AİLE SOSYOLOJİSİ
NOT 1
AİLE SOSYOLOJİSİNDE FARKLI KURAMSAL YAKLAŞIMLAR VE NEDENLERİ
Giriş
Bilimsel yazılarda birçok kavram günlük kullanımlarından farklı yönler taşır. Bu farklılıklara yol açan faktörlerin başında onlara felsefi bazı anlamlar yüklenmesi gelir. Örneğin felsefenin temel dört çalışma alanı vardır. Bunlar sırasıyla “Metafizik”, “Epistemoloji”(Bilgi Kuramı), “Ontoloji” (Varlıkbilim) ve “Ahlak”tır. Özellikle ontoloji ve epistemolojiden birçok bilimsel kavramı tanımlamada yararlanılır. Ayrıca Bilgi Kuramının da “bilginin kaynağı” ve “bilginin değeri” olarak iki temel alanı vardır. Bu bağlamda epistemolojik olarak, bilginin kaynağını “akıl” olarak görmek Rasyonalizm; “deney” olarak görmek Ampirizm; “sezgi” olarak görmek Instuitionism/Sezgicilik; “fayda” olarak görmek Pragmatizm olarak anılır. Hatta son yıllarda bir gelişme daha yaşanarak, bilginin kaynağının “kadının öznel deneyimleri” veya algıları olduğu ileri sürüldüğünden, Feminizm de böylelikle epistemoloji tartışmalarında yerini almış bulunmaktadır. Bu bağlamda Aile Kuramları konusuna başlamadan önce kavramsal açıklık sağlamak için kuram ve yaklaşım kavramlarını tanımlamak uygun olacaktır.
En genel çerçevede kuram, bilimsel çalışmaların yapılmasına olanak sağlayan en geçerli ve güvenilir yollarla ilgili epistemolojik (bilgi kuramsal) tartışmalardır. Yaklaşımlar ise daha çok toplumsal yaşamın temel ontolojik (varlık bilimsel) özellikleri ile ilgili temel kabul veya sayıltılara (assumptions) işaret eder. Çoğu zaman kuram ve yaklaşım kavramları aynı anlamda veya birlikte kullanılırsa da aralarında felsefi olarak ayrım bulunduğu ve kuramların daha çok epistemolojik; yaklaşımların ise, daha çok ontolojik içerik taşıdığı belirtilmelidir. Bu bağlamda genel olarak sosyal bilimlerde özel olarak sosyolojide çeşitli düşünürlerin adıyla anılan çok sayıda kuram ve göreli olarak sınırlı sayıda yaklaşım bulunur.
Buradan hareketle başlangıçta tek tek kuramlar yerine yaklaşımlar esasında genel çerçeveyi bilmenin daha yol gösterici olduğu söylenebilir.
Diğer sosyolojinin pek çok alanında olduğu gibi aile çalışmalarında da mevcut tüm metodolojik (pozitivist, antipozitivist / yorumlayıcı, eleştirel) ve kuramsal yaklaşımlardan yararlanıldığı gözlenmektedir. Sosyolojideki kuramsal yaklaşımların, modernist çerçevede “Sembolik Etkileşimcilik” gibi daha mikro yaklaşımlardan, “İşlevselcilik” ve “Çatışmacılık” gibi daha makro yapısal yaklaşımlara doğru genişlediği ve hatta son yıllarda sosyolojiye meydan okuyan feminist ve postmodernist yaklaşımlarla da zenginleştiği söylenebilir.
Örneğin H.Spencer, T.Parsons, R.Merton, N.Luhmann adlı sosyologların her biri ayrı ayrı kuramlara sahiptirler. Ancak onlar aynı zamanda taşıdıkları ontolojik ortak özellikleri açısından “Yapısal İşlevselcilik” şemsiyesi altında değerlendirilirler.
Burada önemli olan aile çalışmalarında birbirinden oldukça farklı çok sayıda kuramsal ve metodolojik yaklaşımın kullanıldığının bilinmesidir. Araştırmacıların mikro öznelden, makro nesnel boyutlara kadar uzanan geniş bir alanda araştırma yapması meşru olduğu gibi, aynı araştırmanın değişik aşamalarında da bunların bazılarından yararlanmaları mümkündür. Önemli olan kuram ve uygulama bütünlüğüne sahip bir araştırma planlamak ve yürütebilmektir.
|
Ayrıca bu kuramsal yaklaşımların insan ve topluma ilişkin olarak daha baştan sayıltı olarak kabul ettikleri epistemolojik ve ontolojik özelliklere bağlı olarak bazılarının nitel, bazılarının ise nicel araştırma tekniklerinin kullanılmasına uygun olduğu veya bunları gerektirdikleri bilinmelidir. Bu nedenle bu bölümde belli başlı sosyolojik yaklaşımlar ve onların aile hakkındaki görüşleri temelinde aile kuramları hakkında bilgi verilmiştir.
Sembolik Etkileşimin pragmatizme dayanan üç temel ilkesi vardır:
i) İnsanlar kendileri tarafından anlam/önem atfedilen (yüklenilen) davranışlarda bulunurlar. ii) İnsanların davranışları toplumdaki diğer insanlarla giriştikleri sosyal etkileşimden kaynaklanır.
iii) İnsanlar karşılaştıkları durumları yorumlarlar ve ulaştıkları sonuca bağlı olarak da davranışlarını değiştirirler.
|
Yaklaşımlar Genel analiz düzeyi Analiz odağı Anahtar kavramlar Örnek: ABD’de boşanma Sembolik Sosyal etkileşimin Yüz yüze Semboller Sanayileşme ve Etkileşimcilik mikrososyolojik etkileşim ve Etkileşim kentleşme Symbolic incelemeleri insanların toplum Anlamlar aile/evlilik Interactionism yaşamı oluşturmak için sembolleri nasıl kullandıkları Tanımlar rollerini değiştirerek; aşk, evlenme, çocuk ve boşanmanın yeniden tanımlanmasına yol açmıştır.
Fonksiyonel Toplumun Toplumu Yapı Toplumsal İşlevselci makro sosyolojik oluşturan İşlevler değişmeler Analiz incelemesi parçaların (gizil veya açık) ailenin işlevlerini (Yapısal birbirleriyle olan İşlevsel olmayan aşındırdıkça aile İşlevselcilik olumlu (işlevsel) Denge/tarafsızlık bağları Uyma ve olumsuz zayıflamakta ve Consensus da (işlevsel olmayan boşanmalar denilmektedir) ilişkileri) artmaktadır.
Çatışmacılık, Toplumun Toplumda Eşitsizlik Erkekler Conflict makro sosyolojik kıt olan kaynaklar Güç iktidar ekonomik yaşamı Perspective incelemesi için mücadele ve Çatışma kontrol ettiğinde (Çatışmacı güçlü Rekabet boşanmalar yapısalcılık da egemenlerin Sömürü istismar düşüktür. denilmektedir) güçsüzleri nasıl kontrol ettikleri Boşanmalardaki artış, kadın ve erkek arasındaki güç dengesinin değiştiğinin göstergesidir.
Sembolik Etkileşim Yaklaşım
Modernist çerçevede mikro öznel düzeyde sosyolojik çalışmalarda pek çok kuramdan söz edilse de bunların genel bir şemsiye altında toplanması mümkündür. İşte Sembolik Etkileşimcilik böylesine genel bir kapsayıcılığa sahiptir. Psikolojik gelenek içinde gelişen bir sosyoloji ekolü olarak da adlandırılan bu kuramsal yaklaşımın tarihsel analizi onun epistemolojik olarak Amerika’da yaygın kabul gören pragmatizm içinde geliştiğini göstermektedir. Hatta bu yaklaşımın 18yy. İngiliz Ahlak felsefecilerine kadar izlerinin sürülebildiği ve William James (1842-1910) ve John Duvey (1859-1952) gibi 20. yüzyıl eğitimci ve psikologları tarafından geliştirildiği belirtilmelidir. Bu yaklaşımı sosyolojiye taşıyan en önemli savunucuların başında George Herbert Mead (1863-1931)ve onun öğrencisi Herbert Blumer gelmektedir. Ayrıca Charles Horton Cooley (1864-1929) ve William Thomas (18631947) da bulunmaktadır.
Herbert Mead’ in izleyicisi olarak Blumer (1962)’in temel iddiası, insanların öncelikle karşılarındakinin davranışını yorumladıkları ve daha sonra eyleme karar verdikleri yönündedir. Ona göre insanlar araya yorum süreci girmeden doğrudan eyleme geçmezler. Bu yorumlama ve anlamlandırma sürecinde ise, kuşkusuz semboller ve işaretler önem kazanır. Bu yüzden bu yaklaşıma Sembolik Etkileşimcilik denilmiştir. Bu görüşün, klasik davranış/ Behaviorizm Kuramındaki “uyaran- tepki” ilişkisini ret ederek araya yorumlama sürecini koyması önemlidir. Çünkü insanlar her uyarana basitçe tepki veren robotlar değildir. Örneğin, bir genç kadın kendisine gelen her tekliŞ sonuçları itibariyle yorumlamadan evet demez. Teklifin masum bir yardım amacına mı yoksa daha ileri bir ilişki için bir ilk adım mı olduğunu anlamlandırmaya çalışır ve olasılıkları gözden geçirdikten sonra evet veya hayır der. İşte Sembolik Etkileşimcilik bu anlamlandırma ve yorumlama sürecinin nasıl inşa edildiğini, insanların kendilerini ve karşılarındakini nasıl konumlandırdıklarını inceler. Onlar, ontolojik olarak sosyal yaşamın dinamik olduğunu ve diyalektik olarak karşılıklı ilişki içinde bir bütün olarak sürekli değiştiğini kabul ederler.
Bu gelenek içinde yer alan sosyologlar çok sayıda farklı konularda ve değişik araştırma teknikleri kullanarak çalışmaktadırlar. Ancak çoğunluğun sosyal etkileşimi daha iyi çalışabilmek için katılarak gözlem gibi nitel teknikleri kullandıkları söylenebilir. Özellikle son yıllarda çalışılan konular arasında duygusal emek (Arlie Hochschild), sosyal hareketler ve kendine ayna tutma, izlenim yaratma ve yönetme, ortam tanımlama gibi konular gelmektedir. Ayrıca klasik yapısalcılığın “dil kuralları “na (language) vurgu yapan semiotik/ gösterge bilimsel incelemeleri yerine, daha dinamik ve etkileşimsel olan “konuşma” (parole) üzerinde vurgu yapan semiotik çalışmalar yapıldığı söylenebilir.
Sembolik Etkkilişimcilik ve Aile
Tüm dünyadaki geleneksel anlayış aile birliğinin bir kez kurulduktan sonra yaşam boyu sürdürülmesidir. Bu anlayışla uyumlu olarak boşanmalar ise ahlaken kabul edilmesi güç olmanın yanı sıra toplumun genel değer yargılarına bir meydan okuma ya da ebeveyn olarak sorumluluklardan kaçma olarak görülür. Ancak geleneksel birçok değer ve tutumlardaki genel değişmelere bağlı olarak aile konusundaki sembol ve değerlerde de bazı değişmeler olduğunu da kabul etmek gerekir. Bu bağlamda Sembolik Etkileşimci yaklaşımın aile ve boşanma konusundaki görüşlerini daha iyi anlayabilmek ve “duygusal doyum” ve “aşk sembolü” başta olmak üzere bazı kavramlardan yararlanarak yaşanan değişimleri görmek mümkündür (Henslin, 2001, 23):
• Duygusal Doyum (Emotional Satisfaction): Sembolik Etkileşimciler, 20.yüzyılın başlarından bu yana aile dayanışmasının temellerinde ortaya çıkan önemli değişmeleri gözlemişlerdir. Örneğin, eş seçiminde artık giderek kişilik özellikleri önem taşımaya başlamıştır. Eşler arasında duygusal tatmin beklentisi giderek yükselmektedir. Ayrıca bu eğilime bağlı olarak mahremiyet talebi de artmaya başlamıştır. Tüm bunlar olurken toplumda ilişkiler yüzeyselleşmeye ve geçici olmaya başlamıştır. Bu durumda evlilik toplumdaki karmaşık ve hızlı değişmeler sonucu ortaya çıkan gerilimi düşürmede bir çözüm olarak görülmeye başlamıştır. Eşlerin birbirleriyle arkadaş/dost (companionate marriage)olmak amacıyla evlenmeye başlamaları kadar; eşlerin birbirinden çok şey bekleyerek aradıklarını bulamaması boşanmalarda artışa yol açmıştır. Sonuç olarak evlilik kendisine gereğinden fazla yüklenilen bir kurum haline gelmiştir. Türkiye’de de benzer eğilimlerin arttığı, kırsal kesime nazaran eğitim düzeyi yüksek, kadının ev dışında gelir getiren işte çalıştığı kentsel ailelerde evlilik anlayışının farklılaştığı söylenebilir.
• Aşk Sembolü (The Love Symbol): Kadın veya erkek olarak sahip olunan aşk veya ilgi görme/gösterme sembolleri de evliliğin yükünü ağırlaştırmaktadır. Duygusal tatmin olabilmek için talep edilen gerçekçi olmayan beklentilerin karşılanmaması hüsranla sonuçlanmakta ve eşler birbirlerini suçlamaya başlamaktadır. Evlilikte aşk/ilgi sembolleri yüzünden eşler beklentilerinin gerçekçi olmadığını görememekte ve boşanmaktadırlar. Türkiye’de de özellikle medyanın da etkisiyle eşlerin beklenti seviyelerinin yükselmesine karşın, bunları karşılamada gösterilen direnç yüzünden gerilimin arttığı söylenebilir. Türkiye’de izleme raporları kıran bazı dizilerin Orta Doğu ülkelerine pazarlanması sonucu oradaki aile yapılarının da sarsıntı geçirdiği ve Arap kadınların eşlerinden beklentilerinin arttığı ve sosyologların bu konularda çalışmalar yaptıkları bilinmektedir.
• Çocuğun Anlamı (The meaning of Children): Tüm dünyada çocukluk ile ilgili görüşlerde köklü değişmeler ortaya çıkmıştır. Bazı aile tarihçilerine göre ortaçağdaki aile yapısında çocuk ve erişkinler arasında keskin farklar bulunmazdı ve çocuklar birer küçük/minyatür erişkin olduğu kabul edilirdi. O dönemlerde henüz ev ve işyeri ayrımı fazla olmadığı için erkek çocuklar aile işinde çıraklık ederken, kızlar da ev işlerinin yanı sıra eşlik rolünü öğrenirlerdi. A.B.D. bile ancak bundan üç kuşak önce bu durumun değiştiği ve artık 8.sınıfı bitiren ve işe giren çocuklara erişkin muamelesi yapıldığı belirtilmelidir. Daha küçük yaşlardaki çocukların masum ve hassas olduklarının kabulü zaman almıştır. Bu konuda Türkiye’de hem sınıfsal hem de bölgesel gelişmişlik farkları bulunmaktadır. Erkek çocuk hala kız çocuktan daha fazla önemsenmektedir. Kız çocuklar okutulmadan erken yaşta evlendirilerek çocuk kadınlar olarak adeta cezalandırılırken, erkek çocuklara tüm aile maksimum hizmet sunmaktadır. Buradaki en önemli çelişki, erkek çocuğun önemsenerek güçlendirilmesi kadar aile ve anne tarafından sürekli çocuk gibi şımartılması, tüm ihtiyaçlarının karşılanmasıdır. Bu durum ileride, yarı erişkin ya da büyümemiş “ana kuzusu koca” sendromuna yol açabilmektedir.
• Ebeveynliğin Anlamı (The Meaning of Parenthood): Çocukluk ve erişkinliğe geçiş konusundaki değişmelerin ebeveynliğin anlamı ile ilgili değişmelerle yakından ilişkisi bulunmaktadır. Günümüzdeki ebeveynler sadece ilgi ve şefkat göstermekle kalmamakta, çocuklarının sahip olduğu potansiyeli en yüksek düzeye ulaştırmaktan da sorumlu tutulmaktadır. Günümüzde çocuk yetiştirme çok daha uzun sürmekte ve çocuklar çok fazla talepte bulunduklarından, ebeveynlere geçmişte olduğundan çok daha fazla duygusal olarak da yüklenilmektedir. Türkiye’de durum benzer şekilde değişmektedir. “Çocuk merkezli” aileler artmaktadır. Sosyal psikolog Çiğdem Kağıtçıbaşı(1971)’nın “Çocuğun Değeri
Araştırması” üzerinden çok fazla zaman geçmemesine rağmen, geçmişte özellikle kırsal kesimde ebeveynler için yaşlılıkta sosyal sigorta olarak görülen çocukların tarımda makineleşme ile birlikte yetişme maliyetlerinin artması yüzünden değerinde değişme olmuş ve bu durum ailenin sahip olmak istediği çocuk sayısında azalmaya yol açmıştır.
• Evlilik Rolleri (Marital Roles): Geçmiş kuşaklarda anne-baba veya karı koca olarak eşlerin ev, iş ve çocuklarla ilgili konularda sınırları çizilmiş sorumlulukları bulunurken, günümüzde belirsizlikler artmıştır. Kadın ev dışında çalıştığında ev işleri ve çocukların bakımı konusunda kocasından veya aile büyüklerinden destek beklemektedir. Ancak kadınların geleneksel cinsiyet rollerine ilişkin yükümlülüklerinin azalmak bir yana, iş ile birlikte yürütülmeye çalışılması, kadınların çok daha fazla ezilmesine yol açmıştır. Bu konuda devletin de sorumlulukları bulunduğundan tüm dünyada sosyal refah devleti olma iddiasında olan ülkelerde önemli bazı yasal düzenlemelere gidilmiştir. Türkiye’de çalışan kadınların durumlarının kolay olmadığı, muhafazakâr iktidarların daha fazla sayıda çocuk önererek adeta onları tekrar eve çekmeye çalıştıkları iddia edilebilir. Teknolojik gelişmeler ev işlerinde önemli kolaylıklar sağlamakla birlikte, işsizlik, yoksulluk sarmalı satın alma gücünü sınırladığından, yoksullar için evlilik rollerinde iyileşme yakın zamanda pek mümkün görünmemektedir.
• Seçenekleri Algılama (Perception of Alternatives): Aile ve evliliklerde ortaya çıkan pek çok değişmelere yol açan faktörlerin biri de giderek artan sayıda kadının ev dışında çalışmaya başlamasıyla ortaya çıkmıştır. Kadınların geçimlerini kazanmaya başlaması, onların ilk kez mutsuz olan evliliklerini sürdürme zorunluluğu karşısında seçeneksiz olmadıklarını görmelerine yol açmıştır. İşte Sembolik Etkileşimcilere göre, evliliğe bir seçenek bulunduğunun algılanması boşanmayı mümkün kılacak ilk önemli adımdır. Türkiye’de de çok kesin olmasa da bu tür bir genelleme kapsamında sayılabilecek, ekonomik bağımsızlık ve kendine güven artıkça boşanmanın bir seçenek olarak görülmesi yönünde eğilimlerinin arttığı söylenebilir.
• Boşanmanın Anlamı (Meaning of Divorce): Daha önce hiçbir şekilde kabul edilemez bulunan ve hatta ahlaki düşüklük veya başarısızlık olarak görülen boşanmanın anlamı değişmeye ve daha kabul edilebilir bir durum olarak algılanmaya başlamıştır. ABD’de nitekim bir asır önce sıfır olan boşanmanın yılda bir milyona çıktığına dair istatistiksel bilgiler bulunmaktadır. Boşanmalar arttıkça boşanmaya yüklenilen olumsuz anlamlar da daha azalmaya ve kişisel değişme ve yeni bir hayata başlama fırsatı olarak görülmeye başlanmıştır. Boşanmaya yüklenilen başarısızlık anlamındaki sembolik anlamın değişmesi ve bir damga olmaktan çıkması boşanmaların artmasında başlı başına önemli bir etken olmuştur. Türkiye’de de boşanmalar arttıkça ona yüklenen anlamın daha kabul edilebilir düzeylere çekildiği gözlenmektedir. Özellikle kadın açısından son derece tedirgin edici olan damgalanma anlamındaki negatif yüklemin oldukça azaldığı söylenebilir.
• Yasal Değişiklikler (Changes in the Law): Boşanma yasasının bizzat kendisi sembolik olarak boşanmayı teşvik edici olmuştur. Daha önce zina ve benzeri koşullara sıkıca bağlanan boşanmalarda artık bu koşulun aranmaması ve geçimsizliğin boşanma için yeter koşul olarak görülmesi boşanmaların artmasında önemli rol oynamıştır. Özellikle ABD’de bazı eyaletlerde taraşarın birbirini yaptıkları hatalardan dolayı suçlamadan ya da belirli bir neden gösterme zorunluluğu olmadan boşanma olanağının bulunması boşanmaları arttırmaktadır. Türkiye’de de yeni Medeni Yasada yapılan değişikliklerle aile birliğini korumak esas olmakla birlikte, taraflar anlaştıklarında boşanmaları kolaylaşmıştır denilebilir.
Türkiye’de Ailenin Korunmasına Dair Kanun, Türk Ceza Yasası ve Türk Medeni Yasa-sı’ndaki değişiklikleri ayrıntıları ile birlikte Ankara Barosu Kadın Hakları Kurulu tarafından hazırlanan Kadın Hakları El Kitabı’nın (Ankara Barosu, Ankara, 2006) içerisinde bulabilirsiniz.
|
Sonuç olarak Sembolik Etkileşimci Yaklaşım evliliklerin boşanma ile sonuçlanmasını sembollerdeki değişme ile açıklamaya çalışmaktadır. İnsanların boşanma ile ilgili düşüncelerinin değişmesi, evlilikten tatmin olma, aşk, çocuk, anne-baba, karı koca rollerindeki değişmeler evli çiftler üzerinde önemli baskılar yapmaktadır. Tek bir nedene bağlı olarak gerçekleşmesi güç olmakla birlikte tüm değişmeler bir arada düşünüldüğünde boşanmaya itici faktörlerin güçlendiği söylenebilir. Önemli soru bu değişmelerin iyi mi yoksa kötü mü olduğudur. Ancak bu konu değerlerle ilgilidir ve Sembolik Etkileşim kendine böyle bir konum belirlemez. Çünkü tüm sosyologlar gibi onlar da değişmeyi incelemekle kendilerini sınırlandırmayı uygun bulurlar.
Bununla birlikte toplumun en temel birimi olan ailenin çözülmesini engellemek yönünde politikalar geliştirmeleri istendiğinde bunu uygulamacı sosyolog kimliğiyle rahatlıkla yapabilirler. Ancak sosyolojinin misyonun nerede başlayıp nerede sona erdiği konusunda uzun tartışmalar bulunduğu, bazılarının sadece durum saptama ile ilgilenmesine karşılık, oldukça geniş bir çoğunluğun bu misyonu yeterli görmeyerek halk/toplum için sorun çözmeye yönelik çalışmalar yap-tığı söylenebilir.
Sembolik Etkileşimci Yaklaşımın aile konusundaki görüşlerinin daha iyi anlaşılması için başka örnekler vermek de mümkündür. Örneğin, Henslin (2001:450) boşanma konusundan ayrı olarak erkeğin ev işleri yapması durumunu da incelemiştir. Ona göre, eğer kadın ve erkek birbirine yakın gelirlere sahipseler ev işlerinde de daha eşitlikçi bir paylaşım beklenir. Ancak işin aslına bakılırsa, diğer erkeklere göre daha fazla ev işi yapsalar da adil bir paylaşım sergiledikleri söylenemez. Bu bulgu şaşırtıcı bir durumdur. Hatta işten çıkarılan kocaların çoğunun ev işi yapmayı azalttıkları gözlenmiştir. Öte yandan karısından daha az kazancı olanların en az ev işi yaptıkları belirlenmiştir. Bu durumun açıklaması nasıl yapılabilir. Aslında işten çıkarılan veya karısından daha az kazanan erkeklerin evde oturmak yerine dışarıda daha fazla zaman geçirerek durumlarını dengelemeye çalıştıkları düşünülebilir. Hochschild (1989)’e göre, sosyolojik açıdan bu durumun anlaşılmasındaki anahtar kavram “toplumsal cinsiyet” (gender) rolleridir. Çünkü kadının daha fazla kazanmasını koca geleneksel erkeklik rolüne bir tehdit olarak algılayacak ve ev işi yapmayacaktır. Ev işi yapmak erkeğin gözünde kadın işidir. Ev işi yapmaktan kaçınarak, kaybettiğini sandığı erkek temelli düzenini yeniden oluşturacaktır.
Sembolik Etkileşim ve aile denilince akla hemen gelen diğer bir örnek ise “bir evde iki ayrı evlilik”tir. Burada karı ve kocanın evliliklerini nasıl algıladıkları anlatılmaktadır (Sanchez, 1994). Örneğin, eşlerden her ikisi de ne kadar ev işi yaptıkları sorusu kendilerine yöneltildiğinde gerçekte olduğundan son derece farklı yanıtlar vermektedirler. Hatta ev işi yapma konusunda anlaşıp anlaşmadıklarına ilişkin fikirleri de farklıdır. Ayrıca ünlü bir aile sosyologu olan Jessie Bernard (1972) da boşanma eşiğine gelmiş, anlaşmazlık içindeki eşlerin çocukların sayısı, evlilik öncesi tanışıklık ve nişan süresi, evlendiklerinde kaç yaşında oldukları, ilk çocuklarının ne zaman olduğu, cinsel yaşamları, ev işleri, önemli kararlar hakkında son derece farklı yanıtlar vererek, sanki eşlerin aynı evde iki ayrı aile gibi yaşadıklarını gösteren klasik bir çalışma yapmıştır.
Başka bir çalışmaya göre de evlilikte önemli bir konu olan cinsel yaşam hak-kında neden eşler farklı yanıtlar vermektedir sorusunun yanıtı, onların aşk yapma konusunda sahip oldukları farklı beklentilerde gizlidir. Kadın daha fazla duygusal ilgi ve katılım beklerken, erkek daha fazla biyolojik tatmin aramaktadır (Komter, 1989). Ayrıca talebi karşılanmayan erkek konuyu önemsemez görünürken, ilişkiye isteksiz olan kadın konuyu daha fazla önemser görünebilmektedir. İşte Sembolik Etkileşimcilere göre evlilikte farklı köşelere konumlanan eşler evliliklerini de farklı olarak algılayabilmektedirler. Bu durumda eşlerin evliliklerinde yaşadıkları deneyimler tamamen birbirinden farklı olduğundan, aynı çatı altında iki farklı evlilik sürdürüldüğünü söylemek mümkün görünmektedir.
Sembolik Etkileşimci Yaklaşım ile kadın, erkek, çocuk, yaşlı, hasta veya her türden sosyal statünün ailedeki konumuna ilişkin çalışma yapabileceği unutulmamalıdır. Her şeyden önce değişen sembollerle ilgili olarak ortaya çıkan yeni yaşam biçimleri, tek eşli, eşcinsel veya lezbiyen çiftler veya yaşlılar hakkında çok zengin bir literatür bulunduğu belirtilmelidir. Özellikle son yıllarda evsizler üzerine araştırmalar yaygınlaşmıştır. Evsizlerin iletişim tarzlarıyla özellikle de sözel/konuşma ve sözel olmayan jestler (gestures)ve sessiz kalmaya(silence) yönelik araştırmalarla ilgilenirler.
Son olarak, Yorumlayıcı (Interpretive/ Verstehen), İnşacı (Constructionist), Dramatujikal ve Fenemenolojik yaklaşımlar olarak literatürde geçen çalışmaların da Sembolik Etkileşim genel çerçevesi içinde düşünülerek değerlendirilmesinin mümkün olduğu belirtilmelidir. Diğer bir ifade ile birçok çalışmada farklı etiketler kullanılarak benzer araştırmaların benzer amaçlara yönelik olarak yapıldığı dikkatten kaçmamalıdır. Tüm bu sözü edilen yaklaşımların ortak özelliği daha fazla yapı (makro) yerine, “birey” (mikro) üzerinde durmaları ve olgular yerine “süreçlere” odaklanmalarıdır. Süreçlerin incelenmesine bağlı olarak da nitel araştırma tekniklerinin kullanılmasının da diğer bir ortak özellik olduğu unutulmamalıdır.
İşlevselci / Fonksiyonalist Yaklaşım
Genel olarak sosyolojide modernist çerçevede en yaygın olarak kullanılan makro yaklaşım “Yapısal İşlevselcilik” olarak da anılan yaklaşımdır. Bu yaklaşım toplumu birbiri ile ilişkili parçaların görev yaptığı bir sistem olarak görür. Örneğin, Ameri-kalı ünlü sosyolog T. Parsons toplumun koruyucu, bütünleştirici, yönlendirici ve uygulayıcı alt sistemlerden oluştuğunu savunur. Aile de bu bağlamda toplumun bütünlüğünü sağlayan bir kurumdur.
Jessie Bernard (1972) da, boşanma eşiğine gelmiş, anlaşmazlık içindeki eşlerin çocukların sayısı, evlilik öncesi tanışıklık ve nişan süresi, evlendiklerinde kaç yaşında oldukları, ilk çocuklarının ne zaman olduğu, cinsel yaşamları, ev işleri, önemli kararlar hakkında son derece farklı yanıtlar vererek, sanki eşlerin aynı evde iki ayrı aile gibi yaşadıklarını gösteren klasik bir çalışma yapmıştır.
İşlevselci Yaklaşımın önemli isimlerinden biri de R.Merton’dur. O, organik benzetmeler üzerinde fazla durmaz ve onun yerine işlevler ve çeşitleri üzerinde çalışır. Merton işlevselliği, toplumun dengede kalmasına hizmet etme koşuluna bağlar. Sistemin dengede bulunmasına hizmet etmeyen işlevler de bulunduğunu belirleyen Merton bunlara “işlevsel olmayan” (dysfunctions) sonuçlar adını verir.
|
Sembolik Etkileşimci Yaklaşımın birey üzerinde odaklaşmasının aksine İşlevselcilikteki vurgu daha çok yapı ve onun işleyişi üzerindedir. Yapıyı oluşturan elemanlar olarak normlar, adetler, gelenekler vekurumlar analiz edilir. İşlevselciliğin tarihsel olarak kökeni, sosyolojinin kurucularından AugusteComte ve onun pozitivist felsefesine kadar uzanır. İlk olarak Fransız Devrimi sonrası dağılma konumuna gelen toplumda birlik sağlamak amacıyla A. Comte ve daha sonra sanayileşmenin yarattığı “kuralsızlık /anomi” ve ahlaki bunalımların çözümü için “organik dayanışmayı” arttırmak denge ve istikrarı yeniden tesis etmek üzere E. Durkheim tarafından geliştirilen görüşlere dayanır. Durkehim’e göre, toplumu oluşturan parçalar işlevlerini gördüklerinde toplum normal konumdadır. Buna karşılık organlar görevlerini yapamaz durumda iseler bu “anormal” veya “hastalıklı Ğpatolojik” durumdur. İşlevselcilik açısından hem bir organizma olarak yapıya hem de onu oluşturan parçaların işleyişine bakmak gereklidir. A. Comte ve H. Spencer’ de toplumu bir tür yaşayan organizma gibi görürler. Bir organizma gibi toplumun da sağlıklı olması, onun oluşturan organların uyum ve ahenk içinde olmasına bağlıdır.
İşlevselci Yaklaşım epistemolojik olarak bilginin kaynağını deneyde gören Ampirizm’den ve sosyal dünyanın da fizik dünya gibi dıştan göründüğü gibi doğrudan inceleneceğini savunan Pozitivizm’den temellenir. Ancak tüm işlevselcilerin böyle olmadığı ve daha sonraki birçok işlevselcinin (T. Parsons ve N. Luhmann) antipozitivist oldukları bilinmelidir. Aslında işlevselciliğin değişme yerine mevcut durumun savunuculuğunu yapan muhafazakar bir ideolojiyi temsil ettiği yönünde görüşler de yok değildir. Çatışmacı Yaklaşımın sosyal problemler ve eşitsizlikler üzerinde durmasının tam aksine İşlevselciler toplumda istikrar, ahenk, bütünlüğü esas olarak gördüklerinden bu tür eleştirilere karşılaşmaları olağandır.
İşlevselcilik sadece sosyoloji ile sınırlı değildir. Onun Marcel Mauss, Bronislaw Malinovski ve Radcliffe-Brown gibi ünlü antropologlarla beslenen bir temeli de bulunmaktadır. Özellikle yapı ve işlev arasındaki ilişkiler üzerinde duran ve yapının oluşumunu açıklayan Radcliffe-Brown’ın katkıları önemlidir. Çünkü toplumda önce belirli bir ihtiyacın ortaya çıkması ve daha sonra bu ihtiyacı karşılayacak yapılaşmaya gidilmesi söz konusudur. Aslında yapı veya işlevden hangisinin önce geldiği tartışılan bir konudur. Bazen tam tersi oluşumlar da gözlenebilir. Nitekim günümüz tüketim toplumunda, kapitalist yapının zorladığı tasarlanmış sanal ihtiyaçlar yaratılabilmektedir.
Klasik işlevselciliğin biyolojik analoji yaparak bir sosyal evrim kuramına sahip olduğunu da belirtmek gerekir. Çünkü A. Comte ve onun ünlü “Üç Hal Yasası” dahil bazı sosyologlar topluma ve sosyal bilimlere en uygun model olacak bilimin biyoloji olduğunu düşünmüşlerdir. Sistem içinde yapı ve işlevleri anlatırken biyolojik benzetmeler kolaylık sağlamıştır. Örneğin, toplum bir insan bedenine, onun parçaları olan uzuvlar da kurumlara benzetilmiştir. Bedenin parçalarının işlevlerine benzeyen şekilde toplumsal kurumların uyum mekanizmaları ve işlevleri incelenmiştir. Aslında “Organizmacı” olarak adlandırılan bu modelin temeli, toplumun ihtiyaçlarını karşılayacak organlar ve onların işleyişidir.
R. Merton’un gizil/latent ve açık/manifest işlevler arasında yaptığı ayrımı örneklerle tartışınız. Bütün bunlara ek olarak niyetlenilmeyen olumsuz gizli işlevlerden de söz edilebilir. Örneğin, hükümet zamanında teşvikleri sona erdirmediği için, ileriki yıllarda ailelerin genişlediği, artan çocuk sayısının yoksulluğa ve işsizliğe yol açtığı, para desteğinin aynı zamanda uzun dönem için gizil ve fakat negatif bir işlevi olduğu anlaşılmıştır.
Dostları ilə paylaş: |