Ahmet Akgündüz Bilinmeyen Osmanlı



Yüklə 3,77 Mb.
səhifə68/83
tarix12.01.2019
ölçüsü3,77 Mb.
#95873
1   ...   64   65   66   67   68   69   70   71   ...   83

264 Paris, Bib. Nat. msh. fonds turc anc. n. 130, fol. 78; Rehber-i Mu'âmelât, Bend, 213 vd.; Zeydan, Ahkâmü'z-Zimmiyyîn, sh. 95 vd.; 130-136; Cin-Akgündüz, Türk Hukuk Tarihi, c. II, sh. 318-319

BİLİNMEYEN OSMANLI

435

baskılar sonucu Islâhat Fermanı ilan edilmiştir.



B) Azınlıkların İslâm hukukundaki statüsünü bir İslâm devleti olan Osmanlı Devle-ti'nin eliyle değiştirmek gayesiyle ve gayr-ı müslimlerle ilgili olarak ilan edilen 1856 tarihli Islâhat Fermanı ile elde edilen veya edilmek istenen şunlardı: Avrupalıların kulağına hoş gelmesi için mezhep hürriyetinin icrası va'd edilmiştir. Halbuki İslâm Hukukunda da bu hürriyet vardır. Avrupalılar mürted hakkındaki şer'î hükmü değiştirmek istemişlerse de, buna muvaffak olamamışlardır. Bütün baskılara rağmen, sadece karma mahkemelerde gayr-ı müslimlerin şahitliği kabul edilmiştir. Azınlıkların mahallî meclislerde temsili esası getirilmiştir. Fermanın yeni gibi gösterdiği, davaların neşir ve ilânı, işkencenin kaldırılması gibi hususlar, zaten şer'-i şerifde vardır. Bu ferman, ne Müslüman ve ne de gayr-ı müslim tebaa tarafından beğenilmemiştir.

C) 1876 tarihli Kanun-ı Esasî, vatandaşlık mefhumunu, "müslim, zimmî ve müste'men" üçlüsünden çıkarmış ve Osmanlı ülkesinde bulunan herkesi eşit şekilde Osmanlı saymıştır. Yani bu herkes mefhumunun içine Hıristiyan ve Yahudiler de dahildir ve Türklerin hâkim unsur vasfı ortadan kalkmıştır. Artık İslâm milleti değil, Osmanlı milleti vardır. Bunu 1864'de vilâyetlerdeki meclislere azınlıktan üyelerin de katılması; hukuk ve cinayet meclislerine gayr-i müslim üyelerin atanması ve nihayet 1879'da Adliye ve Mezâhib Nezâretinin kurulması takip etmiştir. Azınlıklar, İslâm devletine tâbi olmanın bir alâmeti olan cizyenin de önce adını bedel-i askerî olarak değiştirmişler, sonra askere alınma çabalarına girişmişlerdir. Bunu, İslâm'ın asırlardır tanıdığı din hürriyetini istismarları takip etmiş ve bu hürriyetin sınırları yeni kilise ve havra inşası talepleriyle de kalmayarak, kendi dinlerinin propagandasına kadar vardırmışlardır. II. Meşruiyetten sonra iyice azıtan azınlıklar, Osmanlı Devleti'nin iki üç bakanı kendilerinden olduğu halde, yine de haklarımız çiğneniyor diye Avrupalı devletlere Osmanlı Devletini şikâyet etmişlerdir. Nihayet Osmanlı devleti yıkılınca, ona diş bileyen kandırılmış Müslümanların ve nankör gayr-ı müslimlerin hali, bugün Filistin'de, Suriye'de, Lübnan'da, Balkanlarda ve Rusya'da gün gibi ortadadır. İbret alınırsa, tarih tekerrür etmeyecektir265.

K

265 BA, YEE, nr. 14-1540, sh. 23; Düstur, I. Ter. 1/4 vd.; Fındıkoğlu, Z.F., "Tanzîmâtta İçtimaî Hayat", Tanzîmât I, İstanbul 1940, sh. 619; Cevdet Paşa, Tezâkir, c. 1-12, sh. 68 vd.; Cln-Akgündüz, Türk Hukuk Tarihi, c. II, sh. 336-337.



DÖRDÜNCÜ BÖLÜM

OSMANLI DEVLETİNDE MALİ HUKUK, İKTİSADİ VE TİCARİ HAYAT

I- OSMANLI VERGİ SİSTEMİ VE ŞER'İ DAYANAKLARI

272. Osmanlı Hukukunda vergi ne demektir? Çeşitleri nelerdir? Şerî'atın dışında vergi var mıdır?

Devlet ve milletin korunması, varlığını devam ettirmesi ve ilerlemesinin sağlanması, kısaca kamu hizmetlerinin ifası için bir kısım masraflar yapmak gerekmektedir. Bunları karşılamak, Müslümanların dini görevleri arasındadır (farz-ı kifâye). Her Müslümanın varlığı nisbetinde mükellef bulunduğu bu malî göreve "garâmet-i maliye" veya "teklif" yahut çoğulu olarak "tekâlif adı verilmektedir. Osmanlı hukukunun malî esasları, fıkıh kitaplarında ifadesini bulan şer'î hükümlere dayanmaktadır. Bu sebeple fıkıh kitapları tetkik edilmeden vergi hukukumuzun meşruiyet dayanakları tam olarak anlaşılamaz.

Hz. Peygamber Devrinden 1255/1839 yılına, yani Tanzimat'ın ilanına kadar, bütün Müslüman devletlerinde ve dolayısıyla Türk Devletlerinde esas kabul edilen vergi sistemi aynıdır ve temelde İslâm hukukunun fıkıh kitaplarında ifadesini bulan malî hükümlerden ibarettir. Ancak, İslâm Hukukunun bu konuda ülül-emre tanıdığı bazı yetkiler sebebiyle, örf ve âdete dayanan vergiler hususunda bazı isim ve miktar farklılıkları da söz konusudur. Fıkıh kitaplarında anlatılan tekâlifde ise, hiçbir farklılık yoktur.

Osmanlı Hukukunda Tanzîmat öncesi dönemde mevcut olan vergileri (tekâlifi) iki ana kısma ayırabiliriz:

A) Şer'î Vergiler (Tekâlif-i Şer'iye); B) Örfî Vergiler (Tekâlif-i Örfiye). Bu ayırım vergiyi tesbit eden mevzuatın özelliğine göre yapılmıştır. Kur'ân ve sünetten alınan şer'î hükümlerle miktarı ve nisbeti tayin edilen vergilere şer'î vergiler denir. Ülül-emrin yetkisiyle ve içtihadı hükümlerle tesbit edilenler ise örfî vergiler adını alır.

Şer'î vergiler deyince aklımıza zekât, öşür, cizye, haraç, gümrük vergisi demek o-lan âşirin aldığı vergiler ve zekât kapsamına dahil olan ağnam vergisi gelmektedir. Osmanlı Kanunnâmelerinde çokça geçen çift resmi, öşür ve benzeri vergiler, rüsûm-ı

BİLİNMEYEN OSMANLI

437

şer'iyye adı altında şer'î vergiler arasında kabul edilmektedir266.



273. Osmanlı Devleti'ndeki öşür vergisinin manası nedir? Osmanlı Devle-ti'nin öşür diyerek zulmen altıda bir yedide bir vergi aldığı söylenmektedir. Bu doğru mudur?

Öşür vergisi, Türk malî hukukunda en çok karıştırılan ve hukukî mahiyetine aykırı görüşler beyan edilen bir vergi çeşididir. Osmanlı Hukuk tarihinde iki çeşit öşür vergisi vardır: Birincisi, gerçek anlamda ve şer'î vergiler arasında bulunan öşürdür ki, zekâtın bir çeşididir. Zira ürünlerden alınan zekâta denir. Fıkıh kitaplarında "öşür" veya "ze-kât'ül-hâriç" başlıkları altında incelenir. Öşürle ilgili hükümler öşür arazilerinde tatbik edilir. Biraz sonra daha ayrıntılı hükümlerini zikredeceğiz. İkincisi ise, mahiyeti itibariyle haracî arazi olan mirî araziden harac-ı mukaseme olarak öşür veya a'şâr adıyla bir vergi alınmıştır. Birinciden farklı olarak, bunun nisbeti ismine ters bir şekilde 1/10, 1/8 ve hatta 1/2 dahi olabilir. Zekâtın bir çeşidi olan öşürle bunun arasında sadece isim benzerliği vardır.

Öşür arazilerindeki zirâi ürün ve meyvelerden alınacak zekât manasındaki öşür, ya tam onda birdir (öşür) veya yirmide bir (nısf-ı öşür) dir. Yağmur, nehir ve dere suları ile doğrudan sulanan araziden tam öşür (1/10); dolap ve motor gibi vasıtalarla sulanan araziden ise nısf-ı öşür (1/20) alınır. Balda da öşür vaciptir. Ayrıca öşür vergisi ile haraç vergisi bir arada tarh ve tahsil olunamaz.

Osmanlı Devleti ve diğer bir çok Türk Devletinde, zekât manasındaki öşür vergisi, Basra arazisi, Bağdat ve Mısır'daki bazı araziler ile istisnaî bazı yerlerde uygulanmıştır. Öşür adıyla 1/9, 1/8, 1/7 ve hatta 1/2 olarak alınan vergiler, bu manâda değil, harâc-ı mukaseme manâsında öşürdür. Yani isim benzerliği vardır. Yeri gelince konuya tekrar döneceğiz. Nitekim zekât manasındaki öşür, fıkıh kitaplarında tanzim edilirken diğeri kanunnâmelerde düzenlenmiştir. Ayrıca bu manâdaki öşre "öşr-i şer'î" de denilmektedir.

Karıştırılan en önemli mesele şudur: Mirî araziden, harâcî arazi olması hasebiyle, alınması gereken harâc-ı mukâsemeye, Osmanlı vergi hukukunda öşür veya çoğulu olan a'şâr adı verilmiştir. Bu öşür kelimesinin, bir şer'î zekât çeşidi olan öşürle alâkası yoktur. Nisbeti de, zekâtın bir çeşidi olan öşür gibi 1/10 (öşür) veya 1/20 (nısf-ı öşür) şeklinde değil, tıpkı harâc-ı mukaseme gibi 1/10 (öşür), 1/7 (süb), 1/8 (sümün), 1/5 (hums) ve nısf (1/2) olarak tesbit edilmiştir. Konu bu şekilde bilinmezse, isim ve nisbetler arasında farklı değerlendirmelere yol açar. Bu manâda öşür vergisine, Suriye bölgesinde dimos veya kasm, Irak bölgesinde ise iktâ' adı verilmiştir. Bazan kesim diye ifade edilmektedir. Mîrî araziden elde edilen ürün ve meyvelerden alınacak harâc-ı mukaseme, genellikle sümün yani 1/8 olarak tesbit edilmiştir. Bunun 1/10'i yani onda biri öşür yahut ondalık adıyla alınır. Geriye kalan kısmı ise, sâlâriye yani idareciler için alınan pay adıyla ayrıca alınır. Bu sebeple, kanunnâmelerde sâlâriye, öşrün mütemmimi yani 1/10'lik nisbeti I/8'e tamamlayan vergi anlamındadır.

266 Abdurrahman Veflk, Tekâlif Kavâidi, İstanbul 1328, I. Kısım, sh. 5 vd.; Süleyman Sudi, Defter-i Muktasıd, c. I, sh. 22 vd.; Damad, c. I, sh. 191 vd.

438

BİLİNMEYEN OSMANLI I



Öşür veya a'şâr vergisi, arazisi mirî olan eyaletlerde bulunan tımar, mukâtaa ve vakıf arazilerinden, değişik nisbetlerde alınmış ve bu nisbetler hususî kanunnâmelerde ayrı ayrı tayin edilmiştir. Tımar sahipleri veya hususî memurlar tarafından toplanan bu vergilerin çoğu, genellikle sipahilere, vakıflara veya hazineye aittir. Öşür vergisinin arazinin tahammülüne göre tarh olunmasına ta'şir denir. Ta'şir zamanı genellikle hasad mevsimlerinde yapılır. Öşür, çoğunlukla aynen alınmıştır. Ürünün çeşidine göre, dane usulü (danelerin ölçülerek veya tartılarak miktarının belirlenmesi), demet usulü (demetlerin sayılarak aynen alınması) veya numune usulü ile tahakkuk eden vergiler alınır. A'şar vergisinin bedelen alındığı da vakidir. Padişah haslarına ait a'şâr, emanet veya iltizam usulü ile tahsil olunur.

Bu vergi önceleri merkezî devlet hazinesine girmeyerek toprağı işleyen re'âyâ tarafından sahib-i arza ödenirdi. Tımar düzeninin bozulmasından sonra mîrî arazinin tasarrufuna izin yetkisi zamanla mültezimlere, muhassıllara ve memurlara verile gelmiştir. Tanzîmât dönemine gelindiğinde a'şâr vergisi iltizam usulüyle tahsil edilen bir vergiydi.

Tanzîmât döneminde a'şâr vergisi kelimenin anlamına uygun olarak onda bir oranında tahsil edilmesi cihetine gidilmiştir. Tahsilin gerekçesi 15 Safer 1256 tarihli İlmühaberde; "a'şârın kadîmi vecihle usûl-i muhtelife üzre alınmakda ya'ni a'dâd-ı mütefavite ile öşr tahsilinde bir guna i'tidal bulunamayacağı" gösterilerek "zikr olunan a'şarın Tanzîmât-ı Hayriye icra olunan yerlerde ale'l-umûm lafız ve ma'nasına muvafık olarak müsavaten onda bir olmasına" Oybirliği ile karar verilmiştir. Fakat Tanzîmât idarecileri zahirde tebaa arasında eşitliği temin yönünde bu kararı alırken, verim gücü farklı toprakların aynı oranda vergilendirilmesi gibi gayr-ı adil bir uygulamayı başlatmıştır.

Tanzîmât döneminde merkezi hazinenin bir geliri olarak a'şâr gelirleri, ilk yıllarda muhassıllar vasıtasıyla emanet yoluyla tahsil edilmiş, istenen faydanın sağlanamaması nedeniyle 1258 yılında tekrar mültezimler vasıtasıyla tahsiline dönülmüş ve a'şâr gelirleri de kazalar itibariyle iki yıl süreyle iltizama verilmeye başlanmıştır. Daha sonra öşür gelirlerinin uzun süreli olarak iltizama verilmesinin mültezimlerce çiftçilerin üretim çabalarını destekleyeceği düşüncesi ile 1263 yılından itibaren devlet görevlileri ve zengin kişilere 5 yıl süre ile iltizama verilmesi kararlaştırılmıştır. Kırım Savaşı'nın sürdüğü 1269-1271 yılları arasında bazı bölgelerin öşür gelirleri, askerî ihtiyaçları karşılama amacıyla doğrudan devlet adına yani emanet usûlü ile idare veya kısmen nakdî kısmen aynî alınmak üzere iltizama verilmiştir. Kırım Savaşı'ndan sonra tekrar iltizam usûlüne dönülmüştür. Mültezimlerin kârlarını artırmak için tahsil esnasında bir takım usulsüzlükleri ve aşırılıkları nedeniyle, üreticinin vergi yükü artarken diğer taraftan devletin vergi kaybı büyümüştür. Bu yöntemle a'şârın idaresi dönemin son yılına yani 1277 yılına kadar sürmüştür.

Yüzyılların getirdiği tecrübe birikimi ve teamüller çerçevesinde zaman ve zemine göre farklı yöntemlerde uygulanarak devam etmiş ve Cumhuriyet'in devraldığı ekonomi içerisinde devlet kaynaklarının 1/3'ünü oluşturmasıyla sosyo-ekonomik kalkınmanın finansmanına en etkin bir malî kaynak teşkil edecek olan öşür, niçin kaldırıldığı ile ilgili üzerinde değişik yorumları da beraberinde taşıyarak 17 Şubat 1341 (1925) tarihinde

BİLİNMEYEN OSMANLI

kaldırılarak yerine "mahsulat-ı arazîye" vergisi ikame edilmiştir267.

274. Haraç vergisi ne demektir? Kimlerden alınmıştır?

Osmanlı Devleti'nin çoğu toprakları mirî arazidir. Aslında mirî arazi harâcî arazi gibi sahiplerine temlik olunmamış ve mülkiyeti devlete yani beytülmale bırakılmıştır. Tasarruf hakkı ise, müddetsiz kira akdi (icâre-i faside) veya ariyet yoluyla re'âyâya verilmiştir. Re'âyâ, öşür adıyla harâc-ı mukâsemesini ve çift akçesi adıyla harâc-ı muvazzafını vermekle mükelleftir. O halde mirî araziden çeşitli adlarla alınan vergiler aslında haraçtır. Bu sebeple, nisbet ve miktarlarını haracın çeşitlerine göre değerlendirmek icab eder. Şimdi bu konuyu biraz daha açalım.

Savaş yoluyla fethedildikten sonra gayr-i müslim ahali elinde bırakılan yahut gayr-i müslim ahali ile sulh yapılarak İslâm ülkesine ilhak edilen arazilere, harâcî arazi dendiğini biliyoruz. Bu çeşit arazilerde ikâmet eden gayr-i müslimlerden alınan haracın ikinci çeşidinin de harac-ı arz yani arazi vergisi olduğunu daha önce belirtmiştik. Mirî arazi, mahiyeti itibariyle harâcî arazi kabul edildiğinden ve Osmanlı topraklarının çoğunu da bu çeşit araziler teşkil ettiğinden, Osmanlı vergi hukukunun temelini ve meşruiyet dayanağını, harâcî araziden alınan vergiler teşkil etmiştir. Bu sebeple konunun üzerinde biraz daha ayrıntılı olarak duracağız.

Harâcî arazilerden alınan vergilere haraç veya harâc-ı arz denmekte ve iki kısma ayrılmaktadır.

Birincisi: Harâc-ı Muvazzaf d ir. Harâcî arazinin alanı esas alınarak ve maktu bir şekilde dönüm başına senede belli bir miktar akçe alınır. Buna harâc-ı muvazzaf veya harâc-ı mukâta'a denilir. Bu vergiyi, ilk defa bütün sahabenin ittifakıyla Hz. Ömer, Irak arazisine vaz' etmiştir. Bu vergi şu şekilde uygulanmıştır. Buğday, arpa gibi hububat ekilen arazinin her dönümüne (ki cerib denir) bir dirhem, yoncalık gibi yerlerde dönümüne beş dirhem, ağaçlan sık olan bağ ve bahçelerde dönümüne 10 dirhem, harâc-ı muvazzaf alınmıştır. Bu çeşit haraç, ürün tazelense de senede bir defa alınır. Arazînin çeşidini tesbitte çok ihtimam gösterilmesi gerekir. Bu anlattığımız esaslar, Osmanlı Devleti de dahil olmak üzere, bütün Müslüman Türk Devletlerinde harâci arazide tatbik olunmuştur. Kandiye ve Girit Kanunnâmeleri, zikrettiğimiz şerl hükümleri kanun haline getirmiş bulunmaktadır.

İkincisi: Harâc-ı Mukâseme'dir. Harâcî araziden elde edilen ziraî ürün ve mey-

267 Kanunnâme İ.Ü. Ty. 1807, vrk. 37 vd.; Ebusuud, Risale Fi'l-Öşr, Süleymanlye kütp. Reşid Efendi, 1036, vrk. 33-42; Damad, Mülteka Şerhi, c. I, sh. 191-229, 1/21 vd.; Molla Hüsrev, c. I, sh. 186 vd. Sudl, c. II, sh. 66 vd.; H/49 vd. 63 vd.; Tabakoğlu, İktisat Tarihi, sh. 350-351; Kanunnâme, İ.Ü. Ty. 1897, vrk. 55 vd.; Yanlış bazı değerlendirmeler için bkz. Süleyman Sudi, c. I, sh. 41; Akdağ, Türkiye'nin İktisadî ve İçtimaî Tarihi, c. II, sh. 278; Krş. Abdurrahman Veflk, Tekâlif Kavâidi I-II, Dersaadet, 1328-1330, c. I, sh. 34-36, 18 vd. 40 vd: Kanunnâme, vrk. 37; Barkan, "Öşür", İA; S.A. Sıddıkî, İslâm Devleti'nde Mali Yapı, İstanbul 1972, sh. 71-77; Şener, Abdullatif, Tanzimat Döneminde Osmanlı Vergi Sistemi, İstanbul, 1990, sh.119-139; Kütükoğlu, Mübühüt S. "Osmanlı İktisadi Yapısı", Osmanlı Devleti ve Medeniyeti Tarihi, İstanbul 1994, sh. 531-532; Güran, Tevfik, Tanzîmât Döneminde Osmanlı Maliyesi; Bütçeler ve Hazine Hesapları (1841-1861), Ankara 1989, sh.14-15; Özdeğer, Hüseyin, On Altıncı Asırda Ayıntab Livası, İstanbul 1988, sh. 67 vd.; Kazıcı, Ziya, Osmanlılarda Vergi Sistemi, İstanbul 1977, sh.86-91; sh.67 vd. Öşrün kaldırılışına ilişkin farklı yorumlar ile ilgili olarak bkz. Palamut, E. Mehmed, "Aşar ve Düşündürdükleri", İÜİF. Prof.Dr.Sabri Ülgener'e Armağan Özel Sayısı, İstanbul 1987, sh.69-78; Gülsevin Okçuoğlu- İzzettin Önder, "Aşarın Kaldırılması", İÜİF. Prof. Dr. Süleyman Barda'ya Armağan Özel Sayısı, İstanbul 1988, sh.261-276.

440

BİLİNMEYEN OSMANLI



velerden arazinin verimliliğine göre, I/10'a, 1/2'ye kadar alınabilen vergiye denir. Ölçü, arazinin verimliliğidir. Arazînin tahammülüne göre, ürünün 1/10'i, 1/6'i... ve nihayet 1/2'si alınabilir. Bu verginin meşruiyet dayanağı, Hz. Peygamber'in Hayber arazisi üzerindeki tatbikatıdır. Bir sene içinde ürün tekerrür ederse, harâc-ı mukâseme de tekerrür eder. iki defa mahsul alınır ise, iki defa da harâc-ı mukâsemesi alınır. Osmanlı Devle-ti'nde ve diğer Türk Devletlerinde, zikredilen hükümler aynen uygulanmıştır. Meselâ, haracî arazi kabul edilen Girit arazisi hakkında konuyla ilgili sert hükümler, kanun haline getirilmiştir268.

275. Kanunnâmelerde çokça geçen Çift Akçesi ne demektir? Şer'î bir vergi midir?

f

Osmanlı Devleti'nde, mirî araziden alınması gereken harâc-ı muvazzaf yerine, o-nun şer'î hükümlerine uygun olarak tesbit edilen çift akçesi (resm-i çift), basma akçesi, kulluk akçesi, resm-i zemin, çift hakkı, resm-i dönüm, boyunduruk hakkı ve ağalık hakkı adlarıyla anılan vergiler alınmıştır. Bunların hepsi de harâc-ı muvazzaftır. Sadece mahalline göre isimleri değişiktir. Nitekim Rumelinde gayr-i müslimlerden alınan çift akçesine de ispenç denilmektedir. Fıkıh kitaplarındaki ifadesi ile harac-l muvazzaf "re'âyânın zimmetinde araziyi işletebilme imkânından dolayı sabit olan bir ver-gi"dir. Yukarıdaki isimler de bu manâyı teyid eder mahiyettedir. Harâc-ı muvazzafın şer'î miktarı olan (bağ ve bahçeler için) 10 dirhem, Osmanlı akçesi ile 42 akçedir. Kanunnâmelerde tesbit edilen değişik miktardaki çift akçeleri, arazinin durumuna göre ayarlanmıştır. Asgarisi 22, azamisi ise 57 akçedir. O halde kanunnâmelerde, yukarıdaki resimlerle ilgili hükümler, harâc-ı muvazzafın şer'î hükümleri esas alınarak düzenlenmiştir. Zikredilen resimleri ayrı ayrı izaha gerek yoktur, manâları birdir.



Çift ve çubuğunu bozup, arazisini ekmeyip başka işle meşgul olanlardan ceza olarak alınan resm-i çift bozan; bina, koru, harman ve benzeri maksatlarla işgal edilen araziden alınan resm-i tapu, icar-i zemin, bedel-i öşür mukâtaa-i zemin adları verilen resimler de bir çeşit o arazilerin harâc-ı muvazzafı mahiyetindedir. Bazı araştırmacılar, tımar arazilerinde işletilen değirmenlerinden alınan resm-i âsiyâb'ın da aynı mahiyette olduğunu belirtmişlerdir.

Osmanlı Devleti'nde harâc-ı muvazzaf mahiyetindeki vergilerin, re'âyâ tarafından dirlik sahiplerine verilen mali mükellefiyetler arasında yer aldığını da kaydetmek gerekir.

Bu arada resm-i çift de denen çift akçası manâsında kabul edilen ve çift akçası vermeyen şahıslardan alınan resm-i bennâk ve resm-i mücerred'i de harâc-ı muvazzaf manâsında kabul etmek gerekmektedir. Resm-i bennâk'e resm-i ra'iyyet de denilir. Hiç yeri olmayan veyahut yarım çiftlikten az yeri olanlara bennâk adı verilir ve bunlardan 12 akçe resim alınır. Resm-i mücerredin bir diğer adı da caba akçesi veya resm-i çabadır. Babasının yanında çalışmaya muktedir olan baliğ bekâr erkeklere

268 Kanunnâme, İ.Ü. Ty. 1807, vrk. 38; Akgündüz, Vakıf Müessesesi, sn. 430; Abdurrahman Vefik, c.I, sh. 35; haşiyedeki izahlar önemlidir; Kandiye Kanunnâmesi, Barkan, Kanunlar, sh. 351-352; Arazî Kanunnâmesi, md. 2; Halis Eşref, Külliyât, sh. 71; Ebüssuud, Risale Fil Öşr, vrk. 33 vd.; Damad, c. 1, sh. 674 vd.; Molla Hüsrev, c. I, sh. 295 vd.; Arazî Kanunnâmesi, md. 2 Halis Eşref, Külliyât, 70 vd.; Sudî, 1/55-57; Abdurrahman Vefik, c. I, sh. 21 vd.

BİLİNMEYEN OSMANLI

441


caba denir. Bunlardan caba veya mücerred resmi alınır269.

276. Osmanlı Hukukunda Cizye ne demektir? Gayr-i müslimlere ilave bir yük değil midir?

Osmanlı Hukukunda arazi çeşitlerinden biri de harâcî arazidir. Savaş yoluyla veya sulh yoluyla Müslümanlarca fethedilen ve yerli gayr-i müslim ahaliye temlik olunan arazilere haracı arazi denilir. İslâm devletinin hâkimiyetini kabul eden zimmîlerden haraç vergisi alınır. Haraç vergisi de iki kısımdır. Birincisi, harac-ı ruûs yani gayr-i müslimlerin şahıslarından alınan baş vergisidir. Cizye diye de adlandırılır. İkincisi ise, harâc-ı arzdır. Harâc denilince bu akla gelir.

Harâc-ı re's de denen cizye, gayr-i müslim vatandaşlardan askeri hizmete karşılık alınan şerl bir vergidir. İki kısımdır: Birincisi, maktu cizyedir. Fetih esnasında devlet reisi ile gayr-i müslimler arasında sulh yoluyla tayin edilen cizyedir. Yılda bir flori gibi. Rumeli Eyaletindeki Eflâk, Boğdan ve Erdel Vilâyetlerinde bu çeşit cizye uygulanmıştır. İkincisi, devlet reisi tarafından savaş yoluyla fethedilen ülkelerden gayr-i müslim ahalinin malî durumuna göre şahıs üzerine ve adam başına re'sen tarh olunan cizyedir. Buna ruûs cizyesi denir.

Osmanlı Devleti'nde kuruluşundan Tanzîmât Devrine kadar, tam beş buçuk asır, cizyenin şerl hükümlerinde hiçbir değişiklik söz konusu olmamıştır. Hatta cizye ile ilgili şerl hükümler, bazı kanunnâmelere olduğu gibi sokulmuştur. Kandiye Kanunnâmesi gibi. Sadece cizyenin tahsil ve tevziinde 1690 yılında bir reform yapılmıştır. Bu reform ile cizye mükellefleri, tıpkı fıkıh kitaplarındaki gibi, yine üç zümreye ayrılmış; a'lâdan dörder, evsattan ikişer ve ednâdan birer Şerifi altın (360 akça) alınmak üzere kararlaştırılmış ve bunların tahsil işi de cizyedâr denilen hususî memurlara bırakılmıştır.

Cizyenin tahsil ve tevziî ile ilgili bir diğer ıslâhat de II. Mahmut devrinde yapılmıştır. Gayr-i müslimlerden cizyenin yanında fazla olarak alınan mübâşiriye ve kefilleme gibi zoraki vergilere, 1246/1830 tarihli bir Kararname ile son verilmiş; ancak, cizyeleri sırasıyla 2,5, 1,5 ve l'er kuruş zam yapılarak bu zamların önemli kısmı cizyedarlara maaş olarak tahsis edilmiştir. Bu da suiistimalleri önleyemeyince 1249/1833 tarihli ikinci bir kararname ile asıl cizye miktarından fazla bir şey alınması kesinlikle yasaklanmıştır. Ve nihayet 1250/1834 yılında, sikke üzerine yapılan bir hesap sonucunda, sırasıyla, 48, 24 ve 12 kuruş olan cizye miktarları, 60, 30 ve 15 kuruş'a yükseltilmiştir. Cizye gelirleri, tarih boyunca tımar sahiplerine devredilmemiş, belki Tanzîmât'ın ilânına kadar, görevli memurlar tarafından hazine namına tahsil olunmuştur270.

269 Kanunnâme, vrk. 49 vd.; Ebüssuud, Risale, vrk. 33 vd.; Sudl, c. II, sh. 55 vd.; 63 vd.; Abdurrahman Vefik, c. I, sh. 38 vd.; Halis Eşref, Külliyât, sh. 71; İnalcık, Halil, "Osmanlılarda Raiyyet Rüsumu", sh. 581-582; Tabakoğlu, İktisat Tarihi, sh. 348-349; Kanunî Kanunnâmesi, Esad Ef. nr. 2362, vrk. 16 vd.: Akdağ, Türkiye'nin İktisadi ve İçtimai Tarihi, c. II, sh. 264-273; A. Vefik, c. I, sh. 69-94; Sudi, c. I, sh. 77 vd.; Tabakoğlu, Ahmed, Gerileme Dönemine Girerken Osmanlı Maliyesi, İstanbul 1985, sh. 153 vd.; İç İl Livası Kanunu, Barkan, Kanunlar, sh. 48-49; A. Vefik, c. I, sh. 42; Tabakoğlu, İktisat Tarihi, sh. 349-350.

270 Molla Hüsrev, 1/299 vd.; Damad, 1/677 vd.; Molla Hüsrev, 1/298 vd.; Ebüssuud, Risale Rl-Öşr, Vrk. 33-(l; Kandiye Kanunnâmesi, Barkan, Kanunlar, 351 vd.; Abdurrahman Vefik, 1/45-47; Sudi, 1/60-61,124 vd.

442

BİLİNMEYEN OSMANLI



277. Osmanlı Devleti'ndeki örfî vergilerin şer'î dayanağı (Tekâlif-i Örfiyye) nedir? Bunları kısaca anlatır mısınız?

Kamu hizmetlerinin ifası için Müslümanların garâmet-i maliye yani devlete karşı malî yükümlülükle mükellef olduklarına daha önce işaret etmiştik. İşte devletin daimî ve fevkalâde giderleri için ülü'l-emrin iradesi ile tarh olunan vergilere tekâlif-i örfiye adı verilir. Örfî vergiler ifadesinden kasıt, şerî'ata aykırı vergiler demek değildir. Belki ülü'l-emrin yetkisiyle vaz' olunan vergiler anlamına gelir. Ancak bu vergilerin meşru ve makul sınırlar içerisinde kalması icab eder. Bu sebeple "tekâlif-i şâkka" denilen ve re'âyânın gücünü aşan vergiler vaz' etmek caiz değildir. Ancak, örfî vergileri de iki ana bölüme ayırmamız icab eder:

Birincisi, Tekâlif-i Divaniye veya Avârız-ı Divaniye diye bilinen vergilerdir.

ikincisi ise, Rüsûm-ı Örfiyye adı verilen vergilerdir. Her ikisini de kısaca inceleyeceğiz.

A) Tekâlif-i Divâniye (Avârız-ı Divâniye=Avârız Vergileri): Başta savaş harcamaları olmak üzere devletin aniden beliren ve büyük masrafları gerektiren bazı kamu hizmetlerini ifa edebilmek için vaz' ettiği vergilere, tekâlif-i divâniye, avârız-ı divâniye veyahut sadece avarız adı verilmiştir. Makul ve meşru sınırlarda kaldığı sürece şer'an caizdir ve hatta varlıklı olanların bir manâda malları ile cihada katılmaları demek olduğundan sevap ve manevî mükâfatı bulunan bir iştir. Osmanlı Devleti "mallarınız ve canlarınız ile cihâd ediniz" emirlerine istinaden bu çeşit vergileri kabul etmiştir. Başlangıçta savaş harcamalarını finanse etmek için konmuş olan bu vergiler, XVII. yüzyılın sonlarından itibaren olağan vergiler haline gelmiştir. Avarız vergilerinin toplam bütçe gelirlerine oranı % 10-20 arasındadır.

Tekâlif-i Divaniye denilen vergiler, mümtaz eyaletler denilen Suriye, Bağdad, Girid ve Yemen gibi eyaletlerin dışındaki eyalet re'âyasından alınmıştır. Her sene vali, voyvoda ve kadılar marifetiyle senede iki taksit olarak alınacak şekilde tevzi defterleri tanzim edilmiştir. Bu defterler şer'iye sicilleri arasında muhafaza edilmektedir. Avarız gelirlerini, maliye dairelerinden Mevkufat kalemi denetlemektedir. Bu vergiler, avarız hanesi denen birimler üzerine tarh edilip, yükümlüleri toplu bir şekilde sorumlu tutulurdu. Bu avarız hanesi 3-10 gerçek hane arasında değişmektedir. Avarız hanesini oluşturan nüfus, ödeme yapabilecek güce sahip faal nüfustur. Bunlar köyde toprağa, şehirde ise, geçimlerini sağlayacak sürekli bir işe sahiptirler. Askerî, dinî ve devlete yararlı malî ve bedenî hizmetlerde bulunan kişiler ile çalışamayacak durumda olanlar, avarız yükümlülüğünden muaftır. Selanik kazasının 1223/1808 tarihli tevzi defterine göre, her ferde düşen avarız vergisi miktarı yıllık 22,5 kuruştur.


Yüklə 3,77 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   64   65   66   67   68   69   70   71   ...   83




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin