İsmail Beşikçi “Kürt Sorunu”na hangi yöntemle yaklaşıyorsa, aynı yöntemle Aleviler ve Alevilik sorununa da yaklaşmaktadır. 2004 yılında yazdığımız koca bir kitapta bunu ayrıntılı olarak analiz edip göstermiştik.
Aslında orada Beşikçi’nin bir Bilim Adamı olmadığını, bir dindar, bir Teolog ve Ahlak Zabıtası olduğunu da göstermiştik.
Ancak bu kitabı ve yazıları sadece Beşikçi değil; Kürtler değil Aleviler de görmezden geldi.
Bu görmezden gelişin ardında demokrat olmamak; Kürt ve Alevi milliyetçisi olmak vardır. (Evet “Alevi Milliyetçisi” de olur. Politik olanın Alevilikle de tanımlanmasını istemek, yani devletin Aleviliği tanımasını istemek özünde Alevi Milliyetçiliğidir. Ama milliyetçiler milliyetçiliğin ne olduğunu anlayamayacaklarından bunun da bir milliyetçilik olduğunu anlayamazlar.)
Ancak bütün bunların da ardında çok daha derinlerde çok başka bir gizli varsayım vardır. Türkiye’deki insanların yüzde doksan dokuzu, bilim ya da bilimsel tartışma diye önceden kabul edilmiş politik sonuçlara bilimsel gerekçeler bulmayı anlıyorlar. Bilim politikanın bir aracıdır bunlar için.
Türkiye’de her türlü bilimsel tartışmayı olanaksız kılan; tüm bilimsel çabaları boşa düşüren temel gizli ortak varsayım budur. Sosyalisti de, liberali de, Anarşisti de, Kürt veay Türk milliyetçisi de hepsi, tümü bu gizli varsayımı paylaşmaktadır. Bizim yazılarımız ise onların bu ortak ve gizli varsayımını sorgulamaktadır.
Biz, tamamen bilimsel kaygılarla, politik sonuçları nereye gider demeden, konuları ele alıyoruz. Tıpkı bir matematikçi gibi önermelere ve çıkarsamalara yaklaşıyoruz. Bizim için politika bilimin aracıdır.Yani bilimsel çabalarla ulaşılmış sonuçlara toplumsal olarak ulaşmanın aracıdır politika. Bizim için kavramların dakik tanımlanmaları; bunların iç tutarlılıkları vs. hayati önemde.
Ama Türkiye’deki insanlar için, kavramların saflığı; iç tutarlılığı; sosyolojik, hukuki, ahlaki, fiziki vs. anlamlarının farklılığı; bunların analizi vs. gibi dertler yok.
Böyle dertleri olmayanlar yazılarımızı okumasın. Boşuna zaman ve enerjilerini tüketmesinler. Bizim yazılarımızda kendileri için yararlı bir şey bulamayacaklardır.
Aşağıda 2004 yılında yazdığımız kapsamlı Beşikçi Eleştirisi’nden Beşikçi’nin Aleviliği ele alırken nasıl ve ne gibi çelişkiler içinde olduğuna dair bölümleri aktarıyoruz.
Görülecektir ki, Beşikçi’nin gericiliğinin kökleri; Kemalizmle ortaklıkları çok daha derinlerdedir. Beşikçi bir demokrat değildir.
Burada yine kavramsal hassasiyt diye dertleri olmayanların hemen şöyle sözler ettiğini duyar gibi oluyoruz: “Sen nasıl olur da fikirlerinden dolayı bunca acı çekmiş bir insana demokrat değil dersin?”
İşte yine aynı sorun.
Biz öznel olarak Beşikçi’nin demokratik özlemleri olup olmamasından söz etmiyoruz. Bizim Beşikçi’ye eleştirilerimiz ahlaki veya politik eleştiriler değildir.
Bütünüyle bilimsel eleştirilerdir.
Bir sosyologun diğer bir sosyologa eleştirileridir. Bir bilim adamı olduğu iddiasından hareketle yapılmış eleştirilerdir.
Kimi okuyucular bunu bile ayıramıyorlar.
10 Ocak 2014 Cuma
Yöntem Sorunları
Sayın Beşikçi’nin “Alevilerde Kafa karışıklığı” yazısı, az bulunur bir “kafa karışıklığını” yansıtmaktadır. Yazıda, olgusal, politik, sosyolojik ve yöntembilimsel (metodolojik) bir çok yanlış bir arada bulunmaktadır. Beşikçi’yi eleştiren bu yazının başlığı, sadece Beşikçi’nin Aleviler hakkındaki yazısına nazire olsun diye “Beşikçi’de Kafa Karışıklığı” olarak koyulmadı, gerçekten Beşikçi’nin yazısının en belirgin karakteri bu olduğu için, bir trajediye vurgu yapmak için öyle adlandırıldı.
Beşikçi “bilim, bilim” dediği için bütün hayatını hapishanelerde geçirmiştir. Bilim uğruna çok acı çekmiş bir “bilim gazisi”nin yazısında kendi amaç ve kaygılarından bağımsız olarak, nesnel anlamda bir teolog (ilahiyatçı), gerici bir politikacı ve en gerici sosyolojilerin tezlerini savunan bir ideolog olarak ortaya çıkması ancak böylesine korkunç bir kafa karışıklığı ile mümkün olabiliri.
Ne var ki, bu kafa karışıklığını okuyucuya somut olarak göstermenin bir zorluğu var. Beşikçi’nin yazısındaki önermeler çoğu kez, aynı anda bir çok farklı bağlamda yanlış önermelerdir. Ama özellikle de o an yazıda kullanıldığı bağlamda yanlış önermelerdir.
Yani Beşikçi’nin yazısında, yanlışlar yanlışların içinde bulunmaktadır. Her önerme çoğu kez birkaç defa yanlıştır. Bazen doğru önermeler vardır ama bu sefer yanlış bir bağlamda kullanıldıkları için yine yanlış olmaktadırlar; tıpkı yanlış bir hayat içinde doğru bir yaşam olamayacağı gibi.
Ama insanlar genellikle kavram ve önermelerin gerçek bağlam ve içerikleri üzerine kafa yormadığından, bunların doğru önermeler olduğu gibi bir izlenim doğmaktadır.
Örneğin, politik veya hukuki olarak Aleviliği bir din, bir inanç olarak tanımlamak, onun sosyolojik veya teolojik olarak öyle olup olmadığından bağımsız olarak doğrudur. Yani politik ya da hukuki bir bağlamda, Aleviliğin sosyolojik veya teolojik olarak bir din olup olmamasının önemi yoktur. “Alevilik bir dindir, bir inançtır” önermesi “öyleymiş gibi ele alınması gerekir” anlamında doğrudur.
Ama politik bir bağlamda, sosyolojik olarak Aleviliği bir din; dini de bir inanç olarak tanımlamaya kalkmak, hem sosyolojik olarak yanlıştır. Hem de politik bir bağlamda sosyolojik olarak Aleviliğin bir din olduğunu kanıtlamaya kalkmak, zımnen din olmayanların veya din olduğunu kanıtlayamayanların, diğer dinlerle eşit bir konumda olamayacağı türünden gizli bir varsayımın savunusu anlamına gelir. Böylece soyut olarak, politik bağlamda doğru olan, Aleviliğin “ayrı bir din” olduğu önermesi, kullanıldığı bağlamda, somutta, hem politik hem de sosyolojik olarak iki kere yanlış bir önerme olarak ortaya çıkar.
Hepsi bu kadar olsa yine iyi. Dahası da var. Örneğimize bağlı kalırsak, bu yanlış içinde aynı zamanda üç yanlış daha vardır. Çünkü bütün bu önermelerde (1) tarihsel ve otantik Alevilik; (2) kendini bir inanç olarak tanımlayan modern Alevilik; ve (3) politik ve sosyal bir hareket olarak Alevilik, hep aynı Alevilik olarak ele alınmaktadır. Bu nedenle bu üç Aleviliği bir Alevilik gibi ele almanın kendisi de yanlış olduğundan söz konusu olan 2 x 3 = 6 yanlışlıktır.
Bu kadar da değil. Bütün bu yanlışlıklar aslında, kendisi yanlış olan bir teolojik tartışma içinde yürütüldüğünden 6 x 2 =12 kere yanlıştır. Ama bu yanlış, kendisi yanlış olan teolojik tartışma içinde, soyut olarak “doğru” bir önerme olabilir. Ama soyut olarak, teolojik tartışma bağlamında doğru olan önerme aslında teolojik bir önerme olarak ifade edilmediğinden, yazarın kendisi teolojik bir tartışma yaptığını düşünmediğinden, yanlış anlamaya dayandığı için yine yanlış bir önermedir.
Bütün bu katmerli yanlışları tespit etmek ve göstermek gerçekten ciddi bir sorun olarak ortaya çıkmaktadır. Her kullanımın tek tek farklı içeriğinin gösterilmesi gerekmektedir. Ama bu takdirde de esas söylenenin gözden yitirilmesi tehlikesi ortaya çıkmaktadır.
Başka bir örnek verelim. Genel olarak bilim yönteminin ne olduğundan, bilimsel olma niyet ve çabasında olanlarla, örneğin sosyologlarla tartışırken söz etmek anlamlıdır. Ama bu bilimsel olmak gibi bir paradigması bulunmayan bir inancın, bir dinin taraftarlarına söylenirse, bu bilim yöntemi değil, ilahiyat yöntemi, teoloji yöntemi üzerine bir önerme olur. Orada bilim değil, bilimsel verilere dayanan bir teoloji savunulmuş olur. Beşikçi ilerde görüleceği gibi aynen bunu yapmaktadır. Ama yanlışları analiz edilip, gösterilmediği takdirde onun bilim yöntemi üzerine yazdığı ve konuştuğu sanılabilir. Zaten kendisi de öyle sanıyor.
Tekrarlarsak, Beşikçi’nin yanlışları ve kafa karışıklığı söz konusu olduğunda, zorluk bu yanlışların ya da kafa karışıklıklarının bulunmasında değil bunların aynı anda, aynı cümlede, birçok farklı düzeylerde tekrarlanıyor olmasındadır. Zorluk, bu bir defada tekrarlanan farklı yanlışları ayrı ayrı göstermektedir.
Bunu için yapılacak bir tek şey vardır. Her bağlamda yanlışı gösterirken, diğer bağlamları tartışma dışı bırakmak. Yani yanlışları farklı soyutlama düzeylerinde ele almak ama bunu yaparken başka soyutlama düzeylerindeki yanlışları doğruymuş gibi kabul etmek.
Örneğin Beşikçi’nin yazısının bütün olarak anlamını ve yanlışını gösterebilmek için, söylediklerinin sosyolojik olarak yanlışlığını bir kenara bırakmak gerekiyor. Ama din ve Alevilik hakkındaki görüşlerini sosyolojik bakımdan yanlışlığını gösterebilmek için, bu sefer de yazısının bütünsel anlamını ve yanlışını, yani onun ilahiyata ilişkin bir tartışma olma karakterini bir kenara koymak gerekiyor. Ama sosyolojik olarak yazıyı ele alırken de, din ve Alevilik hakkında bir çok başka yanlış varsayıma dayandığından, sosyolojik ele alışın kendi içinde de farklı soyutlama düzeylerini ayrı ayrı ele almak gerekiyor. Örneğin tarihsel Aleviliği ele alırken, tarihsel Aleviliğin bu günkü Alevilikle farkını tartışma dışı bırakmak gerekiyor. Veya bir sosyal hareket olarak Alevilik ile, inanç olarak Alevilik arasındaki farkı yok saymak gerekiyor.
Tabii bütün bunları ele alırken, olgulara veya olguların yorumlanmasına ilişkin yanlışları yok saymak gerekiyor. Olgulara veya onların yorumlanmasına ilişkin yanlışları ele alırken de, bu sefer bütünsel, politik ve sosyolojik bağlamı bir kenara bırakmak gerekiyor.
Bu nedenle, Beşikçi’nin eleştirisi, her biri farklı soyutlama düzeylerinden oluşan farklı bölümlerden oluşmak zorunda.
Okuyucu bunu kat kat soğan gibi düşünebilir. En dışta ilerici, demokrat bir bilim adamı var. Onun içindeki katta, politik düzeyde, bu ilerici bilinen bilim adamının gerici varsayımları savunduğu ortaya çıkıyor. Onun içindeki sosyolojik düzeyde, metafizik sosyolojiyi savunan, tipik bir pozitivist gerici sosyolog, bir burjuva ideologu ortaya çıkıyor. Onun da içindeki düzeyde artık bir sosyolog değil, bir ilahiyatçı, bir teologla karşılaşılıyor.
Bu nedenle yazının her bir bölümü soğanın yeni bir katmanı olarak görülmelidir.
Beşikçi’nin yazısı bir bina ya da yapı metaforuyla da ele alınabilir. En altta, temellerini teolojik bir tartışma oluşturmaktadır. Onun üstündeki alt katlar, metafizik ve pozitivist bir sosyoloji, onun üstünde “resmi ideoloji”nin varsayımlarını kabullenen bir tersinden Kemalizm. Binanın dış görünüşü, sıvası ve boyası ise bir ilerici bilim adamıdır.
Bu durumda şöyle bir soru ortaya çıkar: bütün bu farklı soyutlama düzeylerini ayrı ayrı ele almanın bir anlamı ve gereği var mıdır? Bir kere temellerinin yanlışlığı gösterildi mi, zaten bütün bina çökmüş olmaz mı?
Gerçekten de biçimsel ya da soyut olarak öyledir. Beşikçi’nin yazısının teolojik, ilahiyata ilişkin bir tartışma olduğuna dair niteliğini gösterdikten sonra diğer düzeyleri ayrı ayrı ele almanın gereği yoktur.
Ne var ki, daha önce de beyirtildiği gibi, bizim amacımız, kendi başına, Beşikçi’nin yanlışlarını göstermek değildir. Biz ezilenlere yöntemsel sorunlar ile politik tavırlar arasındaki derinden işleyen ilişkiyi göstermeye ve bunun yanı sıra devrimci bir program ve stratejiyi anlatmaya çalışıyoruz. Bu anlamda, bizim için, Beşikçi’nin yazısı sadece bir vesiledir. Bu nedenle, yöntem ile politika arasındaki bu ilişkiyi gösterebilmek için, tüm bu düzeyleri ayrı ayrı ele almak gerekmektedir.
Burada bizim açımızdan sorun, her soyutlama düzeyini ayrı ayrı ele almak değil, bunların hangi sırayla ele alınacağıdır. Ya da şöyle ifade edelim. Soğanın cücüğünden, en iç katmanlarından dış katmanlarına doğru mu; dış katmanlarından içine, özüne doğru mu gitmek gerekir? Yapı metaforuna bağlı kalırsak, tıpkı bir binayı tepeden aşağı doğru yıkmak gibi mi, yoksa bir binayı temelden çatıya doğru inşa eder gibi mi?
Burada, araştırma yöntemi ile açıklama yönteminin farklılığı ve çelişkili birliği konusu gündeme gelir. Elbette, araştırma, en dıştaki katmandan, olgulardan öze yani yasalara, görünmeyen ilişkilere doğru, çatıdan temellere doğru bir yol izler. Buna karşılık, açıklama, en iç katmandan, özünden, temellerden yola çıkmalıdır. Biz de öyle yapacağız ve bu anlamda, Marks’ın yöntemini izleyeceğizii. Yöntemsel olandan, en soyut olandan yola çıkacağız. Anlatımda araştırmanın yolunu tersine gideceğiz.
Ama, bu yöntem bilimsel bakımdan yeterli olmakla birlikte, pedagojik bakımdan yanlıştır. Biz konuyu bilen akademisyenler için değil, ezilenler için yazıyoruz. Mandel’in Marksist Ekonomi El Kitabı’nın Giriş’indeiii, diğer “Marksist El Kitapları”nın yöntemini eleştirirken dediği gibi, soyuttan somuta giden yöntem, geniş ezilen kitleler söz konusu olduğunda yetersizdir hatta olumsuzluğa dönüşür. Çünkü araştırmacının olgulardan yola çıkıp ulaştığı genellemelere kadar kat ettiği yolu onlar hiç kat etmemişlerdir. Böyle bir durumda o sonuçlardan yola çıkmak, anlaşılmamaya ve teorik sistemin, bir takım formüllerin ezberlenmesine indirgenmesine yol açar ve her zaman açmıştır daiv.
Çinlilerin dediği gibi, sadelik, ancak gelişimin çok üst aşamasında kazanılan bir niteliktir. Picasso da, kendisi için resim yapmanın, fazlalıkları atmak, olduğunu söylüyordu. Ulaştığı en yetkin noktada, tüm fazlalıklarından arındığında, yaptığı boğa figürleri, nerdeyse boğa kavramının bir imgesi haline geldiğinde, o boğanın ardında, mağaraların dip köşelerinde ilk Şamanların çizdikleri hayvan figürlerinden, Rönesans ressamlarının şatafatlı tablolarına kadar on binlerce yıllık bir birikim vardır. Bu birikimi içermeyen bir gözlemci, Picasso’nun boğasını, bir çocuğun ya da mağaralara resim çizen ilk Şamanlardan birinin yaptığını sanabilir. Yanılır. Bu süreç bir şekilde yaşanmadan veya özümlenmeden, o Picasso’nun boğası ne yapılabilir ne de anlaşılabilir.
Marx’ın Kapital’i de bir bakıma Picasso’nun Boğası gibidir. Müthiş sadedirv. Ama bilimsel bakımdan ulaşılan bu sadelik, siyasi ve didaktik bakımdan bir tehlikedir.
Bu nedenle, Mandel’in Marksist Ekonomi El kitabı, Marks’ın Das Kapital’de izlediği açıklama yönteminin izlediği yolun tersini izler. Marks’ın Kapital’i yazmak için araştırırken izlediği yolu, sadeleşmiş biçimiyle ve günün verileriyle yeniden izler; yeniden kat eder; yeni olgulardan hareketle o teorik binayı yeniden inşa der. Böylece ezilenlerin, Marks’ın kat ettiği yolu bir şekilde, minyatür ölçülerde, tıpkı ana karnındaki veya yumurtadaki bir canlının milyonlarca yıllık evrimi tekrar yaşaması gibi, kat etmelerine olanak sağlar. Düşünce de biyolojik evrimin ontojenes filojenes ilkesine uymak zorundadır.
Bu nedenle, bir uzlaşma noktası olarak, sadece temellerin yanlışlığının gösterilmesiyle yetinmeyip, her katmanı ayrı ayrı ele almanın, soyuttan somuta ya da genelden özele doğru olan bu gidişin didaktik mahzurlarını bir ölçüde olsun gidereceğini düşünüyoruz.
Bu nedenle, önce en soyut, yazının genel karakterine ilişkin düzeyden başlayıp, sırasıyla sosyolojik ve politik düzeylere gideceğiz. Olgusal düzeyi ayrıca ele almaktansa, Beşikçi’nin yazısına dip notları olarak değinmekle yetineceğiz.
Temel ve Gizli Varsayımlar
Beşikçi’nin bu eleştirisinde Beşikçi’den bir çok alıntı bekleyenler hayal kırıklığına uğrayacaklar demektir. Çünkü Beşikçi’nin yanlışları, dile getirdiği önermelerden ziyade o önermeleri ifade etmesine yol açan varsayımlardadır. Esas sorun, bu gizli varsayımların ortaya çıkarılması ve yanlışlığının gösterilmesindedir. Düşüncenin anatomisi onun ifade edilmemiş gizli varsayımlarından çıkarılabilir.
Bunu somut olarak göstermeye çalışalım.
Sayın Beşikçi’nin yazısında kanıtlamaya çalıştığı temel önerme şu cümlede özetlenebilir.
“Alevilik, Yahudilik gibi, Hıristiyanlık gibi, Müslümanlık gibi, Budizm gibi farklı bir dindir, farklı bir inançtır.”
Bu çok basit gibi görünen cümlede, bir çok gizli önerme ve gizli varsayım bulunmaktadır.,
Yukarıdaki satırlarda açıkça görülen önerme: Aleviliğin Müslümanlıktan farklı bir din olduğudur.
Ne var ki, burada gizli olan başka varsayımlar da vardır.
Birinci örtük varsayım: Dinlerin bir İnanç olduğudur.
Diğer örtük varsayım: Aleviliğin de bir inanç olduğudur.
Yani Alevilik farklı bir dindir, bir inançtır dendiğinde, bu iki varsayım da örtük olarak ifade edilmiş olur.
Bir diğer örtük varsayım da şudur: Alevilik de tıpkı Budizm ve Hıristiyanlık gibi ayrı bir dindir denirken, onlarla aynı kategoriden bir din olduğu söylenmiş olmaktadır.
Görüleceği gibi, bu gizli varsayımlar, her biri ayrıca kanıtlanması gereken önermelerdir. Halbuki, Beşikçi, aslında kanıtlanması gereken önermeleri, çıkarsamalarının görünmez dayanakları olarak ele almaktadır.
Ama sadece bu kadar değil.
Beşikçi, tarihsel olarak var olmuş otantik Alevilik ile bu günkü Aleviliği de özdeş görmekte, onun toplumsal işlevindeki çok köklü değişmeyi yok saymaktadır. Aleviliğin ayrı bir din olduğuna dair bütün kanıtları, otantik Alevilik veya tarihsel Alevilikten vermektedir. Yani bu günkü Aleviliğin ne olduğunu tartışmasına rağmen, bütün delillerini tarihsel ya da otantik Alevilikten getirmektedir, hatta bu günkü Alevilerin görüşlerini Alevilik olarak görmemektedir. Burada gizli varsayım: Bu günkü Alevilik ile tarihsel Aleviliğin aynı şey olduğudur.
Yani yine kanıtlanması gereken ama hiçbir şekilde tartışılmayan gizli bir varsayım ile karşı karşıyayız demektir.
Ama sadece bu kadar değil, bu günkü Alevilikte de bir sosyal hareket olarak Alevlik başkadır, kendini bir inanç olarak tanımlayan Alevilik başkadır. Beşikçi’nin yazısı bu ayrımı da yapmadığı için, bu iki Aleviliğin de aynı şey olduğu varsayımına dayanmaktadır. Dolayısıyla, Beşikçi’nin yazısında, tarihsel Alevilik, kendini inanç olarak tanımlayan Alevilik ve sosyal bir hareket olarak Aleviliğin aynı şey olduğu yönünde bir başka gizli varsayım bulunmaktadır.
Ama sadece bu kadar da değil, çok önemli bir gizli varsayım daha bulunmaktadır. Beşikçi’de din kavramının, politik ve sosyolojik karşılıkları aynıdır. Yani Beşikçi Din kavramının politik ve sosyolojik anlamları arasındaki farkı görmemekte; politik bir tartışmada bunu sosyolojik anlamıyla; sosyolojik tartışmada ise politik anlamıyla kullanmaktadır. Yani Beşikçi’de din kavramının politik ve sosyolojik anlamlarının özdeş olduğu biçiminde bir başka gizli varsayım daha bulunmaktadır.
Ama sadece bu kadar değil. Beşikçi, Aleviliğin ayrı bir din olduğu önermesini politik bir tartışma bağlamında, Alevilerin uğradığı haksızlığa karşı durmak için savunmaktadır. Ama böyle bir bağlamda bu önermeyi savunmak için, farklı din olmayanların veya farklı din olduğuna dair bilimsel kanıtlar getiremeyenlerin ayrı bir din muamelesi görmeyi hak etmeyeceği gizli varsayımı gerekir.
Sadece bu kadar değil, söz konusu olan devletin davranışı olduğundan, devletin kimin din olduguna karar verebileceği ve vermesi gerektiği varsayımı, yani Kemalizm’in, resmi ideolojinin varsayımı diğer bir gizli varsayımdır.
Yoksa, Beşikçi’nin yaptığı gibi, Aleviliğin ayrı bir din olduğun kanıtlamaya kalkmanın başka bir alamı olur mu?
Beşikçi Aleviliğin ayrı bir din olduğunun bilimsel bir gerçek olduğunu ve devletin bu bilimsel gerçeğe göre davranmasını talep etmektedir; örtük eleştirisi budur.
Ama böyle bir eleştiri ve talebin ortaya koyulabilmesi için, devletin özellikle toplumsal konularda, nesnel bilimsel verilere göre tavır alabileceği gibi bir başka gizli varsayım daha vardır. Ama bu varsayımın ardında da toplumda, gerçek konum ve çıkarları farklı güçlerin mücadelesinin değil, bilimsel ya da akli argümanların belirleyici olduğu yönünde bir başka gizli varsayım yatar. Yani şu burjuva rasyonalizminin ön kabulü.
Sadece bu kadar değil, bütün bu argümanlar aslında Alevilere yöneliktir, yani Alevilerdeki “kafa karışıklığını” yok etmek hedeflenmektedir. Alevilik ise, yine Beşikçi’nin kendi kabulüne göre bir “inanç”tı. Bu inancın taraftarlarına inançlarının farklı bir din olduğunu bilimsel olarak kanıtlamaya çalışmaktadır. Ve bunun için tarihten, sosyolojiden kanıtlar getirmektedir.
Böyle kanıtlar getirmek için, bir inancın öğretinin tarihsel veya otantik biçimleriyle tutarlı olması gerektiği yönünde bir başka varsayım vardır.
İnançların kendilerinin ne olduğu hakkında bilime göre karar vermeleri gerektiği veya verebilecekleri gibi yine bir başka varsayım daha vardır.
Ama hemen görüleceği gibi artık bilim alanından çıkmış, teoloji, ilahiyat alanına, dinden sapkınları yakan engizisyon yargıçlarının var sayımları alanına adım atmış bulunuyoruz. Sadece yargıcımız artık, heretik bir dinin bilimsel verilere dayanan yargıcıdır. Heretik bir dinin (Aleviliğin) bilimsel verilere dayanmayı savunan bir yargıcı olmak (“bilimsel olarak Alevilik ayrı bir dindir”) engizisyon yargıçlarıyla aynı varsayımların paylaşıldığı gerçeğini ortadan kaldırmaz. Onlar da aynı iç tutarlılıktan yola çıkarlar ve aynı iç tutarlılık nedeniyle Aleviliğin ayrı bir din olduğunu, bir sapkın Müslümanlık olduğunu söylerler. Beşikçi, tersinden, Aleviliği Müslümanlığın bir biçimi görmenin sapkın bir Alevilik (“kafa karışıklığı”) olduğunu söyler. Bilimsel argümanlara dayanan bir Alevi ilahiyatçısı olarak ortaya çıkar. Papalığın bile artık bilimsel argümanlara dayanarak çocuğun ruhunun erkek spermi yumurta hücresini döllediğinde oluştuğunu söylediği bir çağın Alevi ilahiyatçısının da sosyolojik olarak Aleviliğin ayrı bir din olduğunu kanıtlamaya kalkmasını yadırgamamak gerekir.
Bütün bu gizli varsayımlar, Beşikçi’nin yazısının ve yaptıklarının özüdür. Bu nedenle özü anlamak için bu gizli varsayımların en önemlilerini en temel olanlarını bulup çıkarmak ve onların yanlışlığını göstermek gerekiyor.
Dolayısıyla Beşikçi’nin eleştirisi, onun gizli varsayımlarının gösterilmesi ve eleştirisi olacaktır.
Bu nedenle, yazımızda, Beşikçi’nin yazısından çok alıntı bulunmayacaktır. Biz onun yazısının temel önermelerini ele almakla yetineceğiz.
*
Beşikçi’nin yazısının en genel nitelikleri şöyle tanımlanabilir:
Beşikçi’nin yazısı Teolojik bir yazıdır.
Beşikçi yazısının Sosyolojik (bilimsel) bir yazı olduğunu düşünmektedir.
Ama Beşikçi yazısını Politik bir bağlamda yazmıştır.
Ya da bu karmaşa şöyle de özetlenebilir:
Beşikçi’nin yaptığı, Politik bir tartışmayı, Teolojik düzeyde ama Sosyolojik kavramlarla yürütmeye çalışmaktır.
Bunların her birinde, ya gerici önermeleri savunmaktadır ya da yazısı dayandığı varsayımlarla gerici ve yanlış bir nitelik taşımaktadır.
Ve buradaki çelişki de şudur: yazı ilerici ve demokratik kaygılarla yazılmış olup okuyucularca da öyle anlaşılmaktadır.
Şimdi Bunların her birini ayrı ayrı ele alıp Beşikçi’deki “kafa karışıklığı”nı göstermeye çalışalım.
Epistemolojik Eleştiri
Beşikçi’nin temel önermelerinden biri şudur: Alevilik bir İnançtır.
Çünkü aynen şöyle diyor:
“Alevilik(...) farklı bir dindir, farklı bir inançtır.”
Peki, epistemolojik olarak İnanç nedir?
Doğruluğunun kanıtlanması için rasyonel ve olgulara dayanan delillere ihtiyaç duymayan kabullerdir. “İnanç: ispata gerek görmeyen doğrulardır.”
Öyleyse bu şu anlama gelir:
Diğer dinlerde olduğu gibi, Alevilikte de Alevilerin bir şeyi kabul etmeleri için ispata, rasyonel, bilimsel kriterlere uygun, olgulara dayanan delillere ihtiyaç yoktur. Çünkü Aleviliğin inanç olduğunu söyleyerek, Aleviliğin veya Alevilerin böyle şeylere ihtiyaç duymayacağını zımnen kendisi belirtmiş olmaktadır.
Şimdi Aleviliğin İnanç olduğu tespitini doğru kabul edelim ve inanç da epistemolojik olarak, bilime zıt bir anlam taşıdığından, Alevilerin bir şeyi kabul için bilimsel verilere, olgulara, rasyonel delillere ihtiyaç duymayacağı veya duymaması gerektiği sonucunu, tekrar ele almak üzere bir kenara koyalım.
*
Peki Beşikçi yazısını kime yazıyor? Yazısının esas muhatabı kimdir?
Alevilere!.. Aleviler.
Bunu nereden çıkarıyoruz?
Yazının başlığı ve bütününden anlaşıldığı gibi, Beşikçi bunu açıkça da belirtiyor.
Örneğin yazısının bir yerinde aynen şöyle diyor:
“Alevilerin kafa karışıklığından kurtulmaları gerekir, Alevilerin Alevilik konusunda berrak düşünce ve duygulara sahip olmaları gerekir. “Alevi Müslüman’ım”, “Müslüman Aleviyim” gibi söylemlerle Aleviler hiçbir yere yürüyemez. Bu gibi söylemlerle Aleviler kendi ayaklarını kendileri zincirlemektedir.”
Yani Alevilerin kendilerinin ayrı bir din olmalarını kabul etmelerinin Alevilerin mücadelesini güçlendireceğini düşünmektedir ve Beşikçi’nin yazısı bu mücadeleyi güçlendirmek için yazılmış bir yazıdır. Bu nedenle yazı bütünüyle Alevilere, Aleviliğin ayrı bir din olduğunu kanıtlamaya dolayısıyla onları Aleviliğin ayrı bir din olduğuna iknaya yöneliktir.
Yazının başlığı da aynı şekilde bu duruşu ifade etmektedir: “Alevilerde Kafa Karışıklığı”
Beşikçi’nin yazısının başlığı örneğin “Alevilerin Aleviliğin İslam'la İlişkisi Hakkındaki Görüşleri” gibi bir başlık olsaydı, böyle bir başlık hem bir değer yargısıyla yüklü olmaz, hem de konusu Alevilerin görüşleri olurdu. Ama İsmail Beşikçi’nin yazısının başlığı böyle bir başlık değil, “Alevilerin Aleviliğin İslam’la İlişkisi Hakkındaki Görüşleri Yanlıştır” anlamında bir başlık. Yazı da zaten tam da bu anlama uygun olarak, bu yanlışlığı düzeltmeye yönelik.
Yani “Alevilerde Kafa Karışıklığı”, bir durumu tanımlayan bir başlık değil, bir tutumu yansıtan, değer yüklü bir başlık. Zaten “Kafa Karışıklığı” sözlerinin kendisi bir değer yüklüdür. Nötral değildir. Aleviler arasında yaygın ama yok olması gereken şeyi tanımlamaktadır.
O halde, Beşikçi’nin yazısının esas muhatabı, hedefi Alevilerdir denirse yanlış bir şey söylenmiş olmaz. Elbette her yazı gibi bu yazı da bütün okuyuculara yöneliktir. Ama onun bütün olarak ve başlığıyla esas işlevi, Aleviler arasındaki yanlış olduğu düşünülen bir görüşle mücadeledir. Çünkü bu görüşün yaygın olduğu; bu görüş zayıflatıldığı takdirde, Alevilerin daha iyi mücadele edecekleri düşünülmektedir.
O halde bu sonucu da bir kenara koyalım: Beşikçi’nin yazısının muhatabı Alevilerdir; Alevi inancında olanlardır.
*
Peki, Beşikçi’nin yazısında yaptığı veya yapmaya çalıştığı nedir?
Aleviliğin ayrı bir din, ayrı bir inanç olduğunu kanıtlamak, hem de bilimsel olarak kanıtlamak.
Beşikçi bütün delillerini tarih ve toplumdan getirmekte ve böylece Aleviliğin İslamiyet’ten ayrı bir din olduğunu bilimsel olarak kanıtlamaya çalışmaktadır.
Beşikçi yazısının bir çok yerinde bilim ve bilim yöntemi üzerine değinmelerde bulunuyor, kendisinin o bilim yöntemine göre davrandığını ve davranmaya çalıştığını söylüyor.
Sadece bir örnek aktaralım:
“Bilim olgulardan hareket eder, bilimin hareket noktası olgulardır. Bu olguyu olduğu gibi algılamak, onu değiştirmeye, yok saymaya çalışmamak, çarpıtmamak anlamına gelir. Bu haliyle fizikteki, yani doğadaki olguların ele alınışıyla, sosyal bilimlerdeki olguların ele alınışında fark yoktur. Doğada örneğin bir kaya nasıl “kaya” olarak algılanıyorsa, toprak olarak algılanmıyorsa, sosyal bilimlerde de örneğin Alevi, “Alevi” olarak, Müslüman, “Müslüman” olarak, Kürt ise “Kürt” olarak algılanmalıdır. İşte bu noktada söylemeye çalıştığım çok açıktır.”
Bu aktarılan bölümde Beşikçi zımnen kendisinin “olgulardan hareket” ettiğini; olguları “olduğu gibi” algıladığını, onları değiştirmeye, yok saymaya çalışmadığını, hasılı “bilim yöntemi” ile yazısını yazdığını ifade etmektedir.
Yani Beşikçi yazısında bilimsel olarak Aleviliğin ayrı bir din olduğunu kanıtlamaya çalışmaktadır an azından kendi yaptığının bu olduğunu düşünmektedir.
Ve bu sonucu da alıp bir kenara koyalım.
*
Şimdi bu sonuçları bir araya getirelim.
Beşikçi’nin “bilim yöntemi”ne göre. Alevlik bir inançtır. Epistemolojik olarak inanç: bilimsel kanıtlara gerek duymayandır. Beşikçi, yazısını Alevilere, bir inancın, bir dinin taraftarlarına, yani bilimsel kanıtlara gerek duymayanlara yazmaktadır.
Peki bu durumda yazının yapmaya çalıştığı nedir?
Alevilere bilimsel olarak Aleviliğin ayrı bir din olduğunu kanıtlamak. Diğer bir ifadeyle, bilimsel olarak her hangi bir kanıta gerek duymayanlara, bir inancın taraftarlarına bilimsel kanıtlarla bir fikri kabul ettirmeye çalışmaktır.
Bu kendi içinde bir çelişki değildir de nedir?
Eğer Alevilik bir inanç ise, niye bilimsel kanıtlar getiriliyor?
Eğer bilimsel kanıtlar getirmenin bir anlamı varsa, Aleviliğin bir inanç olduğu önermesi yanlıştır.
Beşikçi’nin yazısının temel çelişkisi budur; bir inancın taraftarlarına, onların inancının kendi ön kabulleriyle değil; bilimsel kanıtlarla bir fikri kabul ettirmeye çalışmakvi.
Görüldüğü gibi, Beşikçi’deki kafa karışıklığı daha bu ilk adımda bile görülmektedir ve bu Alevilerdeki “kafa karışıklığı”ndan çok daha büyük bir kafa karışıklığıdır. Aleviler hiç olmazsa bir inancın taraftarlarıdır. İnananların inançlarında bir iç tutarlılık, bilimsellik aranamaz. İlke olarak bir inançta bilimsel anlamda bir “kafa karışıklığı” olamaz. Yani Alevilerde, bir inancın taraftarlarında, bir “kafa karışıklığı”ndan söz etmenin kendisi bir kafa karışıklığıdır.
Hele bu kafa karışıklığını bilimsel kanıtlarla düzeltmeye çalışmak katmerli bir kafa karışıklığı anlamına gelir. Niçin? Çünkü, Beşikçi bir inancın taraftarı olarak değil, bir bilim adamı olarak, bir “bilim yöntemi” ile yazan olarak bunu yapmaktadır. Bir Alevi olarak, Alevi inancından biri olarak yapsa, inançta mantık aranamayacağından, bu bir kafa karışıklığı olmazdı, ama bir bilim adamı olarak yapınca bu tam anlamıyla bir kafa karışıklığıdır.
Özetle Beşikçi’nin yaptığı epistemolojik olarak, bilimsel kanıtlara gerek duymayana, bilimsel kanıtlar getirerek bir şeyi kanıtlamaya çalışmaktır. Ve bu kendi içinde çelişkidir.
Dostları ilə paylaş: |