"De ki: Eğer Allah'a muhabbetiniz varsa hemen bana uyun ki, Allah da sizleri sevsin ve suçlarınızı mağfiretle örtsün. Allah Gafûr'dur, Rahîm'dir." (Âl-i İmrân, 31)
Yukarıdaki âyet-i kerîmenin tefsirinde şöyle buyurulmaktadır:
Allah'a (c.c.) imanınız varsa, elbette Allah'ı seveceksiniz. Madem Allah'ı seveceksiniz, Allah'ın sevdiği tarzı yapacaksınız. Ve o sevdiği tarz ise Allah'ın sevdiği zâta benzemelisiniz. O'na benzemek ise, O'na ittiba etmek (tâbi olmak)tir. Ne vakit O'na ittiba etseniz Allah da sizi sevecek. Zaten siz Allah'ı seversiniz; tâ ki, Allah da sizleri sevsin"[ Bediüzaman Said Nursî, Lem'alar]
Bu âyet-i kerîme ve tefsirinden anlaşıldığı gibi, Allah'ı sevmenin tarzı, Peygamber Efendimize (SAV) uymaya çalışmaktır. Bir mü'min, itikad, ahlâk ve ibadette Resûlüllah'a benzemek ve O'nun getirdiği bütün ahkâmı mümkün olduğu kadar tatbik etmekle Allah'ı sevmiş olur. Ashâb-ı kirâmın büyüklüğü, Resûlüllah'a tâbi olmakta en ileri seviyede olmalarındadır. Bu vadide, Hz.Ali (RA) ve Âl-i Beyt'in de müstesna bir yeri vardır. Öyleyse onları seven her mü'min de, onlar gibi Peygamberimize (SAV) tâbi olmakla mükelleftirler. Hülâsa, Peygamberimiz (SAV), Allah'ın sevdiği, razı olduğu insan modelidir. Bir mü'min O Rehber-i Ekmel'e benzediği ölçüde Allah'ı sevmiş ve O'nun muhabbetini kazanmış olur.
Peygamberimize benzemek ise, fiilleriyle, sözleri ve emirleriyle, hâl ve davranışlarıyla O'nun bütün Sünnetine uymakla mümkün olur. Buna göre, Sünnet-i Seniyye'ye tam riayet etmek isteyen bir mü'min, Resûlüllah Efendimiz (SAV) gibi -farz, vâcib, sünnet- bütün namazlarını kılacak, orucunu tutacak, zengin ise hacca gidecek ve zekât verecek, Kur'an'ı okuyacak, O'nun sevdiklerini sevecek, sevmediklerini sevmeyecek. O'nun ahlâkına mümkün olduğu kadar uymaya çalışacaktır. Elbette, Hz.Ali (RA) ve Âl-i Beyt'i sevmek de, Peygamber Efendimizin (SAV) binler hâllerinden birisidir. Bir Müslüman için, bütün ibadetleri terk ederek, Peygamberimizin sadece bir haliyle hâllenmek, elbette kâfi değildir.
Dostları ilə paylaş: |