Allah'ı Tanımak Kısaca Yazarın Hayatı


Soru 7- Allah Her Yerde Nasıl Olabilir?



Yüklə 332,52 Kb.
səhifə19/22
tarix02.11.2017
ölçüsü332,52 Kb.
#28614
1   ...   14   15   16   17   18   19   20   21   22

Soru 7- Allah Her Yerde Nasıl Olabilir?

Cevap: Birçokları Allah'ın nerede olduğunu kendilerine soruyorlar. Göklerde, Samanyolularında, yeryüzünde, nerede?


Onlar, bir yere kadar böyle bir soruyu kendilerine sormada haklıdırlar. Çünkü işleri güçleri cisimler ve maddî varlıklarladır. Cisim ve madde ise belirli bir mekân ister kuşkusuz. Eğer burada olursa, orada olmaz veya burada olmazsa, orada olur. Nitekim her şey için belirli bir mekân tasarlamaya alışmışlardır.
Allah'a gelince, O'nun varlığını da kendi varlıkları gibi sınırlı zannedip, nerede olduğunu soruyorlar. Fakat şuna dikkat etmiyorlar ki, Allah'ın varlığı madde değil ki mekân istesin, mahdut değil ki özel bir yeri olsun. Allah her yönden sınırsızdır. Sınırsız ve sonsuz bir varlık ise, herhangi bir yere ihtiyaç duymaz; aksi takdirde her yönden sınırlanmış olurdu.
Yanlış anlaşılmamalıdır ki Allah'ın belli bir yerde olmadığını söylediğimiz zaman, mesela, bir madde olan "eter" gibi bütün âlemi, hatta varlıkların derununu ve göklerin en uzak noktalarını bile doldurmuştur, demek istemiyoruz. O, tabiatüstü bir varlıktır ve bütün mekânlar O'na göre aynıdır.
Belki de böyle bir şeyi tasavvur etmek, birçokları için çok zordur. Haklıdırlar elbette. Çünkü daha önce de belirtildiği gibi biz madde dünyasının evladıyız, bu yüzden bütün zihnî anlayış ve kavrayışlarımız madde ürünüdür. Böyle olunca da madde ötesi hakikatleri tasavvur ettiğimizde, hataya düşmekte haklıyız.
Fakat bu hakikatler birtakım örnekler yardımıyla zihne yakınlaştırılabilir. Hepimiz biliyoruz ki bir şeyin bütünü, parçasından büyüktür veya bir üçgenin bütün açıları 180 derecedir veya 2x2: 4'tür; fakat eğer 2x2'nin nerede 4 olduğunu soracak olursanız, "her yerde, gökte, yerde kısacası âlemin her yerinde" diye cevap verirler size. Çünkü bu gerçeklerin herhangi belirli bir yerleri yoktur.
Kısacası, "Allah her yerdedir" dediğimizde, O'nun bütün mekânlar ötesi olduğunu, âlemin her yerinin O'nun karşısında aynı olduğunu ve hiçbir noktanın diğer bir noktadan O'na daha yakın olmadığını söylemek istiyoruz.

Soru 8- Allah Her Şeyi Biliyor Mu?

Cevap: Bu da ilginç sorulardan biridir. Fakat cevabını anlayabilmek için yine her şeyden önce şunu bilmeliyiz: Bizim ve âlemdeki diğer varlıkların bir yaratık olarak, yaratıcıyla açık bir farkımız var. Biz her yönden sınırlıyız; fakat O'nda hiçbir sınır ve mahdutluk yoktur. İşte bu fark bizim varlığımızı, Allah'ın varlığından öylesine ayırıyor ki, artık her türlü benzerlik ortadan kalkmış oluyor. Evet, daha önce de belirttiğimiz gibi, bizimle Allah arasında bulunan bu fark, "Allah'ın sıfatları" meselesini bizim için karışık, ama aynı zamanda ilginç ve şaşırtıcı bir konu hâline getirmiştir.


Kısacası; biz Allah hakkında daima "sınırsız", "sonsuz", "namütenahi" gibi kavramlarla baş başa bulunmaktayız. Nitekim "O, âlim ve haberdardır" demek, O'nun göklerin en uzak noktalarında meydana gelen olayları, Samanyolularında, yeni oluşmakta olan veya ömrü sona ermiş bulunan kürelerde olup bitenleri veya milyarlarca yıl önce evrende geçen olayları, kısacası akla gelen her şeyi biliyor demektir. Evet, O, milyarlarca yıl sonra geçecek hadiselerden dahi bugünküler gibi haberdardır.
Esasen O'na göre "uzak-yakın" ve "geçmiş-gelecek" mefhumları hiçbir anlam taşımaz; bütün bu hadiselere aynı derecede bilgisi var. Çünkü her şey O'nun ihatası altındadır ve âlem bütün genişliği ile birlikte, hep bir arada Allah'ın yanında hazırdır. O'nun açısından zamanın hiçbir anlamı yoktur. O, ezelî ve ebedî bir varlıktır. Hiçbir mekân O'ndan uzak ve hiçbir şey O'nun bilgi sınırından hariç değildir.
Her zaman ve mekânda hazır bulunan bir varlık, tabiatıyla her şeyden haberdardır ve hiçbir şey O'ndan gizli değildir. Bizim kendimiz dahi her zaman ve her yerde olsaydık, her şeyi bilirdik. Fakat böyle bir şey bize muhaldir. Zira biz zaman içinde belirli bir noktayı kaplamışız ve bulunduğumuz mekân da sınırlı bir mekândır.
İşte bizdeki bu mekân ve zaman mahdudiyeti kavramı, "geçmiş", "gelecek", uzak" ve "yakın" mefhumlarını zihnimizde canlandırmıştır. "Uzak"; bizim bulunmadığımız, bizimle arası olan noktadır. "Yakın" ise bizimle fasılası az olan noktaya denir. Eğer biz her yerde olsaydık, her şey bize yakın olurdu. Esasen uzak ve yakının bizim için hiçbir anlamı kalmazdı. "Geçmiş", bizim henüz dünyaya gelmediğimiz zaman, "gelecek" ise bizim sınırlı ömrümüzden sonra gelecek zamandır. E-ğer biz her zaman olsaydık ve bizim gibi âlemdeki bütün hadiseler de her zaman için olsalardı, o hâlde "geç-miş" ve "gelecek" herhangi bir anlam taşır mıydı?
Kısacası, Allah her zaman olduğu ve olacağı için, her yerde hazırdır. Tabiatıyla her şeyden haberdardır ve en küçük bir şey dahi O'nun bilgisi dışında kalmaz. Kaldı ki biz zaman içinde bulunan varlık olduğumuzdan, kendimizi zaman sınırından çıkaramadığımız için, Allah hakkında ebedî, ezelî, sonsuz vb. tabirleri kullanıyoruz. Oysa bunlar bile Allah hakkında geçerli değildir. Çünkü Allah zaman üstü bir varlıktır ve esasen zamanı yaratan ve bütün âlemi kuşatan O'dur.
Ayrıca Allah, her şeyi yaratan ve bütün hadiseleri meydana getirendir. Acaba bir şeyi yaratan, yarattığı şeyin durumundan habersiz olabilir mi?
Hiç bilmez mi yaratan (Allah)? O'dur kullarına lütfeden ve her şeyden haberdar olan.

Beşinci Bölüm

TEVHİDİN FERDÎ VE SOSYAL ETKİLERİ

Allah'ı tanımak, İslâm'ın hatta bütün semavî dinlerin temelini oluşturmaktadır. Peygamberlerin ilk daveti O'na olmuş ve sonuna kadar da dinî emir ve hükümler O'na göre ayarlanmış veya tatbik edilmiştir. Öyle ki biri Allah'a inanmazsa, hiçbir zaman ona dindar ve Müslüman denmez.


Semavî dinlerde, bu inancın üzerinde durulup ona bu kadar önem verilmesi, nereden kaynaklanmaktadır acaba?
Bu (Allah'ı tanımak), sırf dille beyan edilen bir söz müdür, yoksa bunun yanı sıra kalbe işlenmesi gereken bir inanç mıdır? Eğer bir inanç ise, o hâlde bu inancın insanın amel ve ahlâkı ile ilişkisi nedir? Eğer insanın hayattaki ilham kaynağı inanç ise, bu ilham nedir? Allah'ı tanımak insanda tam bir değişiklik meydana getirip hayatını yeniden yönlendiriyorsa, o zaman bu yönlendirmenin hangi doğrultuda olduğunu bilmek gerek. Eğer bunların hiçbirisi değilse, o zaman tevhit meselesi bu önemi nereden kazanmıştır?
Aşağıda, bu konuyu özetle inceleyip söz konusu soruları cevaplandırmaya çalışacağız:
Tevhit, eğer gerçek İslâmî manasıyla incelenecek olursa, oldukça köklü ve geniş bir mesele olarak kendini gösterir. İtikadî ve inanç meselelerinin başında yer aldığı gibi, en küçük ahlâkî, ailevî ve toplumsal meselelerin derinliklerine kadar işleyerek onların her birine de yeni bir görünüm ve renk kazandırır.
İslâm'da tevhit meselesi o kadar önemlidir ki, Peygamber efendimiz Hz. Muhammed (s.a.a) gerçek saadet ve kurtuluşun temelini tevhide bağlayarak cihanşümul (evrensel) çağrısını onunla başlatmış, her yerde şu cümleyi halka ulaştırmıştır:
"Allah'tan başka ilâh yoktur." deyin ki, kurtuluş (ve saadete) eresiniz.
Kur'ân-ı Kerim de, peygamberlerin ortak hedefini beyan edip, kitap ehlini vahdete çağırdığı zaman, bütün semavî dinlerin vahdet temelinin "TEVHİD" olduğunu bildiriyor:
De ki: "Ey kitap ehli, bizimle sizin aranızda müşterek (olacak) bir kelimeye gelin. (Ki o da şudur:) Allah'tan başkasına kulluk etmeyelim. O'na hiçbir şeyi ortak koşmayalım ve Allah'ı bırakıp da kimimiz kimimizi rabler edinmeyelim." Eğer yine de yüz çevirirlerse, deyin ki: "Şahit olun, biz gerçekten Müslümanlarız."
Andolsun ki biz her ümmete, Allah'a kulluk e-din ve tağuttan uzaklaşın diye bir Peygamber gönderdik…

Yüklə 332,52 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   14   15   16   17   18   19   20   21   22




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin