AİLE OKULU – 7: AİLEDE İLETİŞİM Maltepe Üniversitesi Fen – Edebiyat Fakültesi Psikoloji Bölümü, İstanbul Marmara Eğitim Vakfı ve Maltepe Belediyesi
KIZ VE ERKEK ÇOCUKLARIN TOPLUMSALLAŞMASI
Belma T. AKŞİT
Prof. Dr., Maltepe Üniversitesi Fen–Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi
29 Mart 2008
“TOPLUMSALLAŞMA” KAVRAMINDAN NE ANLIYORUZ?
Toplumsallaşma, yardıma gereksinimi olan bebeğin, yavaş yavaş içine doğduğu kültür/toplum için gerekli olan becerileri edinerek kendi bilincinde olan, bilgili bir kişi haline gelmesi sürecidir.
Toplumsallaşma sırasında, özellikle yaşamın ilk yıllarında, çocuklar yaşlılarının davranış biçimlerini öğrenirler; bu yolla da onların değerlerini, normlarını ve toplumsal pratiklerini sürdürürler. Bütün toplumlar, uzun zaman dilimleri boyunca, üyeleri doğum/ölüm olayları ile değişse de, varlığını sürdüren özelliklere sahiptir.
“TOPLUM” KAVRAMINDAN NE ANLIYORUZ?
Başta kendini korumak ve sürdürmek olmak üzere, temel çıkarlarını gerçekleştirmek için işbirliği yapan insanlardan oluşan; göreli bir sürekliliği olan, genellikle belli bir coğrafi yeri olan ve ortak kültürü bulunan, çok ya da az ölçüde kurumlaşmış bir ilişkiler bütünüdür.
Toplumsallaşma, farklı kuşakları birbirine bağlar. Anne-baba, büyükanne-büyük baba olmayı öğrenirken bir yandan da çocuklarımıza/torunlarımıza öğretiriz. Görüldüğü gibi, bebeklik ve çocuklukta çok yoğun olan kültürel öğrenme süreci yaşam boyu sürer.
Toplumsallaşma, farklı kuşakları birbirine bağlar. Anne-baba, büyükanne-büyük baba olmayı öğrenirken bir yandan da çocuklarımıza/torunlarımıza öğretiriz. Görüldüğü gibi, bebeklik ve çocuklukta çok yoğun olan kültürel öğrenme süreci yaşam boyu sürer.
Çocuk karşılaştığı etkileri, öğretileri bir şekilde özümler/içselleştirir. Ancak, yeni doğmuş bebeğin de, bakımından sorumlu olanların davranışlarını etkileyecek gereksinimleri ya da istekleri vardır. Çocuk başından itibaren etkili bir varlıktır.
Yani, çocuk yalnızca etrafındakilerden etkilenmez, onları da etkiler. Her zaman bir etkileşim söz konusudur.
“TOPLUMSALLAŞMA” SADECE İÇİNDE YAŞANILAN KÜLTÜRDEN ETKİLENEN BİR SÜREÇ MİDİR?
“Toplumsallaşma”
“doğadan” mı, yoksa “yetiştirilmeden” midir?
Bazı düşünürlere, bilim insanlarına göre, “kişi, genlerinde hangi özellikleri taşıyorsa, odur.”
Öte yandan başka bilim insanlarına göre de, “kişi kendisine ne öğretilirse, odur.”
Aslında her ikisinin de belli oranlarda rolü bulunmaktadır.
Bebeklik ve çocukluğun ilk dönemlerinde gerçekleşir ve kültürel öğrenmenin en yoğun olduğu dönemdir. Çocukların daha sonraki öğrenmeleri için bir temel oluşturacak olan dil ve temel davranış kalıpları bu dönemde öğrenilir. Bu aşamada aile en önemli eyleyendir.
Çocukluğun sonraki dönemi ile olgunluk döneminde gerçekleşir. Bu aşamada, toplumsallaşmanın öteki eyleyenleri, sorumluluğun bir bölümünü aileden devralır. Okullar, bakıcı grupları, kurumlar, medya, giderek işyeri, bireyler için toplumsallaşmanın eyleyenleri haline gelir.
Her kültürde aile kavramı farklılıklar gösterdiği için, bebeklerin yaşadığı/toplumsallaştığı ortamlar, birbirinden değişiktir. Ancak her yerde anne, olağan olarak, bebeğin yaşamının ilk yıllarında en önemli kişidir. Ancak anne ile çocukları arasındaki ilişkiler, içinde yaşanılan kültürün özelliklerine/ değerlerine ve koşullara göre değişir.
AİLE?
AİLE?
ÇEKİRDEK AİLE?
(Anne-baba ve onların evlenmemiş çocukları)
GENİŞ AİLE?
(Çekirdek tanımına uymayan)
Her birinde toplumsallaşma nasıl olur? Nasıl yaşanır?
Çocuklar, anne-babalarının, kardeşlerinin ya da mahalle/topluluk içindeki öteki kişilerin ayırt edici özelliği olan davranış kalıplarını/biçimlerini kaparlar.
Çocuklar, anne-babalarının, kardeşlerinin ya da mahalle/topluluk içindeki öteki kişilerin ayırt edici özelliği olan davranış kalıplarını/biçimlerini kaparlar.
Büyük ölçekli toplumların değişik kesimlerinde, değişen çocuk büyütme ve disiplin kalıpları ile birbirine karşıt değerler ve beklentiler bulunmaktadır. Bu da son derece normaldir.
Unutmamalıdır ki, yalnızca ailelerinin bakış açılarını hiç sorgulamadan benimseyecek çok az çocuk vardır. Özellikle de diğer eyleyenlerle karşılaştığında çocuk, ister istemez karşılaştırmalar yapacaktır.
Okullar toplumsallaşma eyleyenleri arasında önemli olanlardan biridir. Öğrenciler belli bir müfredatı (açık ve örtük) izlerler. Kendilerinden okulun disiplin kurallarına uymaları, öğretim kadrosunun yetkesini kabul etmeleri beklenir. Öğretmenlerin tepkileri aynı zamanda, çocukların kendilerine ilişkin beklentilerini de etkiler. Bu beklentiler giderek onların okulu bitirdiklerinde çalışacakları iş yaşantılarına bağlanacaktır. Akran grupları, genellikle okulda oluşturulur.
Aynı yaştaki çocuklardan oluşur. Mahalle arkadaşları, okul arkadaşları, askerlik arkadaşları, vb. gibi… Genellikle yaşam boyu süren arkadaşlıklar bu akran grupları içinde filizlenir.
Bazen, özellikle ergenlik dönemlerinde akranlarla kurulan ilişkiler ve onlardan alınan onay, aileden alınandan çok daha etkilidir.
Kaldı ki, daha sonraki yıllarda da aynı yaş grubundakilerin tutum ve davranışları, zaman zaman bize yol gösterici olmaktadır.
Kitle iletişim araçları, özellikle televizyon bütün dünyayı evlerimize taşımakta, her yaştan ve her gruptan kişiyi önemli ölçüde etkilemektedir.
KISACA “TOPLUMSALLAŞMA” SÜRECİ İÇİNDE BİREY:
Üyesi olduğu toplum içinde nasıl davranılması gerektiğini;
Sahip olduğu ya da toplum tarafından verilen rollerin ve sahip olunan statülerin gerektirdiği davranış biçimlerini, toplumun kendisinden beklentilerini;
Kendi toplumunun bir üyesi olmayı;
Toplumu tarafından kabul gören davranış örüntülerini, insanın davranışlarına yön veren, bunları belirleyip şekillendiren temel toplumsal ve kültürel değerleri, normları öğrenir.
Öğrenmekle de kalmayıp bunları içselleştirip kendisine mal eder ve bu değer ve normlar doğrultusunda davranmaya başlar.
KİMLİK NEDİR?
Kimlik, genel olarak insanların kim oldukları ve neyin onlar için anlamlı olduğuna ilişkin benimsenen yaklaşımdır. Temel kaynakları arasında, toplumsal cinsiyet, cinsel eğilim, ulus ya da etnik köken ve toplumsal sınıf bulunmaktadır.
Sosyologlar iki tür kimlik tanımlarlar:
Toplumsal kimlik
Kişisel kimlik
KİMLİK NEDİR?
Toplumsal kimlik: Bir bireye başkaları tarafından atfedilen özelliklere göndermede bulunur. Bu özellikler o kişinin, temel anlamda kim olduğunu gösterirler. Bunlar aynı zamanda da kişiyi, aynı özellikleri paylaşan öteki insanlarla ilişki içine yerleştirir. Öğrenci, evli, avukat, vb. gibi.
KİMLİK NEDİR?
Kişisel kimlik: Bireyin kendilik duygusunu yaratma ve biçimlendirmesine yardımcı olan, dışındaki dünya ile giriştiği sürekli müzakerelerdir. Bu etkileşim, bir bireyin kişisel ve kamusal dünyaları arasında bağlantı kurmasına neden olur.
Kültürel ve sosyal çevre, kendilik kimliğinin biçimlendirilmesinde önemli bir faktör olsa da, bireysel eylemler ve tercihler, merkezi öneme sahiptir. (Aslında, bu tercihlerin oluşmasında kültürel ve sosyal çevrenin etkisi de tartışılmalıdır!)
Görülüyor ki, “toplumsallaşma”, bireyin, o toplumun bir parçası olabilmesi, oraya uygun kimlikler geliştirebilmesi için son derece önemli bir süreçtir.
Görülüyor ki, “toplumsallaşma”, bireyin, o toplumun bir parçası olabilmesi, oraya uygun kimlikler geliştirebilmesi için son derece önemli bir süreçtir.
KIZ VE ERKEK ÇOCUKLARIMIZ NASIL TOPLUMSALLAŞIYORLAR?
Bu sorunun, özellikle başlangıçtaki dönem için şöyle sorulması daha doğru değil mi?
Biz onları nasıl toplumsallaştırıyoruz?
KAÇ TÜRLÜ CİNSİYETİMİZ VARDIR?
Burada öncelikli olarak bilmemiz gereken farklı türden cinsiyetlerimizin olduğudur.
Babadan X gelirse: (X + X) ya da (X + X) olabilir.
Babadan Y gelirse: (Y + X) ya da (Y + X) olabilir.
Görüldüğü gibi anneden Y kromozomu gelme olasılığı yoktur. Yani, erkek çocuk olup olmaması babayla ilgilidir, anneyle değil.
KAÇ TÜRLÜ CİNSİYETİMİZ VARDIR?
Somatik cinsiyet:
Dış görünüşle ilgilidir. Bedenimizdeki ve sesimizdeki farklılıklar somatik cinsiyetimizi belli eder.
Psikolojik cinsiyet:
Kişinin kendisini kadın mı yoksa erkek olarak mı hissettiği ile ilgilidir.
KAÇ TÜRLÜ CİNSİYETİMİZ VARDIR?
Toplumsal cinsiyet:
Toplumsal cinsiyet, toplumsal olarak yapılandırılmış erkeklik ve kadınlık kavramları ile ilintilidir ve bireyin biyolojik cinsiyetinin bir ürünü olması zorunlu değildir.
Zira erkeklerle kadınlar arasındaki birçok fark biyolojik kökenli değildir.
Cinsiyet, erkek ve kadın bedenlerini tanımlayan anatomik ve fizyolojik farklılıklarla;
Toplumsal cinsiyet ise, erkekler ve kadınlar arasındaki psikolojik, toplumsal ve kültürel farklarla ilgilidir.
Biliyoruz ki toplumsallaşma, normların, değerlerin, inançların ve davranış kalıplarının, o grubun gelecekteki üyesine aktarılması sürecidir.
Biliyoruz ki toplumsallaşma, normların, değerlerin, inançların ve davranış kalıplarının, o grubun gelecekteki üyesine aktarılması sürecidir.
Toplumsal cinsiyet toplumsallaşmasında ise, iki grup vardır: Kadınlar ve erkekler.
Dolayısı ile toplumsal cinsiyet toplumsallaşması, gelecekteki kadın ve erkeklerin, grup üyeliğinin normları, inançları, davranış kalıpları konusunda eğitilme sürecidir.
Toplumsal cinsiyet toplumsallaşması için hazırlıklar doğumdan bile önce başlamaktadır. Anne baba adaylarının ilk sorusu, bebeğin cinsiyetidir ki bu konu, hayat boyu devam edecek olan kategorileştirme sürecinin başlangıcıdır.
Toplumsal cinsiyet toplumsallaşması için hazırlıklar doğumdan bile önce başlamaktadır. Anne baba adaylarının ilk sorusu, bebeğin cinsiyetidir ki bu konu, hayat boyu devam edecek olan kategorileştirme sürecinin başlangıcıdır.
Pembeler kimin için?
Peki, maviler?
Genetik ve biyolojik faktörlerin biraz rolü olsa da, toplumsal cinsiyet farklılıklarının çoğu, toplumsallaşma sürecindeki vurguların farklılığına atfedilir.
Genetik ve biyolojik faktörlerin biraz rolü olsa da, toplumsal cinsiyet farklılıklarının çoğu, toplumsallaşma sürecindeki vurguların farklılığına atfedilir.
Önemli olan, toplumsal cinsiyet farklılıklarının, sosyal ve biyolojik güçlerin bir birleşimi olduğunu unutmamaktır.
TOPLUMSAL CİNSİYETİN ÖĞRENİLMESİ
Bebekler, cinsiyetlerini neredeyse tamamen bilinçsizce öğrenirler. Ancak, etraftakilerden sözle ya da sözel olmayan şekilde işaretler alırlar. Genellikle, iki yaş civarında, toplumsal cinsiyetin ne olduğuna ilişkin tam olmayan bir anlayışları olur. Kendilerinin erkek mi, kız mı olduklarını bilirler ve başkalarını da doğru bir biçimde sınıflayabilirler.
ÖRNEKLER:
SEVGİ SÖZCÜKLERİ?
OYUNCAKLAR?
ÖYKÜ KİTAPLARI?
TV PROGRAMLARI/REKLÂMLARI?
Aslında toplumsal cinsiyet rolü, tiyatrodaki rol gibi de düşünülebilir.
Aslında toplumsal cinsiyet rolü, tiyatrodaki rol gibi de düşünülebilir.
Yapımcı/seyirci rolünü nasıl oynamanı bekliyor senden?
Dikkatlice anlamaya çalıştığımızda, toplumsal cinsiyet rollerinin, değişebileceğini görürüz. Oysa, genetik yapımız değişmez.
Özellikle geleneksel erkek egemen toplumlarda erkeklere ve kadınlara şu özellikler / kalıplar atfedilmektedir:
Özellikle geleneksel erkek egemen toplumlarda erkeklere ve kadınlara şu özellikler / kalıplar atfedilmektedir:
Siz ne düşünüyorsunuz?
Kuşkusuz, toplumsal cinsiyet farklılıklarından bir kısmı, bazı biyolojik farklılıklardan da temel alabilir.
Kuşkusuz, toplumsal cinsiyet farklılıklarından bir kısmı, bazı biyolojik farklılıklardan da temel alabilir.
Toplumsal cinsiyet farklılığını yaratan en önemli farklılık, kadınların doğurganlığıdır. Kadının gebe kalması, çocuk doğurması, emzirmesi, bir çok toplumda, onu eve (özel alana) bağlamıştır. Erkekler de, evin dışındaki alanlarda (kamusal alan) faaliyet göstermişlerdir. Bu iş bölümü, erkek egemen toplumun oluşması ve toplumsal cinsiyet toplumsallaşmasındaki farklılığın yaratılması için bir zemin oluşturması açısından önemlidir.
İki cins arasında biyolojik/fizyolojik farklılıklar vardır. Daha önce sözü edilen cinsiyet kromozomları ve organlarının farklılığına ek olarak, ortalama erkek, kadından yüzde 10 daha uzun boylu, yüzde 20 daha ağır, yüzde 35 daha kuvvetlidir. Bu fark, genellikle çok vurgulanır.
Acaba bu biyolojik farklılık, toplumsal cinsiyet farklılığı için önemli midir? Bu, gerçek gücü ne kadar yansıtıyor? Aslında her birinin ne kadar, neyi ve nasıl taşıyabildiği önemli değil mi?
Bir başka biyolojik fark da, kadınların erkeklere göre daha uzun süre yaşamakta oluşu ile ilgilidir. Bunun nedeni kesin olarak bilinmemekle birlikte, zaman zaman, özellikle mikropla bulaşan hastalıklara direnç konusunda X kromozomunun olumlu katkısından söz edilmektedir. Ayrıca, erkeklerin tehlikeli işlerde çalışmasına da dikkat çekilmektedir.
Kız ve erkek bebeklerde oturma, diş çıkartma, yürüme hemen hemen aynı zamanlarda olur. Kızların daha hızlı geliştiği de gözlemlenebilir. Asıl fark, ergenlik çağındadır. Erkek çocuklar ergenliğe kızlara göre ortalama iki yıl daha sonra girerler.
Aralarında, zekâ/akıl, mutluluk ya da kendine güven konusunda ciddi farklılıklar olmamasına karşın, kadınlar erkeklere göre iki kat daha fazla endişe ile ilgili hastalıklara yakalanır, depresyona girerler.
Doğurganlığın dışındaki biyolojik farklılıkların, toplumsal cinsiyet farklılıkları için çok önemli bir temel oluşturmadığı, açıkça görülmektedir.
Şu gerçekleri görmezden gelemeyiz:
Şu gerçekleri görmezden gelemeyiz:
Günümüzde;
Eğitim ve meslek edinme şansı verildiğinde, kadınlar da, en az erkekler kadar başarılı olmaktadır.
Giderek değişen teknolojiye bağlı çalışma koşulları, artık fiziksel gücün değil, zeka/akıl ve başarma gücünün öne çıkmasını, önem kazanmasını sağlamıştır.
Şu gerçekleri görmezden gelemeyiz:
Şu gerçekleri görmezden gelemeyiz:
Günümüzde;
Çocuk sayısı değil, yetiştirilen çocuğun nitelikleri ve fiziksel, ruhsal ve sosyal sağlığının önemi fark edilmeye başlanmıştır. Aileler artık doğurdukları çocuk sayısı ile değil, yetiştirdikleri çocukların nasıl yetişkinler olacağı ile ilgilenmekte, az ama içine sinerek yetiştirebilecekleri kadar sayıda çocuk yapmaktadır. Bu yaklaşım, kadının ev dışında da iş gücüne katılarak üretmesi ve gelir kazanması açısından önemli bir zemin oluşturmaktadır.
İçinde yaşanılan topluma/kültüre göre değişen ve çoğu zaman da sosyal olarak inşa edilmiş birçok toplumsal cinsiyet farklılığından söz etmek mümkündür.
Açıkçası, biz çocuklarımızı, bu farklı davranışları sergilemeleri için hazırlıyoruz.
Sosyal olarak inşa edilen toplumsal cinsiyet farklılıklarına örnek olarak işyeri ve eğitim verilebilir:
Sosyal olarak inşa edilen toplumsal cinsiyet farklılıklarına örnek olarak işyeri ve eğitim verilebilir:
Zaman içinde, kadının eğitimi ve iş gücüne katılımı büyük değişiklik göstermiştir. Önceleri hep ev içindeki işlerle uğraşan kadın, evin dışında da en az evdeki kadar üretken ve başarılı olabileceğini göstermiştir.
Bu durum gelişmiş ülkelerde çok açık görülmektedir. Ama bizim gibi gelişmekte olan ülkelerde de, belli gruplarda buna benzer bir gelişme yaşanmaktadır. Ancak ne yazık ki, toplumdaki bütün kadınlar için bu gelişmeden söz etmek mümkün olamamaktadır.
TOPLUMSAL CİNSİYET AYRIMCILIĞI NEDİR?
Şu farklı inanç ve tutumlara dayalıdır:
Bir cins diğerine göre daha üstündür.
Kadın ve erkek çok farklıdırlar ve bu durum topluma, dile, yasaya, vb. gibi ve her türlü davranışa yansımalıdır.
Bu aynı zamanda erkeğe ya da kadına karşı kin duygularını da kapsar.
Bu yaklaşım yanlıştır. Zira erkeğin kadına, kadının erkeğe üstün olduğu alanlar vardır. Nasıl ki, kadın ya da erkek olalım, her birimizin farklı özellikleri, farklı güçlü ya da zayıf yanları vardır. Hiç kimse birbirine benzemez.
Bu yaklaşım yanlıştır. Zira erkeğin kadına, kadının erkeğe üstün olduğu alanlar vardır. Nasıl ki, kadın ya da erkek olalım, her birimizin farklı özellikleri, farklı güçlü ya da zayıf yanları vardır. Hiç kimse birbirine benzemez.
Hiç kimse tam olarak güçlü ya da tam olarak zayıf değildir.
Önemli olan, birlikte ve hakça, birbirimizi tamamlayarak yaşamı sürdürmemizdir.
Ancak, ne yazık ki, dünyada ve ülkemizde bu ayrımcılık sürüyor. Örnekler mi?
Ancak, ne yazık ki, dünyada ve ülkemizde bu ayrımcılık sürüyor. Örnekler mi?
O kadar çok ki!
Örnek 1: Kadının işgücüne katılımı ve paraya sahip olma durumu
BM’in yaptığı bir değerlendirmeye göre,
Dünyadaki işlerin %66’sı kadınlar tarafından görülüyor.
Buna karşın kadınlar dünyadaki toplam gelirin ancak %10’una sahipler.
Dünya’daki mal varlığının ise % 1’ine sahipler.
Başka bir değişle dünyadaki işlerin % 34’ü erkekler tarafından görülüyor ama erkekler dünyadaki toplam gelirin % 90’ına ve toplam mal varlığının % 99’una sahipler. (http://www.bigglook.com/haber/kadinlargunu/tarihce.asp)
Ya Türkiye?
Örnek 2: Kız çocukların eğitimden mahrum bırakılışı
Dünyada okuma yazma bilmeyenlerin yaklaşık üçte ikisi kadın.
Ya Türkiye?
Toplumsal cinsiyet eşitsizliğini pekiştiren tutumlar ve kadınların kamusal yaşamdan dışlanmaları neredeyse alışılagelmiş bir konu olarak kabul görmektedir.
Hiç de şaşırtıcı olmayan bir biçimde, bu dışlanma, kızların erkek kardeşlerine ve diğer erkek akranlarına göre eğitim olanaklarından daha az yararlandığı çocukluk döneminde başlamaktadır.
Örnek 3: Kadınların iş ve siyasi yaşama katılmalarının önündeki engeller
Kaliteli bir temel eğitim olmaksızın, ortaöğrenim ve yüksek öğrenime erişim bir kenara, kadınlara aileleri içinde ikincil roller biçilmekte, iş piyasasından dışlanmakta ve siyasi yaşama katılamamaktadır.
Örnek 4: Kadınların şiddete maruz kalmaları
Her türlü şiddet utanç vericidir ve uygulayıcının gücünü değil, acizliğini ortaya koyar.
Özellikle kadına yönelik şiddet, dünyanın bazı ülkelerinde en yaygın insan hakları ihlallerinden biridir. Ne yazık ki, bizim ülkemizde de hiç de azımsanmayacak orandadır.
HATTA…
Türkiye'de kadınların yüzde 58'i şiddet görüyor.
Türkiye'de kadınların yüzde 58'i şiddet görüyor.
Türkiye'yi yüzde 47 ile Bangladeş, yüzde 45 ile Etiyopya, yüzde 40 ile Hindistan ve yüzde 34'le Mısır izliyor. (Dünya İzleme Enstitüsü Raporu, 2008)
ŞİDDET NEDİR?
Temel dürtü ve var oluş gereği savunma harici daha çok insanlarda ve topluluk halinde yaşayan hayvanlarda grup içi otorite sağlamak için diğerinin varlığını tehdit unsuru görmek ve onu bu konuda sindirmek için karşı tarafa uygulanılan zarar vermeye yönelik davranış türüdür.
ŞİDDET NEDİR?
Uygulayıcısı tarafından bilinçli olarak karşıdaki kişiye ya da kişilere, kurum ya da kuruluşlara hatta canlı diğer varlıklara (bitki örtüsü, hayvanlar, yaşam kaynakları vb. gibi.) çeşitli çıkarlar elde etmek; onlara karşı üstünlük ya da hâkimiyet kurmak; istenilen hal ve hareketlerin yapılmasını veya ayrıcalık sağlamak; saygınlık ya da sevgi kazanmak; kısacası maddi ve manevi çıkar ve menfaatlerin elde edilmesini sağlamak amacı ile yapılır.
ŞİDDET NEDİR?
Şiddet yalnızca fiziksel olmaz!
Fiziksel, sözlü, psikolojik ya da işaretler yardımı ile uygulanan kişi ya da kişilerin, kurum ya da kuruluşların, hatta canlı diğer varlıkların yaşam, özgürlük, irade, istek, hak ve sağlıklarına zarar verici, bu hakları ortadan kaldıran ya da geçici süre ile bunların ortadan kaldırılmasını sağlayan hal ve hareketlerin tümüne şiddet denir.
“KÜRESEL CİNSİYET UÇURUMU 2007″
Bu yılın başında, Dünya Ekonomik Forumu tarafından açıklanan “Küresel Cinsiyet Uçurumu 2007″ raporuna göre Türkiye, kadın erkek eşitliği açısından, 128 ülke arasında 121. 2006 da 105. sırada yer alan Türkiye, Moritanya, İran, Mısır gibi ülkelerin arkasına düşmüştür. Özellikle kişi başına gelirde kadınlarla erkekler arasındaki uçurumun açılması, Türkiye’nin listede daha arka sıralara düşmesinde etkili olmuştur.
Pakistan 126. sırada, birinci sırada İsveç, son sırada Yemen var.
BİNYIL KALKINMA HEDEFLERİ
2000 yılı Eylül ayında toplanan BM Binyıl Zirvesine katılan dünya liderleri, yoksulluğu ve bunun yol açtığı yıkıcı sonuçları gidermek amacıyla Binyıl Kalkınma Hedefleri adı verilen ölçülebilir ve 2015 yılına kadar ulaşılması gereken hedefler belirlemişlerdir.
Bu hedeflerden her birinin gerçekleştirilmesi kalkınma açısından son derece önemlidir.
Binyıl Kalkınma Hedefleri
Bu hedefler arasında ikisi vardır ki, diğer bütün hedefler için kilit önemde görülmektedir. Bunlar:
Herkese temel eğitim ve
Toplumsal cinsiyet eşitliği sağlanmasıdır.
SONUÇ
Erkekle kadın arasında bunca farkın erkek lehine yaratıldığı toplumlarda, çok önemli bir şeyin göz ardı edildiği açık değil mi?
Kadının/annenin gücü.
Kadının her yönden sağlıklı, üretken ve başarılı bir toplumu oluşturmadaki gücü.
Anne ve babalar, yetişkin insanlar olarak her yönden gelişmiş bir Türkiye’de yaşayabilmeleri için çocuklarımıza fırsat yaratmak, zor da olsa bizim elimizde.
Yeter ki, bu gerçeklerin ayırdında olalım, sorumluluk taşıyalım ve bu kısır döngüyü kırmak için çaba harcayalım.