AleviLİK & bektaşİLİk araştirmalari derleyen: ramazan koç 80. Yil cumhuriyet anadolu lisesi



Yüklə 1,42 Mb.
səhifə22/25
tarix26.10.2017
ölçüsü1,42 Mb.
#14426
1   ...   17   18   19   20   21   22   23   24   25



























Müslümanlar Arasında Asırlardan Beri Devam Eden bu Alevî-Sünnî İhtilâfının Sizce Hâl Çaresi Nedir?


Dinimizde çözümü mümkün olmayacak hiçbir konu yoktur. Yeter ki ihtilâflar karşılıklı anlayış içinde ele alınsın, şefkat esas tutulsun, meselenin üzerine ilim ve irşad ile gidilsin. İster Sünnî ister Alevî olsun, samimi insanlar bu ihtilâfın giderilmesine el birliği ile çalışsalar taraflar arasında samimi bir uhuvvetin tesisine ve Müslümanları birbirilerine sevdirmeye, kaynaştırmaya, birleştirmeye muvaffak olabilirler.

 Bu vatanda yaşayan bütün Sünnî Müslümanlar Hz.Ali ve bütün Ehl-i Beyt'i hakkıyla severler. Ancak bu sevgilerinde itidal üzere bulunurlar. Ne onlara ulûhiyet veya nübüvvet isnat eden aşırı bir Şia gibi, ne de onların kadir ve şereflerini inkâr eden Haricîler gibi düşünürler.

 Tarihe baktığımızda Alevîlerin, Sünnîlerdeki bu takdire şayan telâkkiyi her nasılsa ehemmiyetle nazara almadıklarını ve onlara gereğince yaklaşmadıklarını, aksine kendilerine Yezid diyerek onlardan gitgide uzaklaştıklarını görüyoruz. Buna karşılık Sünnîlerin de Alevîlerin ikaz, irşad ve iknaları hususuna lâyıkınca eğilmediklerini, hak ve hakikati onların kapısına götürmekte metod hatasına müştüklerini müşahede ediyoruz. Gerçekte, "Onlar da bizim kardeşimizdir," denilerek kendilerine şefkat kucağı gereğince açılmamış, onlara uygun bir üslûpla, güzel nasihatlerle yaklaşılmamış, dinin yüce hakikatleri kendilerine bizzat götürülerek, konuşularak izah edilmemiş ve onlara dinî tedrisat lâyıkınca götürülmemiştir.

 Diğer taraftan, devletin de bu sun'î ihtilâfın halline gereken ehemmiyeti vermediğini, Alevîlerin iskân mahallerine camiler yapma, -Kur'an kursları açma ve vaizler tayin etme gibi hizmetlerin ihmal edildiğini müşahede ediyoruz.

 Hâl böyle olunca, onlar da tenkit ve tahriklerle meseleyi çığırından çıkarmışlar ve bu ihtilâfı kapanması güç bir yara haline sokmuşlardır.

 Temelde dinleri, dilleri ve milletleri bir olan, aynı tarih ve kültüre sahip bulunan ve aynı vatanda yaşayan bu insanlar, gitgide birer hasım, birer düşman vaziyetine sokulmak istenmişlerdir.

 Kanaatimiz odur ki, bugün başta Diyanet camiası olmak üzere, memleketimizin bütün münevver ve seçkin insanları, bütün gayret ve himmetlerini bu ihtilâfın giderilmesine sarf etseler birlik ve beraberliği yeniden tesis edebilir ve dış kaynaklı entrikaları tesirsiz hale sokabilirler.

 Cenâb-ı Hak, Âl-i İmrân sûresinde (104. âyet) bu vazifeyi yapmaları hususunda mü'minlere şöyle emrediyor: "İçinizden insanları hayra çağıracak, iyiliği emredecek, kötülükten alıkoyacak bir cemaat bulunsun. İşte onlar kurtuluşa erenlerdir."

 Bu izahlardan sonra mezkûr ihtilâfın çaresinin ne olduğu hususuna gelelim.

Bu ihtilâftan halletmenin tek yolu Kur'an ve sünnet-i Nebeviye'ye sarılmaktır. Zira, Kur'an ve Sünnet, ikisi de beşerin maddî-mânevî bütün hastalıklarına şifa olarak gönderilmiştir. Cemiyetler, onlara sarılmakla her türlü belâ ve musibetlerden kurtulacakları gibi, umumî hatâları neticesi saplandıkları bataklıklardan da yine o iki sağlam ipe (hablülmetine) sarılmakla necat bulurlar, kurtuluşa ererler. Buna en büyük delilimiz ise o kapkara cahiliyet devrinden pırlanta misâl Asr-ı Saâdet'in zuhurudur.

 Madem ki, Kur'an ve Sünnet böylesine zengin bir şifahanedir. O halde O'nun ziyası altında marazî bir hayat yaşamak bize asla yakışmaz ve akıl kârı değildir. İhtilâfları bertaraf etmek, hurafeleri dağıtmak ve safsatalara nihayet vermek acil bir zarurettir.

 Kur'ân-ı Azîmüşşân'da ve Sünnet-i Seniyye'de, ihtilâfları halletmek için zikredilen birçok âyet ve hadîslerden numune olarak sadece birkaçını aşağıya alıyoruz.

 Cenâb-ı Hak Âl-i İmrân sûresinde şöyle buyuruyor : "Ey mü'minler, kendilerine açık deliller ve âyetler geldikten sonra, parçalanıp ayrılığa düşen Hıristiyan ve Yahudiler gibi olmayın. İşte onlar için büyük bir azab vardır."

 Hucürât sûresi 10. âyet-i kerîmesinde ise, "Muhakkak mü'minler kardeştir. Siz (bir ihtilâf halinde) o kardeşlerin aralannı ıslâh edin ki merhamet olunasınız" buyruluyor.

 Âyet-i kerîmeden anlaşıldığı gibi, Cenâb-ı Hak Müminlere, aralarında bir ihtilâf olması halinde bunun ıslâhına çalışmalarını emrediyor. Dolayısıyla fitnenin devamına sebep olan ve Müslümanları birbirine düşüren olumsuz davranışlardan da mü'minleri yasaklamış oluyor. Biz bu emre uyarak, Alevî-Sünnî bütün Müslümanlar, ittifak halinde bu yaranın ıslâhı için gayret göstermeli, birlik ve beraberliğin faydalarını, kin ve adavetin ise zararlarını hakkıyla idrak etmeliyiz.

 Bir mü'min, diğer bir mü'min kardeşini, hatalı da olsa sevecek ve hatasının düzeltilmesine çalışacaktır. Bilindiği gibi, doktorlar hastalarını şefkat ve merhametle, sabır ve anlayışla tedavi ederler. Hastalarını, "Niçin hastalandın?" diye azarlamak yerine, onlardaki hastalık mikroplarıyla mücadele eder, onları bir an önce sıhhate kavuşturmaya çalışırlar.

 Mü'minler de aralarındaki ihtilâfları hallederken en azından bir doktor kadar hassas olmalıdırlar. Vaktiyle, hasbelkader açılmış bulunan yaralan büyük bir anlayış, hoşgörü ve sabırla tedavi etmelidirler.

Hatalı kimselerle alâkayı kesmek, onlara kin beslemek yerine, onlara hakikati münasip bir lisanla tebliğ etmeli ve kendilerini şefkatle irşad etmeliyiz. Zira, "Medenilere galebe ikna iledir, söz anlamayan vahşiler gibi icbar ile değildir."

 Bizim dinimiz şefkat ve merhametin kaynağıdır. Bu kaynaktan içen, tefeyyüz eden biz Müslümanlar da, bu şefkat ve merhamete uygun bir halet-i ruhiye içinde, çevremizdekilere nasihat edeceğiz, güzel telkinlerde bulunacağız, onlara huzur ve mutluluk götürmeye çalışacağız.

 Nitekim, Allahü Teâlâ bize bu hususta en güzel ölçüyü  Nahl sûresinin 125. âyet-i kerîmesinde şöyle beyan ediyor:

"Habîbim! İnsanları Rabb-i Teâlâ'nın yoluna hikmetle (açık delillerle ve güzel vaazlarla) davet et. Ve onlarla muhkem ve güzel mukaddemelerle, mülayim ve tatlı sözlerle mücadele et (ki davetin hüsn-ü te'sir hâsıl etsin)."

 Peygamberimiz de bu ve benzeri ayetleri örnek alarak mü'minleri ilim ve hikmetle irşad eder, bu irşadını hüccet ve delillere dayandırırdı.

 İrşadında ve ikazında hiddet ve şiddet göstermezdi. Muhataplarını samimî bir hava içerisinde karşılar, onlara şefkat ve merhametle nasihatte bulunurdu. Doğru ve gerçeği anlatmakta daima kavl-i leyyini, yani tatlı dili, güzel sözü tercih ederdi

 İşte, âlemlere rahmet olarak gönderilen iki cihanın şanı yüce efendisi Peygamberimiz (SAV), bir hadîs-i şeriflerinde: "Mü'minler bir binanın taşları gibidirler. Birbirilerini yıkılmaktan muhafaza ederler," buyurarak mü'minler arasındaki muhabbet ve uhuvvetin ehemmiyetini en veciz bir şekilde ifâde buyurmuştur.


Yüklə 1,42 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   17   18   19   20   21   22   23   24   25




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin