AleviLİK & bektaşİLİk araştirmalari derleyen: ramazan koç 80. Yil cumhuriyet anadolu lisesi



Yüklə 1,42 Mb.
səhifə70/120
tarix04.01.2022
ölçüsü1,42 Mb.
#57965
1   ...   66   67   68   69   70   71   72   73   ...   120
a) Şîa’nın İmâmet Görüşü

Şîa’nın İmâmiyye kolu, imâmeti akaid esaslarından saymış ve imanın ancak imama imanla tamam olacağını iddia etmiştir.47 Şiîler, imamların peygamberlerin sıfatlarına sahip olduğunu söylemişler ve peygamberlerin sünneti gibi imamların sünnetini de delil kabul etmişlerdir. Onlara göre imamlar ve peygamberler küçük büyük hiçbir günah işlemezler, Allah’ın kendilerine emrettiği hususları yerine getirirler.

İmâmiyye’ye göre Hz. Muhammed’den (s.a.v.) sonra imâmet Hz. Ali ve onun soyundan gelen on iki imama aittir. On ikinci imam Muhammed el-Mehdî’nin kaybolmasından sonra onun tekrar gelmesi beklendiğinden bu devrede bir “imam” olmadığı gibi yönetimde yer alan hiçbir otorite de meşrû değildir.

Beklenen imam Mehdi gelinceye kadar “ulemâ” siyasette yer almadan imama naiplik yani vekâlet edecektir. Bu itibarla tarih içersinde İmâmiyye genel manada devrin siyasî otoritesine muhalif bir tavır takınmış ve meşru bir idare için Mehdi’nin gelmesini beklediğinden genel manada siyasetten uzak kalmıştır.

Şiîler, imâmeti nübüvvet gibi ilâhî bir makam olarak kabul ettikleri için imamın tayininin de Allah tarafından yapılması gerektiğini söylemişlerdir. Şîa, imâmet gibi mühim bir meseleyi Hz. Peygamber'in ihmal etmesinin düşünülemeyeceğini iddia etmiş51 ve yeryüzünün hiçbir zaman imamdan hâli kalmayacağını önemli bir esas olarak kabul etmiştir.52 Şiî fırkalar bu mühim işin ümmete bırakılmasının doğru olamayacağını söyleyerek Hz. Ali’nin nasla imam tayin edildiğini belirtip, imâmeti onun soyuna hasretmişlerdir. Şia’nın bu düşüncesinde tarih boyunca fazla bir değişiklik olmamıştır. Nitekim Humeynî, Ali Şeiratî ve Tabatabaî gibi son dönem Şiîler de bu görüşte olup, Hz. Peygamber’in (s.a.v.) halife tayin ettiğini ve bunu ilâhî emirle yaptığını belirtmektedirler.

Hz. Ali’nin hayatı boyunca hilafet etrafında gelişen olayların merkezinde bulunmasına rağmen imâmetin kendine ve soyuna nass ile tahsis edildiğine dair bir beyanı görülmemiştir. Ayrıca vefat ederken de kendisine Hz. Hasan’a bîat konusu sorulduğunda yanındaki Müslümanları muhayyer bıraktığı rivayet

edilmiştir. Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’in de imâmetin nasla kendi soylarına ait olduğuna dair bir ifadeleri olmamıştır. Hatta Hz. Hasan kendi isteğiyle hilâfeti Hz. Muâviye’ye devretmiştir. Eğer bir nas olsaydı Hz. Hasan nassa aykırı hareket etmezdi.

Asr-ı Saadet’ten sonraki uygulamalara bakıldığında bir nass bulunup da onu sahâbenin bilmemesi veya bildiği halde dikkate almaması veya Hz. Ali’nin bunu açıklamaması mümkün gözükmemektedir. “Birtakım hususların gizlendiği iddiası” veya Hz. Peygamberin, “sahâbe kabul etmez diye tebliğle mükellef bulunduğu bir hususu açıklamaması” onun tebliğ görevini tam yapmadığı mânasına gelir. Ayrıca sahâbenin “nassı gizlediği” iddiası da onlar tarafından bize nakledilen ve dinin iki önemli esası olan Kur’ân ve Sünnetin sahihliğinde şüphelerin oluşmasına sebep olur. “Şüphesiz ki o Zikri (Kur’an’ı) biz indirdik. Muhakkakki biz onun koruyucusuyuz”57 âyetiyle ilâhî muhafazada bulunduğu açıklanan Kur’-ı Kerim’in eksik olduğunu veya değiştirildiğini söylemek gerçeklere mutabık olmaz.



Yüklə 1,42 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   66   67   68   69   70   71   72   73   ...   120




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin