Allame murtaza askerî ehl-i BEYT VE ehl-i SÜnnet ekolleri Mütercim: Cafer bendiderya ismail bendiderya


RESULULLAH'IN (S.A.A) KENDİSİNDEN SONRAKİ HALİFELERİ TAYİN ETMEYE VERDİĞİ ÖNEM



Yüklə 1,44 Mb.
səhifə39/70
tarix29.10.2017
ölçüsü1,44 Mb.
#19784
1   ...   35   36   37   38   39   40   41   42   ...   70

RESULULLAH'IN (S.A.A) KENDİSİNDEN SONRAKİ HALİFELERİ TAYİN ETMEYE VERDİĞİ ÖNEM


Resulullah'ın (s.a.a) kendisinden sonraki imam ve halifeleri tanıtma konusundaki nasları incelemeden önce, onun kendinden sonraki halifeye duyduğu ilgi hakkında biraz bahsetmemiz yerinde olacak. Resulullah'tan (s.a.a) sonraki imamet ve önderliğin önemi ve hassasiyeti ne Resulullah'a (s.a.a) ve ne de etrafındakilere ve ashabına gizli olmayan en önemli meselelerdendir; Resulullah'ın (s.a.a) bi'setinin başından beri herkes bunu düşünmekteydi. Gördüğünüz gibi Benî Sa'saa kabilesinden olan Beyhare, kendisiyle kabilesinin İslâm'ı kabul etmek için, Resulullah'tan (s.a.a) sonra hilâfetin kendilerine bırakılmasını şart koşmuştu. Nitekim Havze-i Hanefî de Müslüman olması karşısında, Resulullah'tan (s.a.a) sonraki hilâfetin hatta çok az bir bölümünün kendisine bırakılmasını istemişti. Resulullah (s.a.a) bi'setinin başından beri devamlı kendisinden sonraki halifeyi düşünüyordu; özellikle İslâm toplumunun teşkili için izleyicilerinden biat aldığı ilk günde, onun bu hassas ve önemli konuya duyduğu ilgi apaçık belliydi. Resulullah'ın (s.a.a) kendisinden sonraki hilâfet konusundaki düşüncelerini Buharî ile Müslim kendi Sahih'lerinde, Neseî ve İbn

Mâce Sünen'lerinde, Malik el-Muvatta'da, Ahmed b. Hanbel Müsned'de ve diğerleri de kendi kitaplarında kaydetmişlerdir. Biz burada Buharî'nin kendi Sahih'indeki sözlerini naklediyoruz: Ubâde b. Samit der ki: "Biz Resulullah'a (s.a.a), (sıkıntı ve rahatlık anlarında,) üzüntü ve sevinç  durumlarında emirlerine itaat edeceğimize, önderlik konusunda Ehlibeyt'iyle (a.s) kavga etmeyeceğimize dair biat ettik."[24] Ubâde b. Samit, Akabe-i Kübra biatinde[25] ensarın güven duyduğu on iki gözeticiden biriydi. O gün Resulullah (s.a.a) kendisine biat eden yetmiş küsur kişiden, Medine'de kendi grubunun sorumluluğunu üzerine almaları için kendi aralarından on iki güvenilir gözetici seçip kendine tanıtmalarını istemişti. Resul-i Ekrem (s.a.a) bu seçilenlere buyurdu ki: "Her alanda grubunuzun sorumluluğu sizin üzerinizedir. Sizler, İsa b. Meryem'in havarilerinin üstlenmiş oldukları vazifeyi üstlenmiş bulunmaktasınız..."[26] "Akabe'de biat konularından biri, Resulullah'tan (s.a.a) sonra önderlik hususunda onun Ehlibeyt'iyle kavga etmememizdi." Diyen Ubâde b. Samit bu on iki gözeticiden biridir. (En la yunaziu'l-emre ehleh.) Bu hadiste geçen ve Resulullah’ın (s.a.a) Akabe-i Kübra biatinde ensardan yetmiş iki erkek ve iki kadından biat alınca Ehlibeyt'iyle (a.s) kavga etmemelerini vurguladığı "el-emre" sözcüğünden maksat, Benî Sâide Sakifesi'nde,[27] ele geçirmek için kavga ettikleri hükümet ve önderliktir; oysa Allah Tealâ böyle bir hükümete liyakat ve ehliyeti olanları şöyle anmıştır: Ey iman edenler, Allah'a itaat edin; Peygamber'e itaat edin ve sizden olan emir sahiplerine de."[28] Resulullah (s.a.a) her ne kadar kendisinden sonraki ensardan olmayan imam ve halifeyi tanıtması hikmete aykırı olduğu için - çünkü o gün Resulullah'a biat eden bazılarının ruhî durumları bunu kabul etmeye hazır olmayabilirdi- burada, onu tanıtmamışsa da, ama daha sonraları imam ve emir sahibini tanıtınca onunla kavga etmeyeceklerine dair onlardan söz almıştı.


Yakınlara Uyarı


Resulullah (s.a.a), kendisinden sonraki önder ve emir sahibini, Akabe-i Kübra toplantısından daha küçük bir toplulukta, yakınlarını İslâm'ı kabul etmeye davet ettiği ilk günde tanıtmıştır. Bu konuyu, Taberî, İbn Asâkir, İbn Esîr, İbn Kesir, Muttaki Hindî gibi bazı hadisçiler ve tarihçiler kendi kitaplarında kaydetmişlerdir. Taberî kendi Tarih'inde bu konuyu Emirü'l-Müminin Ali'nin (a.s) dilinden şöyle kaydeder: En yakın hısımlarını (aşiretini) uyarıp korkut.[29] ayeti Resulullah'a (s.a.a) nâzil olunca Hz. Peygamber beni çağırarak buyurdu ki: "Ya Ali! Allah Tealâ bana, yakınlarımı uyarmamı ve onları sapmaktan korkutmamı emretti. Bunun güç gerektiren zor bir iş olduğunu gördüm; çünkü, bu konuda ağzımı açacak olursam, görmek istemediğim kötü bir hareketle karşılaşacağımı biliyorum. Dolayısıyla sessiz kaldım. Nihayet Cebrail gelerek, "Ya Muhammed! İtaat etmezsen Allah Tealâ seni azaplandıracaktır." dedi. Şimdi bize koyun budundan bir yemekle ayran hazırla. Sonra Abdulmuttalib Oğulları'nı davet et de onlarla konuşup Allah'ın emrini kendilerine ileteyim. Ben itaat ederek Resulullah'ın (s.a.a) emrini yerine getirdim ve sayıları -yaklaşık- kırk kişi olan, aralarında Ebu Talib, Hamza, Abbas ve Ebuleheb gibi Hz. Peygamber'in amcalarının da bulunduğu Abdulmuttalib Oğulları'nı o toplantıya davet

ettim. Bütün misafirler gelince Resulullah (s.a.a) onlar için hazırladığım yemeği sofraya getirmemi emretti. Ben de buyurduğu gibi yaptım. Sonra Resulullah (s.a.a) herkesten önce elini yemek tabağına uzatarak bir et parçası aldı. Hz. Peygamber, o eti dişleriyle birkaç parçaya ayırdıktan sonra bir tabağa attı. Daha sonra misafirlere dönerek şöyle buyurdu: Allah'ın adıyla başlayın. Misafirler yiyebildiklerince o yemekten doyasıya yediler;



öyle ki parmak izleri tabaklarında gözükmekteydi. Ali'nin canını elinde bulunduran Allah'a andolsun onların önüne bıraktıklarım, sadece birisinin iştahını doyurabilecek kadar azdı. Yemek bitince Resulullah (s.a.a) onlara ayran vermemi istedi. O ayrandan herkes içip susuzluklarını giderdiler. Vallahi o ayran onlardan sadece birisinin susuzluğunu giderebilecek kadar azdı. Sonra Resulullah (s.a.a) konuşmak isteyince Ebuleheb daha önce davranarak, "Arkadaşınız sizi fena hâlde büyüledi." dedi. Ebuleheb'in bu sözleriyle oradakiler ayağa kalktılar ve Resul-i Ekrem'in (s.a.a)  konuşmasını beklemeden çıkıp gittiler. Onlar gittikten sonra Resulullah (s.a.a) bana buyurdu ki: "Ya Ali! Bu adam benden önce konuştu, gördüğün gibi ben onlarla konuşmadan dağılıp gittiler. Bu yaptığın yemekten tekrar hazırla ve yarın yine onları yemeğe davet et." Ben yine Resulullah'a (s.a.a) itaat ederek onları yemeğe davet ettim. O, önceki gibi yine yemeği getirmemi istedi; yemeği getirdiğimde önceki gün yaptığı gibi yaptı. Hepsi o yemekten doyasıya yediler. Sonra ayranı getirdim, hepsi içerek susuzluklarını giderdiler. Daha sonra Resulullah (s.a.a) şöyle konuştu: "Ey Abdulmuttalib Oğulları! Vallahi bütün Arapların arasında, akrabalarına, benim size getirdiğimden daha iyisini getirmiş olan bir genç yoktur. Ben sizin için dünya ve ahiret yurdunun hayrını getirdim ve Allah Tealâ bütün bu hayırları elde etmeniz için sizi O'na davet etmemi emretti bana. Şimdi bu önemli meseleyi yerine getirmek için hanginiz bana yardım edecek de aranızda benim kardeşim, vasim ve halifem olacak?" Hiç kimse  Resulullah'ın (s.a.a) önerisini kabul etmedi; hepsi onu reddetti. Ben yaş bakımından hepsinden küçüktüm; yaşlı gözlerimle, "Ben." dedim. "Ya Resulullah! Bu konuda ben senin yardımcın olacağım." Bunun üzerine Resulullah (s.a.a) ensemden tutarak oradakilere dönüp şöyle buyurdu: "Bu sizin aranızda benim kardeşim, vasim ve halifemdir; o hâlde emrini dinleyin ve ona itaat edin." Oradakiler, kahkahalar atarak yerlerinden kalktılar ve evden çıkarken Ebu Talib'e dönerek, "Sana, oğluna itaat etmeni ve onun emrini yerine getirmeni emrediyor." dediler.[30] Bi'setin üçüncü yılında vuku bulan bu davet, Resulullah'ın (s.a.a) halkı açıkça İslâm'a ilk davetiydi. O, bu davette kendisinden sonraki imamı da akrabalarına ilk kez tanıtıyordu. Evet, Resulullah (s.a.a) hicretin üçüncü yılında böyle yaptı; fakat bu olaydan on yıl geçtikten sonra, İslâm toplumunun teşkili için  ensardan biat alırken kendisinden sonraki imamın ismini ağzına almadı. Çünkü bu imam ensardan değildi. Ve o günün toplumu kabile ve kavmiyetçilik temeli üzerine kurulmuş olduğundan Resulullah'ın (s.a.a) onlardan kendi kabilelerinden olmayan birisi için biat alması, hikmet ve ileri görüşlülükle bağdaşmazdı. İşte bu nedenle Resul-i Ekrem (s.a.a) sadece biat, hükümet ve önderlik konusunda kendisinden sonraki emir sahibiyle kavga etmeyeceklerine dair onlardan söz almakla yetindi. Resul-i Ekrem (s.a.a), Bedir Savaşı'nda ashabıyla müşavere ettiği gibi ailevî toplantısında Kureyş'i uyarırken kendisinden sonraki vasisini ve halifesini akrabalarına tanıttı. Resulullah (s.a.a) o savaşın sonucunu bildiği ve toplantıdan sonra müşriklerin ileri gelenlerinin başlarının düştüğü yeri ashaba gösterdiği hâlde ilk önce "ne yapmalıyız." diye onlarla müşavere etti. Hz. Peygamber, burada da aynı şeyi yaptı. Yani, kendisine yalnız Hz. Ali'nin (a.s) yardım edeceğini bildiği hâlde, tebliğ konusunda kendisine yardım etmeyi,  kendisinden sonraki vasi ve halifesinin tayini için şart koşup bunu kabul edenlerin ileri çıkmasını istedi. Fakat onların hepsi bundan sakınıp sadece amcası oğlu Ali buna hazır olduğunu ilân edince onun ensesini tutarak yukarıda söylediklerimizi dile getirdi; onlara da Ali'ye (a.s) itaat etmelerini ve emrini yerine getirmelerini emretti. Yukarıda söylenenleri göz önünde bulundurduğumuzda, Resul-i Ekrem'in (s.a.a) kendisinden sonraki imamet ve önderlik konusuna ne kadar önem verdiğini, yine Resulullah'ın (s.a.a) bu önderi bütün özellikleriyle tanıttığını, başka bir yerde kendisinden sonraki imam ve önderle kavga etmeyeceklerine dair halktan söz aldığını ve kendisinden sonra, hilâfete göz dikenlere karşı koyduğunu görmekteyiz. Şimdi, Resulullah'ın (s.a.a) kendisinden sonraki halife ve imamın tayinine ne kadar önem verdiğini anlamak için onun savaşlara giderken Medine'yi terk ettiğinde ne yaptığını ve Medine'de olmadığı birkaç gün için kendi yerine kimi, nasıl tayin ettiğini inceleyelim.

Yüklə 1,44 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   35   36   37   38   39   40   41   42   ...   70




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin