Ahmet Akgündüz Bilinmeyen Osmanlı



Yüklə 3,77 Mb.
səhifə22/83
tarix12.01.2019
ölçüsü3,77 Mb.
#95873
1   ...   18   19   20   21   22   23   24   25   ...   83

s-'J


128

BİLİNMEYEN OSMANLI

BİLİNMEYEN OSMANLI

I

68. 1492'de yıkılan Endülüs Emevi Devleti'ne Osmanlı Devleti neden sahip çıkmamıştır? Çıkmışsa neler yapmıştır?



Sultân Cem olayından sonra bu soruyu cevaplandırmak daha kolaydır. Zira Osmanlı Devleti'ne Cem olayı ile problem çıkarılmasının da Memlüklü Devleti ile Osmanlı Devleti'nin arasının açılmasının da tek sebebi, Endülüs'teki Müslümanların oralardan kovulmasıdır. Osmanlı devleti, Endülüs Müslümanlarına sahip çıkmıştır; ancak gücü ve siyasi durumu, sadece onları katliamdan kurtarmaya yetmiştir. Şöyle ki:

Maalesef, 1492 yılında Endülüs'teki son Müslüman devletine son verilmeden evvel, bunları koruması muhtemel olan Müslüman devletler saf dışı edilmiştir. 1485-1491 yılları arasında, yani tam Müslümanlar yok edilmeye çalışıldığı günlerde, Osmanlı-Memlüklü harbi devam etmektedir. Bu tarihlerde, Endülüs'te tek Müslüman devlet kalmıştır: Nasrîler veya Benî Ahmer. Gırnata başşehirleriydi ve gittikçe de sınırları dara-lıyordu. İspanyollar, Avrupa'daki diğer Hıristiyanların da yardımıyla başta Cebel-i Târik Boğazı olmak üzere, bunların Akdeniz ile ve Müslüman devletlerle olan bağlarını kestiler. 711 yıldır devam eden İslâm hâkimiyetini sona erdirmek için fırsat beklediler. Avrupa'yı Rönesans'a taşıyan Endülüs'teki Müslüman devleti, sonra ermek üzereydi. Bunlara en yakınları olan Fas Sultanlığı, Tunus Hafsî Sultanlığı ve Merînîler yardım edebilirlerdi. Memlüklüler ve Osmanlılar ise, hem uzak idiler ve hem de birbirine düşürülmüşlerdi. 1469 yılında İspanya'daki iki Katolik devlet olan Kastilya ve Argon Krallıkları resmen birleştiler. 1487'de 776 yıllık Müslüman bir şehir olan Malağa düştü. Gırnata'ya hücumda tek çekindikleri Osmanlı Devleti ve Memlüklüler idi. Hatta Gırnata Meliki XI. Ebu Abdillah Muhammed, resmen her ikisinden de yardım istedi. Sultân Kayıtbay, Gırnata'ya hücum etmeleri halinde, Kudüs'teki Hıristiyanları sürgün edeceğini söyledi ise de, Müslümanların kendileri gibi katliam yapmayacaklarını bildiklerinden aldırmadılar.

II. Bâyezid, Divan-ı Hümâyûn'u toplayarak durumu müzâkere etti ve Batı Akdeniz'e donanma gönderilmesi kararlaştırıldı. Kemal Reis'in komutasındaki Osmanlı Donanması 1487'de İspanya seferine çıktı. Böylece Osmanlı Devleti, Kastilya, Aragon, Napoli ve Sicilya Krallıklarına karşı harp ilan etmiş oluyordu. Kemal Reis Güney İtalya'yı vurarak İspanya sularına kadar geldi ve Malaga'yı tekrar aldı. Ne acıdır ki, Osmanlı Donanması Fransızlara kolaylık gösteren Tunus Hafsî Sultanlığı ile de uğraşıyordu. Bu hücumlar, Memlüklülerle de uğraşan Osmanlı Devleti'nin iki ateş arasında kalmasından dolayı, netice vermedi ve 1492 yılında Gırnata teslim oldu ve Endülüs'teki İslâm Hâkimiyeti sona erdi. Osmanlı donanması, yollara düşen 300.000 kadar Müslümanı Fâs ve Cezayir'e nakletti. Endülüs'ün bu düşüşünü Namık Kemal şu cümlelerle özetliyordu:

"İspanyollar Gırnata'yı aldıkları zaman, halkı dinlerini değiştirmeleri için ateşle yaktılar. Biz İstanbul'u aldığımız vakit, her din sahibine dinini yaşayabilmesi için tam bir din hürriyeti tanıdık".

Aynı yıl Amerika'ya da Colombus ile çıkan İspanyollar, Endülüs'teki başarılarında şımararak, 1.000.000 Müslümanı katlettiler. Sayıları 300.000'i bulan Musevilere ise

sn. 170-175; Uzunçarşılı, İsmail Hakkı, "Cem Sultân'a Dair Beş Orijinal Vesika", Belleten, c. XXIV, sayı 95(1960), sh. 457-483; Tansel, Selâhattin, "Yeni Vesikalar Karşısında Sultân İkinci Beyazıt Hakkında Bazı Mütalâalar", sh. 185-236; Turan, Şerafettin, "Barak Reis'in Şehzade Cem Mes'elesiyle İlgili Olarak Savoie'ya Gönderilmesi", Belleten, c. XXVI, sayı 103(1962), sh. 539-551. ...,-... ,,,;.,.,.,., .--.¦¦¦¦¦-? ¦¦- „¦ _ ...».:- ••¦«•-. .- .-> ¦...¦-¦¦¦.,..¦.-,. ;;w--->

Katolik olmakla ölmek ara Devleti'nin bunlara da I larına rağmen, 1510 yılın Reis Komutasındaki dona cak, hem yerli Müslürt Memlüklülerle olan savaş s

69. II. Bâyezid dön rafından katliam»' topraklarına yerli

Ecdadımızın "şer'-l < ve İslâm Devleti'nin hâle Renk, dil ve ırk farkı gö, öyle muamele yapılır.

Bilindiği gibi, XV. bunların neticesi olarak ı Avrupalılar, kendi arala lere karşı da tam bir s Katoliklere hayat hakkı I hakkı tanımayacaklarIdU

İslâm tarihçilerinin I Endülüs Emevilerinin ( emân altında ya zimmî sayılıyor ve İsi Endülüs'te bulunan MS zihniyetine hâkim I mensupları büyük biri larını aldılar ve hatta > lumlar içinde itlin men bulamıyorlardı i dönemde mazlum i leti kucak açtı. Buran
Kemal Reis I Müslümanları, gemiMsI manii ülkesine getiri ve hem de Yahudiler,!

Osmanlı Devleti, i tır? Bu sorunun < bulabiliriz. Zimmeti

MÂşıkpaşa-z8de,Trt,|| fendi, nr. 2162, vrt. 1 201-210; Yılmaz, Bel}*»| Rıza Seyfl, Kemal ve Ba*)l

S OSMANLI

lıeden sa-

t, Zira Os-

li Osmanlı

(oralardan

i gücü ve

to evvel, 5-1491 k Osmanh-

tkal-n cfara-:TAnk t kesti-er, Av-di. kıyardım |?(düşü-«Kral-|ı düştü. ISırnata i Sultân tağini ferinden

BİLİNMEYEN OSMANLI

129

11 siı. IİS5-b,c.



Katolik olmakla ölmek arasında tercihde bulunmaları için emirler çıkardılar. Osmanlı Devleti'nin bunlara da kucak açtıklarını çok iyi biliyoruz. Osmanlı Devleti, bütün sıkıntılarına rağmen, 1510 yılındaki son seferlerine kadar, Endülüs hadisesi sebebiyle, Kemal Reis Komutasındaki donanmasıyla İspanyollara karşı 23 defa saldırı düzenlediler. Ancak, hem yerli Müslüman devletlerin destek yerine köstek olmaları ve hem de Memlüklülerle olan savaş sebebiyle tam netice alamadılar68.

69. II. Bâyezid döneminde, İspanya ve Portekiz'deki Katolik devletler tarafından katliama ve sürgüne maruz bırakılan Yahudilerin Osmanlı topraklarına yerleşmeleri nasıl olmuştur?

Ecdadımızın "şer'-i şerif dediği İslâm hukukuna göre, Müslümanlarla sulh yapan ve İslâm Devleti'nin hâkimiyetini kabul eden gayr-i müslimlere "zimmr adı verilir. Renk, dil ve ırk farkı gözetilmeksizin hepsine aynı şekilde ve "şer'-i şerif" ne diyorsa öyle muamele yapılır. Yahudiler de bu hükümlere tabi idi.

Bilindiği gibi, XV. asırda Avrupa'da kölelik, insanlar arasında ayırım ve nihayet bunların neticesi olarak engizisyon mahkemelerinin zâlim kararları kınla gidiyordu. Avrupalılar, kendi aralarında kanlı çatışmalara girdikleri gibi, Hıristiyan olmayan milletlere karşı da tam bir savaş ilan etmişlerdi. Katoliklerin Protestanlara ve Protestanların Katoliklere hayat hakkı tanımadığı Hıristiyan Avrupa'da elbette ki Yahudilere de hayat hakkı tanımayacaklar idi. Nitekim tanımadılar da.

İslâm tarihçilerinin Endülüs ve Avrupalıların da İspanya dedikleri yarım adada Endülüs Emevilerinin kurdukları İslâm Medeniyeti sayesinde tam bir hürriyet içinde ve emân altında yaşayan diğer din mensupları arasında Yahudiler de vardı. Yahudiler de zimmî sayılıyor ve İslâm Ülkesi olan Endülüs'te huzur içinde yaşıyorlardı. Ne zaman ki, Endülüs'te bulunan Müslüman devlet 1492 tarihinde yıkıldı ve yerine tamamen Roma zihniyetine hâkim Hıristiyan kuvvetler hâkim oldu; o zaman Hıristiyanlık dışındaki din mensupları büyük bir zulme maruz kalmaya başladılar. Yahudiler de bu zulümden paylarını aldılar ve hatta vatanları olan İspanya'dan sürülmeye başlandılar. Maalesef toplumlar içinde itibarları zayıf olan Yahudiler, kendilerine yeni bir yurt aramalarına rağmen bulamıyorlardı. Herkes bunlara sırtlarını dönüyordu. Yahudi olsalar da aslında o dönemde mazlum durumuna düşen Yahudilere bir Müslüman devlet olan Osmanlı Devleti kucak açtı. Bunu yapan da II. Bâyezid idi.

Kemal Reis komutasındaki Osmanlı donanması, katliama maruz kalan Yahudi ve Müslümanları, gemilerle taşıyarak daha emin bölgelere ve özellikle de Yahudileri Osmanlı ülkesine getiriyorlardı. Çünkü Gırnata 1492 yılında düşünce, hem Müslümanlar ve hem de Yahudiler, büyük zulümlere maruz kalmışlardı.

Osmanlı Devleti, Yahudilere neden ve hangi şer'î hükme dayanarak kucak açmıştır? Bu sorunun cevabını, İslâm hukukundaki zimmet andlaşması ile ilgili hükümlerde bulabiliriz. Zimmet akdi, İslâm halifesi veya naibi, ehl-i kitâb kabul edilen Yahudi veya

68 Âşıkpaşa-zâde, Tarih, sh. 250-251; Solakzâde, sh. 364-384; Âli, Künh'ül-Ahbâr, Süleymaniye kütp. Es'ad E-fendi, nr. 2162, vrk. 199/a vd.; Kantemir, c. I, sh. 178-179; Efdaleddin, "Bir Veslka-ı Müellim", TOEM , nr. 4, sh. 201-210; Yılmaz, Belgelerle Osmanlı Tarihi, c. I, sh. 390-392; Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, c. II, sh. 197-206; Ali Rıza Seyfi, Kemal ve Baba Oruç, İstanbul 1325. >.¦¦¦-• ¦ ¦¦¦

130

BİLİNMEYEN OSMANLI



BIUNMİ

Hıristiyanlar!, İslâm ülkesi vatandaşı olmalarını, belli şartlar ve mükellefiyetler karşılığında kabul edebilmesi demektir. Bunun ayrıntılarına girmiyoruz.

İşte bu şer'î hükme dayanan Osmanlı Padişahlarından II. Bâyezid, 1492 senesi ilk baharında İspanya'dan tardedilen Yahudileri, zimmet akdinin hükümlerine uymak şartıyla Osmanlı Ülkesinin belirli yerlerine ve özellikle de şu anda Yunanistan'da bulunan Selanik, Edirne, Ağriboz'a bağlı Livâdiye ve Tırhala çevresine yerleştirmişti.

925/1519 tarihinde ve Yavuz Sultân Selim'in emirleriyle tahrir olunan Edirne Tapu Tahrir Defteri bunu açıkça göstermektedir. Bu defterin 40. sayfasında "CenuTat-i İspanya" başlığı altında İspanya'dan sürgün edildikten sonra Edirne'ye yerleştirilen Yahudi aile reislerinin adları yazılmaktadır. Bu belgede yer alan aile reisi Yahudilerin sayısı 40 küsurdur. Yani 40 küsur aile bu bölgeye yerleştirilmiştir.

Bilindiği gibi, Cumhuriyet Döneminde ve özellikle resmî mahfillerde, Osmanlı Dev-leti'nin insan haklarına ri'âyet etmediği ve insanların canlarının Padişahın iki dudağı arasında olduğu anlatıla ve yazıla gelmiştir. Halbuki 18 Mayıs 1993 tarihinde Dışişleri Bakanlığımızın aldığı bir karar yetmiş seksen yıldır anlatılanları yalanlar mahiyettedir. Hepimiz biliyoruz ki, Türkiye Avrupa Konseyi Üyesidir. Avrupa Konseyi 1993'de yeni bir İnsan Haklan Binası inşa ettirmiştir. Her ülkeden insan hakları konusunda âbide vesika sayılacak dokümanlar istenmiştir. Türkiye Cumhuriyeti Devleti de, en çok tenkit ettiği Osmanlı Dönemine ait ve XV. yüzyılda İspanya'dan atılan Yahudilerin Osmanlı topraklarına zimmî olarak kabulüne dair belgeyi, işte bu insan hakları binasında teşhir edilmek üzere hazırlatıp göndermiştir.

Yavuz Döneminde ve 927/1520 tarihinde şu anda Yunanistan sınırları içerisinde bulunan Ağriboz Sancağına bağlı Livâdiye Kazasının Kanunnâmesi hazırlanmıştır. Bu Kanunnâmede yer alan şu hüküm, Yahudilerin zimmet akdiyle nasıl Osmanlı ülkesine alındıklarını açıkça ortaya koymaktadır:

"Madde 57- Ve Mağrib'den gelen Yahudiler, harâc ve yirmi beşer akçe ispençe verürler."

Mağrib'den kasıt Endülüs yani İspanya'dır. Bilindiği gibi, Yahudiler de diğer gayr-i müslimler gibi, gelirlerine göre oranı tesbit edilen harâc-ı mukâseme ve maktu' olarak verilen harâc-ı muvazzaf yani maddedeki tabiriyle ispençe vermekle mükellef tutulmuşlardır69.

70. Erdebil Şeyhleri'nin torunu bulunan Şeyh Cüneyd, oğlu Şeyh Haydar ve bunların halifelerinden olan Şah Kulu isyanlarını nasıl açıklarsınız? Bunların evlâdı Resul oldukları da iddia edilmektedir. Halbuki ilk A-levî isyanını çıkartan ve Anadolu'yu Şiileştirmeye çalışanların bunlar oldukları söylenmektedir. Şah İsmail fitnesi nasıl başlamıştır?

Erdebil, eskiden Azerbaycan beldelerinden olan Tiflis, Baku ve Şiraz arasında mühim bir ticâret merkezi olduğu gibi, bir zamanlar bütün İran'a hâkim olan ŞPî Safevî sülâlesinin de taht merkezidir. Safiyyüddin'in yerine oğlu Şeyh Sadreddin Musa Erdebîlî; onun yerine de oğlu Hâce Alâ'addin Ali Erdebîlî (833/1429); onun yerine

69 Kantemir, c. I, sh. 178-179; Efdaleddin, "Bir vesika-ı müellim", sh. 201-210; Akgündüz, Osmanlı Kanunnâmeleri, c. III, sh. 393; c. VI. sh. 637 vd.; Tabular Yıkılıyor I-II, İstanbul 1996-97, c. II, sh. 118- 133; Zeydan, Abdulkerim, Ahkâmü'z- Zimmiyyîn Ve'l-Müste'menin, Bağdat 1963, sh. 22 vd. ........ . , ,.

unvanlar* ve Tur

S OSMANLI ikarşılı-

Ismesi ilk rak şar-tataan

ğ ı

Itoprak-


Ijflmek

İre


BİLİNMEYEN OSMANLI

131


de Şeyh Şah diye bilinen oğlu İbrahim Erdebîlî (851/1447) mürşidlik makamına geçmiştir. Şfa'nın siyâsî âleti olana kadar, bu aile, Erdebil'de ehl-i ma'rifetin mercii ve melcei olmuştur.

İşte Şeyh Safiyyüddin'in torununun torunu ve 5. Şeyhi olan Şeyh Cüneyd (1447-1460), Şii mezhebine geçerek bu mübarek neslin itibarını siyâsete alet etmeye başlamıştır. 1448 yılında Erdebil'de isyan eden Şeyh Cüneyd, Anadolu'ya sürüldü. Sultân II. Murad'a kadar geldiği ve ondan bazı siyasi taleplerde bulunduğunu, Vezir Halil Paşa'nın "Bir tahtta iki padişah sığmaz" cevabı üzerine kendisine ve dervişlerine hediyeler verildikten sonra, yine siyasi ümitlerle Karaman'a sığındığını, olaylara şahit olan Âşıkpaşa-zâde anlatmaktadır. Burada Şeyh Abdüllatif ile sahabelerle ilgili tartışma yapmışlar, Şeyh Cüneyd'in sapık fikirleri ortaya çıkıp müridlerinin de namaz ve oruç bilmez tavırları anlaşılınca, oradan da kaçar gibi ayrıldı. Tamamen Sünnî olan Uzun Hasan'ın kız kardeşi Hatice Beğim ile evlenmişti. Bu hanımdan oğlu Şeyh Haydar dünyaya geldi.

1460 yılında katledildiğinde, oğlu Haydar onun yerine şeyhlik makamına geçti. Dayısı Uzun Hasan, Şii olduğunu bile bile, sırf Şii olan Karakoyunlulara karşı siyasi rekabet yüzünden ona destek veriyordu. Erdebil'e uğramadan vekâletle hem tarikatı yürütüyor ve hem de siyâsetten bir türlü uzak durmuyordu. 1477 yılında Uzun Hasan'ın kızı Hâlime Alemşah Beğim ile evlendi ve oğlu İsmail dünyaya geldi. 1488 yılında çıkardığı kargaşalar sebebiyle, o da öldürülünce, oğlu İsmail hem Şeyh ve hem de Şah olma sevdasına düştü.

Şeyhlik adı altında ve neslinin itibarını kullanarak, Anadolu Türkmenlerini çevresinde topluyor, bir kısmını Erdebil'e göndererek Şiileştiriyor ve sonra da bunları siyasi emellerine hizmet ettirmeye çalışıyordu. Akkoyunlular bu yüzden onları takibe başladı. Akkoyunlulara isyan eden Şeyh İsmail, 1502 tarihinde onları Tebriz'den kovarak Şah oldu. Annesi Hâlime Beğim Sünnîlikte diretince annesini katlettirdiği nakledilmektedir. Artık İran Safevî Devleti diye anılan Şii bir devlet haline gelmişti. Türkistan Hâkânı Şaybak Hân'ı da mağlûp edince, askerî ve siyasi açıdan Osmanlı Devleti'nden sonra ikinci güç haline geldi. Hedefi Osmanlı devleti idi. II. Bâyezid'in za'fından da istifade etti.

Hedefini iyi tesbit etmişti. Önce Anadolu'dan topladığı ve Erdebil'e göndererek Şii-leştirdiği Türkmen gençlerini, Erdebil Sofileri ve halifeler adı altında Anadolu'ya fikrî propaganda için gönderdi. Bunlardan Antalyalı bir Türkmen olan ve Osmanlı ordusunda sipahi olarak görev ifa eden Şah Kulu isimli şahıs, Şah İsmail'in daveti üzerine Erdebil'e çağrıldı ve yüksek seviyede bir Şii Molla yani halife olarak yetiştirildi. Gizlice Anadolu'ya gelen Şah Kulu, çevresine çok sayıda göçebe Türkmenleri toplayarak fesada başladı. Vezir-i A'zam Ali Paşa, Kayseri ve Sivas arasında yer alan Gökçay mevkiinde üzerine yürüdü ve Temmuz 1511'de Şah Kulu ve müritlerini imha etti. Ancak kendisi de şehid oldu. Bu şahsa, Osmanlı kaynaklarında Şeytan Kulu veya Kızılbaş Reisi gibi unvanlar verilmektedir. Kızılbaş denmesinin sebebi, Şah İsmail'in müritleri olan Yörük ve Türkmenlerin başlarına kırmızı serpuş takmalarındandır. Osmanlı Türkleri ise, baştan beri beyaz renkli başlık giymekteydiler.

Maalesef olan bitenlere karşı beklenen tepkiyi gösteremeyen Sultân Bâyezid, Anadolu'nun Şiileşmesi tehlikesini bir türlü durduramıyordu. İdarecilerin yaptıkları hataların

132

BİLİNMEYEN OSMANLI



BİLİNMEYEN OSMANLI

cezasını, hem Şi'î Türkmenler ve hem de Sünnî Türkler görüyordu. İşte Yavuz Sultân Selim bu tehlikeyi gördü ve saltanata bir an önce gelerek bu meseleyi hal etmeyi birinci hedef olarak seçti.

İşte Şah İsmail fitnesinin başlangıç şekli, Erdebil'deki Şeyh Safiyyüddin neslinin Şeyhlik'den Şahlığa geçişi ve de Anadolu'da Alevî veya Kızılbaş adıyla yeni bir Şii Kolunun ortaya çıkışının hikâyesi kısaca budur70.

71. Molla Lütfi kimdir? Osmanlı âlimlerinin akla önem verdiği için bu â-limi zındıklıkla suçlayarak idama mahkûm ettirdikleri doğru mudur?

Molla Lütfi, Deli Lütfi ve Sarı Lütfi diye de bilinen, Tokat'tan İstanbul'a gelerek, Molla Hüsrev ve Sinan Paşa (Sinânüddin Yusuf, Hoca Paşa diye bilinir) gibi meşhur Osmanlı âlimlerinden ders alan bir âlimdir. Ancak Osmanlı tarihinde mülhidlik ve zındıklık ile suçlanarak idam edilen ilk âlim olarak da tarihe geçmiştir. Fâtih Sultân Mehmed'in özel kütüphanesinde hâfız-ı kütüb olarak görev yapan Molla Lütfi, burada bulunan nadir eserleri inceleme fırsatını yakalamıştır. Hoca Paşa ile birlikte Seferihisar'a giden Molla Lütfi'nin dönüşünde ilmiye mertebelerinin en yükseklerinden olan sahn müderrisliğine kadar yükseldiğini görüyoruz.

Kabiliyeti ve dönemin ilimlerine vâkıf oluşu noktasında ittifak vardır; ancak Fâtih Sultân Mehmed'e "Sahn medreselerinde her ilmi okutabilirim" diyecek kadar da meslektaşlarını küçümseyen ve gururlu olan bir yapıya sahiptir. Herkesin ortasında yaptığı kaba şakalardan dolayı, "hocalar arasında Deli Lütfi demekle ma'rüf" bir laubali olarak kötü bir şöhrete kavuşmuştu. Molla Lütfi'nin tacizleri neticesinde, Sahn Müderrislerinden Molla Arap ve Molla İzârî diye bilinen Kâsım-ı Germiyânî ile Hatip-zâde Molla Muhyiddin Mehmed aleyhine geçtiler. Bunlara fevkalade tarafsız ve insaflı âlimler olarak bilinen Molla Ahaveyn ve Şeyhülislâm Efdal-zâde de katıldı. Molla Lütfi'nin ölçüsüz hareketleri, ulemâdan bir grubun II. Bâyezid'e kadar çıkarak, "katlini gerektiren söz ve fiilleri müşahede ettiklerini" şikâyet edecek kadar ileri gitmelerine sebep oldu. Molla Lütfi gibi bir âlimden bunları beklemeyen Padişah, meseleyi Divan-ı Hümâyûn'a sevk etti. Bahsedilen suçlamalarla mezkûr âlimlerin huzurunda yargılanan Molla Lütfi, hidâyet yolundan çıktığı hususundaki bütün iddiaları reddetmesine rağmen, şahitlerin aleyhteki beyânları üzerine idama mahkûm edildi. En büyük iddi-a, Molla Lütfi'nin namaz için "bir kuru kıyam ve eğilmedir; andan fayda yoktur" tarzında bir ifade kullanmış olmasıydı. Molla Ahaveyn ve Efdal-zâde başlangıçta verilen bu hükmü kabul etmemelerine rağmen, sonradan ikna edilmişler ve idamı konusunda ulemanın icma'ı meydana gelince, II. Bâyezid de kararı tasdik etmiştir. Kesinleşen hüküm, 25 Rebî'ülâhir 899/2 Şubat 1494 Pazar günü At Meydanında infaz olunmuştur.

Verilen bu idam kararı, kısmen de olsa, kamu oyunda tepkiler doğurmuştur. Halkın bir kesimi, bu büyük âlimin zulme maruz kaldığına inanmıştır. Ancak bu kararı, Osmanlı

ulemâsının akla karş» Lütfi'yi idam etmek k Paşa'nın kardeşi Atını da, ahlâkî zaafları bs yapan bir şahıs olar.: devrinin âlimleri ve' suçlamalarını çürutt ki, dürüst bir âlim c. konuyla alakalı eser. Peygamberliği inkâr edK^fe evvel de darb ve haplsflp*-zofların sözlerine ttNMfJ lete götürdüğü" anla

Kısaca, Molla Lütflj nu bu cezaya mahkûmj düşmanı olarak ı açıdan da zayıf birisi 0

70 Âşıkpaşa-zâde, Tarih, sh. 264-269; Solakzâde, sh. 315-342; Âli, Künh'ül-Ahbâr, Süleymaniye kütp. Es'ad E-fendi, nr. 2162, vrk. 204/a vd.; Yılmaz, Belgelerle Osmanlı Tarihi, c. I, sh. 408 vd.; Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, c. II, sh. 225-231; Aynî, Hacı Bayram-ı Veli, 63-64; İsmail Hakkı, Silsile-i Tarîk-i Celvetî, vrk. 51/a-54/b; Hüseyin Vassâf, Sefine-i Evliya, c. II, sh. 253-254.

72. Yavuz Sultân! devlet nırlar hakkuıâ)

Karakterinin!

nen Sultân! bu tahtta otu Alâüddevle'nln I parlak olduğunu|

Anadolu'm manda dedesi ( Sancakbeyi olan! yaptığı mu kezin ika; davranan i sona ermemljftî deAhmedilM Yavuz'a I Şehzade /

"Ocak, 2 siye olunur); H Sarayı Muml* Osmanlı T Bir Not, TD, K

ANLI


BİLİNMEYEN OSMANLI

133


i Sultân (I birinci

| «eslinin

iKolu-

ulemâsının akla karşı çıkması ve açık bir zulüm olarak değerlendirmek de, en az Molla Lütfi'yi idam etmek kadar yanlış bir harekettir. Zira Molla Lütfi, bizzat Hocası olan Sinan Paşa'nın kardeşi Ahmed Paşa tarafından II. Bâyezid'e gönderilen şikâyet mektuplarında, ahlâkî zaafları bulunan ve Fâtih'in Kütüphanesinde hâfız-ı kütüb iken yolsuzluklar yapan bir şahıs olarak tavsif edilmektedir. Laubali ve kibirli olduğu da kesindir. Hem devrinin âlimleri ve hem de asrımızdaki araştırmalar, isnâd edilen zındıklık ve mülhidlik suçlamalarını çürütecek bilgileri ortaya koymuşlardır. Bununla birlikte unutulmamalıdır ki, dürüst bir âlim olan ve Molla Ahaveyn diye bilinen Molla Muhyiddin bin Mehmed'in konuyla alakalı eserinde, Molla Lütfi'nin fazilet ve maharetleri kabul edilmekle beraber, Peygamberliği inkâr edici söz ve fiillerinden bahsedilmekte; yaptığı yolsuzluklarla daha evvel de darb ve hapis cezasına çarptırıldığı gündeme getirilmekte ve neticede "filozofların sözlerine itibar ederek hem dalalete gittiği ve hem de insanları dalalete götürdüğü" anlatılmaktadır.



Kısaca, Molla Lütfi gibi bir âlimi idama mahkûm etmek ne kadar doğru değilse, o-nu bu cezaya mahkûm eden Efdal-zâde ve Molla Ahaveyn gibi âlimleri de akıl ve ilim düşmanı olarak görmek de o kadar doğru değildir. Molla Lütfi'nin sıra dışı ve ahlakî açıdan da zayıf birisi olduğu çoğu kaynaklarca kabul edilmektedir71.

IX- YAVUZ SULTÂN SELİM DEVRİ

İ

72. Yavuz Sultân Selim'i kısaca bize tanıtabilir misiniz? Ailesi, en önemli devlet adamları ve Osmanlı Devleti'nin onun zamanında ulaştığı sınırlar hakkında kısa bilgiler verebilir misiniz?



Karakterinin sertliğinden dolayı "Yavuz" ve şehzadeliğinden beri "Selim Şah" denen Sultân Selim, 7 Safer 918/Nisan 1512'de Osmanlı padişahı olmuş ve 8 sene, 9 ay bu tahtta oturduktan sonra 8 Şevval 926/ 21 Eylül 1520'de vefat etmiştir: Zulkadiroğlu Alâüddevle'nin kızı Ayşe Hâtun'un oğlu olan Yavuz, şehzadeliğinden beri, istikbalinin parlak olduğunu gösteren bir hayat çizgisi takip etmişti.

Anadolu'nun Safevî devletinin işgali tehlikesine karşı, babasının ihmali ve aynı zamanda dedesi olan Alâüddevle'nin aczi karşısında şahlanan ve o dönemde Trabzon Sancakbeyi olan Yavuz, Şia'ya karşı Anadolu'yu müdâfaa hareketine girişti. Gürcülerle yaptığı muharebeler sonucunda halkın nazarında manevi destek kazanan Yavuz, merkezin ikazlarına rağmen Şî'a ile olan mücadelesine devam etti ve bu mevzuda ihmalkâr davranan babası II. Bayezid'i tahttan indirerek yerine kendisi oturdu. Ancak mücâdele sona ermemişti. İran meselesini halletmek için Amasya Sancakbeyi ve ağabeyi Şehzade Ahmed ile Manisa Sancakbeyi olan Şehzade Korkut ile anlaşması icab ediyordu. Yavuz'a karşı Şah İsmail'den yardım isteyen ve kuvvetli bir ordu ile isyana kalkışan Şehzade Ahmed, 1513'de Bursa Yenişehir'de maslub edildi ve bağy= devlete isyan

71 Ocak, Zındıklar ve Mülhldler, sh. 205-227 (Bu konuda doyurucu bilgi verilmektedir; meraklılara şiddetle tavsiye olunur); Molla Ahaveyn, Risale, Süleymaniye Kütüphanesi, İbrahim Efendi Böl. nr. 859, vrk. 20/a-25/a; Topkapı Sarayı Müzesi Arşivi, nr. E. 6345; E. 8101; E. 10160/80; Taşköprülü-zâde, Şakayık, sh. 296-298; Adıvar, A. Adnan, Osmanlı Türklerinde İlim, İstanbul 1970, sh. 53; Erünsal, İsmail, Fâtih Devri Kütüphaneleri ve Molla Lütfi Hakkında Bir Not, TD, 33 (1982), sh. 57-78. :

134


BİLİNMEYEN OSMANLI

BİLİNMEYEN OSM*',

suçunun had cezası olarak idam olundu. Bu hadiseden 38 gün önce de, önceleri Yavuz'la anlaştığı ve kendisine Teke=Antalya, Hamîd = İsparta ve Midilli sancakları verildiği halde sonradan isyan eden diğer ağabeyi Korkut da aynı akıbete uğramıştı.

Mevcut manileri bertaraf eden Yavuz, ittihâd-ı İslâm'ın mühim mani'i olan Safevî Devleti'ni ve onun sinsî reisi Şah İsmail'i halletmek üzere maddî ve manevî hazırlıklara başladı. İbn-i Kemal gibi allâmelerden bu fitnenin defi için fetva alan Yavuz, 920/1514'de Çaldıran zaferini kazandı ve şarkın kapılarını Osmanlı Devleti'ne açtı. Kemah, Bayburt, Erzincan ve Kiğı Osmanlı Devleti'ne 921/1515'de ilhak edildi. Bunu, aynı yıl Çaldıran zaferinden dönerken üzerine gidilen Zulkadiroğullarının Osmanlı Devleti'ne ilhakı ta'kip etti. Bütün bu gayretlere rağmen, doğu ve güneydoğu bölgeleri Şi'a tehlikesinden kurtulamamıştı. İşte bu işi, büyük âlim İdris-i Bitlisi ve Bıyıklı Mehmed Paşa üstlendi. Bunların samimi gayretleri sonucu, 1516 ve ta'kip eden yıllarda, başta 26 aşiret olmak üzere, mühim Kürt ve Türkmen beylikleri, istimâlet ile yani kendi arzu ve istekleri ile Osmanlı Devleti'ne iltihâk eylediler. Böylece Doğu Anadolu top yekûn Osmanlı Devleti'nin sınırları içinde kaldı.


Yüklə 3,77 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   18   19   20   21   22   23   24   25   ...   83




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin