Bu Hadis Üzerinde Bir İnceleme ve Taberânî'nin Tevilinin İncelemesi
Taberânî'nin bu hadis-i şeriften anladığının ne derecede sahih olabileceğini anlamak için Resulullah'ın (s.a.a) bu hadisini üç açıdan (soruyu soran, soru ve Resulullah'ın cevap verirken kullandığı hikmet) inceleyeceğiz. Soruyu soran, aslen İranlı olan Selman-ı Farısî'dir. O, ne Abdulmuttalib soyundan, ne Resulullah'ın eşlerinin akraba ve yakınlarından ve ne de eniştelerinden olmadığı için Resulullah'ın (s.a.a) kendi ailesine kimi sorumlu kılacağını bilmek istemesi, mantıklı olmaz. Selman, Resulullah'ın (s.a.a) huzurunda Müslüman olmadan yıllarca önce rahiplerle ve Hıristiyan bilginleriyle görüşen, onlarla bağlantısı olan bir kişiydi; onlardan önceki ümmetlerin hakkında bilgi edinmiş, peygamberlerle onların vasilerinin rivayetlerini öğrenmişti. İşte bu nedenle Resulullah'a (s.a.a), "Her peygamberin bir vasisi vardır, ya senin vasin kimdir?" diye sormaktadır.
Dolayısıyla Selman, Resulullah'ın (s.a.a) dinine vasisini ve ümmete halifesini sormaktadır. "Her ailenin sorumlusu, kendisinden sonra ailesinin sorumluluğunu üstlenmesi için birini kendine vasieder; o hâlde senin vasin kimdir?" demiyor; dolayısıyla, Resulullah'ın, ailesine kimi vasi tayin ettiğini sormuş olması anlamsızdır. Resulullah (s.a.a), çok önemli konularda ilâhî emri beklerdi; nitekim Medine'de kıbleyi Beytulmukaddes'ten Kâbe'ye çevirmede de aynı şeyi yapmıştı. Sonunda kıblenin Kâbe olacağını bildiği hâlde, "Biz, senin, yüzünü çok defa göğe doğru çevirip durduğunu görüyoruz. Şimdi elbette seni hoşnut olacağın kıbleye çevireceğiz. Artık yüzünü Mescid-i Haram yönüne çevir."[258] ayeti ininceye kadar beklemişti.
Resulullah (s.a.a) hükümet ve hilâfet konusunda Arapların daha önce bir bölümüne değindiğimiz hırs ve rekabetini bildiğinden ve kendisinin Medine'de temelini yeni attığı küçük İslâm toplumu Resulullah'tan (s.a.a) sonra İmam Ali b. Ebu Talib'in veliahtlık haberini duymaya güç yetirecek seviyede olmadığından Hz. Peygamber, Selman'ın cevabını bir süre geciktirdi. Galiba Resulullah'a (s.a.a) izin verildiği için Selman'a cevabını vermiş, ardından, "Musa'nın vasisi kimdi?" sorusuyla Selman'ı sorduğu sorunun cevabını duymaya hazırlamak istemişti. Çünkü Hz. Peygamber, Selman'ın kitap ehli bilginleri aracılığıyla bundan haberdar olduğunu biliyordu. Selman, Resulullah'ın (s.a.a) bu sorusuna, "Musa'nın vasisi Yuşa b. Nun'du."
cevabını verince, "Neden?" diye sordu. Selman, "Çünkü o, İsrail Oğulları'nın en bilginiydi." cevabını verdi. Bunun üzerine, "O hâlde benim de vasim... Ali b. Ebu Talib'dir." buyurdu. Resul-i Ekrem'in (s.a.a) Selman'a bu şekilde cevap vermesinin hikmeti şudur:
1- Resulullah'ın (s.a.a) örnek olarak Yu'şa b. Nun'u zikretmesinin sebebi, onun peygamberlerin vasilerinin en meşhuru olması, Hz. Musa'nın
(a.s) kendisinden sonra onu halife etmesi ve Hz. Musa'dan sonra İsrail Oğulları'nın kumandanlığını üstlenmiş olmasıdır. Nitekim Ali (a.s) de Resulullah'tan (s.a.a) sonra kendi hilâfeti döneminde böyleydi.
2- Resul-i Ekrem (s.a.a) Selman'a, Yuşa b. Nun neden Hz. Musa'nın (a.s) vasisi seçildi diye sorunca Selman, "Çünkü Yuşa onların en bilginiydi." cevabını verdi. Bu basit soru ve cevapla Resulullah (s.a.a), Ali'yi (a.s) amcası oğlu olduğu veya eşsiz cesaretiyle müşriklerle savaşta İslâm'ın yılmak bilmez savunucusu olduğu için değil, insanların en bilgilisi olduğu için kendine halife etmişti. Başka bir deyişle o, vasilik ve Müslümanlara hilâfet için Ali'nin (a.s) yeteneğini ve salahiyetini beyan etmiş ve "O benim sırdaşım, en iyi hatıramdır." Sözüyle bunu vurgulamıştır. Resulullah'ın (s.a.a) bu son sözünü Taberânî kendi isteğine göre, "Ailemden en iyi hatıramdır." şeklinde tevil etmiştir. Böylece Taberânî hiçbir zaaf bulamadığı bir hadisi kendi isteğine göre tevil etmiştir!
Vasiyet Anlamının Tevilinde Diğer Bilginlerin Şaşkınlığı
İbn Ebi'l-Hadid Şafiî, Emirü'l-Müminin Ali'nin (a.s), "Bu ümmetten hiç kimse Âl-i Muhammed'le mukayese edilemez... Onlar imanın direkleridirler... Velâyet ve önderlik hakkı onlara mahsustur, vasiyet ve mirasçılık makamı onlardadır." buyruğunda geçen "vasiyet" teriminin
şerhinde şöyle yazar: Vasiyet konusuna gelince; İmam Ali'nin (a.s), Resulullah'ın (s.a.a) vasisi olduğunda hiç şüphemiz yoktur; bunu kabul etmeyenler bizce inat ve düşmanlık göstermektedirler. Fakat biz vasiyeti hilâfet için bir nas kabul etmiyoruz, aksine bunun başka bir anlama geldiğini sanıyoruz; dikkat edilir de bu anlam anlaşılırsa bu konudan daha yüce olabilir! Biz İbn Ebi'l-Hadid'e cevaben şunu diyoruz: Hz. Ali (a.s) "Velâyet, vasilik ve mirasçılık hakkı bana mahsustur." dememiştir. Dolayısıyla bundan, "Resulullah'ın (s.a.a) ailesine vasilik ve sorumluluk hakkı Ali'ye mahsustur." sonucunu çıkaramayız. Aksine İmam Ali (a.s), "Âl-i Muhammed dinin temel direğidir, Resulullah'ın (s.a.a) vasiliği onlara mahsustur." buyurmuştur. İmam, vasiyeti ve saydığı diğer sıfatları Âl-i Muhammed'e mahsus görmüştür; bu, Hz. Muhammed'in (s.a.a) ailesinin Muhammed ailesine vasilik ve hilâfet hakkı olduğu anlamına gelmez. Binaenaleyh İmam, vasiyeti, kendisiyle on bir oğlunu da kapsamına alan Âl-i
Muhammed'e has bir özellik olarak ortaya koymuştur. Burada İbn Ebi'l-Hadid gibi Şafiî mezhebine mensup bir bilgin, "vasiyet" sözcüğünün anlamında yanılmış, ama açıkça Taberânî'nin tevilini tekrar etme cesaretini de gösterememiştir. İşte bu nedenle "Biz vasiyeti hilâfete bir nas olarak görmemekteyiz; aksine bunun başka bir anlamı vardır!" diyor. Burada İbn Ebi'l-Hadid'den şunu sormamız yerinde olsa gerek: "Vasiyetin başka bir anlamı olduğunu söylüyorsunuz; peki vasiyetin bu söylediğiniz anlamı nedir?!" Kısacası, bu tür gizlemede bilginler, Müslümanlara hâkim gücün,
halife ve valilerin maslahat ve siyasetiyle çelişen, bunların eleştirilmesine sebep olan Resulullah'ın (s.a.a), Ehlibeyt'in ve Hz. Peygamber'in ashabının siretini, sünnetini, hadislerini onlara fazilet ve övgü olacak şekilde tevil ediyorlardı.
4- Silindiğine İşaret Etmeden Ashabın Sözlerinin Bir Bölümünün Silinişi
Hilâfet Ekolü'nün gizlemelerinden biri de, naklettikleri rivayetin bir bölümünü silmeleri ve buna işaret etmemeleridir. İki beytini vasiyet konusunda söylenen şiirler bölümünde kaydettiğimiz ensardan olan sahabe Nu'man b. Aclan'ın kasidesinin başına getirdikleri gibi. Zübeyir b. Bekkar, Sakife olayını ve muhacirlerle ensarın tartışmalarını ve her birinin getirdiği delilleri anlatırken bu şiiri tam olarak kaydetmiş, bu cümleden Amr b. As'ın, ensar aleyhindeki sözlerine değinmiştir. Nu'man bir şiirinde ona cevap vermiş, Hz. Resulullah'a (s.a.a) yardım etmede, onun Kureyş'e karşı savaşlarına katılmada ensarın yardımlarına değinerek, Kureyş mültecilerini ensarın savunduğunu ve onları tüm varlıklarına ortak ettiklerini hatırlatmıştır. Daha sonra Sakife olayına değinerek şöyle demiştir: Dediler ki Sa'd'ı hilâfete seçmek doğru değildir, oysa Ebu Bekir'i seçmeyi doğru gördünüz! Gerçi Ebu Bekir'in buna liyakati var ve bunun hakkından iyi bir şekilde gelebilir; fakat hilâfete Ali daha lâyıktır. Biz Ali'nin taraftarıydık ve sen ey Amr bilmezsin, onun hilâfete liyâkati vardır. O Allah'ın yardımıyla insanları doğru yola hidayet eder, kötülük ve çirkinlikten alıkoyar.
O Resulullah'ın vasisi ve amcasının oğludur; kâfirlerle sapıkların önderlerini öldürendir. Fakat öbürü, kalp gözleri kör olanları doğru yola hidayet
eden ve sağırları sağırlıktan kurtarandır, Allah'a şükürler olsun! O, Resulullah'la (s.a.a) mağarada tek başına kaldı; geçen yıllarda doğru konuşan arkadaşıydı. İbn Abdulbir, İsti'ab adlı kitabında Nu'man b. Aclan'ın hayatı bölümünde bu kasidenin tamamını nakletmiş, fakat şu iki beyti atmıştır:
O, Allah'ın yardımıyla insanları doğru yola hidayet eder, kötülük ve çirkinlikten alıkoyar. O, Resulullah'ın vasisi ve amcasının oğludur; kâfirlerle
sapıkların önderlerini öldürendir. İbn Abdulbir'in, Nu'man'ın kasidesinden bu iki beyti atmasının sebebi, bu beyitlerde Resulullah'ın (s.a.a) amcası oğlu Ali'nin Hz. Peygamber'in vasisi olarak övülmüş olmasıdır; fakat Ebu Bekir'i öven diğer iki beyti kalemden düşürmemiştir! İbn Abdulbir'den sonra gelen İbn Esîr, Usdu'l-Gâbe adlı kitabında Nu'man'ın hayatı bölümünde şöyle kaydeder: Onun şiirlerinden biri, ensarın sözlerinden bahsettiği, ardından Resulullah'a (s.a.a), sonra da hilâfet konusuna değindiği kasidesidir... İbn Esîr daha sonra Nu'man'ın kasidesinin baş tarafından sadece
ensarın faaliyetlerini anlatan birkaç beyini kaydetmiş, hilâfet konusunda muhacirlerle ensar arasındaki ihtilâf ve ikiliği beyan eden geriye kalanını ve yine İmam Ali'nin (a.s) övgüsündeki iki beytini, özellikle onun Resulullah'ın (s.a.a) vasisi olduğunu bildiren kısmını atmıştır!! İbn Esîr'den sonra İbn Hacer gelmiş, Nu'man b. Aclan'ın hayatı bölümünde şöyle yazmıştır: O, şiirler okuyarak kendi kavmi olan ensarı övmüştür! Daha sonra Nu'man'ın şiirinden ensarın faaliyet ve iftiharlarını kapsayan birkaç beytini nakletmiş, hilâfet konusundaki geriye kalan kısmını kaydetmekten sakınmıştır! Ve böylece zaman ilerleyip tarihin rakamları fazlalaştıkça, Ehlisünnet bilginlerinin kalemi de hoşlanmadıkları rivayetleri silmede
daha keskinleşmiş, bizleri tarihî gerçeklere ulaşmaktan bir o kadar uzaklaştırmıştır. Meselâ Zübeyir b. Bekkar'ın (öl. 256 hk.) el-Muvaffakiyyat adlı
kitabında farkına varmadan Resulullah'tan (s.a.a) sonra hilâfet konusundaki ihtilâfı ve Sakife'de muhacirlerle ensarın şiir ve konuşmalarını, bu cümleden Nu'man b. Aclan'ın şiirini ve Emirü'l-Mümi-nin Ali'nin (a.s) fazilet ve menkıbeleri hakkındaki iki beytini tamamıyla kaydettiğini görmekteyiz. Fakat İbn Abdulbir (öl. 463 hk.), Zübeyir b. Bekkar'ın bu büyük hatasının farkına vararak "vasilik" hakkındaki o iki beyti silmiştir! İbn Abdulbir'den sonra gelen ve 638 yılında vefat eden İbn Esîr de Resulullah'tan (s.a.a) sonra hilâfet konusunda ihtilâfın zihinlerde sorular yarattığını görünce, Nu'man'ın kasidesinden hilâfet konusunda muhacirlerle esnar arasında ihtilâf olduğunu bildiren beyitleri atmış, sadece "Nu'man'ın şiirlerinde hilâfet konusundan bahsedilmiştir."demekle yetinmiştir. Yine İmam Ali (a.s) ve onun "vasi" olduğu hakkındaki beyitleri
silmekten çekinmemiştir! Ehlisünnet ulemasının bu iki meşhur bilgininden sonra gelen ve 852 yılında vefat eden İbn Hacer, daha kolayını bularak Nu'man'ın kasidesinin hilâfet konusundan bahsettiğine hiç değinmemiştir!! İşte bu nedenle, tarih ilerledikçe Ehlisünnet'in meşhur bilginlerinin
de söylenmesi yararlarına olmayan tarihî gerçekleri daha fazla tahrif ettiklerini ve sildiklerini söylüyoruz. Vasiyet konusunda söylenenlere dönecek olursak veya gizleme çeşitlerinde ve "vasiyet" rivayetinde gizlediklerini bir daha gözden geçirecek olursak, Hz. Ali'nin (a.s) Resulullah (s.a.a) tarafından onun vasisi olarak tayin edilmesi konusundaki rivayetin yayılmasının Hilâfet Ekolü'nün karşılaştığı en acı mesele olduğunu ve bundan rahatsız olduğunu çok iyi bir şekilde anlarız. Yine bu nedenle bu konuyu silindiğine işaret etmeden kaside ve rivayetten silmişlerdir. Gerek Resulullah'ın (s.a.a) hadislerinde ve siretinde, gerekse onun ashabının siretinde bu tür gizlemeler Ehlisünnet ve Hilâfet okulunda çok yaygın olup, diğer gizleme çeşitlerinden daha fazladır. Vasiyet konusu dışında silinen ve yazıya geçirilmeyen diğer konulara değinecek olursak, ister istemez bahsimiz uzayacaktır.
Dostları ilə paylaş: |