K - Ben öğretmenim. İlk görev yerim Malatya, Arapkir, Aktaş köyüydü. Dedem de öğretmen benim, babam da öğretmen, ama biz İstanbul’da yaşadığımız için sürekli kimliğimizi gizli tuttuk. Yani çevreden bizim Alevi olduğumuzu ancak kendi, mesela hemşerilerimiz bilirdi. Başka dışarıdan kimse bilmezdi. Biz aynı usulü yine tatbik ettik tabi. Dedem benimle beraber geldi işte namaza falan gitti, işte ezan vakti çeşmede abdestini falan aldı, yani Mümin görünüyoruz. Bize işte tam bu 12 imam orucunun, aşurenin piştiği dönemde, tek bir evde pişti aşure. Tokatlıydı o arkadaşlar da, onlarla tanıştık hani. “Aleviyiz,” işte “ben de Aleviyim,” dedim. Fakat bunları o kadar dışlıyorlar ki, bebekleri var. Bebeklerine süt bile vermiyorlar. Kocaman köyde çocuklarına bir süt bile bulamıyorlardı. Benim oraya gidip gelmemden de huylanıyorlar. Ben tabi onlara yakınlık gösterdikçe yani pek de konduramıyorlar hani ben İstanbul’da yetiştiğim için, hani bilgili olduğum için bu konularda da pek yakıştıramıyorlar. Bir de ebe arkadaş var, o da yine yakın bir Alevi köyünden. Onu biliyorlar ama, ona güçleri yetmiyor. Çünkü sürekli ona bağımlı oldukları için, iğnelerini artık ona bağımlılıklarından dolayı ona güçleri yetmiyor. Sesini çıkarmıyorlar ama öğretmene yani yapmadıklarını bırakmıyorlar. Yani adam çok kötü bir durumda kalıyor. Kimse evlerin kapısını açmıyor, kimse bebeklerine süt vermiyor, yani oraya hiçbir şey yok.
Tam şubat tatilinin döneminde Arapkirli bir bayan arkadaşı benim yanıma verdiler, lojmana. Beraber kalın hoca hanım dediler, yer yok dediler, kış dediler. Biz aynı evde kalıyoruz. Ben şimdi dedikodular duymaya başlıyorum. Ben o Tokatlı arkadaşa, ebe arkadaşa gidip geliyorum ya, dedikodular duyuyorum. “O namaz kılıyormuş da, ben diyormuşum ki, Allah belanı versin.” Yani böyle çocukça çirkin çirkin iftiralar yani. Kesinlikle ben, yani kişiliğime uymaz o tür konuşmalar. Bu tür şeyler yani duyuyorum. Diyorum ki: “Siz benim öyle söylemeyeceğimi bilirsiniz,” diyorum. Dedim artık yani ben: “Selami Beylere gidelim,” diyorum, o bayan arkadaşa. “Hayır, ben oraya gelmem,” diyor, “oraya gitmek istemiyorum,” diyor. Kıllığına: “Gidelim,” diyorum. “Hayır, ben oraya gelemem,” diyor. Öbür taraflara giderken benimle geliyor, ama oralara benimle gelmek istemiyor. Artık yani buna da canım sıkıldı, buna dedim ki: “Arkadaşım,” dedim, “biz seninle aynı evde oturmak zorunda değiliz,” dedim. “Bahar geldi,” dedim, 2 odamız vardı lojmanda, “sen diğer odaya geç,” dedim, “istediğine git istediğine gitme,” dedim. Hani “bana karışma, beni yönlendiremezsin,” dedim. “Ben istediğime giderim, istediğime gitmem,” dedim. Aynı anda kıyamet koptu. Aynı anda müdür kapıya dikildi. Dedi: “Sen dedi misin? Nasıl şey yaparsın?” dedi. “Böyle lojmandan atarsın bayanı,” dedi. “Hayır,” dedim, “ben lojmandan atmıyorum, lojman benim babamın malı değil,” dedim. “Diğer 2 odası var,” dedim, “1 odasını o paylaşsın, 1 odasını ben paylaşayım. Bu,” dedim, “bir sorun yaratmaz,” dedim. "Sen artık,” dedi, o ebenin lojmanı da yine bizim okulun bahçesinin içerisinde, “oraya gidemezsin,” dedi. “O sınırları bile geçemezsin,” dedi. Ben de dedim ki: “Siz nasıl beni men edebilirsiniz ki?” dedim. “Sen kimsin de beni bahçeden geçirmiyorsun?” dedim, “kapıdan geçirmiyorsunuz.” “Ne hakkın var senin,” dedim ya. “Sen nesin?” dedim yaa. “Sen ne biçim öğretmensin,” dedim. “Ya, sen ne biçim insansın,” dedim. “Sen nasıl bana karşılık veriyorsun,” dedi. Dedim: “Hocam, sen öğretmensen, ben de öğretmenim,” dedim. “Sen nasıl bana böyle bir baskı yapabilirsin?” Fakat ipler koptu. Sürekli benim sınıfıma geliyor, ben ilk birinci senem, 1.sınıf verilmez aslında ilk senede öğretmene. Hem bana 1. sınıfı vermiş, hem de nasıl baskı uyguluyor. “Defterlerini, her gün getir imzalat, imzalatmazsan…” neyse ben hiç taviz vermiyorum. Fidanlarımı sonuna kadar yapıyorum. Dersin yarısında geliyor, içeriye giriyor, çocuklar bir şeyler yazdırıyor, kağıtları topluyor. Yani böyle artık o kadar bana baskı uyguladı ki, yani böyle baskıdan nefesim kesilecek duruma geldi. Ondan sonra bir gün de müfettiş geldi okulumuza. Müfettiş işte şansımıza Alevi bir müfettiş geldi, şansıma sınıfıma o geldi. Hocam dedim, “durum bundan, bundan ibaret,” dedim, “bana böyle, böyle baskı yapıyor. Tek suçum, arkadaşlarla görüşmem, beni,” dedim “çok eziyor, çok kötülük yapıyor.” 3 lojman yan yanaydı, lojmanın üstünün çatısı bütündü. Biz müfettişi aldık Selami Beyin evinde, Tokatlı arkadaşın evinde, misafir ediyoruz. Yukarıdan girmişler, şeyin çatının altından teyp koymuşlar, bizim konuşmalarımızı kaydetsinler de, yani bizim başımıza işler açsınlar diye. Biz fark ettik tabi, tıkırtılar olduğundan fark ettik fakat konuşmamızı gene de engellemedik hani, konuştuk gene de. Yani ben o sene ilk senemde, hayatımın en kötü yılını, en kötü öğretmenliğini, yani çok baskıya maruz kaldım ve zorunlu olarak oradan tayinimi yaptırdık. İstanbul’da çalışmaya başladım. Alanya’ya geldik ve ben hep kimliğimi sakladım yani. Hiç, İstanbul’da çalıştığım okulumda müdürüm Aleviydi. Çok Alevi arkadaşlar vardı. Orada kimliğimi saklamadım. Oradan sonra Tunceli’ye gittim. Tunceli Pülümür Yatılı Bölge Okulu’nda çalıştım. Yani orada bile Sünni arkadaşlar benim Alevi olduğumu bilmiyorlardı. Yani Alevi bir yerde çalıştığım halde, hani o kadar, biz o, bir de benim babamın yaşadığı çok kötü olaylar olduğu için, biz yani kimliğimizi sürekli saklamak, öyle alıştık yani, açıklayamadık. Alanya ya geldim ben. Ketsem İlköğretim Okulu’nda çalışıyorum. Bir gün bir Tuncelili öğretmen arkadaşımız var. Bu öğretmen arkadaşımız kapıdan çıktı biz de bayanlar bir masada oturduk konuşuyoruz. Çıkınca kapıdan, dedi ki bir Hataylı arkadaş: “Arkadaşlar,” dedi, “siz biliyor musunuz?” dedi. “Bu Zeynel Bey Alevi?” dedi. “Bunlar çok pis insanlar” dedi. “Bunlar…” dedi, yani çok kötü şeyler söyledi. Ben de dedim ki: “Bak arkadaşım,” dedim, “eğer Zeynel Bey’in yanında konuşmayacaksanız,” dedim. “Bu lafları benim yanımda da konuşmayın,” dedim. “Ben de Aleviyim,” dedim. “Hiç,” dedim, “yani çok çirkin konuşuyorsunuz, bizler sizin bildiğiniz gibi değiliz. Bizim kadar temiz, bizim kadar dürüst insan yok,” dedim. “Ben çalıştığım yerlerde de çok gördüm,” dedim. “Alevi bölgesinde çalıştık, hiçbir ahlaksızlık, hiçbir çirkin şeyle karşılaşmadık. Çok yani,” ondan sonra tabi beni de tanıdılar, yani arkadaşlarımla ilişkilerim de çok iyiydi her çalıştığım şeyde. Böyle…
Belediyede çalışanların anlattıkları örnekler:
İstanbul'da yaşayan Alevi yurttaşların anlattığı örnekler:
K1 - Olanı anlatıyorum. 99’da seçimler oldu, 96’da mı oldu. Tayyip ilk geldiğinde sene kaç? 1995-96 yılında Tayyip Erdoğan ilk Belediye Başkanı olduğu zaman, 3 ay sonra Ramazan oldu. Ramazan’da ben çalışıyordum, yemekhaneyi komple kapattı. Niye. Aleviler yemek yemesin. Araştırma Müdürlüğü vardı, Hereke de, orda bütün hepsi çalışanları Aleviydi, o bölgede. Gıcıklığına kapattılar. Bu seferde Alevi olan işçileri teker teker ayıkladılar. Alevi kökenli olup da, daha işleri olan, üniversite mezunu olan insanları işten atmaya başladılar. Neye madde buldular. 13. maddeyi buldular. Hırsızlık mı yapmış, fuhuş mu yapmış, yüz kızartıcı suç mu yapmış. Yok. Neden atıyor. İş yerleri belirsiz benim işime yaramıyor. Onları işten atıyor kendilerine kadro açıyorlar. O Alevi insanların benim bildiğim bin tane adam var aynı şekilde mağdur olmuş mahkemeye verdiler, ama bir şey elde edemediler çünkü sistem onlardan yana. Gücü yetmiyor adamın. Niye komşularımız bir kavga ettiğimiz zaman “Kızılbaşlar” diyorlar. “Aleviler, mum söndü...,” diyorlar.
K2 - Cuma günü İSKİ’ye gittim, annemin amcasının oğlu orda. Benim bir evle ilgili sözleşme yapmam lazım. Baktım dediler ki, sordum: Ya nerde?” dedim. Dediler ki: “Yukarı katta dördüncü katta.” Gittim. Yüksel Abi bir baktım: “Ne oluyor ya sen burdasın yukarı çıkıyorsun?” dedim. Dedi ki: “Beni sürüyorlar,” dedi. “Niye?” dedim. “Ben Alevi olduğum için.” Adam bak devlet memuru, adam Alevi olduğundan dolayı adamı sürgün ediyorlar. Bu adam hırsızlık yapamadı, rüşvet yemedi. Dedi ki: “Bıktırmak için istifa etsin gitsin diye, o kadrodan başkaları faydalansın.”
K3 - Bak ben dedim, 95, 96 yıllarında İSKİ’ye geldi Tayyip Erdoğan ilk işi yemekhaneleri kapattı, Alevileri sürdüler, ondan sonra mağdur bıraktılar işten attılar. Bizi bile. Ben çalışıyordum, benim Alevi olduğumu da biliyordu adam, benim teyzemin oğlu müdürdü o bölümde. Benim teyzemin oğlu istifa etti gitti, hala intikam almak için, benden intikam aldılar. Niye? Teyze oğlu olduğum için, daire başkanıydı diye, Alevi olduğum için. Çünkü çocuğun geleceği parlaktı. Ne oldu? He burada ne kadar Alevi var ne kadar şey var tek tek baskı yaptılar. Beni aldılar..köyden taaa Ömerli Barajı’na kadar. Ben nasıl Ömerli Barajı’na gidip geleceğim? Mecbur istifa etmek zorunda kalıyorsun. Ben 6 ay Ömerli Barajı’na gittim geldim abi. Ömerli Barajı İstanbul’un dışında bir yer. Sabah 3 saatte git, 3 saatte akşam geleceksin. Sanki buradan Bolu’ya gitmiş gibi. Ya benim altımda arabam yok. E ne oluyor. Alevi, Sünni çatışması değil, geçinebilecek kadar ihtiyacımızı istiyorduk ya başka bir şey istemiyoruz ki. Ama nitekim Tayyip’in bu son Belediye Başkanlığı’nda, bir buçuk yıl yaptı millete kan kusturdu. Ailece belediye çalışanları kan ağlıyordu. 15 yıldır gericilerin ne bileyim şey düşünenlerin yuvası olmuştur, kadrolaşmıştır. Oradaki Alevi olan çocukların çoğu ya sürgün edilmiştir ya işten atılmıştır. Git bugün belediye de o dönemde 10.000’e yakın insan vardır, git Belediye’ye ya 300 kişi kalmıştır ya 300 Alevi kalmıştır. Kalmamıştır da belki de. O da parmakla sayılanlar. Çünkü ne oldu hep işten atıldı hep işten 13., 14. maddeden. Niye, kadrolaşmalarını kurmak istedikleri için. Şimdi insanın başarılı olması için kadroya geçmesi lazım. Bunları mesela kadrolu yapmıyorlar. Ya benim burada evim, 120 milyon lira vergi veriyorum, ya Sünni 12 milyon veriyor. Ya bu kadar da adaletsiz iş olur mu arkadaş ya.
K4 - Refah döneminde çalışıyorum. Belli de konumum var yani konum ne müdürlük seviyesinde bir yerdeyim. Abdal Musa ziyaretine gittik yani türbe ziyaretine biliyorsunuz. Gittik. Ben şimdi bunlara dedim ki: “Böyle böyle Abdal Musa’ya gideceğim, bana,” dedim, “bir hafta izin.” 21’inde ziyaret. Dedi ki: “Ne yapıyorsun sen?” Dedim: “Böyle böyle,” anlattım. “Ya orda ne işin var,” dedi, “Sen Müslüman değil misin?” dedi ya. Dedim ya “Abdal Musa ermişlerden birisidir.” Anlatmaya çalıştım tabi. “Hayır,” izin vermedi. Ben tabi vizite kağıdı, rapor aldım yine gittim. Döndüğümde elime bir kağıt verdiler, ...temizlik işçisi olarak görevlendirildik. Yani dik durmanın tabi özel bedelleri var. Biz tabi orda boyun eğmedik, gittik yardımı yaptık, geldik, çöp dediyse döktük.
Ankara'da yaşayan Alevi yurttaşların anlattığı örnekler:
K1 - Ben buraya geldim Büyükşehir Belediyesine girdim. 4 yıl çalıştım 4 yıl sonra Melih Gökçek Belediye Başkanı oldu. Dediler ki: “Melih Gökçek işten adam atacak.” Tabi bizden önceki çalışan ağabeylerimiz var ama ASKİ’ye kimse dokunmadı şimdiye kadar. Aski Genel Müdürlüğü’ndeyim. Arıtma tesislerinde vasıflı eleman olarak çalışıyorum. Aradan bir hafta geçti, bir isim listesi gündeme geldi. Gittik baktık. Bize göstermediler tabi. Araya birilerini koyarak 15 gün sonra isim listesi elimize geçirdik. Yukarıdan aşağıya baktık. 81 kişi. 81 kişinin içinde iki tane Sünni vatandaşımız var. Tesadüfen değil, biri komünistti yani. Arkadaşı öyle vermişler. Bir tanesi de bizimle çok samimi olduğu için. Onun başka bir ilgisi yoktu. Biri komünist olduğu için, bir diğeri de bizimle çok samimi olduğu için. Melih Gökçek beni tanımaz. Ben Melih Gökçek’le hiç yüz yüze gelmemişimdir artı, tabi bu olaylar genişledi. Büyükşehir Arıtma Tesislerinden öyle atıldık, ASKİ’den öyle atıldık. Büyükşehir Belediyesi’nden farklı insanlar atıldı. Bunlara baktığımız zaman % 99 u Alevidir. bu atılmayanların içinden bir tanesi daha var. Onu da yanlışlıkla atmamışlar. O da babasının adı Ali Osman olduğu için.
K2 - ASKİ’nin önünde eylem yaptık. Diğer büyük şehirden atılan arkadaşlarla bütünleştik. Güven Park eylemi yaptık, Belediye Meclisi olaylarını hatırlarsınız. Çünkü dünya kamuoyunda görüldü bunlar. Biz Belediye Meclisine sadece Melih Gökçek’e, “arkadaş bizi niye attın?” diye sormaya gittik. Biz silah kuşanmadık, ne bileyim herhangi bir şeyimiz yoktu. Eylemlik dönemimizde Ulus’taki Belediye Meclis Salonuna gittik. Soracağımız şey, çok samimi söylüyorum, çünkü o zaman ben de eylem komitesinde görevli bir arkadaştım. Sadece soracağımız şey: “Arkadaşım ya da başkanım bizi sen ne diye attın. Biz belediyeye bir hırsızlık mı yaptık, kamuyu zarara mı uğrattık. Kamu malına zarar mı verdik ya da işe mi gelmedik?” ya da herhangi bir, yani gerekçesini öğrenelim dedik, sormak için gittik. O zamanlar A Takımıydı Keçiören Belediyesi’nin şimdi DAF grubu oldu. Belediye Meclisini bastılar o zaman benim şu kemiğim kırıldı zaten televizyonlarda dünya kamuoyu izledi. Bize bir ton dayak attılar. Sırf niye biliyor musunuz Aleviler Belediye Meclisini bastı diye. Ki adamlar silahlı döner bıçaklı falan sallamalı öyle bastılar. Mehmet Ali diye o zamanlar yanlış hatırlamıyorsam Doğru Yolun bir Belediye Meclis Üyesi vardı. Adamlar Belediye Başkanlarının canını zor kurtardı oradan. 18 tane yaralı insan vardı. 18 insanımız yaralandı orada. Bazıları beyin travması falan geçirdi, ciddi yaralanmalar var. Bacakları kırılanlar oldu. Ha oradan geçelim Emniyete. Yahu bizi yaralı aldılar. Kan kaybeden bir arkadaşım var Tokatlı bir arkadaşım. Kan kaybediyor. Çok ciddi biçimde kan kaybediyor. Bizi Emniyete götürdüler, Belediye Meclisi’nde bizi döven adam orada bizi sorguladı. Düşünebiliyor musunuz Emniyette bizi sorguladı. Sorgulayan amir memur her kimse oturuyor masanın öbür yanında, belediye meclisinde bizi döven orada elinde döner bıçağıyla orada sallayan aynen orada yan yana oturuyorlar. Oradan ona bir şeyler soruyor, benim orada ifademi alıyorlar. Dedim ki: “Bu adamı buradan kaldıracaksın kardeşim.” “Niye?” “Bu adam beni dövdü dedim ya. Bu adam nasıl ifademi alır nasıl sorgular?” Yani bu derece şeyler. Hayatımızın her alanında biz bunları yaşadık halen yaşamaktayız. Günlük hayatımızda yaşıyoruz.
Esnaflık/Ticaret hayatı üzerien anlatılan örnekler
Tarsus'tan bir katılımcının aktardığı örnek:
K - Ben bakkallık yayıyordum. Sivaslı iki tane çok değerli müşterilerimiz vardı, adamlarla diyaloglarımız iyiydi. Bir ara hesabı kestiler. Ben hesabın niye kesildiğini bir türlü anlayamadım. Sonra gittim, karşı tarafta çalışan bir bakkal vardı, Remzi Büfe. Onun yanında çalışan çocuk çıktı, bir gün sordum: “Siz oraya veriyorsunuz, niye acaba bizden almıyor?” dedim. “Amca, sen Cuma Namazı’na gelmediğin için, o büfeci demiş ki: ‘Sen bu adamı hiç Cuma namazında gördün mü?’ ‘Yok.’ Gidip o adamdan alıyorsun, o zındık o adamdan,” demiş.
Antalya'dan bir örnek:
K - Ticaret yapmaya başladığımda Mehmet adında biri, isminin şuanda Mehmet olduğunu unutmadım ama soy ismini bilmiyorum. Serik’te Antalya’da bir ayakkabıcıda bir basamak yapıyordum, demirden metalden, biri de geldi ayakkabı aldı, ayakkabıcının dostu. Ayakkabıcı da Türk müdür, Kürt müdür, Alevi mi, Sünni midir nedir bilmiyorum ama hasbelkader tanışmıştık. “Bir işim var,” dedi, “yapar mısın?” “Yaparım.” dedim, ben bu işi yaptığım için. Gittim yaptım, oradan da başkası geldi onun dostuymuş. Ayakkabı aldı, hoş beş ettiler, çay içtiler. O da dedi ki: “Benim büyük bir işim var. Senin ustan yapar mı, ayakkabıcı,” dedi. “Bilmiyorum, Erzincanlı bir arkadaş ama çok iyi çalışan biri, çok güzel iş yapan bir insan, şu merdiveni kimse yapamadı ben ona yaptırdım, görüldüğü gibi de bitirdi,” falan dedi. O da dedi: “Yarın görüşelim.” Ben buradan bastım 2. gün motorumla Serik’e gittim. Adamla anlaştık. Aman bana 1 buçuk milyar malzeme parasını da verdi. Bundan 3-4 sene önceydi. Hiç unutmuyorum, bazen o sokaktan geçince ora aklıma geliyor. Pazarlığımızı falan her şeyimizi anlaştık. Piyasanın altında da uygun bir iş teklifi verdim. Sordu: “Nereliydin sen? Dedim: “Erzincanlıyım.” “Erzincan neresi? Dedim: “Refahiye.” “Sende Kürtlük var mı?” dedi “yav?” dedi, “tipin esmer falan ama Laz mısın Kürt müsün?” Dedim: “Kürt’üm Aleviyim,” dedim, peşine hemen, “Kürt Alevisiyim,” dedim. Dedi: “Biraz bıyıklarından tipinden zaten Kürt olduğundan şüphelendim de, bir de Alevi mi çıktın?” “Evet,” dedim. “Bir daha söyleyeyim dedim, bir de solcuyum dedim,” onu da söyleyebilirim devamında. Adam dedi: “Kardeş gel buraya, duvarın dibine çekti,” dedi “şu paramı verir misin?” “Buyurun hemen veriyim,” dedim. Dedi ki: “Ben sana şuanda burada iş versem mahalle beni boğar. Sen,” dedi, “bir hafta, on gün çalışacaksın, onu alıp kendi adamlarını da getireceksin. Sizin tipinize, hesabınıza baktıkları zaman beni burada keserler. Ben milliyetçi biriyim, dindar biriyim, buralarda öyle bir şey yok, ben veremem kusura bakma.” Ben de dedim ki: “Ben size paranızı iade ediyorum, benzin para mı da istemiyorum.”
Antalya'dan başka örnekler:
K1 - Bir gün Konyalı arkadaşlar geldi. Bir referans münasebetiyle. Biri bizi önermiş. 4-5 tane arkadaşlar. “Konyalı Kardeşler” diye bir şirket kurduk. Özellikle tamirci, işte elektrikçi vs. Piyasanın da altında tutuyorum işte işi almamdan dolayı. Neyse geliyorlar gidiyorlar. Aradan bir sene geçti. Biz tabi benim iş yerimde bu Alevilikle ilgili problemler falan ya da sorunlar ya da sohbetler edilmeye başladı. Onlar da biraz kulak misafiri oldu. Aradan 1 hafta geçti, defteri almak istediler. Yani dediler ki: “Biz sizinle çalışmak istemiyoruz, işte bir arkadaşımız geldi Konya’dan böyle böyle yapacağız, almak istiyoruz,” filan. Tabi işin özünü ben daha sonra diğer arkadaşlardan ya da yan komşulardan bana, bu arkadaşlara referans olan kişiden öğrendim. Benim Alevî olmamdan dolayı artı ondan sonra bu gibi sohbetler ya da bu gibi Alevilikle ilgili sohbetleri yapmamdan dolayı defterini almış. Tabi muhasebecilik iş hayatım boyunca bu tür şeylere uğradım ama esas göze çarpanlar da budur. Bu kadar.
K2 - 1977 de ev kurma bir arkadaşlan, Tuncelili, kamyonu var yük götürdük Erzurum’a. Erzurum’dan dönüşümüzde bir de Çorumlu bir arkadaşlan tanıştık. O zaman petrol sıkıntısı da var. Bir petrole yanaştık, petrolün sahibi geldi “19 lan 62 ayrılın,” dedi. “Hiç kuyrukta beklemeyin size petrol yok.” Bunlar ikisi belli. Biri Çorum, biri Tunceli. Petrol sahibi paraylan Alevî oldukları için yakıt vermiyor.
Havza'dan bir örnek:
K1 - Sünnilerin ..dağından bir alış veriş yaptığım hacı arkadaş var. Onlar bir koca yazma göndermişlerdi, birbirlerine bir lif örmüşler, kırmızıyla karışık, oraya götürdüm onu hediye olaraktan. “Kızılbaş işi,” dedi, birisi ordan, “bak Kızılbaş, kırmızı ya.” Orda birisi dedi “bu kırmızıdan herkes ne kadar nefret ediyor,” dedi. “Bir gözü kızmış, kudurmuş boğanın önüne, boğa var ya, şöyle tutsan,” dedi. “O kırmızıyı görünce,” dedi, “o bile geri duruyor,” dedi. Ben de dedim ki: “Yav bak, o bir temsil eden sancak kırmızı, milleti temsil eden bayrak kırmızı, trafiğe kırmızıyı, turuncuyu koyunca olan arabalar duruyor kırmızı, sen de dedim o hayvanlara da bakıyorsun kırmızıyı görünce kendine geliyor,” dedim, “sen atıyorsun kırmızıyı.” O hacı dedi ki: “Yav dedi sen ses etme, bunlara güç yetmez bunlar bu laf…”
K2 - Damarındaki kan da kırmızı demedin mi?
K1 - O kadar da dedim işte.
9. Bölüm: KAMU HİZMETLERİNDEKİ AYRIMCILIKLAR
Alevi yurttaşlar, kimi kamu kuruluşlarında, belediyelerde işlerini hallederken de daha önceki bölümlerde aktarılan sıkıntıları yaşadıklarını aktarmakta ve kimi vatandaşlık hizmetlerinden de eşit olarak yararlanamadıklarını vurgulamaktadırlar. Örneğin, Alevilerin yoğun olarak yaşadıkları yerlerde dahi camiler yapılırken; Aleviler, kendi ibadetlerini gerçekleştirecekleri, cemevleri olarak, kullanabilecekleri mekanlara sahip değiller. Üstelik bu tür mekanlar kendi çabalarıyla oluşturulsa dahi camilerin sahip olduğu imtiyazlardan yoksun durumdadır. Bunun yanı sıra, görüştüğümüz Alevi yurttaşlar; yol, su, elektrik, park vb. hizmetlerde de Alevilerin yaşadığı mahalle ya da köylerin diğerlerine göre daha sınırlı hizmet aldığından yakınmaktadırlar. Benzer şekilde, devlet dairelerinde işlerini yaptırmaya giden Alevi yurttaşlar, Alevi oldukları anlaşıldığı zaman işlerinin yokuşa sürüldüğünü, zamanında yapılmadığını, devlet dairelerinde baştan savıldıklarını, ayrımcılığa maruz kaldıklarını ve mağdur olduklarını dile getirmektedirler. Alevilerin koymak istedikleri yazmayan ya da isimleri kimi zaman çarpıtarak nüfusa işleyen nüfus dairesi memurları, bunun en çarpıcı örneğini oluşturmaktadır. Bu konudaki en yaygın örnek: Aleviler, “Bekir” ismini tercih etmediği halde bir çok Alevi’nin nüfus cüzdanına “Bekir” isminin yazılmasıdır. “Bekir” ismindeki bir çok katılımcı aslında isimlerinin “Bektaş” olduğunu; ama kimliklerinde “Bekir” yazdığını dile getirmişlerdir. Bu bölümdeki örneklerin yoğunlaştığı diğer bir nokta da karakollarda, göz altılarda, Alevi olmanın artı bir suç olarak görüldüğüne dair verilen örneklerdir. Ayrıca başlı başına Alevi olmak, kimi zaman potansiyel suçlu olmak anlamına geldiği için, gözaltına alınma sebebi dahi olabilmektedir. Özellikle Tuncelili yurttaşlar, Alevi olmanın yanında; Kürt ya da Zaza oldukları için de bu tür olaylarla sıkça karşılaştıklarını dile getirmektedirler. Son bir nokta da bazı Alevi yurttaşların polis okullarının yazılı sınavlarını geçtikleri halde sözlü sınavlardan geçirilmediklerine dair şikayetlerdir.
Alevi yurttaşlar yaşadıkları yerlerde kendi ibadetlerini yapabilecekleri mekan ve uygulamalar talep ediyorlar, camilere tanınan ayrıcalıkları eleştiriyorlar.
İstanbul'da bir mahallede Aleviler Caminin kullanım hakkını alamıyor:
K - Şimdi ben, Aşık Bayram olaraktan Tokat Turhal’ın Tekke köyündenim. Benim başıma da şöyle bir şeyler geldi. Burada şimdi ibadet zamanımız geldi. Sultanbeyi’nde oruç tutacağız, 12 imam orucu. “Toplanacak bir büyük yer yok. Gidelim de Hz. Ali Camisi var şu yukarıda. Camiyi o komşularımızdan isteyelim. Bize bir haftalığına versinler. Geceleri biz orda ibadet edelim, akşam onlar yine namazını vakitten vakite kıysın,” dedim. Rahmetlik oldu, Armutalan köyünden İbrahim Aşık vardı, yukarıda duruyordu rahmetlik oldu adamla biz kafayı birledik gittik. Oradan şimdi vardık, geldi toplandılar onların derneğine girdik. Selam aleykümselâm hoş beş, bize bir sevgi saygı, yalnız bu sevginin saygının dedim sizden şunu istiyorum dedim. “Ne istiyorsunuz?” dediler. “Yav,” dedim, “bu cem evi Hz. Ali’nin mescit cami, cami değil minareli değil, mescit. Biz burada akşamları ibadet edelim, 12 gün burada biz yas tutacağız. Yalnız siz yine sabah, öğlen, akşam ibadetinizi, namazınızı kılın. Yalnız saat 9, 10 dan sonra neyse bize koyacaksınız.” “Yav,” dediler Allah'ı severseniz falan. Niye? “Ya biz size burayı verir miyiz?” Niye? “Ya Siz size alevi diyorsanız, eğer Türkiye cumhuriyetinin bir vatandaşıysanız, eğer mezhebiniz dininizle bir çatı altında, bir şemsiye altında toplanıyorsanız, arkadaş bu devletin adamıysanız bu devlet niye size bir yer vermiyor?” Kardeşim Sultanbeyli de var 280, 300 cami. Aha şimdi biz buradan dedik biz cemi toplum edelim, şimdi belediye başkanı Sultanbeyli’nin bize göz dikti. “Niye?” “Sizin ora yoksul havzası,” bilmem ne. Neyse. Vermeyiz dediler. Kesinlikle vermeyiz dediler. Bir de dediler buradan hiç çıkmazsanız. Yav biz 12 gün bayram edeceğiz. Şimdi onun üstüne eve vardık yattık.
İstanbul'dan bir katılımcı köyüne cami yaptırılmak istenmesini eleştiriyor:
K - Köyümüze haber geldi ki: “Köye cami yapacaksınız.” Ya biz alevi köyüyüz. Biz nasıl cami yapacaz kardeşim, yani mantığa uyacak bir şey değil sen beni hakkımdan edemezsin. Biz kalkıp ta Yavuz’a başkaldırmışız, kalkıp ta bugün mü başkaldırmayacağız. Biz köyümüze cami yapmadık diye yolumuz yapılmadı. Köyümüze su gelmedi, köyümüze elektrik gelmedi. Hala telefon yok. Cep telefonu hala köyümüzde çekmiyor. Niye? Ben yazın köyüme gittiğim zaman cep telefonu çekmez. Tamam diğer normal telefonu vermiyorsun yüksektir. Bir verici kur. Vermiyor bunlar vermiyor, alevi köylerine bunlar verilmiyor.
İstanbul'dan katılımcılar, cemevlerinin camilere tanınan imtiyazlardan yararlanmasını istiyor:
K1 - Biz burada, cem evinin işte elektriği bağlansın diye TEDAŞ’a müracaatta bulunduk. Gelin bizim elektriğimizi bağlayın diye. O da dedi: “Bağlayamayız.” “Niye bağlayamazsınız?” dedim. “Orası ibadethane değil,” dedi. Ben dedim: “İbadethane olmadığına dair bana bir yazı ver.” “Yok sen dedi gideceksin müftülükten yazı alacaksın ibadethane olduğuna dair,” dedi. “Ben o yazıyı göreceğim, ona göre senin elektriğini bağlayacağım,”dedi. Bizde elektriğe ihtiyacımız olduğu için buradaki direkten elektriğimizi aldık, yani kaçak aldık. Yani gelin bağlayın, yani bununla ilgili rapor tutuldu. İşte 1 milyar civarında bir ceza ödedik. Gelip bağlamadılar da. Sonra ben dilekçe verdim. Dilekçemi kabul etmedi. “Yok biz bu dilekçeyi alamayız,” dedi. Bende iadeli taahhütlü gönderdim. Ve vermiş olduğu cevapta şu diyor ki, TEDAŞ’ın resmi yazısı: “İbadethane olduğuna dair ilçe müftülüğünden yazı getireceksin,” diyor. Bende gittim ilçe müftülüğüne. İlçe müftüsü de bana dedi ki: “İyi güzelde sana böyle bir yazı vermem için orda bir imam çalışacak,” dedi. “Maaşını da devlet verecek,” dedi. “Ben oranın ibadethane olduğunu tanıyacağım ve ondan sonra şey olacak sizin elektriğiniz bağlanacak.” Ben dedim: “Müftüm gönder çalışsın madem maaşını siz ödüyorsunuz.” Durdu durdu: “Yok,” dedi. “Ben onu da gönderemem,” dedi. “Peki,” dedim, “nasıl çözeceğiz bu sorunu, bizim elektriğimiz bağlanmayacak elektriğimizde kaçak.” Elektrik tabi bağlanmadı, hala şu anda elektrik yakılıyor ama biz yaklaşık bir buçuk yıldan beri ne fatura ödüyoruz ne bir şey, herhangi gelip bir işlemde yapmıyorlar. Şu anda bekliyoruz. Bizim dedik yani yapmanız gereken ne varsa gidin şikâyet edin artık ne tür işlemler başlatıyorsanız. Bu elektrik şu anda böyle günlerdir yanıyor. Suyu kesmeye geldiler yani, kesemezsiniz dedik.
Dostları ilə paylaş: |