Ana Meseleler :
Tevhidin esası ve itikadın temeli şu ifadede toplanır. «Ben Allah'a, Meleklerine, Kitaplarma, Peygamberlerine, ölümden sonra dirilmeğe, kadere yani hayır ve şerrin Allanm —Yaratmasıyla— olduğuna, hesabm, mizanm, cennet ve cehennemin hak olduğuna inandım.»
Allah Tealâ birdir. Ama sadece sayı ve miktar bakımmdan değil, ortağı ve benzeri olmaması bakımmdan tek: «Deki, Allah birdir, ihti-yaçsızdır, doğmaraış-doğurmamıştır. O'nun dengi olacak biri de yoktur.» 32
O varlıklardan hiçbir şeye benzemez. Yarattıklarmdan hiç biride O'na benzeyemez. O başlangıçsızdır, sonu da gelmez. İsim ve sıfatlarıyla ezelîdir. Sıfatları zatî ve ezelî olur. Zâtı sıfatlan ise; Yaratma, n-zık verme, inşa, icadetme, yapma ve benzerleridir...
O isimleri ve sıfatları ile ezelî ve ebedîdir. Onun sonradan ne bir ismi ne sıfatı ortaya çıkar. Ezelde ilmiyle alimdi... İlim onun ezelî sıfatıdır.
Ezelde kudretiyle kadirdi. Kudret te onun ezeldeki bir sıfatıdır.
Yine kelâmiyle mütekellîmdi. Kelâm da onun ezeli bir sıfatıdır. Fiili ile faildir. Fiil de onun bir sıfatı ezelîsidir. Fail kendisidir. Fiil ezelî sıfat, meful se mahlûkattır ki, Allah’ın fiili mahlûk değildir. Bir kimse onun sıfatına mahlûk veya sonradan olma (nıuhdes) derse, ya da pas geçse veya şüphe etse, kâfir olur. Kur'an Allah’ın kelâmı olup Mushaflarda yazılı, gönüllerde saklıdır. Diller onu söyler. Resulullah'a nazil olmuştu... Bizim onu teleffuzumuz gelince; bu da, yazışımız da, okuyuşumuz da mahlûk olduğu halde Kur’an’ın kendisi mahlûk olamaz... Allah’ın Kur'an'da zikrettiği Musa v.s. gibi peygamberlere dair veya firavun gibi iblis gibilerden hikâye edilenler, onlardan haber tarzmdaki ilâhi kelâmlardır ve mahlûk değildir. Ama Musa ve öbürlerinin kelâmları eski itibariyle mahlûktan çıkmış ve mahluk sözlerdir.
Ama Kuran (cümlesine girip vahyedilince, kelâmı ilâhi zümresine katılmış) olunca O artık onların sözü değil, gayri mahlûk ve Allah kelâmıdır.
Cenab-ı Hakk’ın, «Musa'ya ALLAH tekellümle konuştu» buyurdu-£bu gibi, Hz. Musa (S.A.) Allah’ın kelâmmı işitmiştir. Öyleyse, Allah Musa'ya (S.A.) hitabetmesinden önce de konuşurdu. Mahlûkatı yaratmadan önce de yaratıcı idi. O, benzeri olmayan bir yolla, her şeyi işitici ve görücüdür... Allah Hz. Musa ile konuştuğu sırada, ezelde kendisinin sıfatı olan kelâm ile konuştu. Onun hiç bir sıfatı, yaratılmışlarm sıfatlarına benzemez. O bilir, bilmesi bizim bilmemiz gibi değildir. O görür, görmesi bizim gibi değildr. O işitir, işitmesi bizim işitmemiz gibî değildir. Konuşur, konuşması bizim konuşmamız gibi değildir. Biz âletler, ses ve harflerle konuşuruz. Allah ise böyle âlet ve harfe, savta ihtiyaç duymadan konuşur. Harfler mahlûktur. Kelâmı ilâhi ise gayrı mahlûktur.
Allah'a «Şey» denir. Ama başka şeyler gibi (cismi, hacmi vs. olan) şey değil. «ŞEY», cisimsiz, cevhersiz ve ârazsız olarak var, demektir. O-nun hudut ve sonu yoktur. Onun zıddı, benzeri, dengi yoktur.
Allah’ın Kur'an'da zikrettiği gibi—yüzü, eli ve nefsi vardır.33 Bunlar keyfiyeti bilinmez sıfatlardır. «Elinnden maksat kudret ve nimettir» denemez. Çünkü böylece sıfat iptal edilmiş olur. Bunu kabul etmemek mu'tezile ve kaderiyyenin sapık görüşündendir. Ama onun eli, nasıllığı bizce bilinemeyen sıfatıdır...
Gazabı ve Rızası da Allah’ın keyfiyetini bilemiyeceğimiz kemâl sı-fatlanndandır. Cenab-ı Hak, eşyayı yoktan yaratmıştır. Eşyayı ezelde, onlar hiç ortada yokken biliyordu. Varlıkları takdir edip, sırası geldikçe yaratan odur. Ne dünyada ne de âhirette iradesi, ilmî, kazası, kaderi ve Levh-i mahfuzdaki yazısı olmadan hiçbir şey olmaz. Fakat onun yazması hükümle değil vasıfladır. Kaza, kader ve meşiyyet key-feyitsiz ve ezelî sıfatlarıdır.
Allah Tealâ, yok olanı yokluk halinde yok olarak bilir. Yarattığı zaman onun nasıl olacağmı da bilir. Aynı şekilde; varlığı, var halinde var olarak bilir, nasılki yok olacağmı da bilir, Allah ayakta duranı o halinde bildiği gibi, oturduğunu da oturur halinin nasıl olacağmı da bilir. Ve bu (hali ve geleceği aynı anda bilmesiyle de) onun ilmî değişmez. Yeni bir bilgi de teşekkül etmez. Ama değişiklik ve tebeddül mahluklarmda meydana gelir.
Allah her yarattığmı küfür ve imandan armmış olarak yarattı. Sonra onlara hitabetti. (Peygamberler vasıtasıyla vahyetti) Onlara emirler verip, yasaklar koydu.
Bunun üzerine (İnkâr edenler, iman edenler oldu.) İnkarcı inkârmda ve isyanmda kendi fiilini işledi ama Allah’ın ona muvaffakiyet vermemesi sonucu oldu. İnanan ise kendi fiili ile inanmasma rağmen tasdik ve ikrarı yine Allah’ın yardımı ve inayetiyle oldu...
Allah, Adem'in soyunu onun sulbünden, tohumlar halinde çıkardı. Sonra onu akıllı kıldı, ona hitabetti. İmanı emretti küfürden sakmdırdı. Bu (ruhlar âleminde) hepsi onun Rab olduğunu ikrar ettiler böylece (birinci safhada) hepsi mü'min olmuş oldu ve doğuşta hepsi bu fıtrat üzere doğdular. İşte bundan sonra küfreden fıtratmı bozmuş oldu...
İman ve tasdik eden ise fıtratım korumuş, ezelî ikrarmı sürdürmüş oldu. Ve hem o yaratıklarmdan hiçbirini imana veya küfre zorlamadı. Hatta (tercihen, bu âlemdeki fiilleri gibi) kimseyi de mü'min veya doğrudan kâfir olarak yaratmadı. Ama onları (akıl ve idrak sahibi) şahsiyetler olarak yarattı...
İmdi, iman veya küfür kulun kendi fiilidir. Ama Allah kim küfrederse o halinde onu bilir. Bundan dönüp iman edince de onu mü'min olarak bilir. Onu bu iman halinde bilip sever. İlminde de sıfatmda da bir değişme olmaz...
Kulun, hareket veya sükûn halinde olsun, tüm fiil ve tavırları kendisinin kazanması sonucu, gerçek işidir. Yaratıcısı ise Allâhtır. Ve bütün bunlar Allah’ın dilemesi, ilmî, kazası ve kaderi ile olur.
İtaatin hepsi Allah’ın emri ile vacip olanlardır ve onun muhabbe-tiyle rızasıyla olur. İlmî, meşiyyeti kazası ve takdiriyle olur. İsyan ise tamamı, onun ilmî, kazası, takdiri, ve meşiyyetiyle (iradesi) olur.
Ama onun muhabbeti, rızası ve emri ile olmaz.
Peygamberler (a.s.)'m hepsi küçük büyük bütün günâhlardan korunmuştur. Küfür ve kabih şeylerden beridirler. Ama onlardan zelle ve hatalar sadır olabilir. Muhammed (S.A.) O'nun Resulü kulu ve sevgilisidir. Nebisi ve temiz, en saf yaratığıdır. O putlara asla tapmadı. Ve Allah'a ortak koşmadı; bir göz kırpacak an bile... küçük büyük hiçbir günâh işlemedi.
Nebilerden sonra insanlarm en hayırlısı Hz. Ebubekr es-Sıddîk, sonra Ömer İbn-i Hattab El-Fârûk, sonra Osman b.Âffan Zinnûreyn, sonrada Ali b. Ebû Talib El-Murtaza (r.a.).
Allah'a kul olmuş, hakka uymuş, hakk-ı her yerde tatbik etmişlerdir. Onların izindeyiz.
Resulüllah'm bütün sahabelerini sadece hayırla anarız. Bir mü'-min'i, günahkâr da olsa büyük günâhı bile —helâl saymaksızm— işlese yine küfür saymayız. Ondan iman ismini (nıü'minük sıfatmı) sil-mez, ona hakiki manasıyla «mü'min» deriz. Belki fasık mü'min demek uygun olur, kâfir değil.
Dostları ilə paylaş: |