4. Vedalaşmak
GADİRİ HUM OLAYI
Şiiler Peygamber Efendimize Gadir-i Hum denen yerde Hz. Alinin hilafetinin bildirildiği yer olduğunu ve Allahın emri olduğunu söylüyorlar. Bu meselenin aslı nedir?
Şiiler, halifeliğin Hz. Ali’nin hakkı olduğunu iddia ederlerken başka deliller getirmeye çalışırlar. Bunlardan biride Gadir Hum hadisesidir. Şöyle ki: Veda Haccı dönüşüydü. Peygamberimiz beraberindeki Sahabelerle birlikte Mekke ile Medine arasında bulunan Gadir Hum mevkiinde mola verdiler. Orada bir müddet istirahat edip öğle namazını kıldıktan sahabelere hitaben konuşma yapıp sonunda: “Ben kimin dostu isem Ali’de onun dostudur. Allahım ona dost olana dost ol; düşman olana da düşman ol. Ona yardım edene yardım et”1
Bu hadisi Şiiler yanlış aksettiriyor ve farklı şekilde yorumluyorlar. Peygamber’in (a.s.m.) Gadir Hum’da sözünü ettiği “velayet” Şiilerin kastettiği halifelik manasında değil “dost” manasındadır. Nitekim Hz. Ali’nin torunu Hasan el Müsenna bu hususta şöyle der: “Resulullah (a.s.m.) bununla halifeliği ve sultanlığı kastetmedi. Öyle demek isteseydi bunu açıkça söylerdi. Çünkü Resulullah (a.s.m.) Müslümanların en fasih ve en açık konuşanıdır.”2
Yine Hz. Ali’nin, Basra’da kendisine “Halife olman için Resulullahın halifeliği sana bıraktığına dair bir ahdi ve selahiyeti mi var, yoksa kendi görüşüne göre mi hareket ediyorsun?” şeklindeki bir soruya: “Hayır, yoktur. Vallahi ben Resulullah’ı ilk tasdik ve iman den kimseyim, onun adına ilk yalan söyleyen kişi olamam. Eğer Resulullah’ın halifeliği bana bıraktığına dair bir ahdi olsaydı, Ebubekir’in de Ömer’in de onun minberine çıkmasına izin vermezdim. Onlara karşı koyacak hiçbir gücüm olmasa, ellerimle mücadele ederdim.
Şiilerin bir iddiaları da, Hz. Ali’nin Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer’e biat edip onlara yardımcı olmasının onlardan korkmasına bağlamaları ve onu riyakarlıkla itham etmeleridir. Bu konuda Bediüzzaman Lem’alar isimli eserinde:
“Amma Şia-i Hilafet ise Ehl-i Sünnet ve Cemaate karşı mahcubiyetinden başka hiçbir hakları yoktur. Çünkü bunlar Hz. Ali’yi (r.a.) fevkalade sevmek davasında oldukları halde tenkis ediyorlar ve su-i ahlakta bulunduğunu onların mezhepleri iktiza ediyor. Çünkü diyorlar ki. ‘Hz. Sıddık ile Hz. Ömer haksız oldukları halde Hz. Ali onlara mümaşaat etmiş. Şia ıstılahında takıyye etmiş, yani onlardan korkmuş, riyakarlık etmiş.’ Acaba böyle kahraman-ı İslam ve ‘Esedullah’ ünvanını kazanan ve sıddıkların kumandanı ve rehberi olan bir zatı riyakar ve korkaklık ile sevmediği zatlara tasannukârane muhabbet göstermekle, haksızlara tebaiyeti kabul etmekle muttasıf görmek, ona muhabbet değildir. O çeşit muhabbetten Hz. Ali teberri eder.
“İşte, ehli hakkın mezhebi hiçbir cihette Hz. Ali’yi tenkis etmez, su-i ahlak ile itham etmez. Öyle bir harika-i şecaate korkaklık isnat etmez ve derler ki: ‘Hz. Ali Hulefa-i Raşidin’i hak görmeseydi, bir dakika tanımaz ve itaat etmezdi. Demek onları haklı ve racih gördüğü için, gayret ve şecaatini hakperestlik yoluna teslim etmiş”3
Bütün bunlardan anlaşılacağı gibi Hz. Ali’ye Peygamberimizin bir vasiyeti olmadığı gibi Hz. Ali’de kendinden önceki halifelere onlardan korktuğu için biat etmemiş, Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer’i halifeliğe kendinden daha layık gördüğü, Hz. Osman’a da itaat edeceğine söz verdiği için karşı çıkmamıştır. Ve Hz. Ali kendinden önceki bu üç halifeyi ciddi olarak sevmiş, bunu her yerde söylemekten çekinmemiştir.
Hz. Ebubekir’e biat etmeyenlerden bazıları Hz. Ali’ye biat etmek istediler. Fakat Hz. Ali hayatı boyunca Müslümanların birlik ve beraberliği için mücadele etmiştir. Fitne kapısını hiçbir zaman açmayacaktı. Böyle diyenleri sert bir şekilde yanından uzaklaştırdı. Mesela Hz. Ali’ye biat etmek isteyenlerden biri de Hz. Süfyan idi. Ona şöyle cevap vermişti:
“Biz halifelik makamına Ebubekir’i (r.a.) yeterli görüyor ve layık buluyoruz. Biz onu bu işte baş başa bıraktık. Araya girmedik”4 Hz. Ali, Hz. Ebubekir’in halifeliği müddetince onun en büyük yardımcılarından oldu. Hz. Ebubekir vefat ettiğinde şu mealde bir konuşma yaptı:
“Sen, fırtınaların ve en şiddetli kasırgaların kımıldatamadığı bir dağ idin. Resulullah’ın buyurduğu gibi sen bedeninde zayıf, Allah’ın dilinde kuvvetli, mütevazi, Allah’ın yanında ve yeryüzünde makamı yüce, mü’minlerin yanında büyüktür. Hiç kimsenin sana kini yoktu. Hiç kimsenin sende değersiz bulduğu bir vasıf yoktu. Kuvvetli olan, zayıfın hakkını alıncaya kadar senin yanında zayıftı. Zayıf olan da hakkını alıncaya kadar kuvvetliydi. Allah senin sevabından bizi mahrum etmesin. Bizi senden sonra saptırmasın.”5
Hz. Ali kendi halifeliği müddetince Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer aleyhinde bir şey söylenmesine izin vermezdi. Bir defasında şöyle diyor: “İşittiğime göre bazıları beni Ebubekir’den ve Ömer’den üstün tutuyorlarmış. Daha önce bu hususta bir şey söylemiş olsaydım şimdi böyle söyleyenleri cezalandırırdım. Söylemediğim için bunu yapmıyorum. Kim bundan sonra böyle bir şey söylerse o iftiracıdır. Allah’ın Resulünden sonra insanların en üstünü Ebubekir sonra Ömer’dir. Allah ikisinden de razı olsun.
“Kuru tohumları yeşerten, cansız varlıklara can veren Allah’a yemin ederim ki, Ebubekir ve Ömer’i mü’minlerin üstün ve faziletli olanlarından başkası sevmez. Günahkâr insanlardan başkası da onlara kötü gözle bakmaz, düşmanlık etmez.”6
Hz. Ali, Hz. Ömer’e olan sevgisinden dolayı kızı Ümmü Gülsüm’ü ona nikahlamıştı.7 Hz. Ömer vefat ettiğinde Hz. Ali naşının başına gelmiş ve ona olan sevgisini ifade eden şöyle bir konuşma yapmıştır:
“Ey Ömer, ben Allah’ın huzuruna senin istediğin bir amelle çıkmaktan çok hoşlanırım. Senden başka ameline imrendiğim kimseyi bulamadım.”8
Hz. Ali, Hz. Ömer’in şehadetinden sonra oluşan şura tarafından seçilen Hz. Osman'a hemen biat etti. Hz. Ali, Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer’i sevdiği gibi Hz. Osman’ı da severdi. Hz. Osman’ın halifeliği döneminde onun en büyük yardımcısı oldu. Fitnecilere karşı müdafaa etti. Hz. Osman’ı azledip kendisine biat etmek isteyenlerin tekliflerini reddetti. Bozguncuların biatını Hz. Osman şehit edildikten sonra da kabul etmedi ve şöyle dedi:
“Osman’ın katillerinin biatını kabul etmekten Allah’a sığınırım”9
GADÎRU HUM konusunda detaylı bilgi almak için tıklayınız...
Dipnotlar:
1. Ahmed b. Hambel, Müsned, IV, s. 368.
2. İsmail Mutlu, Dört Halife Devri, s. 333.
3. Lem’alar, s. 31.
4. Dört Halife Devri, s. 340.
5. a.g.e., s. 341.
6. Hayatü’s-sahabe, III, s. 348, 349.
7. H. İbrahim Hasan, İslam Tarihi, s. 317; Dört Halife Devri, s. 343.
8. Dört Halife Devri, s. 343.
9. a.g.e., s. 345.
Dostları ilə paylaş: |