Alâ yedey adl



Yüklə 1,81 Mb.
səhifə22/65
tarix11.09.2018
ölçüsü1,81 Mb.
#80455
1   ...   18   19   20   21   22   23   24   25   ...   65

ALÇI

İlhanlılarda inşâ' divanında çalışan ve divanın en yetkili dört şahsından biri olan kişiye verilen isim.

“Kırmızı” mânasına gelen al kelime­siyle +çı ekinden meydana gelen bu te­rim, “Resmî evraka damga-nişan vuran kimse” anlamını taşımaktadır.

Reşîdüddin, Gazan Han'ın idarî reform­ları ile ilgili olarak verdiği bir kayıtta alçılardan bahsetmekte ve bunların el­lerindeki damgayı bir menfaat karşılı­ğı kullanmalarının yasaklandığını belirt­mektedir. İlhanlılar zamanında han ta­rafından verilen emirler usulüne uygun olarak düzenlenir ve hana arzedilirdi.

Evrak ancak bundan sonra divan kale­mine gönderilirdi. Burada hanın evrakı tasdik tarihi ve evrakı alacak kişi yazı­larak tesbit edilir, işlerin gidişini kontrol bakımından da evrak üzerine kara dam­ga basılırdı. Kara damganın kullanılma­sından önce en yüksek devlet mührü ola­rak “Al damga” kullanılmıştır ki alçı te­rimi de buradan gelmiştir.

Bu terime sonraki dönemlerde pek rastlanmamakla beraber Kanunî devri­ne ait bir tahrir defterinde Dulkadırlı Türkmenleri arasındaki bir boyun Alçı adını taşıdığı görülmektedir. Bunun İlhanlılar'daki alçı ile bir münasebetinin bulunup bulunmadığı şimdilik bilinme­mektedir. 280



Bibliyografya



1) BA. TD, nr. 402;

2) B. Spuler. İran Moğollan , Ankara 1957, s. 317;

3) İlhan Şa­hin, “Osmanlı İmparatorluğu'nda Konar Gö­çer Aşiretlerin Hukuki Nizamları”, TK, XX / 227 (1982), s. 227;

4) D. O. Morgan. “Âlci”, Elr., I, 825. 281

ALECSO


Bk. Arap Birliği Eğitim Kültür Ve Bilim Teşkilatı.282

ALEM

Tuğ, bayrak ve sancak gönderleriyle kubbe, külah ve çatıların tepesine takılan sembol; sınır taşı.

Alem kelimesi Arapça ilm (bilmek, bil­dirmek, işaret etmek) kökünden türemiş kuralsız bir isim olup anlamı “Belli eden, bildiren; iz, alâmet, işaret, nişan”dır. Ta­şıdığı bu sözlük anlamından dolayı sem­bol, standart; bayrak, sancak; lider, imam; sınır, sınır taşı; uzun dağ" ve Arap gramerindeki “Özel isim” için müş­terek terim olarak kullanılmaktadır; ço­ğulu a'lâmdır.

Alemin ortaya çıkması tarih öncesi de­virlere rastlar. Bunlar daha çok savaş­lar ve kalabalıkta İcra edilen dinî tören­ler sırasında, kişilerin kendi lider ve top­luluklarını tanıya bilmeleri amacıyla ko­lay görülebilecek biçimde, mızrak gibi uzun bir gönderin ucuna takılarak birlik­lerin önünde taşınan alâmetlerdir. Ale­min, kalabalık ve kargaşalık anında lide­rin bulunduğu yere işaret etmesinin ya­nında yerine getirdiği diğer önemli gö­rev, o topluluğu birlik ve beraberlik için­de tutmasıdır. Bu sebeple gerek alemler, gerekse sonraları onlardan gelişen bayrak ve sancaklar daima manevî bir güç taşımış ve mukaddes sayılmışlardır. 283

İlk alemler (standart) totemik devirle­re aittir. Bunlar tanrı suretleri, semavî semboller ve çeşitli hayvan şekillerinde genellikle bakır, tunç, gümüş, altın gibi madenlerden yapılarak mâbedlerde mu­hafaza edilen ve törenlerde alayların, savaşlarda da askerî birliklerin önünde taşınan gönderlere takılmış küçük hey­kellerdir. Bilinen İlk alemler Mezopotam­ya ve Mısır tasvirî sanatlarından tanın­makta ve bunların tanrı sembolü olduk­ları görülmektedir. Tasvirî sanattan ta­nınanların dışında, doğrudan kendisi ele geçmiş ilk alemlerin en güzel örnekleri, milâttan önce III. binyılın sonlarına ait Alacahöyük kral mezarlarından çıkarılan Hatti güneş kurslarıyla geyik ve boğa heykelleridir. Hunlar'a ait Pazınk kurganlarında da aralarında büyük bir za­man farkı olmasına rağmen Alacahöyük hayvan heykellerine fevkalâde benzerlik gösteren bazı geyik ve yaban keçisi şekillerinde gönder çadır alemleri bulun­muştur. 284 Bu alemler, Hunlar'ın sıkışıp kal­dıkları bölgeden gizli geçitleri bir geyi­ğin önderliğinde geçerek kurtuldukla­rını anlatan millî efsanelerindeki geyi­ğin aslında ordunun önünde taşınan bir geyik alemi olabileceğini akla getirmek­tedir.

Tarih boyunca en gösterişli alemleri. Eskiçağ'ın en düzenli ordularına sahip bulunan ve savaştıkları İnsanların mo­ralleri üzerinde askerî birliklerindeki İh­tişam ve İntizamla da etkili olan Roma­lılar kullanmışlardır. Önceleri aynı gön­dere üst üste takılmak suretiyle daha dikkat çekici hale getirilen Roma alem­lerinin başlıcalarını, savaş tanrıları Mars ve Minerva"nın küçük heykelleri, diğer dinî semboller. Romanın ve imparato­run sembolleri ile orduyu teşkil eden birliklerin alâmetleri oluşturmuştur. Mi­lâttan önce II. yüzyılın sonlanndan İti­baren ordu alemi olarak yalnız kanatla­rını açmış, saldırı vaziyetinde kartal figü­rü benimsenmiş ve bu alem zamanla di­ğerlerinin yerini almıştır. Roma alemleri tabii olarak Bizans alemlerini ve Ortaçağ Avrupa armacılığını (heraldiy) etkilemiş, Fransa'nın İmparatorluk, İtalya'nın Fa­şizm ve Almanya'nın Nazizm dönemle­rinde ise aynen taklit edilmiştir.

Çok tanrılı dinlerin ortadan kalkma­sıyla birlikte totemik alemler taşınmaz olmuşlar ve dolayısıyla alem şekilleri da­ha sade bir görünüm kazanmaya başla­mışlardır. Ortaçağ boyunca silâh olarak da kullanılan, Avrupalıların halbert (saplı balta), Osmanlıların alem, gönderli balta veya teber dedikleri bir tür alemler, ge­nellikle mızrak ucu altında çift ağızlı ve­ya sırtı mahmuzlu balta gibi dürtücü ke­sici biçimlerde yapılmışlardır. 285 Dîvânü lugâti't- Türk'ten öğrenildiğine göre Türkçe bayrak kelimesinin aslı da batrak (batırak. ucuna bir ipekli kumaş parçası takılmış mızrak) kelimesidir ve bu durum eski Türkler'de bayrağın da bir silâh olarak doğup geliştiğini göstermektedir. Savaşlarda mızrağın terkedilmesinden sonra bu tür silâh alemler silâh özelliklerini kaybetmişler ve uç­larına genellikle alev dili (ilame) biçimin­de, üzerleri armalı veya düz kumaş par­çalan takılmış birer sembolik mızrak şeklinde flama ve bayraklara dönüşmüşlerdir. Kaynaklardan, Hz. Muhammed'in ünlü alemi (sancak-ı şerif) ukâbın da se­fer sırasında diğer Arap sancakları gibi bir mızrağın ucuna bağlanarak taşındı­ğı öğrenilmektedir. 286 Birer kumaş parçasından ibaret olan ilk flama, bayrak ve sancakların daima mızrak ucuna bağlanmaları, ta­rih boyunca en çok kullanılan gönder aleminin o amaçla yapılmamasına rağ­men mızrak temreni olduğunu ortaya koymaktadır. Nitekim bugün “Bayrak di­reği” anlamında kullanılan gönder de as­lında “Kargı, mızrak” demektir. 287 ve ayrıca manevî koruyucu niteliğiyle bina çatılarına ta­kılan alemlerin de bilinen ilk Örneğinin mızrak temreni şeklinde olduğu görül­mektedir. Milâttan Önce VIII. yüzyıla ait olan bu alem, Asur Kralı II. Sargon'un sarayındaki zafer kabartmalarında, yağ­malanması tasvir edilen bir Urartu ma­bedinin çat tepesinde yer almakta olup Urartular'ın baş tanrısı Haldi'nin (savaş tanrısı) sembolü olan mızrak temreni şeklinde yapılmıştır. 288 Bilinen ilk bina aleminin bir mabe­din çatısında bulunması ve mimarlık ta­rihi boyunca da yalnız mâbed, medrese, şifahane. çarşı ve mesken gibi mukad­des ve mübarek tanınan binalarda kullanılıp özellikle İslâm mimarisinde kub­beli dahi olsa, seran kerih sayılan ve içinde Kur'an okunması, namaz kılın­ması, hatta selâm verilmesi caiz olma­yan hamam (soyunmalık hariç), kaplıca ve abdesthane gibi binalarda kullanıl­maması, daima mukaddes kabul edildi­ğini ortaya koymaktadır. Bugün hâlâ de­vam eden, kubbesi tamamlanan cami­lerle çatısı kapanan büyük binaların te­pe noktalarına, dinî törenle ayyıldızlı ve­ya düz kırmızı bayrak (alem) dikilmesi geleneği de, eski devirlerde alemlerin çatılara henüz inşaat bitmeden takıldı­ğını ve böylece yapının bir an önce ma­nevî koruma altına alınmak istendiğini göstermektedir.

İslâmiyet'in kabulünden önce Türkler'in, çadır ve sancak direklerinin tepesi­ne genellikle küre şeklinde alemler tak­tıkları ve bunlara Farsça mang (Avesta mön “Ay”) kelimesinden Türkçecuk ekiy­le türetilen mençukmonçuk (küçük ay, mâhçe) adını verdikleri bilinmektedir. 289 Mençuk monçuk kelimesinin Türkler'den başka diğer müslümanlar tarafından da kullanılma­sı, bu alem türünün İslâm âleminde iyi­ce yaygınlaştığını göstermektedir. Nitekim 1375 yılında Hâmî isimli bir Endü­lüslü müslüman tarafından yapılan ve literatürde “Katalan haritası” adıyla anı­lan dünya haritasında her devletin bay­rağının resmedilmiş ve biri hariç bütün alemlerin de monçuk şeklinde yapılmış olduğu görülmektedir. 290 Bu haritada. Orta Asya'nın ku­zeydoğusuna yerleştirilen ve at sırtında çizilerek göçebe olduğu belirtilen Gog-Magog (Ye'cûc-Me'cûc) hükümdarının ej­derha motifli sancağının mızrak ucuna takılmasına mukabil hükümdarlık çetrinin tepesinde üstteki daha küçük olan iki monçuk (ay ve güneş) bulunmaktadır. Sivaslı Nâsırüddin'in 1270 yıllarına tarihlenen kozmografyaya dair eserindeki bir minyatürde de, otağ direğinin tepe­sinde iri bir monçuk üzerinde duran as­lan veya pars şeklinde bir alem bulun­makta, otağın iki yanındaki sancaklar­dan birinin aleminin ise hilâl şeklinde ol­duğu görülmektedir. 291 XIII. yüzyılda yaşayan bir Çinli yazar, Abbasî halifesinin başı­na tutulan siyah hükümdarlık çetrinin tepesinde yeşimden yapılmış bir aslan ve onun üzerinde de altından yapılmış parlak bir “Ay” bulunduğunu yazmak­tadır. 292 Etting-hausen, bu bilgiyi aldığı Çince metni ter­cüme ve tefsir eden yazarların yuvarlak bir amblemin ancak güneşi sembolize edebileceğini düşünerek “Ay” kelimesini “Hilâl” anlamında yorumladıklarını yaz­maktadır. Ancak İrak Abbâsîleri'nin hilâl sembolünü alem olarak kullandıklarına dair bir tek örneğin mevcut olmaması, geç dönemlerin etkisiyle “Hilâl” şeklinde yorumlanan “Parlak altın ay”ın aslında. İslâm kaynaklarının “Çetr tepelerindeki altın top” dedikleri monçuk olduğunu ve söz konusu alemin Sivaslı Nâsırüd­din'in minyatür ündeki alem gibi “Mon­çuk üzerinde duran aslan” şeklinde ola­bileceğini akla getirmektedir. 293 İbn Bîbrnin “Hükümdar çetrinin kartalı, sultanların güneşine talih kana­dını ve tüylerini gerdi v4 kudret gölgesini yaydı” cümlesinden ise aynı çağda Ana­dolu Selçuklu sultanlarının çetr alemle­rinin kartal şeklinde olduğu anlaşıl­maktadır. 294 Öte yandan, biri Büyük Selçuklular'a, diğeri Artuklular'a ait olan tunçtan yapılmış sfenks şeklinde İki çadır direği alemi, müslüman Türkler'in mitolojik hayvanları da Hunlar ve Moğollar gibi çadır (ve çetr) alemi ola­rak kullandıklarını göstermektedir. 295

Tek tanrılı dinlerden Musevîliğin ale­mi (sembol) mühr-i Süleyman, Hıristi­yanlığın alemi haç ve İslâmiyet'in alemi de hilâl motifleridir. Bunlardan, milât­tan önce binyılın ilk çeyreği İçinde be­nimsendiği anlaşılan mühr-i Süleyman, birbirine geçmiş biri koyu. diğeri açık renk iki üçgenden oluşarak ruh ile vücu­dun birleşmesini sembolize etmekte, Hı­ristiyanlığın alemi olan haç da Hz. İsa'nın çarmıha gerilişinin hâtırasını yaşatmak­tadır. İslâmiyet'in alemi olan hilâlin men­şei İse tartışmalıdır ve ileri sürülen fi­kirlerin daha çok milliyetçi duyguların etkisi altında kaldığı görülmektedir. Ba­tılı yazarlar hilâlin İstanbul'un fethinden sonra Bizans'tan Türkler'e geçtiğini id­dia ederken buna tepki gösteren Türk yazarlar da Türkler tarafından Orta As­ya'dan getirildiğini ileri sürmüşlerdir. Hilâlin Bizans'tan Türkler'e geçtiği yo­lundaki görüş, üzerinde durmayı gerek­tirmeyecek derecede İlmî gerçeklerden uzaktır ve bu tezi sadece Endülüslü Hâ-mrnin İstanbul'un fethinden yaklaşık bir asır önce çizdiği harita tümüyle çürüt­meye yeterlidir. Çünkü bu haritada, Mo­ğol istilâsı dışında kalan İslâm devletle­rinden pek çoğunun bayrağında hilâl ve üç hilâl motiflerinin yer aldığı açıkça gö­rülmektedir.

Hilâl ilk defa Mısır'da X. yüzyılın ilk ya­rısında Fâtımîler tarafından bayrak mo­tifi ve askerlerin boyunlarında hamail olarak kullanılmaya başlamış, İslâm'ın sembolü olarak benimsenmesi ise Haçlı seferleri sırasında genellik kazanmıştır ve bu durum Haçlı seferlerini konu alan minyatürlerde, Haçlı kalkanlarındaki haç­lara karşı müslümanlann kalkanlarına hilâl resmi konulmak suretiyle gösteril­miştir. Bu konuda önemli bir belge nite­liği taşıyan Kudüs Kralı II. Baudouin'in (1143-11631 mühründe, belki müslüman­lann da hıristiyanların da hâkimi olduğunu simgelemek üzere Kudüs surları içinde, birinin tepesinde büyük bir hilâl, diğerininkinde haç bulunan iki adet kub­beli bina (Kubbetü's-sahra ve Mescid-i aksa) resminin yer alması 296, en geç XII. yüzyılda hilâlin İslâm'ın sembolü olduğunu ve mimaride de bina alemi olarak kullanıldığını 297 kesinlikle ortaya koymaktadır. 298

Hilâl biçimi gönder alemlerinin ilk de­fa Karahanlılar tarafından kullanıldığı sa­nılmaktadır. Karahanlı şehirlerinden Hoten'de, içlerinde Arapça ibareler taşıyan, üzerleri yaldızlanmış tunçtan mamul, ar­kalarında halkalar bulunan bazı hilaller ele geçmiş ve bunların sancak alemi ol­dukları ileri sürülmüştür. 299

Özellikle içle­rinden, üzerindeki tarih 225, 335 veya 445 okunabilen bir tanesinin, tarihî olay­lar göz önüne alınarak 445 (1053-54) yı­lına ait olması muhtemel görülmektedir.

Osmanlı gönder alemleri genel olarak ordu ve tekke sancaklarında hilâl, mız­rak ucu. süngü ve ucu gittikçe sivrilen yaprak şekillerinde yapılmış, tuğlara da çoğunlukla yalnız monçuk alemler takıl­mıştır. Bugün ise bayrak ve sancaklar­da monçuk üzerinde ayyıldız, flama ve özel bayraklarda da mızrak ucu İle yal­nız monçuk alemler kullanılmaktadır. Müzelerde korunan çeşitli alemlerin ba­kır, tunç. pirinç veya demirden yapılmış ve bazılarının da altın yaldız yahut altın safiha ile kaplanmış oldukları görülmek­tedir. Mevcut alemlerin çoğunda ana parçayı teşkil eden tepelik kısmı safiha halindedir ve yapımlarında başlıca ka­fes oyma tekniği ile kazıma tekniği uygulanmıştır.

Gönder alemleri arasında, bina alem­lerinin aksine doğrudan boynuz şeklin­de olanlar daha azdır; ancak ekseriyeti teşkil eden armut, lâle veya zambak gi­bi şekillerde yapılıp içleri lafza-i Celâl. ism-i nebevî, kelime-i tevhid ve tarikat pîri gibi din ulularının adlarıyla veya çe­şitli motiflerle doldurulan alemler, boy­nuz alemlerin değişikliğe uğramış şekil­leridir ve bu tür alemlerin tepelerinde genellikle küçük birer hilâl veya boynuz bulunmaktadır. Mimaride kullanılması­na Beylikler devrinden itibaren başlanan ve bilinen en eski örneğini Konya'daki Karamanlılara ait Hoca Fakih Türbesi'nin (1455), silueti henüz açılmamış gül gon­casına benzer beyaz mermer alemi teşkil eden boynuz şeklindeki alemler, eski bir Anadolu geleneğinin devamı niteliğinde­dir. Anadolu mimarisine ilk defa çatı Ör­tülü ahşap bina tipini getiren Frigler'in milâttan önce VI. yüzyıla ait mâbed cep­hesi şeklindeki kaya kabartmalarının alınlık tepelerinde, boynuz biçimi cami alemlerinden hiç farkı olmayan alemler görülmekte ve bunların sanıldığı gibi boynuz olmayıp boynuz şeklinde, muh­temelen ahşaptan yapılmış alem olduk­ları açıklıkla anlaşılmaktadır. 300 Bu ilk boynuz alemler, Ana­dolu İslâm mimarisinde de aynı şekil ve aynı fonksiyonla yaşamaya devam etmiş­ler ve gönder alemi olarak da ordu ve tekke sancaklarında çokça kullanılmışlardır. Tekke ve yeniçeri sancağı alem­leri arasında Bektaşî tacı ve el 301 şeklinde olanlar da yekûn tutmaktadır. 302


Mimari Açıdan Alem

Yapıların kubbe, külah ve çatılan üzerinde yer alan alemler, mi­mari görünüş ve ifadeyi tamamlayan, sembolize ettiği dinî inanç ve felsefî de­ğerleri yücelten, ayrıca kurşun örtü kaplamasını tepede kuvvetlendirip açılma­larını önleyen unsurlardır. Alemler ma­den veya taştan yapılmışlar, tunç ve ba­kır olanları altın varak yahut altın yalnızla kaplanarak, pirinç olanları da tabii halleriyle kullanılmışlardır. Câmicu't-tevârîh'in minyatürleri, Bağdat manza­rasında olduğu gibi 303 şehir tasvirlerinde, alemleri al­tın yaldızla boyamak suretiyle XIV. yüz­yılda altın varak kaplamalı veya altın yal­dızlı tunç ve bakır alemlerin var olduğu­nu göstermektedir. Taş alemler genellik­le beyaz mermerden yapılmışlardır. Çan­kırı'ya bağlı Yapraklı'daki Fethiye Tek­kesi ile Çorum'daki Hıdırlık Türbesi'nin çini alemleri, başlangıcı Anadolu Selçuk­lu dönemine giden bir geleneğe bağlan­makta 304 ve XIII. yüzyıla ait Makâmât'ın minyatürlerinde 305 görülen fîrûze rengi çini alemler de bu görüşü doğrulamaktadır. Bina alemleri taş olanlarında tek parça, daha büyük boyutları gösteren madenî olan­larında ise parçalı yapılmışlar ve parça­lar birbirlerine perçinlerle tutturulmuş veya birbirlerinin içine geçecek şekilde hazırlanmışlardır. Madenî alemler kub­be, külah ve çatılarda, sağlam bir şekil­de binaya tesbit edilen ağaç takozlara geçirilmişler ve ahşap külâhlı minareler­de külahlardan çıkan serenlere takılmış­lar, taş alemler ise tepede özel surette hazırlanan yuvalara oturtulmuşlardır.

Alemlerin Osmanlı dönemi halk re­simleri, cami tasvirli mezar taşları, ca­mi ve saray tasvirli sebil süslemeleri ile kuş saraylarında, bütünün genel görü­nüşünden ayrılan iri ölçülerde yapılmış oldukları görülmektedir. Bu durumu, sanatçının tasvirin boyutlarına göre çok küçük yapılması gereken alemi ancak o ölçülerde yapabilmiş olmasının yanı sıra halkın bu unsura ulvî değer vermesiyle de açıklamak mümkündür.

Alem. yapının harap olmaya açık en yüksek yerinde bulunması sebebiyle ilk örnekleri günümüze az gelen bir yapı un­suru olmuştur: birçok yapıya onarım sı­rasında yeni alemler takıldığı anlaşılmak­tadır. Karahanlı eseri olan Buhara'daki Kalan Minare 306 ile Büyük Sel­çuklu eseri olan Eberküh'taki Künbed-i Âirde 307 görülen an kovanı biçi­mi yüksek tepelikler, bilinen ilk Türk-İslâm bina alemleridir.

Anadolu Selçuklu döneminden günü­müze ulaşan örnekler, beyaz mermer­den yapılmış olan alemlerdir. Bu dönem­de alemler sekizgen kesitli çubuk göv­deler üzerinde topuz tepelikler şeklinde olup mevcut örnekler yekpare taştan­dır. Bunların başlıcaları, Tokat Ebûbekir Mescidi ve Kümbeti'nin (649/1251) küm­bet alemi ile Konya Sırçalı Mescid'in 308 1963 yılı ona­rımından önce yerinde bulunan alemi ve Eskideveli Seyyid-i Şerîf Türbesi'nin (695/1296) alemidir.

Anadolu Beylikleri döneminde beyaz mermer alemlerin yanında tunç ve ba­kır alemler de kullanılmış olmalıdır. Karamanoğullan'na ait Konya Hoca Fakih Kümbeti'nin (860/1456) şişkin karınlı, ortası açık, sivri uçlu alemi ve Adana'da Ramazanoğullan'na ait Ulucami (948/ 1541) revakları ile Kemeraltı Camii'nin 309 kiremit örtülü kubbelerindeki hilâl biçimine yaklaşan beyai mermer alemler, bu dönemin taş alemlerine örnek teşkil etmektedir.

Osmanlı döneminde de beyaz mer­mer alemler yapılmaya devam etmiştir. İznik Yeşilcami'nin (794/1391-92) sekiz­gen prizma gövdeli gülce süslemeli top alemleri ile Milas Fîrûz Bey Camii'nin (799/1396-97) daire kesitli çubuklu alem­leri, XIV. yüzyıl sonunda yapılan taş alem­lerdir. Camilerde avlu revaklarının kubbelerine, medreselerde ise odaları örten kubbelerin üzerine konulan beyaz mer­mer alemler, iri palmet veya boğumlu tepelik biçimleri ile sade görünümlüdür­ler. Osmanlı mimarisi tunç. bakır ve pi­rinç alemlerle gerçek eserlerini ortaya koymuştur. Zarif görünüşleri, altın va­rak kaplamaları, altın yaldızları ve bö­lümleri arasında var olan sağlam oran­larıyla dikkat çeken bu örnekler, büyük boyutlarda yapıldıklarında da bu özel­liklerini korumuşlardır.

Kaide, gövde ve tepelik olarak üç ana bölümden meydana gelen madenî alem­ler ters çanak biçimindeki kaide ile baş­lamakta ve küp, bilezik, armut, boyun adı verilen kısımlardan teşekkül eden gövde ile yükselerek tepelikle sonuçlan­maktadır. Genellikle hilâl şekli gösteren tepelik, alemin ana bölümü ve esas ifa­de unsurudur. XVIII. yüzyılda hilâl alem­lerin yanında dışa kıvrılan uçları ile boy­nuz şeklini alan alemler ve kafes oyma kitâbeli safihalı pirinç alemler de yapıl­mıştır. Alemler ahşap çatı ve külah ör­tülerin üzerinde de yaygın olarak kulla­nılmışlardır. XVI. yüzyılın ortasında M. Lorichs'in yaptığı İstanbul manzarasın­da yer alan Çandarlı İbrahim Paşa Ca­mii (9011/ 1495) ile XIX. yüzyılın başında G. Sayger ve A. Desarnod'nun yaptıkla­rı Edirne Sarayı Cihannümâ Kasrı, Kum Kasrı ve Adalet Kasrı resimleri bu duru­mu açıklamaktadır.



Bursa'da Fâtih dönemine ait Hamza Bey Camii'nin alemleri, sivri ve yüksek kaideleri, küp ve iri armutlu gövdeleriy-le bugüne ulaşan madenî örneklerdir. Bâiî Paşa Camii (910/1504-1505) ile İs­tanbul Sultan Selim Camii'nin (929/1522) alemleri de XVI. yüzyıl boyunca varlığını sürdüren ve Mimar Sinan'ın eserlerinde kullanılan klasik şekle genel çizgileri ile örnek teşkil eden alemlerdir. Mimar Si­nan'ın inşa ettiği camilerin alemleri ge­nelde büyük ve yüksek dilimli bir alt bö­lüm ile bir küp. iri bir armut ve yukarı açılan bir hilâl tepelikten oluşmuşlardır. 310 Süleymaniye Camiinin alemi bu bera­berliğin içinde bulunmanın yanında daha birleşik bir kuruluş gösterir. Ayasofya Camii'nin alemi de II. Selim (1566-1574) dönemine tarihlenmektedir. Alemlerin küp ve armut bölümleri uyumlu bir be­raberlik ve sağlam oranlar içerisinde bü­tünü değerlendirmektedir. Mimar Si­nan'ın alemlerinin genel kuruluşunu be­lirgin bir yükseklik ve üç küçük küp ilâ­vesi ile birleşik bir yapıda tekrarlayan Edirne Selimiye Camiinin alemi tek ör­nek olarak önem taşımaktadır. Mimar Sinan'ın eseri olan Üsküdar'daki Şemsi Paşa Camii’nin (988/1580) bugüne ulaş­mayan, ancak varlığı bilinen güneş biçi­mi alemi de cami ve medresenin kuru­cusu Şemsi Ahmed Paşanın adı ile il­gilidir. Nişancı Mehmed Paşa Camii'nin (977/1569) aleminde gövde. XV11-XVIII. yüzyıllarda sayıları artan küçük küplerle belirli bir yükseklik gösterir. Nuruosma-niye Camii'nin (1169/1756) alemi ise ka­lın bir boyunla çok iri bir küpe ulaşan biçimi ve küçük armudu ile genel çizgiler­den ayrılır. XV11I-XIX. yüzyıllarda genel­likle şadırvan ve sebil kubbelerinde gö­rülen, kafes oyma kitâbeli ve süslemen safiha alemler, “Yâ Allah”, “La ilahe illal­lah”, “Maşallah” yazılan veya çifte rûmîlerden oluşan palmet şekilleriyle deği­şik bir ifadeye sahiptirler. Ayasofya Camii şadırvanının (1153/1740) safiha ale­mi, benzeri bulunmayan bir eser olarak değer taşımaktadır. Topkapı Sarayfnda Bâbüssaâde önündeki bir bayram tö­renini gösteren III. Selim dönemine ait yağlı boya bir resim (Topkapı Sarayı Mü­zesi), yüksek vazo gövdeli alemlerle Bâbüssaâdenin yeni görünüşünü vermek­tedir. Bu tablodan, XIX. yüzyılda değişik şekiller alan alemlerin yeni şekillerini III. Selim döneminde (1789-1807) kazanma­ya başlamış oldukları anlaşılmaktadır. Okmeydanı Camii'nin bugün Türk İnşaat ve Sanat Eserleri Müzesinde muhafaza edilen tunç alemi, Bâbüssaâde alemleri ile yakın bir benzerlik gösterir. XIX. yüz­yılın yıldızı sekiz köşeli, güneş şualı. ba­zılarının altında kurdeleli yaprak çelengi bulunan ayyıldızlı alemleri, II. Mahmud döneminin (1808-1839) Türk ampir üslûbuna giren eserlerdir. II. Mahmud Türbesi'nin alemi, yukarı bakan hilâlin üzerinde yer alan şualı güneş şekli ve ge­nel görünüşü ile bu dönemin en önemli alemi olma özelliğini taşımaktadır. Dolmabahçe Camii'nin (1271/1855) ayyıldizlı tepeliklerinin de bu dönem örneklerin­den ilham alınarak yapıldıkları anlaşıl­maktadır. Ayasofya Camii hünkâr mahfi­linin XIX. yüzyıl ortasına tarihlenen alemi, Abdülmecid döneminin III. Selim döne­mine uzanan çizgilerini taşıyan bir ese­ridir. Konya Mevlânâ Dergâhı'nda görü­len hilâl içinde Mevlevi sikkeli alemler de XIX. yüzyılda yapılmıştır. Sirkeci'de V. Murad Sebili'nde (1293/1876) görü­len çapraz eksende, genellikle sağa açı­lan hilâl şeklindeki alemler, II. Abdülha-mid döneminde (1876-1909) yeniden in­şa edilen Cihangir Camii, Karaköy Mer-zifonlu Kara Mustafa Paşa Mescidi ve onarılan Kasımpaşa Güzelce Kasım Pa­şa Camii'nde kullanılmışlardır. Eyüp Ca­mii dış avlusunda bulunan. Gazi Edhem Paşanın dikili taş görünümünde bir anıt olan mezarı (1327/1909) bu tür alemle­rin XX. yüzyılda da kullanıldığını göster­mektedir. Aksaray Valide Camii ile Yıl­dız Hamidiye Camii'nin alemleri, bu ya­pıların karma üslûplarına uygun belirsiz görünüşleri yansıtmaktadır. 311

Fıkhi Açıdan Alem

Harem'in sınırlarını belirle­mek için dikilen taşlar a'lâmü'l-Harem veya ensâbü'l-Harem adıyla anılmakta­dır. Bugün üzerlerinde bulunan Arapça ve çeşitli dillerdeki yazılarla Harem böl­gesinin değişik yönlerdeki sınırlarını gösteren bu işaretlerin yerleri, klasik kay­naklarda, bulundukları eski mahal adlan ve Mekke'ye olan mesafeleri belirtile­rek zikredilmişlerdir. İbn Abbas ve Muhammed el-Esvedden gelen rivayetlere göre. Harem'in alemlerini ilk defa diken Hz. İbrahim olup yerlerini de Cebrail'den öğrenmiştir. Ondan sonra Hz. İsmail. Kusay b. Kilâb, Mekke'nin fethini müte­akip de Hz. Peygamber tarafından yeni­lenen alemler, daha sonra zaman za­man tamir görerek veya yenilenerek bu­güne kadar gelmişlerdir.

Klasik kaynaklarda alemlerin muhtelif yönlerden Mescid-i Harâm'a olan uzak­lıkları verilirken bazı noktalar için fark­lı rakamların zikredilmiş olduğu görül­mektedir. Bu durum, muhtemelen za­manın kısıtlı imkânları içinde ölçüm ya­panların esas aldıkları noktaların, takip ettikleri yolların ve kullandıktan ölçü bi­rimlerinin birbirlerinden farklı olmasın­dan kaynaklanmaktadır. Takıyyüddin el-Fâsi’nin arşın zira: 312 bo­yunda bir iple yaptığı ölçüme göre, Be­nî Şeybe Kapısı'ndan Arafat tarafındaki iki aleme olan uzaklık 37.210.28 arşın (18.233.03 m.), aynı kapıdan Irak yönün­deki iki aleme olan uzaklık iVâdiinahle yo­lunda) 27.152 arşın (13.304.48 m.). Um­re Kapısından Ten'îm yönündeki aleme olan uzaklık 12.420 arşın (6.085.80 m.) ve İbrahim Kapısı'ndan Yemen yönün­deki aleme olan uzaklık da 24.509.57 arşındır (12.009.68 m.) 313

Kabe'nin çevresinde sınırları bu işa­retlerle belirlenmiş olan Harem bölgesi­ne girenlerin Kabe'nin kutsallığına bağ­lı olarak gerek haç mevsiminde gerek­se diğer zamanlarda uymaları gereken bazı özel hükümler bulunmaktadır. 314



Harem'in sınırlarını belirleyen bu alem­ler gibi Arafat'ın sınırlarını gösteren alemler de vardır. 315

Bibliyografya



1) Yeni Tarama Sözlüğü. Ankara 1983, s. 96;

2) G. Azarpay. Urartian Art and Artifacts, Berkeley 1968, resim 5;

3) Ekrem Akurgal, Ancienl Oilisaüons and Ruins of Turkey, İstanbul 1969, levha IV;

4) Nejat Diyarbekirli. Hun Sanatı, İstan­bul 1972, s. 171, resim 84, 113/a, 113/b, 115, 160, 161;

5) Hamîdullah. İslâm Peygamberi 316, II, 1065, 1076;

6) S. Runciman, Haç­tı Seferleri Tarihi 317 Ankara 1987, il, 392, levha I, V;

7) Fevzi Kurtoğlu, Türk Bayrağı ve Ay Yıldız, Ankara 1987, s. 45, 55, şekil 36;

8) Rıza Nour. “L'Histoire du Croissant”, Reoue de Turcologie (Türk Bitik Revüsü), 1/3, İskenderiye 1933 (özel sayı), s. 232, 410;

9) Gün­gör Yavuz. “Sancak Alemleri”, Arkitekt, sy, 328, İstanbul 1957, s. 180, 183;

10) Hamit Koşay. “Etnografya Müzesindeki Alemler”, TELD, sy. 3, (1959), s. 80, 86;

11) Gönül Öney. “Anadolu Selçuk Mimarisinde Avcı Kuşlar, Tek ve Çift Başlı Kartal”, Malazgirt Armağanı, Ankara 1972, s. 166;

12) Emel Esin. “Kün-Ay” 318, TTK Bildiriler, I (1972), s. 356, 365, not 178, levha VIII A/ila, IX/b;

13) a.mlf., “Türk Kubbesi”, Selçuklu Araştırmaları Dergi­si, III, Ankara 1971, levha II;

14) Yılmaz Önge. “Ana­dolu'nun Bazı îslami Yapılarındaki AlemleT Hakkında”, I. Milletlerarası Türkoloji Kongre­si Tebliğler III, İstanbul 1979, s. 514, 838;

15) Sargon Erdem, “Alemin Tarihçesi vfe Monçuk, Hilal, Boynuz Alemlerin Menşeleri Üzeri­ne”, STAD, 1/3 (1988). 103, 117;

16) Celâl Esad Arseven. “Alem”, SA, I, 41;

17) M. Fuad Köprülü. “Bayrak”, İA, II, 402;

18) R. Ettlnghausen. “Hilal”, El (İng), III, 381, 382;

19) J. Colmard - J. W. Allan. “Alam ve 'Alâmat”, Elr., I, 785, 791. 319

1) Rıza Nour, “L'Histoire du Croissant”, Revue de Turcologie 320, 1/3, İsken­deriye 1933 (özel sayı), s. 232, 410; 2) Erdem Yü­cel. “Türk Sanatında Alem”, Türkiyemİz, sy. 16, İstanbul 1975, s. 34, 37, 47, 48;

3) Yılmaz önge. “Anadolu'nun Bazı İslami Yapılarındaki Alemler Hakkında”, I. Milletlerarası Türkoloji Kongresi Tebliğler III, İstanbul 1979, s. 814, 838;

4) Celâl Esad Arseven. “Alem”, SA, I. 39, 44. 321

1) Ezraki, Ahbâru Mekke (Melhas). II, 127, 131;

2) İbn Hurdâzbih, et-Mesâlik ve'l-memâlik, s. 132;

3) Muhibbiddin et-Taberî, el-Kırâ li-kaşıdi Ümmi'I-Kurâ, Kahire 1390/1970, s. 651, 654;

4) Fâsî. el-'İkdü'ş-şemin. Kahire 1378, 88/1958, 69, 1, 37, 40;

5) Aynî, 'Umdetü't-kân, Kahire 1392, VIII, 61 65;

6) Mir'âtü't-Haremeyrı 322 I, 119, 125;

7) İbrahim Rifat Paşa. Mir'âtü'l-Haremeyn, I, 225, 226;

8) Hüseyin Abdullah Bâselâme, Târthucimâreti't-Mescidi'lHaram, Cidde 1400/1980, s. 307, 315;

9) “A'lâmül-Harem”, Mv.F, V, 258, 260. 323


Yüklə 1,81 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   18   19   20   21   22   23   24   25   ...   65




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin