlı Devleti arasında bağ kurmanın yanlışlığını vurgulamaktadır. Osmanlı Devleti'nin ilk dönem olaylarını bizzat yaşayan ve en önemlisi de Ebül-Vefâ'nın Halifesi Baba İlyas'ın torunu olan Âşıkpaşa-

BİÜNMEYENOSMANI!

zâde'nin söylec Üçüncü o Bektaş-ı Vell'n; 1) Özellik: 'erilen bir inan taş'ta her sene Hacı Bektaş, B» • ilk çeyreğinden muyla meşhur ¦ Veli'yi gerçek r meyenleri de vj 2) Bir oru: tarikatın : Yesevilik sonradan ¦ Babal isyanım ı

Anadolu'n

tur. XVI, !..,

ğiyle Hacıbektaş

Bektaşi D'

teşkilâtla'1

zamanla var old, 3)G

şekliyle bu,u.,.

tadır. Eserleri, o:

teşkilâtın ¦¦¦

Kur'ân ve

mislerdir.

gelmeyeci

mek en ıyv "Zamar

olmayan t>;<

İnanç itibar1,

19. Ye;

¦'M


VI. !s AMıilkıftİ 1986, sn. I! M SDRM'I

BİLİNMEYEN OSMANLI

SI

zâde'nin söyledikleri, şüphesiz Bektaşi Menkıbelerinden daha doğrudur.



Üçüncü olarak, kısaca doğruya en yakın bilgileri vermeye çalıştığımız Hacı Bektaş-ı Veli'nin meslek ve meşrebi hakkındaki farklı görüşleri de aktaralım. Şöyle ki:

1) Özellikle Alevî ve Şi'î gruplar, Hacı Bektaş-ı Veli'nin tamamen Bektaşilik adı verilen bir inanç ekolünün kurucusu olduğunu ifade etmektedirler. Şu anda Hacıbektaş'ta her sene kutlandığı ve maalesef amelsiz bir İslâmiyet anlayışını yansıtan şekliyle Hacı Bektaş, Bektaşilik adlı bir tarikatın piri kabul edilmekte ve bu anlayış XIV. Yüzyılın ilk çeyreğinden sonra Hacı Bektaş-ı Veli Tekkesinin şeyhi olan Abdal Musa'nın yorumuyla meşhur olmaya başlamış bulunmaktadır. Önemle ifade edelim ki, Hacı Bektaş Veli'yi gerçek manada tanıyan Bektaşilerin namaz ve oruç gibi dinin emirlerini reddet-meyenleri de vardır.

2) Bir grup araştırmacıya göre (Ahmed Yaşar Ocak gibi), Hacı Bektaş, herhangi bir tarikatın piri ve kurucusu değildir. Bektaşilik diye bir tarikat kurmamıştır. Sadece Yesevilik ile Kalenderiliğin karışımından oluşan Haydarîlik tarikatının bir mensubudur; sonradan Baba İlyas-ı Horasan? çevresine girerek Vefâilik tarikatına intisap etmiştir. Baba'î isyanını benimsememiş ve onun ölümünden sonra da yerine geçmiştir. Ancak Anadolu'da Suluca Karahöyük merkezli mitolojik bir Hacı Bektaş-ı Veli kültü oluşmuştur. XVI. Yüzyılın başına (907/1501) gelindiğinde, Balım Sultân II. Bâyezid'in de desteğiyle Hacıbektaş'taki meşihat postuna oturmuş ve II. Mahmûd tarafından 1826 yılında Bektaşi Dergahları lağvedilinceye kadar bu anane devam ettirilmiştir. Balım Sultân'ın teşkilâtlandırdığı Bektaşilik anlayışına aykırı ve tamamen amelden uzak bir anlayışın da zamanla var olduğunu burada belirtmemiz gerekmektedir.

3) Özetle, bu tarihî zat, Hacı Bektaş-ı Veli'nin kısa hayat hikayesinde anlattığımız şekliyle büyük bir velidir. Anlatılan çoğu menkıbeler, sağlam kaynaklara dayanmamaktadır. Eserleri, onun ehl-i sünnete aykırı olmadığını göstermektedir. Bu yönüyle yeniçeri teşkilâtının manevi ilham kaynağı olmuş olabilir. Ancak müntesipleri zamanla, onu Kur'ân ve Sünnetten uzak ve tamamen amelden mahrum bir tarikat şeyhi haline getirmişlerdir. Onun için de bu müridlerini nazara alan halk, Bektaşi ismine akla ve hayale gelmeyecek manaları yüklemeye başlamıştır. Bu konuda son sözü tarihçi Âli'ye söyletmek en iyisidir:

"Zamanımızda Bektaşi dervişleri, baştan başa namazdan ve oruçdan uzak, mezhepleri ne olduğu belli olmayan bir bölük ortada gezenlerdir. Hacı Bektaş-ı Veli'ye intisapları sadece sözleriyledir; fiil, amel ve inanç itibariyle onunla alakaları yoktur. O velinin evladı denilen azizler de onun gibi olamamışlardır"".

19. Yeniçeri teşkilâtına neden Tâife-i Bektaşiye ve ağalarına da neden Ağayân-ı Bektaşiyân denilmiştir? Osmanlı yeniçeri teşkilâtı Bektaşi midir?

Önce şunu belirtelim ki, bu konuda dillerde dolaşan, Sultân Orhan veya Sultân

17 Âli, Künh'ül-Ahbâr, c. V, sh. 52-62; Âşıkpaşa-zâde, Tarih, sh. 204-205; Şemseddin Sami, Kamus'ül-A'lâm I-VI, İstanbul 1308, c. II, sh. 1332; Mehmed Süreyya, Sicill-i Osmanî I-IV, İstanbul 1308-1315, c. II, sh. 22; Sezgin, Abdülkadir, Hacı Bektaş-ı Veli ve Bektaşilik, İstanbul 1990; Hacı Bektaş-ı Veli, Makâlât, (nşr. Esad Coşan) İstanbul 1986, sh. 17-61; Menakıb-ı Hacı Bektaş-ı Veli, Vilâyet-nâme (Haz. Abdülbaki Gölpınarlı), İstanbul 1958: Şeyh Baba M. Süreyya, Bektaşilik ve Bektaşiler, İstanbul 1332; Öztürk, Mürsel, "Hacı Bektaş-ı Veli", Belleten, c. L, sayı 198(1986), sh. 885-894. .

52

BİLİNMEYEN OSMANLI



BİLİNMEYEN OSMAN;

Murad'ın Hacı Bektaş-ı Veli ile bir araya geldiği, Hıristiyan asıllı gençlerden yeni teşkil olunan askere onun eliyle börk giydirildiği, hayır dua edildiği ve hatta yeniçeri adının da Hacı Bektaş tarafından verildiği tarzındaki açıklamalar tamamen asılsızdır. Elimizde Hacı Bektaş-ı Veli ile yeniçeri teşkilâtının münasebetlerini aydınlatan gayet açık kaynaklar yani Yeniçeri Kanunnâmesi vardır. Zaten başta Âşıkpaşa-zâde olmak üzere, ilk dönem Osmanlı kaynaklan da, Kanunnâmedeki bilgileri doğrular mahiyettedir.

Kanunnâmedeki hükümlerden anladığımıza göre, Hıristiyan gençlerinin genç ve dinç olanlarından yeni ve muvazzaf bir ordu teşkili fikri, Bolayır Fâtihi Süleyman Paşa'nın fermanıyla başlamış ve Bilecik Kadısı olan Kara Halil ile meşveret neticesi buna karar verilmiştir. Daha sonra Kara Halil (Çandarlı Halil Hayreddin Paşa)'in ilgili devlet erkânı ile görüşüp yeniçeri teşkilâtını düzene soktuğu bilinmektedir. Bu erkan arasında Hacı Bektaş Paşa isimli bir devlet adamı da vardır. Bunun isim benzerliği dışında Hacı Bektaş ile alakası yoktur. Yeniçerilerin elbisesi ise, o zamanda keşif ve kerametleri bilinen Hacı Bektaş-ı Veli evladından Timurtaş Dede ve Mevlana evladından Emir Şah Efendi'ye danışılarak dualar ile giydirilmiştir. Mevlana'nın torunlarından olan zat Mevlana elbisesini giydirmeyince, kepenek denilen Hacı Bektaş-ı Veli elbisesi giydirildi. O halde yeniçerilerin giydiği kisveyi Hacı Bektaş-ı Veli giymiş olabilir; ancak Hacı Bektaş-ı Veli yeniçeri kurulmadan vefat ettiğinden o giydirmemiştir. Bu muvazzaf yeni ordu, kul olduğundan dolayı yeniçeri adı verilmiştir; yoksa Hacı Bektaş-ı Veli'nin isimlendirmesi değildir.

Nitekim Âşıkpaşa-zâde meseleyi şöyle açıklamaktadır:

"Bu Bektaşiler ederler kim, 'Yeniçerilerin başındaki tac Hacı Bektaş'ındır' derler. Cevab: Yalandır ve bu börk hod Bilecik'de Orhan zamanında zahir oldu; yukaru bâbda beyân edüb dururun ve illa Bektaşiler giymeğe sebep, Abdal Musa Orhan zamanında gazaya geldi ve bu yeniçerinin arasında bile yürüdü ve bir yeniçeriden bir eski börk diledi. Yeniçeri ana verdi. Yeniçeri üsküfini çıkardı; bunun başına giydirdi. Abdal Musa Vilâyetine geldi, ol börk bile başında, sordular kim, 'Bu başındaki nedir?' Ol etdi: 'Buna elf derler' dedi. Vallahi bunların taçlarının hakikati budur".

Sonuç olarak, mesele yukarıda özetlendiği gibidir. Hacı Bektaş-ı Veli, Osmanlı Devleti'nin kuruluşunda emeği geçen maneviyat erlerinden ve Horasan erenlerinden biridir. Kisve olarak da onun elbisesi tercih olunmuş bulunabilir. Bu tercihte onun evladından birinin duası bulununca ve yeniçeriler de ocaklarını onun manevi himayesinde görünce, yeniçerilere tâife-i Bektaşiyân ve ağalarına da Ağayân-ı Bektaşiyân denmiştir. Sonradan bu Horasan erenlerinden olması halini kötüye kullananlar ve meseleyi saptırılan Bektaşilik mecrasına çevirmek isteyenler elbette olmuştur. Zaman zaman aldatılan yeniçeri bölükleri de ortaya çıkmıştır. Celâlî isyanlarında bu anlayışın büyük etkisi vardır. Hatta sonradan Yeniçerilerin ahlaken bozulmalarında da bu anlayışın etkisi vardır. Bu olumsuz etkilerin izlerini Yeniçeri Kanunnâmesinde görmek mümkündür. İşte bu olumsuz yansımalarından dolayı, 1826 yılında II. Mahmûd Yeniçeri Teşkilatı ile beraber, Bektaşi Dergahlarını da kapatmıştır. Hedef bu suiistimalleri önlemektir. Osmanlı yeniçeri teşkilâtı, hele hele halkın anladığı olumsuz anlamda amelsiz bir Bektaşi grubu asla olmamıştır. Gerçek manada Hacı Bektaş'ın eserleri ve asıl tuttuğu yol ise, İslâm'dan başka bir şey değildir18.

20. Osmanlı 1 levî gelen levî aslı var ı

Bu iddia, Alevîliğin ne ; Medresesinden I memekten kay

a) Osmanlı I (elerini göğüsley«t| İbn-i Kemal'e kaleme alan ve 81 i tenler aleyhinde I den İznik Müdenrii lir); ilk Osmanlı (

j Kâdizâde-i Rumi,!

¦ rinden i

. Hadis'de

: Fusûleyn

f çalışan ı

• II. Murad <

\ Fâtih ı elimizdeki

jZenbilllAIII

j net dairi Alevî olan 1

I ni göstermek jj b) Bilin

Ifların hürmeti

i babası Şeyh t

İ özellikle I

I sevgisi, bil

(dır: Şf'a-il

Ibiyle Yezkh

I Daha sonra d

İPeygan-

ibazı fikin

lg Akgündüz, Osmanlı Kanunnâmeleri, Kavânîn-1 Yeniçeriyân, c. IX, sh. 169-170, md. 191-197; Uzunçarşılı, Kapukulu Ocakları, c. I, 147-150; Âşıkpaşa-zâde, Tarih, sh. 205-206; Ahmed Cevad, Tarih-i Askerî-i Osmanî, sh. 8-9.

BİLİNMEYEN OSMANLI

53

20. Osmanlı Devleti'nin Yavuz'a kadarki kuruluş yıllarında Bektaşi ve A-levî geleneğine bağlı olduğu, Abdalân-ı Rum'un Bektaşi Babaları ve A-levî Dedelerinden ibaret bulunduğu iddia edilmektedir. Bu iddianın aslı var mıdır?



Bu iddia, Osmanlı Devleti'ne ilham kaynağı olan maneviyât erlerini tanımamak; Alevîliğin ne zaman tarih sahnesine çıktığını; Osmanlı hukuk kaynaklarını; ilk İznik Medresesinden beri Osmanlı medreselerinde okutulan itikâdî ve amelî kaynakları bilmemekten kaynaklanmaktadır. Şöyle ki:

a) Osmanlı Devleti'nin Osman Gâzî'den Yavuz zamanına kadar dinî ve ilmî meselelerini göğüsleyen kadrosu, ilk fetva makamına gelen Şeyh Edebalı'dan ta Şeyhülislâm İbn-i Kemal'e kadar, tamamen ehl-i sünnet dairesinde yaşayan; eserlerini bu ruhla kaleme alan ve en önemlisi de Bektaşilik adı altında Hacı Bektaş-ı Veli'nin ruhunu incitenler aleyhinde fetvalar veren âlimlerden meydana gelmektedir. Sultân Orhan devrinden İznik Müderrisi Davud-ı Kayseri ve kaleme aldığı eserler (Kara Davud incelenebilir); ilk Osmanlı Kazaskeri Çandarlı Kara Halil; I. Murad devrinin resmi otoritesi olan Kâdizâde-i Rumi, Seyyid Şerif Cürcani ve Mevlânâ Kâdi Mahmûd; Yıldırım Bâyezid devrinden ilk Şeyhülislâm Molla Fenâri ve elimizde bulunan fıkha ve itikada dair eserleri; Hadis'de zirveye yükselen İbn-i Melek ve eserleri; hatta Şeyh Bedreddin'in Câmi'ul-Fusûleyn ve benzeri eserleri; Çelebi Mehmed zamanında Osmanlı Devleti'ne girmeye çalışan dalâlet fırkalarını temizleyen Mevlânâ Fahreddin Acemi ve Burhâneddin Herevî; II. Murad devrinin ilim güneşlerinden Hıdır Beğ ve Alâ'addin Tûsî ve bunların eserleri; Fâtih devrinin fıkıh ve hadis yıldızları olan Molla Hüsrev, Akşemseddin, Molla Gürani ve elimizdeki eserleri ve nihayet Şî'a ve Bektaşilerle alakalı aleyhte fetvaları bulunan Zenbilli Ali Efendi ve eserleri, Osmanlı Devleti'nin kuruluş devrinin tamamen ehl-i sünnet dairesinde geçtiğinin delilleridir. Aksi görüşleri ileri sürenler, Bektaşi veya Alevî olan bir âlimin, kuruluş döneminde dinî veya kazâi bir göreve getirildiğini göstermek mecburiyetindedirler.

b) Bilindiği gibi, ehl-i sünnet de, en az Bektaşi ve Alevîler kadar, Hz. Ali'yi ve onların hürmet ettikleri 12 İmamı severler ve hürmet gösterirler. Hatta Şah İsmail'in babası Şeyh Haydar ve onun babası Şeyh Cüneyd, şeyhliğe şahlığı karıştırana kadar, özellikle tasavvuf ehlinin manevi reisleri Âl-i Beyt'ten çıktığı içindir ki, On İki İmam sevgisi, bütün ehl-i iman arasında yaygındır. Hatta Şî'a'yı bazı âlimler ikiye ayırmaktadır: Şî'a-i Velayet ve Şî'a-i Siyâset. Şî'a-i Velayet, sadece Âl-i Beyte muhabbet sebebiyle Yezid ve taraftarlarına karşı çıktıkları için Şî'a diye bilinen bazı tasavvuf ehlidir. Daha sonra da açıklayacağımız üzere, bu manada Erdebil'de toplanan tasavvuf ehli, Hz. Peygamber'in torunları olan kutubların çevresinde bir daire teşkil etmişlerdir. Bunların bazı fikirlerinin, Kur'ân ve Sünnete aykırı olmamak üzere, Bektaşilerin veya Alevîlerin kanaatleriyle aynı olması, bunların da Bektaşi veya Alevî olduğunu göstermez. Tıpkı 12 İmamı medheden Yunus Emre'nin asla Alevî ve Bektaşi olmaması gibi.

Şeyh Safiyyüddin'in torununun torunu ve kendinden sonra 5. Şeyh olan Şah İsmail'in dedesi Şeyh Cüneyd (1447-1460), Şi'î mezhebine geçerek bu mübarek neslin itibarını siyâsete alet etmeye başlamıştır. 1448 yılında Erdebil'de isyan eden Şeyh Cüneyd, Anadolu'ya sürüldü. Sultân II. Murad'a kadar geldi ve ondan bazı siyasi


54

BİLİNMEYEN OSMANLI

taleplerde bulundu. Vezir Halil Paşa'nın "Bir tahtta iki padişah sığmaz" cevabı üzerine kendisine ve dervişlerine hediyeler verildikten sonra, yine siyasi ümitlerle Karaman'a sığındı. Bütün bunları, bizzat olaylara şahit olan Âşıkpaşa-zâde anlatmaktadır. Burada Şeyh Abdüllatif ile sahabelerle ilgili tartışma yapmışlar, Şeyh Cüneyd'in sapık fikirleri ortaya çıkıp müridlerinin de namaz ve oruç bilmez tavırları anlaşılınca, oradan da kaçar gibi ayrılmıştır. Yani Şeyh Cüneyd, bazı bozuk fikirleriyle Osmanlı Devleti'ne hulul etmek istemişse de, Padişah'ın çevresindeki âlimler bu manadaki dalâlet fırkalarına geçit vermemişlerdir.

c) Abdalân-ı Rum'un Bektaşi babaları ve Alevî dedeleri olduğu; Osman Bey zamanında yaşayan ve hatta onunla ve oğlu Orhan Bey ile birlikte gazalara katılan Baba İlyas, Muhlis Baba, Şeyh Edebalı, Geyikli Baba, Ahi Evran, Abdal Musa ve Abdal Murad'ın bunların başında geldiği; bu zikredilenlerin Osmanlı Devleti'ne Bektaşi ve Alevî geleneğini aşıladığı ve en azından Osmanlı Sünnî anlayışının daha sonrakinden daha müsamahalı olduğu iddiasına gelince, bütün bu iddialar, Alevîlik ve Bektaşiliğin asıl mahiyetinin bilinmemesinden kaynaklanan iddialardır. Bugün Alevîlik diye bilinen itikadî mezhep, aslında XV. yüzyıla kadar Şî'a'nın ta kendisidir. Ancak Alevîlik ve Kızılbaşlık tabirleri, Şeyh Cüneyd ve Şeyh Haydar ile ortaya çıkan tabirlerdir. Aynı şey Bektaşilik için de geçerlidir; zira Hacı Bektaş bir görüşe göre 1271 ve diğer bir görüşe göre de 1337'de vefat etmiştir. Bu tabirler ortaya çıkmadan evvel, ehl-i sünnet ile Şî'a'nın arasındaki ihtilâflar zaten bilinmektedir. Ehl-i tasavvufun bir kısmı ise, bir nevi Şî'a-i Velayet durumundadır.

Abdalân-ı Rum denilen yukarıdaki şahsiyetlerin, Âl-i Beyt muhabbetiyle yanıp tutuşan ve Şî'a'nın ma'sum kabul ettiği 12 İmamı medheden davranışları ve şiirleri de olabilir. Sırf bu yüzden, zaten Ehl-i Beyti seven Osmanlı Hanedanının bunlarla olan münasebetlerini ve hatta bu Horasan Erenlerinin Osmanlı Devleti'nin kuruluşuna olan katkılarını başka türlü değerlendirmek yanlış olur.

d) Âşıkpaşa-zâde gibi bazı tarihçiler, Hacı Bektaş-ı Veli ile Osmanlı Hanedanının ciddi bir alakasının dahi olmadığını iddia etmektedirler. "Bu Hacı Bektaş, âı-i Osman neslinden hiç kimse ile musâhabet etmedi ve andan ötürü anmadım. Yeniçerilerin başındaki Hacı Bektaş'ındır derler; yalandır. Börk Orhan zamanında zahir oldu. Abdal Musa Orhan zamanında gazaya geldi ve bu yeniçerinin arasında bile yürüdü". Alakası olsa bile, Hacı Bektaş'ın kendisi ile Bektaşi diye bilinen bazı kimselerin onunla ne derece ilgili olduklarını biraz evvel anlatmaya çalıştık.

e) Hacı Bektaş Zaviyesinden olduğu ifade edilen Geyikli Baba'nm Sultân Orhan ile kısa bir müddet için de olsa bir araya geldiği doğrudur. Osmanlı kaynaklarında bu konuda yeteri kadar bilgi bulunmamaktadır. Zaten Osman Bey ve Orhan Bey zamanının maneviyât erleri olarak zikrettiğimiz şeyhlerden çoğu hakkında, gerçek ismi gibi çok açık konularda dahi yeterli bilgiye sahip değiliz. Dolayısıyla, sonradan uydurulan Bektaşi menkıbelerinden birini yansıtan bir kaynağın, Orhan Bey'in Geyikli Baba'ya rakı ve şarap gönderdiği yolundaki bir ifadeyi kaynak kabul ederek, ilk Osmanlı Padişahlarının sonrakiler gibi katı Sünnî olmadıklarını ve rakı hediye gönderecek kadar müsamahalı olduklarını söylemek, uydurma Bektaşi menkıbelerini arşiv vesikaları gibi kabul etmek demektir.

Netice olarak, Osmanlı Devleti ve onun Hanedanı, kuruluş gününden beri, Âl-i Beyt

BİLİNMEYEN OSMANLİ

âşıkıdırlar; ancak t

IV-1

21. Osmanlı Pıd dirim Bây durumu ile 1



Osmanlı Pa Bâyezid olduğu ı birliğini kurup devietf| tekrar başa dönü kayınpeder olması Vll Bâyezid'i tanıyalım,

1387 tarihin* İ dirim lakabıyla anMf babasının tahta | ve 791/1389 ' mıştır. Padişahı ği gibi tecri

Osmanlı Karaman gören Yıldırım, hemen bu WSI{ Devleti'ne kışlasını kurdu, i bölgesine geçti j etmişti. Ege/ yen Yıldırım'm i olan İstanbul I olmadı.

Rumeli'n* j Karamanoğlü-1392'de BurhâneddlJ mandasır kendisi I Osmanlıya t

Bütün!

88-95; MwJ8 AMgl&HMf yatı'nda IStM



BİLİNMEYEN OSMANLI

âşıkıdırlar; ancak Alevî veya Bektaşi değildirler".

IV- YILDIRIM BÂYEZİD DEVRİ

21. Osmanlı Padişahları arasında hakkında en çok dedikodu bulunan Yıldırım Bâyezid'in şahsiyeti, çocukları, döneminde Osmanlı Devleti'nin durumu ile ilgili kısa bilgiler verir misiniz?

Osmanlı Padişahları arasında hakkında en çok konuşulan Padişahın Yıldırım Bâyezid olduğu doğrudur. Bunun iki sebebi vardır: Birincisi; Kısa zamanda Anadolu birliğini kurup devleti genişletmesine rağmen, 1402'de Ankara'da Timur'a yenilerek tekrar başa dönülmesine sebep olmasıdır. İkincisi de, hem Emir Sultân Buharî'ye kayınpeder olması ve hem de içki içtiğine dair iddiaların bulunmasıdır. Önce Yıldırım Bâyezid'i tanıyalım.

1387 tarihinde katıldığı Karaman Seferinde gösterdiği kahramanlıklardan beri Yıldırım lakabıyla anılan I. Bâyezid, Sultân Murad'ın büyük oğlu ve veliahdıdır. Bursa'da babasının tahta çıktığı sene yani 761/1360 yılında Gülçiçek Hatun'dan dünyaya gelmiş ve 791/1389 yılının Ramazan ayının beşinde de babasının şahadeti üzerine tahta çıkmıştır. Padişah olmadan evvel sırasıyla Kütahya, Hamid İli ve ilk Amasya Sancak Beyliği gibi tecrübeleri bulunmaktadır.

Osmanlı Devleti'nin Kosova'da haçlı ordularıyla meşgul olmasını fırsat bilen Karamanoğulları, Osmanlı Devleti'ne ait sancak ve kazalara hücum başlattı. Bunu gören Yıldırım, 1390 yılının ilk günlerinde Anadolu birliğini tehlikeye sokmamak için hemen bu bölgeye intikal etti. Germiyan, Aydın, Menteşe ve Saruhan Beylikleri Osmanlı Devleti'ne bağlılıklarını bildirince, hemen 1390-91 kışında Ankara'ya gelerek orada kışlasını kurdu. Sonradan yanına Bizans İmparatoru II. Manuel'i de alarak Karaman bölgesine geçti ve onları ikaz etti. Zaten Karamanoğlu Damad Alâ'addin Bey de firar etmişti. Ege Adalarını vurarak Venedik Cumhuriyet'ine gözdağı vermeyi de ihmal etmeyen Yıldırım'ın bütün hayali İstanbul'u fethetmek idi. Bu sebeple 1391'de 7 ay sürecek olan İstanbul kuşatmasına başladı. Bizans'ın sulh ile itaat edeceğini umuyordu; ama olmadı.

Rumeli'nde gayr-i müslimlerle uğraşan Osmanlının aleyhine, durumu fırsat bilen Karamanoğlu-Candaroğlu ve Sivas'daki Kadı Burhâneddin'in ittifak yaptığı duyuldu. 1392'de Candaroğlu halledildi; İsfendiyaroğulları da Osmanlı'ya itaat etti. Kadı Burhâneddin ile olan savaş daha dehşetli idi. Yıldırım'ın oğlu Şehzade Ertuğrul'un kumandasındaki Osmanlı ordusu, Çorum yakınlarında yenik düştü. Bu arada Yıldırım'ın kendisi Rumeli seferine devam ediyor ve 1392'de filozoflar diyarı olarak bilinen Atina Osmanlıya teslim oluyordu.

Bütün bu gelişmelerden rahatsız olan Macar Kralı Sigismund, üçüncü bir haçlı

" Âşıkpaşa-zâde, Tarih, sh. 204-206; İbn-i Kemal, Tevârih-i Âl-i Osman, II. Defter, (neşr. Şerafettin Turan), sh. 88-95; Mecdî Efendi, Hadâık, c. I, sh. 22-380; Ocak, Ahmed Ya'şâr, "Osmanlı Beyliği Topraklarında Sufı Çevreler ve Abdalân-ı Rum Sorunu", Osman Gâzî ve Dönemi Sempozyumu, Bursa 1996, sh. 53-72; Köprülü, Fuad, Türk Edebl-yatı'nda İlk Mutasavvıflar, Ankara 1981, sh. 291 vd.; Âli, Künh'ül-Ahbâr, Süleymaniye Kütp. Es'ad Efendi, nr. 2162, vrk. 204/a vd. : : . .

,«?Vj-

56

BİLİNMEYEN OSMANLI



seferi hazırlığında idi. Gerçekten her çeşit düşman milletin yer aldığı 70.000 kişilik orduyla Tuna'yı geçerek Niğbolu'yu kuşattı ve düşman kuvvetler 130.000'e ulaştı. Ancak 25 Eylül 1396 tarihinde Avrupalıların asırlarca unutamayacakları Niğbolu Zaferi kazanıldı ve Yıldırım, artık Halife I. Mütevekkil tarafından Sultân-ı İklim-i Rum ve Sultân diye anılmaya başlandı. Üçüncü haçlı seferini fırsat bilerek yine Osmanlı topraklarına saldıran Karamanoğulları ise, nihâî dersi hak etmişlerdi ve gerçekten 1397'de Konya'ya giren Yıldırım eniştesi olan Karamanoğlu Beyini idam ettirdi ve Konya'yı Osmanlı Devleti'nin Karaman Eyâleti olarak ilan etti. Artık Anadolu birliği sağlanmış ve bütün Anadolu neredeyse Osmanlı Devleti'nin olmuştu. Rumeli'de Balkanlar Osmanlının hâkimiyetine girmişti.


Yüklə 3,77 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   5   6   7   8   9   10   11   12   ...   83




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin