Alemlere rahmet geliyor !



Yüklə 111,16 Kb.
tarix02.11.2017
ölçüsü111,16 Kb.
#27935

ALEMLERE RAHMET GELİYOR !
1.PERDE
1.SAHNE
( Arka fonda akşam ezanı okunmaktadır. Ezanın bitimiyle birlikte sahne aydınlanır. Ayşe bir kenarda seccadesinin üzerinde namazının son rekatını kılmaktadır. Diğer tarafta, annesi bir koltuğun üzerinde elindeki Kur’an-ı Kerim’i dudaklarını kıpırtadarak sessizce okumaktadır. Namazını bitiren Ayşe seccadesini toplayarak bir kenara koyar ve annesinin yanına gelir, dizlerinin dibine oturur)
(Kur’an okumasını bitiren anne “sadakallahülazim” diyerek Kur’an’ı öper ve yandaki masanın üzerine koyar ve kızına döner)
Anne: Allah kabul etsin kızım.
Ayşe: Amin anneciğim Allah Razı olsun.
Anne: Kızım biliyorsun bu akşam Mevlid Kandili. Arkadaşlarınla ne yapacağınıza karar verdiniz mi?
Ayşe: Evet anneciğim. İnşallah yatsı namazını kıldıktan sonra Haticelerin evinde toplanıp Kur’an okuyacağız.

Sonra Peygamberimiz(sav)e yüzlerce salat-u selam getirip, O’nun hakkında arkadaşlarımızla sohbet edeceğiz.


Anne: Çok güzel kızım Allah gecenizi mübarek eylesin, Sevgili Peygamberimiz(sav) i sizin ve bizim hakkımızda şefaatçi eylesin İnşallah..
Ayşe: Amin.
(Ayşe ayağa kalkar ve çantasından bir kitap çıkararak annesinin yanına gelir tekrar yanına oturur.. Annesi merakla kızına sorar)
Anne: Ne kitabı o kızım?
Ayşe: Bu bir şiir kitabı anneciğim. İçinde Peygamberimiz hakkında çok güzel şiirler var. Bugün okulda bir öğretmenimizin elinde gördüm. Kendisinden müsaade isteyerek kitabı biraz inceledim. İçinde o kadar güzel şiirler vardı ki anneciğim, kitaptan başımı kaldıramadım. Öğretmenim kitaba ilgimi görünce okumam için bana verdi. Ben de düşündüm ki bu akşam arkadaşlarımızla yapacağımız sohbette bu kitaptan istifade edebiliriz.
Anne: Çok güzel düşünmüşsün kızım. Peki Ayşe o kitaptan benim için bir şiir okur musun?
Ayşe: Elbette anneciğim. Hatta bir iki tanesini ezberledim bile. Sana onlardan birini okuyayım.
(Ayşe kitabı annesine verir, oturduğu yerden ayağa kalkar, yüzü salona dönük bir şekilde şiiri okumaya başlar, aynı anda fon müziği çalar-sultanım-)
Seccaden kumlardı..
Devirlerden, diyarlardan

Gelip, göklerde buluşan

Ezanların vardı...
Mescit mümin, minber mümin...

Taşardı kubbelerden tekbir,

Dolardı kubbelere “amin”..
Ve mübarek geceler dualarımız;

Geri gelmeyen dualardı...

Geceler ki pırıl pırıl

Kandillerin yanardı...


Kapına gelenler ya Muhammed,

-uzaktan yakından-

Mümin döndüler kapından...
Besmele, ekmeğimizin bereketiydi;

İki dünyada aziz ümmet,

Muhammed ümmetiydi...
Konsun-yine-pervazlara

Güvercinler,

“hu hu”lara karışsın

Aminler,


Mübarek akşamdır;

Gelin ey fatihalar, yasinler...


Şimdi seni ananlar,

Anıyor ağlar gibi...

Ey yetimler yetimi,

Ey garipler garibi;

Düşkünlerin kanadıydın,

Yoksulların sahibi..

Nerde kaldın ey resul,

Nerde kaldın ey nebi!..

.....................................

Günler ne günlerdi ya Muhammed !...

Çağlar ne çağlardı;

Daha dünyaya gelmeden

Müminlerin vardı...

Ve bir gün ki, gaflet

Çöller kadardı...
Halime’nin kucağında,

Abdullah’ın yetimi,

Amine’nin emaneti ağlardı...
Hatice’nin goncası,

Aişe’nin gülüydün..

Ümmetin gözbebeği,

Göklerin resulüydün..

Elçi geldin, elçiler gönderdin;

Ruhunu Allah’a,

Elini ümmetine verdin..
Beşiğin, yurdun, yuvan..

Mekke’de bunalırsan,

Medine’ye göçerdin..

Biz bu dünyada nereye

göçelim ya Muhammed!

Yeryüzünde riya, inkar, hıyanet

Altın devrini yaşıyor...

Diller, sayfalar, satırlar

“Ebu Leheb öldü” diyorlar;
Ebu Leheb ölmedi ya Muhammed!

Ebu Cehil kıtalar dolaşıyor...

.................................................

Vicdanlar sakat çıkmadan

Ya Muhammed, yarına..

İyilikler getir, güzellikler getir

Adem oğullarına...

.................................................

Gel ey Muhammed!

Bahardır..

Dudaklar ardında saklı

“amin”lerimiz vardır..

Hacdan döner gibi gel...

Miracdan iner gibi gel...


Bekliyoruz yıllardır.....

....................................



2. SAHNE
(Fon müziği yavaşça kesilir.Ayşe annesinin dizine başını yaslamış bir vaziyettedir. Annesi elinde bir mendille gözlerini silmektedir. Ayşe başını kaldırarak annesine sorar)
Ayşe: Anneciğim sana bir şey sorabilir miyim?
Anne: Tabi ki evladım.
Ayşe: Din Kültürü dersinde öğretmenimiz, Yüce Allah’ın Kur’an-ı Kerim’de peygamberimizin alemlere rahmet olarak gönderildiğini belirten ayeti okuyarak bunun ne anlama geldiğini araştırmamızı istemişti. Bana biraz bundan bahseder misin?
Anne: Elbette kızım. Sana bildiğim kadarıyla O’nun niçin alemlere rahmet olarak gönderildiğini anlatmaya çalışayım. Öncelikle bilmelisin ki ayet-i kerimede geçen “alemler” ifadesi çok ama çok önemlidir. Bu ifade O’nun gönderilişinin sadece insanlar için değil bütün canlılar, hayvanlar, bitkiler, hatta cansızlar için yani bütün mevcudat/varlık alemi için bir rahmet olduğuna işarettir.
Sevgili kızım;
O gelmeden önce bütün dünya karanlıklar içindeydi... Adı cahiliyye olan kapkaranlık bir dönem...Buradaki cehalet ilmin karşılığı olan cehalet değildi. Kur’an-ı Kerim’in ifadesiyle; iman ve inancın zıddı olan küfrün yani inkarın adı olan cehalet...Yani karanlık..yani zulüm...
(Sahne kararır.Fonda müzik çalmaya başlar-Çağrı-. Anne ve Ayşe sahneden çekilirler. Sahneye karaltılar içinde insanlar doluşurlar . Gürültüler içerisinde sağa sola koşuşturup dururlar. Anne bir köşeden anlatmaya devam eder. )
Peygamberimiz Aleyhisselâm İslâm Dinini insanlara bildirmek vazifesiyle gelmezden önce, insanlık âlemi iki büyük devletin tesiri altında yaşıyordu. Bunlar Peygamberimizin memleketi olan Arabistan Yarımadasına komşu bulunan Bizans ve İran Devletleri idi.
İnsanların inandıkları, yolunda gittikleri dinler arasında Hıristiyanlık, Musevîlik mecusîlik ve putperestlik hüküm sürüyordu. Fakat Bizanslıların, Romalıların inandıkları din olan Hıristiyanlık, İncil'in eski devirlerden beri değiştirilip aslından uzaklaşılmasıyla İsa Aleyhisselâmın getirdiği dinle büyük ölçüde ilgisini kesmişti.
(Konuşma durur Arada “Lat, Menat, Uzza, Hubel, Ey göklerdeki babamız, Ey Zerdüşt bizi koru, Tanrımız Yehova bize yardım et” sözleri ve inleme sesleri duyulur.)
(Sesler kesilir. Koşuşturma ve konuşma devam eder)
Üstelik Roma medeniyetinin putperestliği, kötü ahlâkı, her türlü perişanlığı da dinî inançlara karıştırılmış, iş çığırından çıkmıştı. Papazların şahsî düşüncelerine göre, din hükümleri çıkarttıkları, para ile Cennet sattıkları, günahkârları afvetme gibi hayâllere daldıkları Hıristiyanlığın bir de üçlü ilâh sapıklığına bulaşmasıyla da hak dinle uzaktan yakından hiç ilgisi kalmamıştı.
Yahudilerin sahip çıktığı Musevîlik ise, yine bu milletin kendi sapıklıklarını din içine sokmalarıyla, Musa Aleyhisselâmın getirdiği şeriattan uzaklaşmıştı. Yahudiler, kendi peygamberlerinden sonra yeni bir şeriatla gelen İsa Aleyhisselâma düşmanlık yapmakla da hak yoldan tamamiyle mahrum olmuşlardı.
İranlılar da, Mecusîlik adı verilen ateşperestlik yani ateşe tapma gibi sapık bir dinin içindeydiler.
(Konuşma durur. Bir kişi koşarak ortaya içinde ateş yanan bir kap getirir ve yere bırakır.. İnsanlar bu ateşin etrafında secdeye kapanır kalkarlar, anlaşılmaz sesler çıkarırlar. Kap daha sonra sahneden çıkarılır. Koşuşturma ve konuşma devam eder.)
Araplar içerisinde İbrahim Aleyhisselâmın şeriatı üzerine devam eden, Allahü Teâlâ'nın birliğine iman eden "Hanifler" de vardı. Ancak bunlar adetleri belli olacak kadar az bir sayıdaydılar.
Arapların bir çoğu ise putlara tapıyorlardı. Dağdan getirdiği odun parçasını yontarak tanrı ediniyor, kendi eliyle yoğurup şekil verdiği helvayı put yaptıktan sonra acıkınca yiyordu. Kabe 360 kadar putla doldurulmuştu. İnsanlar Allah’ı bırakıp bu putlara tapınıyorlar, onlardan yardım istiyorlardı.

(Konuşma durur. Sahneye heykel şekli verilmiş bir karton getirilir, insanlar heykele doğru eğilerek, öper gibi yaparak etrafında dönerler. Ellerini yanlara açarak secdeye kapanır kalkarlar. Anlaşılmaz seslerle “Lat , Menat, Uzza,Hubel bize yardım et, bizi koru” şeklinde yalvarır gibi sesler çıkarırlar. Sesler kesilir.Heykelin etrafında dönmeler ve secdeler sürerken konuşma devam eder. )


Yaratılış gayesi Allah'ı bilip tanımak ve O'na layıkı vechiyle kul olmak olan insanoğlu, tarihin bazı dönemlerinde Peygamberlerin üstün gayretleri ve rehberliği sayesinde tevhid akidesine bağlı kalmış, bazan da zulüm ve haksızlığa dalarak dalalete düşmüştür. Bu gibi durumlarda Cenab-ı Hak Peygamberlerle insanların yardımına yetişmiştir. İşte milâdî 7.asırda da dünyanın her tarafı zulümler, karanlıklar ve sapıklıklar içindeydi. Öyle ki, insan ya vahşi, zalim, merhametsiz ve kaba bir mahluk, yahut esir, mazlum ve mağdur bir varlıktı. Dünyanın her tarafında kötülükler, ahlaksızlıklar zulümler insanlığı inim inim inletiyordu.
O zamanın Arabistanında her şey aslî hüviyetinden uzaklaştırılmış, içki korkunç bir alışkanlık haline gelmiş, yalancılık ve dolandırıcılık alabildiğine yayılmış, faiz alıp vermek servetleri sömürme noktasına varmış, kabalık ve zulüm, ahlaksızlıklar, yol kesmeler, adam öldürmeler, mazlumlara, fakirlere eziyetler tahammül edilemiyecek bir seviyeye ulaşmıştı. Bütün insanî değerler ters yüz edilmiş, fazîletler ayıp; ayıp ve kusurlar ise birer fazîlet gibi itibar görmeye başlamıştı. Canavarlık alkışlanıyor ve insanlık horlanıyordu. Kurtlar çoban olmuş çalım çakıyor; koyunlar bu merhametsiz çobanların elinde inim inim inliyordu. Fuhuş, zina, ahlâksızlık öyle yaygınlaşmıştı ki, çoğu kimse babasını bilmiyor ve tanımıyordu. Haseb ve nesep bütün bütün kuruyup gitmişti. İçki ve kumar hiç de ayıp sayılan şeyler değildi. İhtikâr normal bir hâdise gibi değerlendiriliyor, çeşit çeşit kandırmacalarla insanlığın kanını emmek marifet ve akıllılık sayılıyordu.
Hele bir zulüm vardı ki.. İnsanın kanını donduracak dehşette öyle bir canavarlık vardı ki... Allahım ... Bu ne korkunç, bu ne anlatılmaz bir vahşetti...

3.SAHNE
(Konuşma ve müzik durur. Sahne bir anda boşalır .Bir erkek ve kucağında çocuk olan bir kadın sahnede belirirler. Sahne aydınlanır)


Erkek: Kadın! Sana ver diyorum o çocuğu.
(Erkek bir taraftan çocuğu çekmeye çalışır. Kadın çocuğa sımsıkı sarılmıştır.)
Kadın: Hayır, hayır..Asla!..
Erkek: Sana ver diyorum! İnsanlar arasında itibarım kalmadı. Şerefim beş paralık oldu.
Kadın: Hayır..Bu canavarlığı yapamazsın.. Ne yaptı bu çocuk sana? Neden onun canına kıymak istiyorsun?Neden? Neden?
Erkek: Ondan kurtulmalıyım. İnsanlar benimle “yine kız çocuğun mu oldu?” diyerek alay ediyorlar. Buna tahammül edemem. Ver... ver diyorum.. Yoksa seni de öldürürüm..

Kadın: Sen nasıl bir insansın? Hangi insan evladına böyle bir kötülük yapar?..Allahtan hiç mi korkmazsın? İnsan nasıl kıyabilir evladına... Nolur yapma..Nolur... Nolur...


(Erkek çocuğu çeker alır. Ve sahneden çıkar..Kadın feryat ederek yere kapanır ve ağlamaya başlar)
Kadın: Yavrum...Yavrum...Allahım...Ah Allahım... Ey Yüceler yücesi Rabbim...Nolur yardım et... Yardımını gönder Ey Rabbim.. Bizi bu zulümden kurtar Allahım.. Kurtar Allahım...Kurtar Allahım...
(Sahne kararır..Fondan müzik sesi gelir-Çağrı-..Anne yeniden konuşmaya başlar)
Bütün bir beşeriyet canı dudağında ve herkesin umudu gelecek son kurtarıcıda.İnsanlık, içinde bulunduğu bu zulümattan kurtulmak, kendilerini karanlıklardan aydınlığa çıkaracak, geleceği asırlar öncesinden müjdelenmiş O Kutlu nebinin gelmesini büyük bir umutla bekliyorlardı. O ki Hz.Kur’an’ın tebliğcisi, hakkı batıldan ayıracak Nur-u Furkan’ın habercisi, insanlığa, kaybettiği insanlığını yeniden öğretecek muallimdi. O kainatı yoktan var eden Allahu Azimü’ş-Şan’ın Kutlu Elçisi, Alemlere Rahmet Olarak gönderdiği sevgili Habibiydi.O, Hz.İbrahim’in duası, Hz.İsa’nın muştusu olan iki cihan serveri Hz.Muhammed Mustafa(sav)di...
(Konuşma ve müzik durur. Sahne aydınlanır)

4.SAHNE
(Fon Müziği çalar-Itri Tekbir-Oyuncular birer birer sahneye çıkmaya başlarlar. Her biri sahnedeki yerini alırken sözlerini söylerler)


1.oyuncu: Göz seni görmeli, ağız seni söylemeli
Hafıza seni anmak ödevinde mi

2.oyuncu: Bütün deniz kıyılarında seni beklemeli


Sen eskimoların ısınması, sevgililer mahşeri

3.oyuncu: Aklım yeni bir akıldır çiçeklerden


Mantığım mantığın üstünde yeni
İçimde Nuh'un en yeni tufanı
Dünyaya ayak basıyorum yeniden

4.oyuncu: Göz seni görmeli ağız seni söylemeli


Bütün deniz kıyılarında seni beklemeli

5.oyuncu: Yüzlerce yıl geçiyor belki bir bulut geçiyor


Ben yeni doğmus bir çocuk gibi
Herkesin konuştuğu dilden mahrum
Ama yepyeni bir dil konuşmanın sevinci
6.oyuncu: Bütün deniz kıyılarında seni anmalı
Sen buzulların erimesi, eskimoların ısınması...

(Bütün oyuncular bir dizleri üstünde yere çömelirler. Başları önlerine eğiktir. Sırası gelen oyuncu başını göğe çevirerek ve ellerini kaldırarak sırayla sözlerini söyler. Sözlerini söyledikten sonra başları ve elleri aynı vaziyette beklemeye devam eder.)
1.oyuncu: Gel ey Şah-ı Rusul! Gel ki şafaklar tutuşsun!
2.oyuncu: Gel ey Kutlu Nebi ! Gel ki nurunla karanlıklar boğulsun!
3.oyuncu: Gel ey Mazlumların Sığınağı ! Gel ki zulüm artık yok olsun!
4.oyuncu: Gel ey Asırlardır Beklenilen! Gel ki güneş artık doğsun!
5.oyuncu: Gel ey Alemlere Rahmet Olan! Gel ki dünya rahmetinle dolsun!
6.oyuncu: Gel ey bir ismi Mustafa olan, Gel ey bir ismi Ahmed!
Bütün oyuncular hep birlikte: Allahümme salli ala Muhammed!

(Önceki müzik yavaşça sona erer.Sahne kararır. Fonda müzik çalmaya başlar-Taleal Bedru-.
İnsanlar ellerinde mumlarla sahneye doğru koşmaya başlarlar.Sahnede sağa sola koşarlarken “O geliyor.. O geliyor.. Müjdeler olsun.. Müjdeler olsun! O geliyor..Allah’ım sana şükürler olsun! Rabbimiz sana hamdolsun! O geliyor.. O geliyor.. Müjdeler olsun.. Müjdeler olsun! O geliyor.” diyerek koşuşturmaya devam ederler.. Sonra sahnenin ortasında toplanarak ve elleri havada, hep bir ağızdan “Alemlere Rahmet geliyor” derler.. Müziğin sesi yükselir..Perde kapanır.)

2.PERDE
(1.SAHNE)


(Arka planda yerde bir halı, köşede bir masa, tam karşıda koltuklar üzerinde oturan Ayşe, Süheyla, Merve, Canan ve Neslihan oturmaktadır. Ayşe elindeki şiir kitabı, arkadaşlarına annesinin anlattıklarından bahsetmektedir.)
Ayşe: Arkadaşlar, buraya gelmeden önce peygamberimizin doğumundan önce dünyada yaşananlarla ilgili olarak annemin bana anlattıklarını sizinle paylaşmak istiyorum. Gerçekten de dünya, yepyeni bir soluğa ve kendilerine karanlıklardan bir çıkış yolu gösterecek bir rehbere ne kadar muhtaçmış. Bunu çok iyi anladım.
Süheyla: Evet Ayşe. Çok doğru söyledin. Ben de okuduğum kitaplardan öğrendim ki; bütün insanlık âleminin karanlık bulutlar altında ve karışıklık içerisinde yaşadığı bir devirde, onları bu alçak ve bayağı hayattan kurtarıp ebedî kurtuluş ve saadete ulaştıracak bir Peygamber bekleniyormuş. Hıristiyan ve yahudilerin mukaddes kitapları böyle bir peygamberin geleceğini, zamanının yaklaştığını bütün alâmetleri ile müjdeliyormuş. Bu peygamberin Hazreti İbrahim soyundan, Mekke taraflarından çıkacağına dair bilgiler veriliyormuş. Herkes o peygamberin kendi kavimleri içinden gelmesini istiyor ve bekliyorlarmış.
Neslihan: Peki ama, madem hristiyan ve Yahudiler gelecek peygamberi tüm özellikleriyle tanıdıkları halde peygamberimizin peygamberliğini niçin reddetmişler ve O’na inanmamışlar?
Süheyla: Aslında bütün yahudi ve hristiyanlar, Allah Resûlü’nü bilip tanıyorlardı. Ama kin ve hasetleri inanmalarına mâni oluyordu. Hem bu tanıma, o kadar kesin ve netti ki inanmak için sadece Allah Resûlü’ne bir kere bakmaları yeterliydi. Zira onlar, Allah Resûlü’nü bütün şekil ve şemailiyle tanıyorlardı. Kur’ân-ı Kerîm bu hakikata şöyle işaret etmektedir:

“Kendilerine kitap verdiklerimiz, O’nu öz oğullarını tanıdıkları gibi tanırlar. (Buna rağmen) onlardan bir grup, bile bile gerçeği gizler.” (Bakara, 2/146). Âyette, bizzat Allah Resûlü’nün ismi zikredilmeyip de “O’nu” denmesi işaret ediyor ki, ehl-i kitap bütünüyle, son gelecek peygamber kastedilerek “O” dendiğinde hep Tevrat ve İncil’de adı geçen Zât’ı anlıyorlardı. O da, hiç şüphesiz ki, Hz. Muhammed Aleyhisselâmdı. Ve O’nu öz evlatlarından daha iyi tanıyorlardı.


Merve: Gerçekten de öyleydi! Evet; onlar Allah Resûlü’nü çok iyi tanıyorlardı. Fakat îman başka, tanımak daha başkadır. Tanıyor, ama îman edemiyorlardı. Kıskançlıkları ve hasetleri îmanlarına mâni oluyordu. Nasıl ki; o kadar çok mucizesine şahit oldukları Hz. İsa(a.s.) nın peygamberliğini, reddetmişler, ona ve ona inanan Müslümanlara eziyet etmişlerdi; işte şimdide aynı şekilde sevgili peygamberimizin peygamberliğini reddetmekteydiler.
(Bu arada Hatice elinde çay tepsisiyle içeriye girer. Arkadaşlarına çaylarını dağıtırken konuşur)
Hatice: Arkadaşlar tekrar hoş geldiniz.
(Oyuncular çayları alırken teşekkür ederler. Hatice tepsiyi masanın üzerine bırakırken kendi çayını alır. Yerine oturur.)
Hatice: Arkadaşlar konuşmanıza devam etmeden önce benim Ayşe’den bir ricam olacak. Bu anlamlı gecede bize elindeki kitaptan peygamberimizle ilgili bir şiir okursa çok güzel olur diye düşünüyorum. Sohbete ondan sonra devam ederiz.Ne dersiniz?
Canan: Çok güzel olur hakikaten. Ne dersin Ayşe?
Ayşe: Tabi ki. Ama ben, şiir okuması konusunda Neslihan’ ı önermek isterim. Biliyorsunuz Türkçe derslerinde Neslihan şiir okumalarıyla bizden hep takdir toplamıştır. Eğer Neslihan da kabul ederse...
Neslihan: Elbette..O halde ben de peygamberimizle ilgili sizlerin de bildiği bir şiiri seslendirmek isterim. Şiirin adı “Cemal-i Mustafa Hayranıyım” Şairi ise Ali Ulvi KURUCU..Sizler de bana eşlik ederseniz çok daha güzel olacağına eminim. Olur mu?
Hatice: Peki öyleyse Neslihan seni dinliyoruz. Tamam mı arkadaşlar?
(Oyuncular karışık bir şekilde “tamam”, “tabi ki”, “elbette” derler. Neslihan ayağa kalkar, sahnenin ortasına gelir ve ilahiyi okumaya başlar. Bu esnada sahneye koro girer ve Neslihan’ın arkasında yerlerini alırlar)
(Şiir okunurken fonda müzik çalmaya başlar-Sultanım-)

Derdimendim yâ Rasûlallah, devâ ol derdime,


Destgir ol, yâ Habiballah, bu asî mücrime!..
Sen şefâat kânı varken, yalvarayım ben kime?..
Ben Rasûl-i Kibriyânın, bülbül-ü nâlânıyım.
Mücrimim gerçi, cemâl-i Mustafâ hayrânıyım..

Bûy-i vaslındır, muattar eyleyen sünbülleri,
Nur cemâlinden eserdir, bağ-ı aşkın gülleri,
Gül cemâlindir Habîbim, mesteden bülbülleri,



Ben Rasûl-i Kibriyânın, bülbül-ü nâlânıyım.
Mücrimim gerçi, cemâl-i Mustafâ hayrânıyım

Cânını cânâne kurban eyliyor pervâneler,
Bezm-i vaslın neş’esinden, gaşyolur mestâneler,
Aşıkın gözyaşlarından, doldu hep peymâneler,

Ben Rasûl-i Kibriyânın, bülbül-ü nâlânıyım.


Mücrimim gerçi, cemâl-i Mustafâ hayrânıyım..

Ermek istersen, O şâh’ın himmet-ü imdâdına,


Cânü dilden âşık ol sen; “İsm-i zât” evrâdına,
Ses verir (Ulvî); melekler âteşin feryâdına,

Ben Rasûl-i Kibriyânın, bülbül-ü nâlânıyım.
Mücrimim gerçi, cemâl-i Mustafâ hayrânıyım
 
( Neslihan yavaşça yerine otururken koro ilahiyi söylemeye başlar.)
Canı dilden aşık oldum Muhammed’e Muhammed’e

Mevlam lâyık eyle bizi Muhammed’e Muhammed’e


Sallallahu alâ Muhammed  Sallallahu aleyke Ahmed

Sallallahu alâ Muhammed Sallallahu aleyke Ahmed –


Aklı olan ârif olsun ciğer yansın püryân olsun

Bir canım var kurban olsun Muhammed’e Muhammed’e


Sallallahu alâ Muhammed  Sallallahu aleyke Ahmed

Sallallahu alâ Muhammed Sallallahu aleyke Ahmed –


Rüyada görüştür bizi murada eriştir bizi

Mevlâm Sen kavuştur bizi Muhammed’e Muhammed’e


Sallallahu alâ Muhammed  Sallallahu aleyke Ahmed

Sallallahu alâ Muhammed Sallallahu aleyke Ahmed


(İlahi bittikten sonra koro yavaşça sahneden ayrılır)
Hatice: Çok teşekkür ederiz Neslihan. Bu gecenin anlamı okuduğun şiir ile daha da güzelleşti. Arkadaşlar, biliyorsunuz Sevgili Peygamberimize 610 yılında Nur dağındaki Hira mağarasında gelen ilk vahiyle peygamberlik görevi verilmişti. İlk gelen vahiyde...
Merve: Alak Suresinin ilk beş ayetiydi değil mi? İlk ayeti de “Oku!” idi.
Hatice: Çok doğru. Dediğin gibi; ilk ayet, yani Allah’ın Peygamberimize ve tabi ki tüm insanlığa ilk emri “Oku!” idi. Bu da bize okumanın, ilim öğrenmenin ne kadar önemli olduğunu göstermesi açısından çok çok önemli..Ne dersin Süheyla?
Süheyla: Evet... Bu ilahi emir bizlere neyi niçin ve nasıl okumamız gerektiğini de çok veciz bir şekilde bildiriyor. En başta okunması gereken Allah’ın sonsuz mucizesiyle yarattığı Kainat Kitabı’dır. Onu okumak da Allah’ın adıyla olmalıdır.
Canan: Bir kitapta okumuştum: “Kainat Kitabı yaratılmış olan her şeydir hiç şüphesiz. Yaratan O olduğuna göre bütün ilimlerin gerçek sahibi de Allah’tır. Öyleyse bütün ilimler hakikatte bizlere Allah’ın sonsuz kudretini tanıtır. Öyleyse; okumaya Allah’ın adıyla başlanmalıdır ki, Allah’ın rahmeti ve inayeti okuyanların üzerine olsun. “diye..
Ayşe: Canan çok önemli bir tespit yaptı gerçekten. Bir yabancı yazar da şöyle diyor: “Bulunan her fiziksel veya kimyasal formül, gerçekte, Allah’ı öven bir ilahidir” ..
Hatice: Ne güzel bir söz.. İşte peygamberimizin bize getirdiği ilahi mesajın gerçek anlamı da bu olsa gerek: Allah’ı tanımak, O’na tüm benliğimizle inanmak ve sadece O’na kulluk etmek...
Süheyla: Sevgili Peygamberimiz de bu gerçeği bütün insanlığa tebliğ etmek için mücadele etti. O ve ona inananlar bu uğurda nice zorluklara göğüs gerdiler..Niceleri bu uğurda canlarını seve seve feda ettiler.. Bir şairin dediği gibi: Canların canı uğrunda can vermeyi cana minnet sayarak şehitler kervanına katıldılar...
Neslihan: Bedir’de, Uhud’da Hendek’te, Mu’te’de...Sonrasında, Endülüs’te, Malazgirt’te, İstanbul’un fethinde...Ve daha nice yerde... nihayet Çanakkale’de... İşte bu imandı olmazları olduran... insanların gönüllerini şehadet özlemi ve muştusuyla tutuşturan.. İşte bu imandı Çanakkale’yi geçilmez kılan..
Ayşe: Siz şehitliği konuşurken ben İslamın ilk şehitlerini hatırladım: Yasir ailesini.. Sümeyye’yi, Yasir’i ve Ammar’ı... Hatice, bize Yasir ailesinin şehit oluşunu anlatır mısın? Yanılmıyorsam islamın ilk şehidi de Hz. Sümeyye’ydi değil mi?

Hatice: Evet Ayşe.. Yasir ailesi şehitler kervanının öncüleridir.. Onlar bize Allah’a imanın ne demek olduğunu gösterdiler. Canlarını Allah için feda ederek bedenlerini imanlarına şahit tuttular.. Hz.Sümeyye... İslamın ilk şehidi... Ebu Cehil ve taraftarlarının en ağır işkenceleri karşısında bile imanından asla vazgeçmeyen... Öleceğini bildiği halde “La ilahe illallah” diyen... Şehadetiyle tüm insanlara Allah’ın kutlu mesajını ileten... Ölümüyle: “Bir çağrıdır şehadet” diyen..


(Oyuncular ayağa kalkarlar..Sahnenin ortasında sıra olurlar içlerinden biri ayet-i kerimeyi okur: Bakara; 154)
Bir oyuncu: “Allah yolunda öldürülenlere “ölüler” demeyin; bilakis, onlar diridirler fakat siz farkında değilsiniz..”
(Oyuncular hep birlikte yüksek sesle bağırırlar )
Bütün oyuncular: Şehadet bir çağrıdır tüm nesillere ve çağlara, şehadet bir çağrıdır tüm insanlara !...

Şehitler anlatır ölümsüzlüğü tüm canlılara, şehadet kavuşmaktır Allah’a..Allah’a,



(Sahne kararır, fonda müzik çalmaya başlar..-Aşık oldum Muhammed’e(sav.)..)
( 2.SAHNE)
(Anlatıcı perdenin önünde yerini almış bir şekilde anlatmaya başlar)
Ammâr'ın annesi Hz.Sümeyye ve babası Hz.Yasir İslâm davasının ilk şehitleridir. Bu itibarla Yasir âilesinin İslâm tarihindeki mevkii çok büyüktür.

Ammar İbni Yâsir radiyallahu anh imanda azmin ve sebâtin sembolü bir yigit!.. inancı uğruna gösterdiği fedakârlıklar, islâm'ın yüceliğinin bir vesikası olan kahraman!... Fedakârlığın imanın özü olduğunu gösteren ilk şehid çocuğu... Resulullah (s.a.s.) Erkam b. Ebi'l-Erkam'ın evinde bulunduğu sırada, Ebu'l-Yekzan künyesiyle anılan Ammar İbni Yâsir, Suheyb ile birlikte otuzuncu müslüman olarak islâm'la şereflendi. Ammâr, Resulullah'ın huzurundan çıktıktan sonra evine gelip, anne ve babasına da İslâm'ı anlattı. O gün babası Yâsir ve annesi Sümeyye hatun da müslüman oldular.

Allah, bizlere, bu şehid ailenin yolunu takip eden Müslümanlardan olmamızı nasip etsin ve onları bizler hakkında şefaatçi eylesin. Amin...

( Anlatıcı sahneden çekilirken müziğin sesi kesilir. Perde açılır.Sümeyye odanın içerisinde masanın üzerinde duran bir heykelin (putun) önünde yere eğilmiş ve ellerini birleştirmiş bir vaziyette dua etmektedir. Kapı açılır ve içeriye Ammar girer.. Annesinin yanına gider)


Ammar: Anne! Daha ne zamana kadar bu puttan yardım dileyeceksin? O sana nasıl yardım edebilir ki?
(Sümeyye dua etmeyi bırakır, ayağa kalkar, Ammar’a döner)
Sümeyye: Ey Ammar! Sen de biliyorsun ki bu putlar bizim ilahlarımızdır. Biz atalarımızdan böyle gördük. Onlar bizi kötülüklerden korurlar. Bize yardım ederler. Onlara ibadet etmezsek rızkımız nasıl çoğalır ve kötü ruhlardan nasıl korunurduk bir düşünsene.
(Ammar kızgın bir edayla masada duran putun yanına gider, putu eline alır, annesine dönerek)
Ammar: Sevgili anneciğim, bu elimdeki taştan yapılmış bir şeyden başka bir şey değildir. Bu ve Kabe’deki diğer 360 put, insanları ne bir şeyden koruyabilecek güce sahiptirler, ne de insanlara bir zarar verebilirler. Ne olur sen de bu sapkın inanıştan vazgeç . Bir ve tek olan Allah’a iman et.

(Sümeyye korku dolu gözlerle Ammar’a bakar. Ses tonunu yükselterek)


Sümeyye: Ammar ! Sen neler diyorsun böyle. İlahlarımız hakkında nasıl böyle konuşabilirsin? Ey Ammar onları kızdırırsan korkarım sana bir kötülük yaparlar diye endişe ediyorum. Bütün bunları sana kim öğretiyor böyle? Yoksa sen de mi Muhammed’in yanına gidiyorsun. Çabuk ilahlarımızdan özür dile! Yoksa başına bir felaket gelecek.
( Ammar elindeki putu yere atar, put kırılır. Annesi şaşkın bir vaziyette ellerini yüzüne kapar, feryat dolu bir sesle)
Sümeyye: Ammar! Sen ne yaptın böyle! Nasıl böyle bir şey yaptın!
(..diyerek parçalara doğru hızla eğilir, onları yerden toplamaya çalışırken konuşmaya devam eder:
Sümeyye: Ey ilahlar! Nolur bize merhamet edin, size yalvarıyorum. Ey Lat, Ey Hubel ! Bize acıyın, oğlumu bağışlayın.. O cahil, ne yaptığını bilmiyor..
(Ammar’a dönerek)
Sümeyye: Ey Ammar! Neden böyle yaptın, neden ilahlarımıza karşı bu kadar saygısız davrandın ?
( Ammar annesinin yanına eğilir, ellerinden tutarak yumuşak, şefkat dolu bir sesle konuşmaya başlar. Bu sırada Yasir (baba) odaya girer, sessizce Ammar’ın konuşmasını dinler.)
Ammar: Anneciğim! İşte bak sen de görüyorsun ki hiçbir şey olmadı. Olmayacak da. Hem düşünsene; eğer bu ilahlar, güç ve kudret sahibi olsalardı, onlara benim hiçbir şey yapamamam gerekmez miydi? Daha kendilerini korumaktan aciz bu cansız eşyalar nerede kaldı ki bir başkasını koruyabilsin veya onlara bir zarar verebilsinler..

Üstelik anneciğim, biliyorsun ki bu ilahları bizler kendi ellerimizle taştan, ağaçtan yontuyoruz. Sonra da onlardan bizleri korumalarını bekliyoruz. Böyle bir şeye inanmamı benden nasıl beklersin?


Sümeyye: Ammar, söyle bana bütün bunları sana Muhammed mi öğretiyor?
Ammar: Evet anneciğim.O öğretti. O, Allahın bizim için gönderdiği, gelmesi asırlardır beklenilen son peygamberdir.
(Yasir olanları anlamış, konuşulanları duymuştur. Ammar’a bakarak)
Yasir: Ey Ammar! Çok doğru söyledin. Ben de uzun zamandır bunu düşünüyordum. Zaten Muhammedü’l- Emin -ki O asla yalan söylemez- söylüyorsa muhakkak doğrudur. Söyle Ammar O El-Emin başka neler söylüyor?
(Ammar ve annesi yavaşça ayağa kalkar ve Ammar yüzünü sahneye çevirerek konuşmaya başlar)
Ammar: O diyor ki: “Ey insanlar! La ilahe illallah deyiniz. Allah’ı bırakıp da ellerinizle yonttuğunuz putlara tapmaktan vazgeçiniz.Sizi ve sizden öncekileri yaratan Rabbinize kulluk ediniz ki rahmete erişesiniz.

(Babasına dönerek)


Ammar:Babacığım O Muhammedu’l-Emin o kadar güzel konuşuyor ki, O’nu dinlerken kendimden geçiyorum. Hele okuduğu ayetler yani Allah’ın sözleri o kadar etkileyici ki; bir dinleseniz siz de bana hak verirsiniz. Her şeyin sahibi, yegane güç ve kudret sahibi olan yalnız Allah’tır.
(Sahneye döner, sağ elinin şehadet parmağını kaldırarak ve gür bir sesle kelime-i şehadeti söyler)

“Ben şehadet ederim ki Allah’tan başka ilah yoktur ve yine şehadet ederim ki Hz. Muhammed O’nun kulu ve elçisidir.”


(Ammar anne ve babasına doğru döner, sahneye yan bir vaziyettedir)
Yasir: Ey Ammar! Çok doğru söyledin. (Sümeyye’ye dönerek) Hanım, biz bu zamana kadar hep yanlış yaptık. Bu putlar bizim ilahımız olamaz. Gel haydi biz de iman edelim.

Yüzümüzü Bir veTek olan Allah’a dönelim. Artık bundan sonra putlara tapmak yok, bâtıla inanmak yok, şeytanlara kanmak yok;


(Hepsi bir ağızdan): La ilahe illallah ! O’ndan başka ilah yok!
(Sahne kararır.Fonda ezgi çalmaya başlar -La ilahe illallah- )
(3.SAHNE)
(Perde açılır, yanda bir direğe bağlanmış vaziyette Ammar görünmektedir. Hemen yanında bir başka direğe bağlı vaziyette Yasir durmaktadır. Sümeyye ise elleri bağlanmış bir vaziyette yerde yatmaktadır.Sırtı sahneye dönük olan Ebu Cehil’in bir elinde mızrak, diğer elinde bir kırbaç vardır. Elindeki kırbaçla Sümeyye’ye vurmakta ve konuşmaktadır. )
Ebu Cehil: Hadi ey Sümeyye! İnkar et.. Muhammed’in peygamberliğini inkar et ! ‘Allah bir ve tek değildir’ de!

İlahlarımızı kutsa! Lat, Menat, Uzza ve Hubel adına yemin et!


Sümeyye: Hayır! Asla, asla! La ilahe illallah, Muhammedün Resulullah..
Ebu Cehil: Muhammed'in dîninden dön, Lat ve Uzzâya tap kurtul! Yoksa ne inandığın Allah ne de peygamberin seni kurtarabilir.
Ebu Cehil sonra Yasir’e döner )
Ebu Cehil: Ey Yasir sen bu ailenin reisisin, söyle hanımına dediklerimizi yapsın. Hepiniz, Lât ve Uzzâ, Muhammed'in dîninden iyidir deyin!
(Yasir hanımına bakar, sonra başını yavaşça Ebu Cehil’e çevirir. Kararlı ve gür bir sesle)
Yasir: Derimizi yüzseniz, etimizi dilim dilim doğrasanız sizi dinlemeyiz. Allahtan başka ilâh yoktur. Muhammed aleyhisselâm O'nun kulu ve Peygamberidir.

(Ebu Cehil bu söz üzerine elindeki kırbaçla Sümeyye’ye daha şiddetli vurarak, bir taraftan tekme atarak konuşmasına devam eder, Ammar Annesinin durumuna dayanamaz ve feryat eder)


Ammar: Anne.. Anneciğim..Kabul et dediklerini..Söyle Uzza’nın adını..
Sümeyye: La ilahe illallah, Allah birdir ve tektir, Muhammed O’nun elçisidir! Ey Ammar! Sevgili oğlum, sen benim yerimde olsaydın, başka bir şey söyleyebilir miydin?
(Ammar sessizce başını öne eğer, ağlamaktadır)
(Sümeyye Ebu Cehil’e döner )
Sümeyye: Ey Allah’ın düşmanı! Ne yaparsan yap beni dinimden döndüremeyeceksin. Ve sen de yaptıklarının cezasını elbette çekeceksin.. Cennet ucuz, cehennem ise lüzumsuz değildir. Ateş seni bekliyor bilesin! İşte yine söylüyorum
“Rabbim Allah, Peygamberim Muhammed aleyhisselâmdır!”

(Ebu Cehil öfkeden kudurmuş bir halde kırbaçlamaya devam etmekte ve konuşmaktadır)
Ebu Cehil: Bu nasıl bir şeydir böyle, bu nasıl bir imandır! Ey Sümeyye demek inancından dönmezsin, demek Muhammed’i inkar etmez, ilahlarımızı reddedersin öyle mi? Görürsün sen!
(Ebu Cehil kırbacını yere fırlatır, sol elinde tutmakta olduğu mızrağı sağ eline alır ve havaya kaldırarak Sümeyye’ye saplamaya başlar )
Ebu Cehil: Geber! Geber öyleyse...
(Sümeyye acı bir çığlık atar ve kesik kesik kelime-i tevhidi söyler..)
Sümeyye: Allaaah...La.... i...lahe.... illal...lah...
Ammar: Anne...Anne... Anneciğim...
(Sahne kararır..Fonda müzik çalmaya başlar-Şehit Türküsü -Perde Kapanır )

(4.SAHNE)


(Anlatıcı perdenin önünde yerini alır ve anlatmaya başlar)
Yasir Ailesi için peygamberimiz(sav) şöyle dua etmişti: “Yâ Rabbî! Yasir âilesinden hiç kimseye Cehennem azâbını tattırma.”

Hz. Ammâr’ın , imanı anne ve babasının İslâm davası uğrunda şehit olduklarını görmekle daha da artmış, müşriklerin bütün eza ve cefalarına göğüs germişti. Bütün ashab onun bu fedakârlığını, herkes için bir ibret numûnesi olan hâllerini yâd ederlerdi.

O, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem efendimizin; "Cennet üç kişiyi şiddetle arzû eder. Bunlar; Ali, Ammâr ve Selmân'dır." iltifatına mazhar cennetlik bir insandır.

Bizler de o müminlerin imanı gibi Allah’a iman edelim, Yüceler Yücesi Rabbimize, kabul edilmesi temennisi ile o müminlerin ettiği dualar gibi kalpten, gönülden samimi dualar edelim:

“Rabbimiz! Bizi doğru yola ilettikten sonra kalplerimizi eğriltme. Bize tarafından rahmet bağışla. Lütfu en bol olan sensin.”

“Ey Rabbimiz! Unutursak veya hataya düşersek bizi sorumlu tutma. Ey Rabbimiz! Bizden öncekilere yüklediğin gibi bize de ağır bir yük yükleme. Ey Rabbimiz! Bize gücümüzün yetmediği işler de yükleme! Bizi affet! Bizi bağışla! Bize acı! Sen bizim mevlâmızsın. Kâfirler topluluğuna karşı bize yardım et!”

“Ey Rabbimiz! Gerçek şu ki biz, "Rabbinize inanın!" diye imana çağıran bir davetçiyi (Peygamberi, Kur'an'ı) işittik, hemen iman ettik. Artık bizim günahlarımızı bağışla, kötülüklerimizi ört, ruhumuzu iyilerle beraber al, ey Rabbimiz!”

“Rabbimiz, peygamberlerinle bize va'd ettiklerini ver. Kıyamet gününde yüzümüzü kara çıkarma! Şüphesiz Sen, sözünden caymazsın!"

Ey Rabbimiz! Bizi alemlere rahmet olarak gönderdiğin peygamberinin yolundan ayırma, bizi senin yolundan ayırma..

Amin... Amin...Amin... bi hürmeti Taha ve Yasin...


(Anlatıcı sahneden çekilirken müziğin sesi kesilir..Perde açılır. Oyuncular yerlerine oturmuş bir vaziyettedir. Koro sahnenin önündedir. “Sevgili Peygamberim” adlı ezgiyi seslendirirler ve ardından sahneden çekilirler)
Sevgili Peygamberim
Öğretmenim dedi ki O çok zorluklar çekmiş, (2)

İnsanlara Allah’ı tanıtmak için çalışmış,

İnsanları cennete götürmek için çalışmış.
Bir ismin Ahmed efendim, bir ismin de Muhammed(2)

Sallallahu ala Muhammed, sallallahu aleyhi ve sellem(2)


O’nu seven çocukların rüyasına gelirmiş, (2)

Saçlarını okşayıp, yanaklarından öpermiş. (2)


Bir ismin Ahmed efendim, bir ismin de Muhammed(2)

Sallallahu ala Muhammed, sallallahu aleyhi ve sellem(2)


Tek: Bir ismin Ahmed efendim, bir ismin de Muhammed(2)

Beraber: Sallallahu ala Muhammed, sallallahu aleyhi ve sellem(2)

Sallallahu ala Muhammed, sallallahu aleyhi ve sellem(2)
Tek: -O gün peygamberimiz, kendisini dinlemek için mescide gelen o çocuğu görememiş, bir üzüntüsü olduğunu anlamıştı. Derken; çocuğun kapısı çalınmış, gelen Peygamberimizmiş. Çocuğa gülümsemiş ve:

-“Üzgün olduğunu duydum. Kuşun ölmüş. Başın sağ olsun” demiş.

Allahım! Peygamberimizin hayatta olduğu zamanlarda yaşamıyorum; ama, o çocuk kadar seviyorum O’nu. Dualarımı kabul et Allah’ım! Sevgili Peygamberimle cennet bahçelerinde buluşayım. O kapıma gelmesin, ben O’nun kapısını çalayım...
Sallallahu ala Muhammed, sallallahu aleyhi ve sellem

Sallallahu ala Muhammed, sallallahu aleyhi ve sellem


Süheyla: Allah razı olsun Hatice. Ne kadar güzel anlattın. Gerçekten de ilk Müslümanlar çok eziyetler çekmiş.
Ayşe: Çok doğru. Allah bütün sahabe efendilerimizden razı olsun. Onların o gayretleri dinimiz İslamın bütün dünyaya yayılmasına vesile olmuş çünkü.
Merve: O İslam ki, barış demektir. İnsanlığın tek ve gerçek kurtuluşu, islamın güzelliklerini öğrenmek ve yaşamakla olabilir ancak.

Neslihan: Bu yüzden dinimizin güzelliklerini bütün insanlığa en doğru bir şekilde tanıtmamız gerekiyor.


Hatice: Bu sebeple de dinimizi önce kendimizin en iyi şekilde öğrenmesi ve hayatımıza uygulaması gerekiyor, öyle değil mi?

Süheyla: Evet öyle. Çünkü en güzel tebliğ, anlatmakla değil, yaşamakla olur demiş İslam alimleri..




Canan: Hatice, bize sevgili peygamberimizin rahmet peygamberi oluşuna ve O’nun ne kadar merhametli bir insan olduğuna dair bir örnek anlatır mısın?
Hatice: Tabi ki.. O’nun örnek hayatında bu örnekler o kadar çok ki.. Mesela; Uhud muharebesinde bunun en çarpıcı misallerini bulmak mümkündür. Düşünün ki, orada Allah Rasûlü’nün canı kadar sevdiği amcası ve sütkardeşi Hz. Hamza şehid edilmiş.. şehid edilmenin de ötesinde vücudu paramparça ve lime limedir. Hatta bu arada kendi mübârek başı yarılmış, dişleri kırılmış, vücudu kan revan içinde kalmıştır. Düşmanlarının, gayz ve öfkeyle üzerine çullandığı ve bütün gayretleriyle O’nu öldürmek istedikleri bu hengâmede, O Yüceler Yücesi insan, kanı yere akarsa Allah onları mahveder endişesiyle tir tir titremekte ve: “Allah’ım kavmimi bağışla; çünkü onlar (beni) bilmiyorlar!” demektedir. Bu ne müthiş bir şefkat anlayışıdır ki, O’nu öldürmek isteyenlere O, dua dua yalvarmakta, tel’in ve bedduaya kapalı kalmaktadır.
Süheyla: Gerçekten de...Benim de aklıma Taif örneği geldi..Biliyorsunuz, Taif şehrine islamı anlatmak için gittiğinde,

Taif’liler peygamberimizi taşlamışlar, O mübarek insanın mübarek vücudu yara bere içinde kalmıştı. Böyle olduğu halde bile;Cebrail (as) ‘ın “Ya Rasulallah! İstersen Allahu Teala o kavmi hemen helak edecektir!” teklifine, ellerini açarak, duasında Rabbine şöyle seslenerek cevap verecektir: “Allah’ım! Onlar cahildirler, bilmiyorlar Ya Rabbi! Ne olur onları helak etme, onlara hidayet ver Ey Rabbim!
Merve: Bu ne müthiş bir merhamet anlayışıdır böyle! İnanılmaz bir şey..
Neslihan: Evet; zira O Allah’ın ahlakı ile ahlaklanmıştı. “(Resûlüm!) Biz seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik.” ayet-i kerimesi de bu gerçeği ifade ediyor işte.(Enbiya; 107)
Canan: O’na binlerce salat ve selam olsun!
(Herkes bir ağızdan “amin” der)
Ayşe: Arkadaşlar, sevgili Peygamberimizi ne kadar anlatsak, O’nun güzel ahlakından ne kadar bahsetsek yine de azdır. Hepimiz, O Rahmet Peygamberinin hayatını ve Allah’ın katından getirdiği Kur’an’ı defalarca okumalıyız. Bizler de O’nun güzel ahlakı ile ahlaklanmalıyız., İsterseniz, O’nu bir şiirle tekrar analım ve O Yüce Peygamberin hayatını bir kez daha bu şiirle hatırlayalım. Ne dersiniz?
Hatice: Çok güzel olur Ayşe, değil mi arkadaşlar? Hangi şiiri dinleyeceğiz Ayşe?
Ayşe: Hepinizin bildiği bir şiir bu: Kırk Yaşındasın
(Şiiri okuyacak olan, şiiri okumak üzere sahneye gelirken fonda müzik çalmaya başlar-Muhammed Mustafa;Yusuf İslam-)
(Şiirin bitmesine yakın bütün oyuncular ayağa kalkarlar yerlerini alırlar . Şiiri okuyan sahneden çekildikten sonra sırası gelen oyuncu sırayla sözlerini okumaya başlarlar )
1.oyuncu: Bulutlar kanat, rüzgar kanat; Hızır kanat, Cibril kanat..
2.oyuncu: Nisan kanat, bahar kanat; ayetlerini ezber bilen yapraklar kanat..
3.oyuncu: Açılsın göklerin kapıları, açılsın perdeler kat kat..
4.oyuncu: Çöllere dökülsün yıldızlar, dizilsin yollarına yetimler, günahsızlar..
5.oyuncu: Çöl gecelerinden yanık türküler yapan kızlar sancağını saçlarıyla dokusun..
6.0yuncu: Bilal-i Habeşi sustuysa, ezanlarını Dâvud okusun...
(Bütün oyuncular hep birlikte)
Konsun-yine- pervazlara güvercinler

“hu hu” lara kavuşsun aminler...

Mübarek akşamdır;

Gelin ey Fatihalar, Yasinler...


(Bütün oyuncular ellerini kaldırır ve sırası gelen oyuncu sözünü söyler ve öylece bekler)
1.oyuncu: Gel ey Muhammed! Bahardır..
3.oyuncu: Dudaklar ardında saklı “amin”lerimiz vardır..
5.oyuncu: Hac’dan döner gibi gel...
6.oyuncu: Mirac’dan iner gibi gel...
(Bütün oyuncular hep birlikte)
Bekliyoruz yıllardır.....
(Koro sahnenin önüne doğru gelir yerini alırken, diğer oyuncular arka tarafta yerlerini alırlar ve hep birlikte Salat-ı Ümmiye’yi üç defa söylerler..)
Allahümme salli alâ seyyidinâ Muhammedinin Nebiyyi’l-Ümmiyyi ve alâ âlihî ve sahbihî ve sellim
(Fonda Salat-ı Ümmiye, Itri Tekbir- çalmaya başlar...Perde kapanır...)
Yazan ve Sahneye Koyan : Coşkun ÖZTÜRK Atatürk İ.Ö.Okulu Kangal / Sivas barmann35@hotmail.com
Oyuncular :
Anne: Ayşegül ŞAHİN

Ayşe: Mevlüde ZORTAŞ

Kadın: Dilek AYKANAT

Erkek: Serengül ÇOBAN

Hz.Sümeyye: Döne AZİMET

Hz.Yasir: Sibel CULHA

Hz.Ammar: Gülsüm KARAPINAR

Ebu Cehil : Meryem AKA

Anlatıcı: Melek ÇALIŞ

Hatice: Ayşegül ŞAHİN

Süheyla: Nilay ASLANTAŞ

Canan: Ayşe KIZILENİŞ

Neslihan: Serengül ÇOBAN

Merve: Dilek AYKANAT

Ayşe: Mevlüde ZORTAŞ
Şiir: Tuğçe TAŞLIK
Koro: Büşra ALBAYRAK

Sıla YAMAN

Hamide KARACA

Hatice KARADAĞ

Gülbahar HATİP

Fadime KARACA

Hande KARACA

Marziye HATİP

Zeynep OFLAZ

Hacer KAVAK

Ayşenur KAYA

Saliha SOYPAK

Rümeysa KORKMAZ

Merve CULHA

Emine ÖZDEMİR

Merve TOPTAŞ






Yüklə 111,16 Kb.

Dostları ilə paylaş:




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin