3. Bağlamı ve Kur'ân Bütünlüğünü Gözetme
Bütün ifadeler bağlam içerisinde ortaya çıkar ve ancak bağlamına anlaşılabilir. 295 Eğer ortada yazılı ya da sözlü bir kelâm varsa bu, onun dil düzeyinde var olduğu anlamına gelmektedir, dil anlaşılmadıkça kelâm da anlaşılamaz. Bu durum, metnin kendisinin metnin diline indirgenmiş olmasını gerektirmez. Bağlam öğesi, dilin ve metnin varlık kazandığı zemindir. Buna göre dil ve bağlam bir metni anlamanın temel unsurları olmaktadır. Dil, metni anlamada dahilî, bağlam ise hâricf unsur niteliğindedir. 296
Anlama sürecinin gerçekleşmesinde bağlamın metin kısmı kadar, metinde gözükmeyen, ama metnin asla bağımsız kalamadığı tarihsel bağlam boyutunun da büyük rolü vardır. 297
Metin, ilk ve doğrudan muhataplarının dışında var olmuş "zaman dışı ve tarirr ötesi" bir nesne değildir, dil ile metnin ne dediğini, bağlam ile de ne demek istediğini anlamak mümkündür. 298 Siyak göz önünde bulundurularak yapılan yorum, metnin doğduğu ama doğrudan metinde yer almayan anlam ilişkilerini verdiği için sağlıklı ve doğru sonuçlara ulaştmcıdır.
Bağlam bir ifadenin içinde ortaya çıktığı, katkıda bulunduğu ve onun sayesinde anlaşılabildiği birbiriyle ilişkili ifadeler ağıdır. 299 Bir sözün bağlamı (siyak), peşi peşine gelmesiyle oluşan üslûbudur. 300 ifadelerin aynı anda birden fazla bağlamla ilgisi olabilir, bu bağlamların bazısı birbiriyle kesişebilir. 301 Kur'ân yorumunda bağlam göz önüne alınırken bazen Kur'ân'ın tamamı, bazen sure, bazen ayetler topluluğu, bazen da tek ayetin dikkate alındığı yerler olabilir, ya da değişik hükümler için bunların hepsinin veya birkaçının devreye girmesi gerektiği durumlar olabilir. 302
Kur'ân'ın bütünlüğü gözetilmeden ayetlerden getirilen deliller ve yapılan yorumlar söylenen sözün hak, söylemin ve kastedilenin batıl olması sonucunu doğurabilecektir. Nitekim Haricîlerin Kur'ân'dan parçacı bir yöntemle aldıkları hüküm ayeti ve sloganına karşı Hz. Ali, üzerinde batıl yorum yapılan hak söz olarak nitelendirmiştir. 303 Bu ayette, nassın delâletinin haricîlerin yorumladığı gibi olmadığını gösteren unsurlardan birisi diğer karinelerle birlikte bağlamdır. Zira Allah Teâlâ'nın tek hakim olması, kulların anlama ve yorumlamaya ilişkin serbestliklerini ve fiillerindeki özgürlüklerini yok etmeyi de aynı zamanda içermemektedir, nassın ıtlakı üzere alındığı anlamı olduğu gibi şimdi zikrettiğimiz kayıtlarla birlikte anlaşıldığı zemin de vardır.
Kur'ân-ı Kerîm'i bütünlüğü içinde anlamanın önünde bazı hata ve engeller vardır. Mezhep mensuplarının genel tutumu sübjektiflikten kaynaklanan ve önyargıya dayalı engel türündendir. Bir de metottan kaynaklanan hatalar vardır ki, Kur'ân'ı kendi mezhebi düşünce sistemi içinde yorumlamak ve bütüncül tarzda ele almamak bunun açık misalidir. 304 Halbuki çelişkili gibi duran bir metni anlamak/çözmek için daha tutarlı bir bütünlüğe göndermede bulunmak ve bu iki anlamdan birini diğerine eklemlemek ve diğerinin mecazî olduğunu kabul etmek 305 ya da değişik çözümler mümkündür.
Kur'ân'ı, tefsir yöntemlerini ve ilkelerini hesaba katmadan mezhebî ilkelerle yorumlamak doğru değildir. Mutlakın takyidi, istisna yoluyla açıklama, bir şeyin sebebini zikrederek açıklama, âmmın tahsisi, mübhemin açıklanması, ism-i mevsul ve ism-i işaretle kast olunanları açıklama, zaman ve mekanla ilgili kapalılıkları açıklama, garib kelimelerin izahları gibi 306 Kur'ân'ın kendi içinde bulunabilecek ve bütünlük içinde elde edilebilecek bilgileri değerlendirmeye almadan getirilen mezhebî tefsirlere mesafeli durmak gerekmektedir. Yani mezhep bütünlüğü değil, Kur'ân bütünlüğü esas alınmalıdır. Bu ifadelere, zaten mezhep de Kur'ân bütünlüğünü gözeterek sahip olduğu görüşe varmıştır, şeklinde itiraz edilebilir. Ancak bu itirazın doğruluğunun ispatı için açık doğrulama sistemi ve dil ile bağlam unsuruyla test edilmesi gerekmektedir. Aynı konuda birden fazla hakikatin bulunması imkânsızdır, ancak hakikatin yönlerinden söz etmek doğru olabilir. Ekoller, delil getirdikleri nasslarda kendileri açısından Kur'ân bütünlüğünü gözetmişlerdir. Yanı belli ayetler temel alınsa da kendilerine zıt gibi gelen ayetleri te'vîl etmişler, dolayısıyla bütünlüğü göz önünde bulundurmayı tamamen İhmal etmemişlerdir. Ancak görünürde korunduğu sanılan bütünlük gerçekte hem esas alman, hem te'vîl edilen nasslarm doğru yorumlandığı anlamına gelmemektedir.
4. Nassın Yapısı/Farklı Yoruma Açık Olması
Kur'ânî nass, gerek şeriat ve akîde olarak vaz' ettiği şeyler, gerek hidayet ve doğruluğa eriştirmesi bakımından birtakım hüküm ve kaideleri, kendine ait dinî bir terminolojiyi, İslâm dışı unsurlarla kendine has mücadele yöntemini içermekle birlikte anlamı, tek bir bakış açısına ya da mezhebe indirgenmeyecek bir nitelik taşımaktadır. Zira o, işkâlı okuyuşla gerçekleşen soru ve sorunlar oranında cevaplar vermektedir, kendinde bulunan özelliklerle ihtilâfların kaynağını oluşturmaktadır. Gerçekte Kur'ân nassının farklı anlam vecihleri vardır, farklı anlama seviyesine konu olacak alanları vardır, muhkem, müteşâbih, hakikat, mecaz, zahir, batın gibi alanlar farklı anlama seviyelerinin ve delil yollarının varlığını göstermektedir. Öte yandan kelâmın delâlet ettiği anlam ağının genişliğinden dolayı anlam da çeşitlenmektedir. Akıl yürütme ve araştırma alanlarının farklılığı da Kur'ân nassının farklı yorumlanmasını getirmiştir. 307
Kur'ân lafızlarının
1- Bazısı kolayca anlaşılabilir niteliktedir, içine aldığı tüm anlamları açık olarak ifade etmede kendi kendine yeterlidir.
2- Ayrıca anlamı açıkça ifade etmede bîr yönden yeterli, bir yönden yetersiz olanları vardır. Bunlar bir yönden bilinen şeyler iken, bazı sorular sorulduğunda bilinmeyen lafızlardır.
3- Nassların diğer bir kısmı da, farklı manalara ihtimalli olduğundan anlaşılması için başka delillere ihtiyaç hissettirmektedir. Kelimenin dilde vaz' olunan anlamı dışında kullanıldığı mecaz anlamlar bu türdendir. Bu ayetlerin anlaşılması ve murad-ı ilâhînin bilinmesi için aklî ya da naklî delillere ve karinelere ihtiyaç vardır. 308 Bunlardan ikinci ve üçüncü kısımların ilim ehlince bilinebileceği açıktır.
Nassları anlama ve yorumlamadaki ihtilâflarda muhkem ve müteşâbihin tanımı kadar, hangi ayetlerin bu isimler altına gireceğinde de ihtilâf edilmiştir. 309 Kur'ân'da ne muhkem ve müteşâbihin tanımı vardır ne de hangi ayetlerin bu isimler altına girdiği bilgisi vardır. Bunun en açık misallerinden biri kulların fiilleri konusunda geçen iki ayettir. Mu'tezilî yaklaşım dileyen iman etsin ayetini muhkem; “Allah dilemedikçe siz asla dileyemezsiniz” 310 ayetini müteşâbih kabul ederken Sünnî yaklaşım tam tersinden hareket etmektedir. 311
Esasen, lafızmana ilişkisinde bahse konu olan muhkem-müteşâbih meselesi anlama ile ilgili olup, Allah'a aidiyetinde tüm Kur'ân muhkemdir. 312 Dolayısıyla Kur'ân'da, bazen zâtta bazen sıfatlarda teşbihi çağrıştıran ayetler vardır. Ancak birçok ayette Allah Teâlâ'nın vasfı açık bir ifade ile anlatılmaktadır. Bu anlatım Allah'ı yaratıklara benzemekten nefiy ve tenzih eden anlatımdır. Selef tenzih ayetlerinin çokluğu ve delâletlerinin açıklığından dolayı teşbihin imkânsızlığını kabul etmiştir. Ayetlerin Allah'tan olduğunu ve te'vîlsiz imam benimsemişlerdir. 313
Buna karşılık Fahreddin Râzî, aklî yaklaşımının sonucu olarak anlaşılmayan kitapla tedebbür istenmiş olamayacağı, Kur'ân'da geçen istinbâtın ancak bir takım manaları iyice bildikten sonra gerçekleşeceği, bilinmeyen ve anlaşılmayan kitabın hidayete eriştiremeyeceği, Kur’ân’ın mübin oluşunun anlamının bilindiğini gösterdiği, anlaşılmayan şeyin abes (boşuna) olacağı, anlamı bilinmeyen kelâmla meydan okumanın gerçekleşmeyeceği gibi gerekçelerle Kur'ân'da anlamı bilinemeyen ayetin olmadığını söylemektedir. 314 Bu konuda Kâdî Abdülcebbâr da Râzî gibi düşünmektedir. Ona göre, Kur'ân-ı Kerîm'de Allah'ın muradını anlamak, Hz. Peygamber'in ve selefin bilmesiyle sınırlı değildir. Tefsir ve te'vîli sadece peygamber, Selef ve -Şîa'da-imamlar bilir denemez. Zira Kur'ân'a muhatap olma ve sorumluluk sadece ilk muhataplara ait bir olgu değildir. Lügat ve kelâmın delâlet yönleri bilindikten sonra peygambere mümkün olan anlama diğer mükelleflere de mümkündür. Kâdî Abdülcebbâr, Kur'ân'ı anlama bakımından İbn Abbas ve Mücâhid'in diğer asırlarda yaşayanlara bir üstünlük ve meziyetlerinin, ayrıcalıklarının olmadığı görüşüyle 315 nassın anlaşılması ve sorumluluk yükleme imkânının ilk dönemle sınırlandırılmaması gerektiğini vurgulamak istemektedir. Bu konuda da özellikle dil, gerekli çabanın ilk adımını oluşturmaktadır. Müteşâbikü'l-Kur'ân'da Kâdî Abdülcebbâr bunu formüle ederek uygulamaktadır. Bununla birlikte Mu'tezile'nin muhkem ayetlerden ziyade müteşâbihler üzerinde durdukları iddiası 316 doğru değildir. Kâdî Abdülcebbâr'ın bu çalışmada faydalanılan eserlerinden hareketle, belki aklî yaklaşımlarının nassı yorumlamada kendisini bir bakıma belirlediği söylenebilir, ama müteşâbihler üzerinde fazla durmaları söz konusu değildir. Zira tevhid ve adaleti ilgilendiren muhkem ya da müteşâbih, her ayet onun ilgi alanındadır.
Kur'ân-ı Kerim'in lafız-mana ilişkisi çerçevesinde, diğer metinlerde olduğu gibi hakikat ve mecaza 317delâlet eden ibareleri ihtiva etmesi, hangi ayetlerin ne ifade ettiği hususundaki ihtilâfı da beraberinde getirmiştir. Muhkem ve müteşâbihte olduğu gibi Kur'ân-ı Kerim, ne hakikat ve mecazın tanım ve sınırlarını belirlemektedir, ne hangi ayetlerin belirtilen sınırlar içinde olduğunu söylemektedir. Ama Kur'ân'da hakikî ve mecazî ifadelerin varlığı da kesindir. Zira dilde it-tisa' ve mecaz vardır. Ânım lafız her zaman umum İfade etmez, hâs da bazen umum ifade edebilir. Ancak normalde kendi konumlarmdaki anlamı ifade ederler. 318
Dolayısıyla nasslardan dolayı mezheplerin farklılaşması kapısı aralanmış olmaktadır. Ama Kur'ân'ın sonuçta beşerî dil ile ifade edildiği için hakikat ya da mecaz anlamlarına delâlet eden bir yapıya sahip olması, yön ihtilâfını değil de temelde bir ihtilâfı mutlak anlamda onaylaması manasını taşımaz. Öyleyse farklılaşmanın cereyan ettiği alan Kur'ân nassı olurken, şu veya bu şekilde anlama tamamen muhataplara ait bir durum olmaktadır. Bilgi birikimi, bilgi anlayışı/bilgiye bakış, bulunulan coğrafya, siyasal, kültürel ve sosyal şartlar, zeka ve anlama seviyesi, hatta psikolojik haller gibi unsurların Kur'ân'a muhatap olanların farklılaşmasını etkilediğinden bahsetmek mümkündür.
Kur'ân ibarelerinin umumî ve hususî anlamları içermesi de vakıa olup yine farklılaşma alanı oluşturan ifade tarzı türleri içine girmektedir. Buna göre meselâ Allah Teâlâ zahirden başka bir anlamı murad eder, bu durumda ya başka bir hitapta bu hususa açıklık getirir ya da zahirin murad edilenden başka olduğunu açıklar. Hâssla hem onun içerdiği hem de başka anlamlar murad edilir, bu durumda metnin zahiri hâssa, karine de başka anlama delâlet eder. Bu hâss anlam itibariyle oradaki karine nedeniyle âmm olmuş olur. 319
Dil ile ortaya çıkan ihtilâflar gerçekte sosyolojik düşünce modellerini ele vermekte olup 320 kelâmı içerikli mezhebi ihtilâfların birçoğu temelde dil kaynaklıdır. Dil ve dili kurma, onu inşa etme zihinden ve düşünceden bağımsız değildir. Lafız ve lafızlara yüklenen anlam farklılığı, cümle terkiplerindeki çeşitlilik gibi nedenler ihtilâflara yol açmıştır. Sosyal ve siyasî ihtilâflarda dinî nasslara başvurulması 321sonucu farklı yerlerde farklı hakikatleri dile getiren nasslar lafızcı ve parçacı okunmuş, ve sanki farklı hakikatlerin varlığı gibi bir durum ortaya çıkmıştır. Halbuki kelâm ekolleri birbirlerini hak üzerinde olmaya nispet etmemişlerdir. Bu konuda mezhep mensuplarının birbirleri için söyledikleri şeyler meşhurdur. Ancak nasslar birbirleriyle bütünleştirildiğinde tamamen zıt ve farklı hakikatleri değil, aynı ve tek hakikatin farklı yönlerini ortaya koymuş olmaktadırlar. Esasen Kâdî Abdülcebbâr'ın da dediği gibi gerekli şartları taşıdığında bizzat kelâmın kendisi muradı gösterendir. 322
Allah'ın kelâmı kendi içinde mutlak doğruları barındırmaktadır ve insana doğru yolu gösterme gibi hedefi vardır. Fakat farklı ontolojik ve epistemolojik yapıya sahip olan insanda kelâmın kırılmaya uğraması ve anlama farklılığının olması normaldir. Aslında bu durum bir yönüyle insanın ontik bakımdan zaafına, öte yandan da Allah'ın kuşatılmazlığına işaret etmektedir. 323
Kur'ân'da "tutarsızlık" gibi görünen bir hususun varlığını iddia etmek doğru değildir. Çünkü Kur'ân kısır kavramlara dayalı düşünceden uzak bir kitaptır. Öyleyse birbiriyle çelişiyor gibi gelen iki cümleyi olduğu gibi bırakmak uygun olabilir. Çünkü bu cümlelerden birinin eksik bıraktığını diğeri tamamlayabilir. Yani birinin dışarıda bıraktığı hususu diğeri açığa çıkarabilir ve iki cümle gerçeğin bütüncül bir resmini verebilir. 324 Öyleyse nasslar, parçacı ve lafızcı okunduklarında farklı yorumlara müsait bir alan görünümünde olabilirler. Özellikle Kur'ân'ın genel ifadeleri bu duruma oldukça elverişlidir. Nitekim Hz. AH, İbn Abbas'ı Haricîlere gönderirken "onlarla Kur'ân'dan delil getirerek tartışma, sünnetten delil getir" demekle 325 muhtemelen bunu kastetmektedir. Zira Kur'ân, esaslı yaklaşım tarzları için delil olarak getirilmeye daha müsaittir, sünnet ise sözün bağlamının daha çok belirgin olduğu ve lafızla birlikte anlamın sınırlarının daha çok belirgin olduğu bir yapı arz etmektedir. Mezheplerin özellikle Kur'ân'dan delil getirme ısrarlarının bir nedeni olarak bunu görmek mümkündür.
Kur'ân'ı anlama ile ilgili ihtilâf sebepleri olarak müşterek lafızların durumu, birbiriyle çelişir gibi duran (müteârtz) nassların cem' ve telifindeki yöntem farklılıkları, dilbilgisi kurallarındaki anlayış farkı, rakip edilen metodolojik yaklaşım farklılığı 326 gibi maddeleri de saymak mümkündür. Kur'ân'ın içerdiği anlam ve kavramların Allah katında belli anlamları vardır. Kur'ân'a muhatap olan insanlar kendilerine ait bireysel özelliklerin ya da içinde yaşadıkları toplumsal ortamın oluşturduğu bilinç haliyle birlikte kelâmullaha muhatap olmaktadırlar. Muhatap da tek kişi olmadığına göre artık Kur'ân tek bir kimsenin anladığı bir şey olmaktan çıkmakta ve bu anlam çokluğunun sınırları daha da genişlemektedir. Ancak anlam çokluğu bu anlamların hepsinin doğruluğunu ya da yanlışlığını gerektirmemektedir. Esasen anlam çokluğu insana ait bir durumdur. Aksi halde kelâmullahın ifadeleri kendi hallerine bırakıldığında bize tek bir anlam bile vermezler. İfadelerden anlamları bulup çıkaranlar insanlardır. Nitekim Hz. Ali'nin "Kur'ân iki kapak arasında yazılmış bir yazıdır. O durduğu yerde konuşmaz, onunla ancak insanlar konuşurlar, Kur'ân ancak kullar aracılığıyla konuşur" sözünü 327 bu manada anlamak gerekmektedir. Öyleyse kelâmı ekollerin farklılaşmasında, onların farklı bakış açılarına sahip olmalarının ve farklı hususları merkeze almalarının önemli etkileri olduğu ortaya çıkmaktadır.
Dostları ilə paylaş: |