Allah’i arayan genç



Yüklə 0,69 Mb.
səhifə25/37
tarix26.04.2018
ölçüsü0,69 Mb.
#49047
1   ...   21   22   23   24   25   26   27   28   ...   37

YETİM ABDULLAH


Dertliydi. Yardımsever halkın verdikleriyle karnını doyurabiliyordu. Arkadaşları gülüp oynarken, o, bir köşede oturur, başını elleri arasına alır, düşüncelere dalardı.

Bir bayram günü, Abdullah yine böyle bir kenara oturmuş, basını ellerinin arasına almıştı. Cıvıldaşan çocuklara bakıp ağlıyordu. Üstü başı lime lime idi. Gömleği belki kırk yerden yamanmıştı. Üstelik sabahtan beri yiyecek bir şey de bulamamıştı.

O sırada Peygamberimiz geçiyordu. Oynaşan çocukları seyretmek için biraz durdu. Gülümsedi. Birkaç çocuğu okşadı. Sonra Abdullah'ı gördü. Kenarda durup ağlaması dik­katini çekmişti. Yanına gitti. Ve niçin arkadaşlarıyla oynamadığını, niçin ağladığını sordu.

Abdullah üzüntüsünden Peygamberimizi tanıyamamıştı.

— Amca, dedi, babam bir savaşta şehid düştü, anam evlendi. Üvey babam beni is­temedi. Yapayalnız kaldım. Ne yiyecek bir dilim ekmeğim, ne giyecek yeni bir gömleğim var. Bu yüzden arkadaşlarıma katılamıyorum.

Peygamber Efendimizin mübarek gözleri doldu.

— Peki Ya Abdullah! dedi, sen Hasan ile Hüseyin'e kardeş olmak ister misin? Hasan ile Hüseyin, Peygamberimizin torunlarıydı. Abdullah istekle atıldı:

—Çok isterim.

— Fatıma'ya evlat, Peygamber'e torun olmak ister misin? Abdullah hemen cevap verdi:

—Çok isterim.

Öyleyse yürü bize gidelim, bundan sonra benim torunumsun... Abdullah ancak o zaman Peygamberimizin karşısında bulunduğunu anladı ve ellerine sarılıp öptü.

Birlikte eve gittiler. Abdullah'ın karnı aylardan beri ilk defa güzelce doydu. İlk defa yeni elbiseler giydi. Ve Peygamberimizden izin alıp tekrar çocukların arasına döndü. Amabu sefer kenardan seyretmiyordu. Oyuna katılmış, onlar gibi hoplayıp zıplamaya başlamıştı. Çocuklar bu değişikliği merak edip Abdullah'a sordular:

— Ey Abdullah, bir saat önce ağlıyordun, üstün başın dökülüyordu, şimdi bakıyoruz yeni elbiseler giydin, aramıza katılıp oynuyorsun. Sebebi nedir? Abdullah memnun memnun gülümsedi:

— Yerimde olsaydınız siz de sevinirdiniz, diye konuştu. Ben, Hz. Ali ile Hz. Fatıma'ya evlad, Hasan ile Hüseyin'e kardeş, Peygamber Efendimize torun oldum. Çocuklar hasretle iç çektiler. Bir ağızdan şöyle dediler:

— Keşke biz de senin gibi yetim ve öksüz kalsaydık da, Peygamber torunu olma şerefin! kazansaydık. Seni kıskanıyoruz Abdullah.

KABİR ZİYARETİ


Meşgul olduğumuz dünyevî mevzular bizi iyice ablukasına alıp ken-disinde fani kılmakta, bu yüzden de ne geçmişimizl. ne de geleceğimizi düşünme fırsatı bulamamaktayız.

Kabir ziyaretleri ise, ölümü hatıra getirmeği cihetiyle. bu kalın gaf­let perdesini yırtmakta, geçmişimize bakıp geleceğimizi düşünme fırsatı vermektedir.

Nitekim Resülüllah Efendimiz:

"Kabirleri ziyaret ediniz. Zira kabir ziyareti, ölümü hatırlatır, düşünme fırsatı verir..." buyurmuşlardır.

İslam alimleri, ihlası kazanmanın ve muhafaza etmenin en müessir bir sebebinin, rabıta-i mevt oldugunu söylemişlerdir. Gerçekten de ihlası zedeleyen ve insanı riyaya ve dünyaya sevkeden tül-i emel olduğu gibi, riyadan nefret veren ve ihlası kazandıran da rabıta-i mevttir. Yani,

ÜÇGEN


Çocuk, gazetelerde sık sık manşet yapılan haberlerin tesiriyle, öğretmeninden "Bermuda Şeytan Üçgeni" hakkın­da bilgi istemişti. Yazılanlardan öğrendiğine göre bu böl­ge, kendisine yaklaşan uçak ve gemileri bir "karadelik" gi­bi yutuyor ve izi dahi kalmayacak şekilde yok ediyordu.

Öğretmen, diğer öğrencilerin de konuya ilgi duydukla­rım anlamıştı. Tahtaya bir üçgen çizip bildiklerim tane tane anlattıktan sonra:

— Konunun farklı bir yönü daha var, dedi. Bu şeytan üçgeni tarafından yutulma ihtimaliniz kaçta kaçtır?

Öğrencilerden bazıları, o bölgeye seyahat etme ihti-mallerinin binde bir olduğunu, bu küçük ihtimal gerçekleş­se bile, şeytan üçgenine girme tehlikesinin ancak uçak ve­ya gemilerinin arıza yapmasıyla mümkün olabileceğini ile­ri sürerek milyonda bir ihtimallerden bahsediyor, bazıları ise gemi batsa bile kurtulabileceklerini belirterek ihtimalleri milyarda bire çıkartıyordu.

Öğretmen, tartışmaları yarıda keserek:

— Bu ihtimallerin sizlerden ne kadar uzak olduğunu herhalde anladınız, dedi. Böylelikle bu tür konulara kafa yormanın saçmalığı da ortaya çıkmıyor mu?

Öğrenciler biraz düşündükten sonra:

— Evet, diye tasdik ettiler. Bu konuya, uzak da olsa ile­ride karşılaşabileceğimiz tehlikelere düşmemek için ilgi duymuş olmalıyız.

Öğretmen, tahtadaki üçgenin yanma bu sefer büyükçe bir dörtgen çizerken:

— Endişe duymak, hepimizin yaradılışında vardır, de­di. Ama şeytan üçgeni için duyduğumuz endişeyi bu dört-gene karşı da duymamız gerekmez mi?

Öğrencilerin hepsi, sözleşmiş gibi atıldılar:

— Ne dörtgeni bu öğretmenim? Öğretmen, şefkat dolu bir sesle:

— Bu gördüğünüz, "kabir dörtgeni" dir çocuklar, ceva­bım verdi. Bir gün sınırları içine mutlaka gireceğimiz ve hazırlıklı girdiğimiz takdirde, o yolla Cennete ulaşacağımız kabir dörtgeni.

İLK GÜNAH


Çoğu kez basit ve küçük hatalarımıza aldırış etmeyiz. "İnsanlık halidir, olur bu kadarcık" der geçeriz. Oysa büyük günahların başıdır, küçük günahlar. Her ayyaşlık olayının başlangıcı tek bir kadehtir...

islam büyüklerinden birisi, bir gün çamurlu, kaygan bir yolda yürüyordu. Adımlarını gayet dikkatli atıyor, paçalarını pisliklerden korumak için titizlik gösteriyordu. Ama ne yazık ki tüm dikkatine rağmen ayağı kaydı, sendeledi ve düştü. Her tarafı çamur oldu. Ayağa kalktı ve artık dikkat­sizce rastgele yürümeye başladı. Yürürken de kendi kendine söyleniyordu: “îşte” diyordu, “günaha düşmeden önce, çirkin­liklerden sakınan adamın hali böyledir. Bir defa, iki defa derken, günaha battıktan sonra artık aldırış etmez, onun tam ortasından yürümeye başlar, insan bir kez kötülüğe bulaşmaya görsün. Hele bazı kötülükler vardır ki değil bulaş­mak, kenarından kıyısından geçmek bile insanı mahvetmek için yeterlidir. Eroin, içki gibi, kumar gibi...”


YILLAR SONRA HİDAYET

“Otuzüç yıl saatim işlemiş ben durmuşum

Gökyüzünden habersiz uçurtma uçurmuşum.”
Yıllardır saatlerin işlemesine rağmen, nice yerinde sa­yanlar vardır. Ahlaka ve iyiliğe doğru bir arpa boyu ilerleyemeyen ni­ce insanlar vardır. Mutluluğu, hedonizmde (zevk felsefesinde); aşkta, şarapta, kumarda arayan nice zavallılar vardır.

Akıllılık, hayatın amacını ve anlamını düşünebilmektir. Fazilet, "zararın neresinden dönersen ondan sonra kârdır" diyebilmek ve kendisine bir yön verebilmektir, iş­te bu bahtiyarlardan biri de Nâsır-ı Husrev'dir. O, onbirinci yüzyılda yaşayan ve bir rüya ile ahlâka kavuşanlardandır. Kendisi rüyasını şöyle anlatıyor:

Geceleyin rüyamda birini gördüm. Bana dedi ki:

— insanların aklını gideren bu şarabı daha ne zamana kadar içeceksin? Aklın başında olsa daha iyi olmaz mı? Ben de O'na şöyle cevap verdim:

— Hakîmler, dünyanın gam ve kederini eksiltecek bun­dan başka birşey bulamamışlardır.

Diyaloğumuz devam etti:

--Kendinden geçmek, aklı baştan kovmak rahatlık de­ğildir. Sonra, halkı akılsızlığa sevkeden insana hakîm dene­mez. Aklı, fikri arttıracak birşey aramak gerekir.

— Peki, bu bahsettiğini nasıl ve nereden elde edebili­rim? diye sorduğumda bana sadece "Arayan bulur" cevabını verdi ve eliyle Kıble tarafını gösterdi. Başka da hiçbir şey söylemedi.

Uykudan uyandım, rüya tamamen hatırımdaydı ve beni iyice etkilemişti. Kendi kendime: "Bu geceki uykudan uyan­dım. Ama kırk yıllık uykumdan da uyanmam gerek." dedim. Kalkıp gusül abdesti aldım ve camiye gittim. Rabbim'in huzuruna durup namaz kıldım. O'ndan, görevlerimi kendi bu­yurduğu gibi yapmam, yasaklarından da kaçınmam konusunda yardım diledim. Ve kırk yıl sonra O'na yöneldim.

Nice insanların Nâsır-ı Hüsrev gibi olmaları dileği ile.




Yüklə 0,69 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   21   22   23   24   25   26   27   28   ...   37




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin