Allah'ı Tanıma ve İlim
Burada hatırlatmak gerekir ki tabiî neden, etken ve kanunların var olması, bütün işleri direkt olarak Allah'a isnat etmemiz için hiçbir çelişki ve zıddiyet oluşturmaz. Zira bu etkenleri vücuda getiren ve onları koruyan, yine Allah'tır.
Diğer bir ifadeyle; varlıkların vücuda gelmesi ve değişmesindeki kanun, Allah'a iman ve inançla çelişki ve tezat içinde olmadığı gibi, Allah'a inanmak da bizim, dünyada düzensizlik ve hercümerce inanmamızı gerektirmez.
Allah'a inandıklarını iddia eden bazı bilgisiz kimselerin -mesela yağmuru yağdıranın Allah olduğu için- o hâlde aniden herhangi bir doğal sebep ve hesap olmaksızın göğü delerek, yukarıdaki su deposundan bir miktar yağmuru aşağıya dökmesi gerektiği şeklinde düşünmeleri mümkündür.
Eğer onlara, Güneş ışınlarının suya düşmesiyle suyun buharlaşıp havaya doğru yükseldiği ve rüzgârın bu-har yığınlarını bir yerden diğer bir yere götürdüğü, ha-va sıcaklığı nerede düşük ise, buharın su damlalarına dönüştüğü ve yağmur hâlinde indiği, daha soğuk bir hava tabakası ile karşılaştığında dolu yahut kar hâlinde yere döküldüğü söylenecek olursa, belki de derler ki:
— Öyleyse Allah'ın işi nedir burada? Mutlak bir kudret ve iradeye aykırıdır bu.
Bunların cevabını şöyle vermek gerekir:
— Kur'ân her şeyin bir nizam ve hesap üzerine kurulduğunu bildiriyor:
Güneş ve ay hesapla hareket eder… Allah, göğü yüceltti ve (her şey için bir nizam ve) ölçü koydu. [1]
Allah insanı ani bir şekilde de yaratabilirdi, fakat çocuğun yaratılışını özel etkenler ve sebepler vasıtasıyla gerçekleştirdi. İrili ufaklı bütün varlıklar için özel bir düzen koydu. İşte bu düzeni oluşturan, sebep ve kanunlardır.
Beşer bu kanunları keşfetmekle, her varlığın vücuda gelişi ve değişimi hususunda daha fazla basiret ve malumat elde ediyor. Yine tabiat nimetlerinden kendi hayat durumunun iyileşmesi istikametinde yararlandığı gibi, bu tabiî kanunları keşfetmekle ve de onları kendi hizmetine almakla hayatına yeni bir canlılık kazandırabilir.
Kısacası tabiat kanunlarını tanımak, ne Allah'a tapmanın sağlam sarayını yıkabilir, ne de tabiatta bulunan sırların keşfi Allah'ı tanımanın tek yoludur.
Tam bir nizam ve düzen içinde bulunan şu âlem, bizi daha iyi bir şekilde Kadir ve Hâkim Allah'a hidayet edebilir. Âlemdeki bütün varlıklar, tabiat dünyasının kendisinde bulunan illetler ve etkenlerden doğan şeylerdir.
Fakat bununla birlikte bütün bunlar Allah'ın elindedir. Yani Allah diriltiyor, öldürüyor, rızıklandırıyor ve yağmur gönderiyor diye her şeyi yine O'na nispet edebiliriz. Çünkü bütün bu olayların sebeplerini vücuda getiren Allah'tır.
Evet, âlem; bütün güçleri, kanun ve kurallarıyla birlikte Allah tarafından meydana getirilmiş ve idare edilmektedir.
[1]- "Gök ise onu da yükseltti ve mizanı yerleştirip koydu. Gü-neş ve ay (belli) bir hesap iledir." (Rahmân, 5–7)
Allah'ta Bulunmayan Sıfatlar (Sıfat-ı Selbiyye)
Buraya kadar Allah'ta bulunan sıfatları açıklamaya çalıştık, söylediğimiz bütün bu sıfatlar, Allah'ın zatından ayrı şeyler değil, O'nun aynısıdır.
Eğer Allah'ın sûbutiye sıfatlarını (yani Allah'ta var olan sıfatları) tamamıyla tanırsak, nelerin Allah'ta bulunmadığını kendiliğimizden anlarız.
Evet, bu meseleler olduğu gibi aydınlık kazanmalıdır. Zira biz maddî ve sınırlı varlık olduğumuzdan, genellikle âlemlerin yaratıcısını da kendi hissî idraklerimize tatbik etmeye çalışırız. Mesela Allah'ı mücessem, maddî veya zamana ait bilmeyi isteriz.
Hâlbuki bu tür sıfatlar Allah için noksanlık ve muhtaç olmadan başka bir şey değildir. Oysa Allah, böyle şeylerden münezzeh ve uzaktır.
Allah'ın Selbî Sıfatları Allah Maddî Bir Varlık Değildir
Maddeden olan bir varlık dokunulur, hissedilir ve bir mekânı kaplar; güneş, ağaç, hava, insan vb.
Allah madde değildir, zira madde sınırlıdır. Her ne kadar büyük ve geniş olsa dahi yine sınırlı ve sona ericidir.
En büyük Samanyolularının bütün genişlik ve enginliğine rağmen, yine de bir başlangıcı ve sonu vardır. Yani ondan daha büyük birini düşünmek mümkündür…
Fakat Allah, sınırlı değil, mutlak kemal ve sonsuzluğa sahiptir; aksi takdirde nakıs ve muhtaç olurdu.
Madde mürekkeptir; yani zerrelerden, parçalardan, unsurlardan ve atomlardan oluşmuştur. Bu cüzler birbirinden ayrılabilir ve her mürekkep kendi parçalarına ve onlardan oluşan birleşime muhtaçtır. Aynı zamanda her parça diğer parçalardan habersiz ve ayrıdır. Allah'ta ise ihtiyaç ve gaflet diye bir şey yoktur. Çünkü O, mutlak bir ihata, ilim ve huzura sahiptir.
Madde değişebilir. Zira bütün bitkiler, canlılar hat-ta güneş, denizler ve dağlar devamlı olarak değişim hâlindedirler. Canlılar ve bitkiler olgunlaşma, yıpranma, dağılıp gitme ve ölme hususiyetlerine sahiptirler.
İkinci Bölüm ALLAH'I TANIMANIN YOLLARI
Bu konu, "Allah'ı tanıma" bahislerinin en önemlilerindendir. İnsanoğlu eskiden beri Allah'ı tanımak ve O'nun varlığını ispat etmek için birçok yol seçmiştir. Bu yollardan her biri insanın ilim ve idrak seviyesi ve tabiatı tanıma ölçüsüne göre değişmektedir. Belki de her insan ferdi sayısınca, Allah'ı tanıma yolu bulunduğunu söyleyebiliriz. Çünkü idrak ve kabiliyet derecesi herkeste aynı değildir.
Öte yandan dünyadaki bütün varlıkların sayısınca Allah'ı tanımak için yol bulunduğu söylenebilir; hatta âlemdeki bütün zerreler, hücreler ve atomlar kadar. Esasen ilim, Allah'ı tanıma yollarını insanın yüzüne aç-makta.
Ne var ki ilim, varlık dünyasındaki ilişkileri, nedenleri ve güçleri tanımaktan ibarettir. Dünyayı tanımak ise, Allah'ı tanımak ve O'nun varlığını ispat etmek için en önemli yollardan birisidir.
Böylece doğal ilimler; insan, hayvan, bitki, fizyoloji, biyoloji, jeoloji, astronomi, fizik, kimya vs. ilimler hakkındaki deneysel-bilimsel bahislerin her biri, "Allah'ın ispat yolu" olarak gösterilebilir (ki her biri geniş boyutlara sahiptir). Burada Allah'ı ispat için birkaç yola özetle değineceğiz:
1- Âlemin Hâdis Oluşu (Önceden Yok Olup, Sonradan Meydana Gelişi)
Nedensellik kanunu bize her olgunun bir nedeni olduğunu ve hiçbir şeyin kendiliğinden meydana gelmediğini öğretiyor. Aslında ilim de nedenleri, faktörleri ve olgular arasındaki nedensellik ilişkisini keşfetmek için gösterilen çabalardan ibarettir. Öyle ki, bilimsel çalışmalardan birçoğu bu sağlam felsefî temele dayanmaktadır.
Buna ilaveten nedenleri bulmaya çalışmak, fıtrî bir şeydir. Yani insan bilgi açısından hangi seviyede olursa olsun, bir resim tablosunu, bir ayak izini, bir binayı gördüğünde veya bir ses duyduğunda, hemen onu icat eden nedeni bulmaya kalkışıyor. Zatına, "hiçbir şey ne-densiz değildir" diye işlenmiştir sanki. Böylece dünyaya da aynı gözle bakıp, "kim tarafından yaratıldığını" soru-yor.
Varlık dünyasının hâdis olup (sonradan meydana gelip), kadîm (ezelî) olmayacağı felsefî ve fiziksel açıdan özel bir ilmî bahsi gerektirir. İşte orada maddenin içerisindeki hareket ve değişmelerden dolayı, ezelî ve müstakil (yaratıcısız) bir vücuda sahip olmayacağı ispat edilir.
Binaenaleyh, biz dünyada en ufak bir olguyu görmekle onun nedenini aradığımız gibi, bütün varlık âle-mini gördüğümüzde de onun yaratıcısını aramaya koyuluyoruz.
Dostları ilə paylaş: |