Allahım, sen bana iman bahşet



Yüklə 20,99 Kb.
tarix03.01.2019
ölçüsü20,99 Kb.
#89043

Anayasa’dan Atatürkçülük kalkar mı?

Baskın Oran

Atatürkçülük diye kendini paralayan bir anayasamız var. 12 Eylül cuntacıları neden Atatürk’e bu kadar sarıldılardı, onların gerek ideoloji gerekse ezber icabı bugünkü izleyicileri niye bu kadar sarılıyorlar, anlatmayı meşhur fıkraya bırakalım. Molla dua ediyormuş: “Allahım, sen bana iman bahşet”. Bektaşi duymuş, duyuracak biçimde de mırıldanmış: “Allahım, sen bana rakı bahşet”. İzah da etmiş: “Eh, herkes kendinde olmayanı ister”.

Mollanın buna ne dediği bilinmiyor ama, "Atatürk kurucumuzdur. Kurucu liderimizdir. Elbette Anayasa'da Atatürk'e vurgu yapılır. Ama Atatürkçülüğe vurgu yapılmasına, ilke ve inkılaplarına ideoloji bağlamında yer verilmesine gerek yoktur. Renksiz bir anayasa lazım " dediği için kendini TBMM’ye sokamadan başını derde sokan AKP milletvekili Prof. Zafer Üskül’e seçim sonucu iyice demoralize olmuş “Kemalist”lerin nasıl saldırıverdikleri malum. Dut yemiş bülbüle dönen Baykal: “Dakika bir, gol bir!" diyerek canlandı. 184 oyla cumhurbaşkanı seçilebilen bir ülkede bunun toplantısı için 367 gerektiğini ortaya atan ve de (torunlarımız vallahi inanmayacak ama) Anayasa Mahkemesi sayesinde tutturan Yargıtay Onursal Başsavcısı S.Kanadoğlu bu sefer anlamlı konuştu: “O zaman siz ulus-devletin ortadan kalkmasını veya zayıflatılmasını istiyorsunuz” dedi.

Vallahi öyle. Aynen! Türkiye Cumhuriyeti’nin devam edebilmesi için ulus-devletin zayıflatılmasını hatta ortadan kalkmasını istiyoruz. Hemen anlatayım.

“Atatürkçülük”, “Yukarıdan Devrim”, “Ulus-devlet”

Çok sayıda makalenin dışında “Atatürk Milliyetçiliği” adlı 300 küsur sayfalık kitap da yazdım ama, Atatürkçülük nedir bilmiyorum. Bilenlere de şaşıyorum. Çünkü Atatürk aramızdan ayrılalı 70 yıl oldu. Türkiye gibi bir ülkede 70 saatte bir herşey baştan aşağı değişirken 70 yıl içinde aynı içerikte kalmış bir ideolojiden bahsedilebilsin, pes. “6 Ok” diyecekseniz, hiç kendinizi yormayın:



Cumhuriyetçilik: En tartışılmayan ilke. Çünkü 1923’te Saltanat’ın yerine Cumhuriyet geldi ve bir daha kimse tartışmadı. Şimdi ise “demokrasi karşıtlığı” anlamına gelir oldu!

Laiklik: En tartışma yaratan ilke. “Laikçilik” biçimindeki yorumu “kamusal alan”a türbanlıların sokulmasını yasaklıyor. Sokak da kamusal alanın en önde geleni; oradan hesap edin. Yok, resmî daireleri kastettim diyorsanız o zaman vergi ödemeye giden başıbağlı kadını da sokmayın.

Halkçılık: Sakın ola başka bir şey sanmayın, “İmtiyazsız sınıfsız kaynaşmış bir kitleyiz” deyip emeğin örgütlenmesini yasaklamış ilkedir.

Devletçilik: İsterseniz hiç açmayalım. Biz gençliğimizde bunu sosyalizm sanıyorduk, bunu söyleyeyim yeter.

Devrimcilik: “Reform” ve “ihtilal” gibi iki birbirine zıt kavramı birden anlatmak yüzünden anlamsızlaştı. Bu yüzden de kimileri askerî darbeyle sosyalizm kurmak, kimileri de kızların başını zorla açtırmak biçiminde anladı.

Milliyetçilik: 1920 ve 30’larda yarı-feodal bir imparatorluğu bir ulus-devlet’e, ümmet’i ulus’a, tebaa’yı da vatandaş’a dönüştürebilmek için şart olan yukarıdan devrim’i (YD) yaparken kaçınılmaz olan tekdüzeleştirme ideolojisiydi. Ama, sosyal sınıfların ve başta etnik grup kimlikleri olmak üzere çeşitli tanınma taleplerinin artık arş-ı âlâya yükseldiği bugünün Türkiyesinde tam bir bölücülük. Çünkü Türk milliyetçiliği Kürt milliyetçiliğini tetikliyor, o da onu. “Milliyetçilik Türk toplumunun çimentosudur” (Hürriyet, 22.03.2007) diyen, MHP kökenlileri birinci sıraya yerleştiren, 301’i savunan ve “ortanın sağında” olduğunu ilan eden Baykal’dan pay biçin.

Şu “devrimcilik” meselesini biraz daha açacağım. İç dinamiği tembel (yarı-feodal) ülkelerde Batıcı seçkinler (aydınlar) devleti bir biçimde ele geçirirler (1923) ve getirdikleri Batıcı yasaları kullanarak bir ana model değişikliğine giderler yani “yukarıdan devrim” yaparlar (1920’ler, 30’lar). Tabii ki kaçınılmazdır ama zorlamanın da şahıdır. Çünkü bir ulus-devlet eliyle yürütülür. Bizde herkesin üniter devlet’le karıştırdığı bu kavram, ulusun tek bir etnik gruptan oluştuğunu varsayan devlet türünün adıdır. Varsaydığı şey hayal olduğu için de asimilasyona girişir. Yani ulus-devletin soyadı “asimilasyon”dur. İşte bu yüzden, kuruluş döneminden sonra da sürdürülürse, aynen milliyetçilik gibi milleti param param parçalar. (Örnek almaya bayıldığımız Fransa üniterdir ama Korsika adasının ayrı yönetimi vardır, Alsace’da Fransızcaya tercüme bile edilmemiş Almanca yasalar geçerlidir, mahkemelerde Alsasça duruşma yapılır, vb. Bkz. http://www.ba.metu.edu.tr/~adil/baskin/296c)KarsiIddianame-tr(15-02-2005).doc).

Dahası, YD çocuk oyuncağı değildir; 1 defa yapılır. Yeni temel düzen kurulduktan sonrası, artık tetiklenmiş toplumsal dinamiklere kalmıştır; ilerlemeyi onlar sağlar. Nitekim mükemmelen sağladılar da: 2001-2004 AB Uyum Paketleri! Her istediğim hemen oluvermiyor diye ishal olmuş gibi “YD” daha doğrusu darbe yapılmaz. Yoksa hem bin güçlükle yaratılmış iç dinamiğin oluşumu sıfırlanır (1960, 1971), hem de ilerici yerine gerici modeller ortaya çıkar (1980). Üstelik millet de çok sert tepki verir ve darbenin antitezini pat diye iktidara getiriverir: 27 Mayıs 1960’ın ardından 65’te Demirel. 12 Mart 1971’in ardından 74’de Ecevit. 12 Eylül 1980’in ardından 83’te Özal. 28 Şubat 1997 muhtırasının ardından 2002’de AKP. 27 Nisan 2007 e-muhtırasının ardından da, güüüm, bugünkü durum.

Böylece, darbe yapamaz hale gelirsin. O zaman başlarsın daha kötüsüne: Kendin gibi düşünen “sivil”lere “YD” yapsınlar diye telkine. Bazı yüksek mahkemelerin son dönemde verdiği son derece tartışmalı kararların tarihteki yeri işte budur. Ne hukuk ne de adalet duygusu bırakmıştır. 1920 ve 30’larda hukuk kullanılarak inşa edilenlerin devamı 2000’lerde yine hukuk kullanılarak yıkılmıştır. Artık YD, eski seçkinlerin yerlerini kaybetmeme telaşına dönüşmüştür. Eskinin “din elden gidiyor”unun modern karşılığı “laiklik elden gidiyor” paranoyası kullanılarak.



Atatürk = Muasır Medeniyet

Onun için, Anayasa’dan Atatürkçülük gibi ne anlama geldiği artık şaşmış, üstelik Atatürk tüccarlarının rant kapısı haline gelmiş bir terim bal gibi kalkar ve çok da iyi olur. Ezber artık terk edilir.

Onun yerini, Atatürk’ün çağdaşlaştırıcı işlevini bugüne adapte etmek alır. O büyük adam YD’nin bütün amacını şöyle tanımlamıştı: “Muasır Medeniyet’e ulaşmak ve onu geçmek!” 1920 ve 30’larda “muasır medeniyet” o tarihlerin B.Avrupası idi, Türkiye bugün o faşist ortamdan fersah fersah ileride. O açıdan Atatürk çok başarılıdır. Ama, ezberci oldukları için, “Kemalistler” değil. Çünkü Türkiye bugünün muasır medeniyeti B. Avrupa’dan fersah fersah geride. O kadar ki, bu geriliği en “solcu”larımız bile “AB emperyalisttir” diyerek örtmeye çabalıyor. Sanki devletlerden başkası emperyalist olabilirmiş ve AB de bir demokrasi projesi değil de devletmiş gibi.

Bugünün muasır medeniyetine ulaşmak 1920 ve 30’ların ideolojisiyle olmaz. Neyle olacağını, tarihin tanıdığı başıca merkeziyetçi devlet olan ve Kemalistlerin de her fırsatta gönderme yaptıkları Fransa’nın sosyalist başkanı Mitterrand’dan dinleyelim (1981): “Fransa’nın kurulabilmesi için, geçmişte güçlü ve merkeziyetçi bir iktidara gereksinme duyulmuştur. Bugün ise, dağılmaması için, yasal iktidarın ağırlıklı olarak yerel yönetimlere bırakılması zorunlu duruma gelmiştir” (Oktay Uygun, Federal Devlet –temel ilkeler, kurumlar ve uygulama, İst., Çınar Y., 1996, s.194-5).




Yüklə 20,99 Kb.

Dostları ilə paylaş:




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin