“alıntı” Zizek


A - Sen kaç doğumlusun? K



Yüklə 1,37 Mb.
səhifə5/26
tarix27.07.2018
ölçüsü1,37 Mb.
#60162
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   26

A - Sen kaç doğumlusun?

K - Ben 49 doğumluyum yani 56 yaşındayım ben. Bizim o zaman ne din dersi vardı ne bir şey vardı. Ben 52 de asker oldum. Din dersi değil de, Sünni çavuşlar o arada askeri ders verirken.

A - Siz ne yapıyordunuz o derslerde mesela?

K - Ya bize işte İslamın şartı, kaldırırdı kalk İslamın şartı kaçtır? Kalk Müslümanlığın şartı kaçtır?

A - Soruldu mu hiç böyle bir şey size?

K - Evet evet. Ben de bilmiyorum onları, ben bir Alevi olarak. Çünkü benim köyümde, ben Amasyalıyım yani. Bir Alevi olarak bizim köyde cami yoktu yani. Ben ilk olarak askere gittiğim zaman yani Alevi kimdir Sünni kimdir öğrendim. Yani Ramazan işte namaz biz bilmiyorduk. Biz bunları hep, İslam’ın şartı işte beştir, namazın şartı altıdır şudur budur, ben bunu askerde ilk olarak askeriye de öğrendim yani. Askeriyede bir çavuş, belki de bana bir iki tane de tokat atmıştır bunu öğretmek için. Yani ben ilk olarak askeriye de öğrendim.
Çerkezköy'den bir yurttaşın İslam’ın şartı hakkındaki anısı:İslamın şartı 10-20

K - Ben İstanbul’daydım, ben tarihi tam bilemiyorum. Biraz da fıkrasal bir yönü var bu olayın. Ama gerçek. Sonra bu asker köye bakınca tabi milleti dövmüş veyahut şey yapmış. Hani Alevi köyünü bilince de dini sorular sormak istemiş. Demiş: “İslam'ın şartı kaçtır?” Sonra biri demiş: “10”, biri demiş: “20”, biri demiş işte: “8”. Sonra bir tane ortaokul okuyan bir çocukta demiş: “5.” “20” diyen demiş: “Ramazan biz 20 diyoruz kabul etmiyor, 5'i nasıl kabul etsin.”
Çanakkale'den yurttaşların cenazeleri hakkındaki sorunları:

K1 - Burada Alevi olarak yaşadığımız sorunlardan bi tanesi de cenaze. Şimdi bi cenazemiz oluyor, biz napacaz bunu? Hem camiyi reddediyoruz, hem de caminin imamıyla gidiyoz cenazemizi kaldırıyoruz. Bizim en büyük sorunlarımızdan bi tanesi bu. Kesinlikle defalarca yaşadık bunu. Mesela bizim amca oğlu. Şimdi hanımı diyor ki: “Bunun cenazesini kıldıralım, camiye götürelim.” Ben de dedim ki: “Bu bizim şeyimizde böyle bişey yok, yani bunu kesinlikle camiye götürmeyecez.” Bu sefer hoca dedi kiben yıkamadığım şeyi gömmem,” dedi. “Yani ben kendim şey yapacam, camide namazını kıldıracam, ondan sonra da dedi şey yapacam” ve bu konuda hocayı ikna edene kadar biz baya bi şey yaptık yani. Kesinlikle bizim Alevilerin burada, bu cenaze konusunda çok büyük çelişkileri var. Caminin imamını reddediyorsun, arkasından diyorsun ki, caminin imamına, öldüğü zaman biri: “Gel bakalım, benim cenaze namazımı kıldır, benim duamı oku.” Yani İstanbullarda, işte ne biliyim Anadolu’nun çeşitle yerlerinde cemevleri var bildiğimiz kadarıyla, yani ordan kalkıyor. Ne biliyim, yani şeyler, dedeler falan kaldırıyo onları. Bizim burada böyle bi şey olmadığı için biz bu konuda kesinlikle çok çelişkiye düşüyoruz.
K2 - Şimdi Çanakkale’de itfaiyenin şoförü Alevi idi bi zamanlar. Bektaşi arkadaşlardan bi tanesiydi. Hepimiz biliyoruz aslında o arkadaşı, isim zikretmeye gerek yok. Cenaze kalkacağı zaman, cenaze sahibine bi tanesi diyo ki: “Cenazenin şoförü,” diyor, “Alevi Bektaşi, Bektaşi’dir.” O zaman tabi devreye birileri giriyor, diyorlar ki: “Şoför başkası gelsin. O gelmesin başkası gelsin.” Ya adam şey, şoför, cenaze arabasının şoförü, e ne olacak? “Başka bir şoför gelsin, o Aleviymiş.” Şimdi bu da yaşanmış bi hadise. Böyle mi olmalı diye düşünüyoruz, asla böyle olmaması lazım. Bu da yaşanmış bi hadise anlatmak istedim.
K3 - Değerli dostlar, sizlere şunu söylemek istiyorum; 10 gün kadar önce Antalya’daydım. Hepinizin yakından tanıdığı Fikret Otyam, yani Türkiye’de, dünyada bilinen Fikret abi, benim dostum, komşum, arkadaşım, yani çok şey paylaştığım insan. Ben ve yazar Esat Bozkurt bir derneğin konuşmacısıydık, üçümüz de. Çok kalabalık bir ortamda ben, Fikret abi, Esat Bey konuşma yaptık. Fikret Abi’yle biz hani hem konuşmacıyız, kürsüden inip çıkıyoruz diye bizi protokolde en ön sıraya aldılar. “Ali,” dedi, “sana 15 yıl önce bir şey söylemiştim, hatırlıyor musun?” O anda ben birdenbire hatırlayamadım. “Ulan sana da güven olmuyor, ben size güveniyordum,” dedi. Az önce Çanakkaleli bir arkadaş: “Biz işte Alevi yaşıyoruz, ama imam eliyle gömülüyoruz,” diye bir yakınmada bulundu, haklı da, yani insan yaşadığı inancı gereği gömülse gerçekten güzel olacak. Fikret Abi 15 yıl kadar önce geldi, ben Antalya’da Hacı Bektaş Veli Kültür ve Tanıtma Derneği Başkanıyım, dedi ki bir akşam oturuyoruz, benim de ilk kitabım çıktı, önsözü de o yazdı. Muhabbet, gene yemek yiyoruz. Dedi ki: “Ulan Ali, eğer, Allah gecinden versin de, yaşamak istiyorum, hayatı seviyorum, eğer ben ölürsem, sakın ha imamın eline bırakmayasın…” Tabi ben unutmuşum bu lafı, onu şakaya vererek unutmuşum. Aradan 15 yıl geçti, üç kişi konuşmacıyız, konuşma yaparken: “Yahu, ben kendimi birilerine emanet ettim, ama bize sahip çıkmıyorlar.” Neyse kürsüye ben çıktım, Çanakkale’de olduğumu söyledim, Allah Fikret Abi'ye gecinden versin, eğer herhangi bir şey olursa, o günlerde ben aranızda olmayacağım, çünkü Fikret Abi dedi ki: “130 saat süren… içerisinde gezdirip, Anadolu Alevilerinin deyişlerinden, nefeslerine, 130 saatlik…Beni cemevine götüreceksiniz, cemevinde o 130 saatlik…içinde bir kısmıyla gömeceksiniz,” dedi. Az önce arkadaşlar bir şey söyledi,…Alevilerin yakınması yok, Fikret Abi de bir Alevi değilken, ama aydın olmak bize yetiyor. Bu ülkede bir şeylerin değişmesi lazım.
Samsun'dan bir katılımcı Malatya'da geçen bir cenazeyi anlatıyor:

K - Cenazeyi şimdilik camilerde işte veya o şekilde şey idare ediyorlar. İşte bir cemevi yapabilseydik, o sorunlarımızda bitecekti ama. O da ekonomik olarak zor. Şimdi cenaze dediniz de Malatya da, kaynanamın komşusu hoca. Kaynanam işte çocuk yaptı, çocuk ölmüş. Demiş ki yani hocayı çağıralım da kaldıralım cenazeyi. Demiş ki: ‘‘Biz,’’ demiş ‘‘Alevilerin cenaze namazını kılmayız, camiye de bırakmayız, nasıl kaldırıyorsanız kaldırın.’’ Malatya da kayınbabamgil böyle böyle yaşadı.
Havza'da yaşanan bir cenaze vakası:

K - Ben 1944 doğumlu Seyran Çağlar, Budakdere Köyü’nden. Havza ilçesinde bir olay yaşadım. Köyümüzde mahallede bir vatandaş vefat etti. Bunun kaldırılması lazım tabi. O zaman bizim Alevilerde öyle bir hoca yoktu, o mahallede de. Tabi ben caminin hocasına gittim. Gittim dedim ki: “Hocam cenazemiz var, buyrun bu cenazemizi kaldıralım.” Dedi: “Yarım saat sonra bir saat sonra gelirim.” “Sen git,” dedi bana. Ben tabi cenazenin yanına geldim. Orda tabi hizmet görülmesi gerekiyordu. Ben çarşıya indim. Çarşıda bir bakarım ki o bana öyle diyen hoca müftülüğe gidiyor. Ben peşinden gittim. İçeri girdim. Müftüye diyor ki, ben tabi tam içeri girmedim kapı açık dinliyorum: “Karşı mahalleden bir Kızılbaş ölmüş bunun kaldırılması için bana geldiler, Müftü bey bunu kaldırayım mı?” diyor. O da diyor ki: “Mahallenin hepsinin haberi var mı sana gelindiğinden yoksa bir kişinin mi haberi var?” O da diyor ki: “Bir kişi, arkadaş geldi ama mahallenin haberi var mı bilmiyorum,” diyor. “Eğer mahalle ayaklanacaksa git o cenazeyi kaldır,” diyor. “Yalnız namazını kıldırma,” diyor. Ben bunu kulağımla işittim. Niyazi’nin cenazesinde. Bizim köylü Niyazi’nin. Netice de tamam dedi hoca müftüye. O tamam ordan çıkarken, ben orda evvela çıktım dışarı. Dışarıda bekledim, dedim ki: “Hocam dedim, sen şimdi bana ne dedin? Cami de sen git ben geliyorum,” dedin. “Buraya neden geldin?” dedim. “Sen,” dedim, “bizim vergimizle maaşını alıyor musun?” “Almıyorum,” dedi. “Peki, bizim vergimiz nereye gidiyor?” dedim. “Bu Alevilerin ödemiş olduğu vergiyle almıyor musun sen maaşını?” “Almıyorum,” dedi. “Alıyorsun,” dedim. “Eğer,” dedim, “sen şimdi oraya cenazeyi kaldırmaya geldiğin zaman namazı kıldırmayacaksan sen gelme,” dedim. “Eğer geleceksen orda namazı kıldıracaksın,” dedim. “Bana müftü müsaade etmedi,” dedi. “Ben cenaze namazını kıldıramam,” dedi. “Neden?” dedim. “Ha Kızılbaş olduğumuz için Alevi olduğumuz için değil mi?” dedim. “Evet,” dedi. Ben bunu böylece yaşadım. Teşekkür ederim.


İstanbul'dan yurttaşların cenazeleri hakkındaki sorunları:

K1 - Camilerde daha düne kadar Kızılbaş cenazesini yıkamıyorlardı. Yıkamıyorlardı, af buyurun götürüyorduk. Benim başımdan geçen bir olay. Eniştem vardı ablamın kocası rahmetli, çok içki içerdi. Allah rahmet eylesin ama çok da iyi birisiydi. Artık kendini içkiye vermişti. Adam Ok Meydanın'da öldü. O zaman cemevleri yoktu. 82-83-84 sıralarında. Onu biz camiye götürdük. Okmeydanı Camisi’ne, az bir param var. Adamı götürdük tabi cenaze yıkanacak, adam: “Yıkamam.” “Niye?”

A - İmam mı diyor: “Yıkamam,” diye?

K1 - He imam: “Niye yıkamıyorsun?” “Siz Alevisiniz, Kızılbaşsınız.” Yıkamadan normal eve götürdük evde yıkandı, evde yıkattık. Ondan sonra kendi usulümüze göre çektik götürdük cenazeyi defnettik. Bunları çok yaşadık. Ama bu halk işte biz burada diyoruz anlatamıyoruz işte. Bunları kafadan söylüyor, biz yaşadık. Biz her zaman anlatıyoruz ama halkın bunu anlaması lazım. Ben zaten her gün yaşıyorum.
K2 - Cenazemizi yıkamadılar. 4 saatlik yolu araba tuttuk da götürdük köyden, cenazemizi kaldırdık. Cenazemizi sokmadılar camiye. O günleri gördük yani şimdi böyle bol bol konuşmanın zamanı geldi.

A - Bu cenaze konusunda başka böyle anısı olan var mı?

K2 - Örneğin ben bulunduğum bölgede Güzeldere'de oturuyordum. Orda yani kendi köyümüzün cenazesinde su vermediler. “Sular kesik,” dediler. Oysa ki depo vardı, vermediler. Evlerden sular getirdik yani yıkamak için camide, o zaman cenazeyi götürdük. Bunu gördük. İşte Alevi toplumu cenazelere de yöneldi. Yani tabii ki Alevilerin sesinin çıkmasının nedenleri Sivas Katliamıdır. Başlangıcı budur. Yani yaygınlaşması budur. Yani bunun tartışma götürür yanı yok. Ama birçok durumdan sonra cemevlerine ilgi çoğaldı. Birçok olaylar yaşandı gitti camilerde. Cenaze içerde halk dışarıda duruyor, soğukta yağmurda dışarıda kalıyordu, bekliyordu. Çünkü abdest almadı namaza gitmedi. Ama burada ne bileyim cenaze gibi, insanlar içerde otursun yerinde cenaze olduğunda.
A - Amca sen anlatıyordun?

K3 - Şimdi bizim bir yakın köylü vefat etti İnönü’de. Ümraniye’de bir Şafii Camisi var. O zaman cemevleri yoktu. Ümraniye’de İmam Şafii Camisi vardı. Bizim bir yakın köylü vefat etti. O zaman biz cenazeyi tabi camiye götürüyorduk. Cenazeyi oraya götürürken tabi bizim Alevi milleti camiye girmiyor. Durduk cenazeyi yıkadılar, getirdiler tabi şeyin üzerine koydu hoca, millet birikti. Bizde ön sırada duruyoruz. O amcasının oğlu böyle, o böyle duruyor, ben de böyle duruyorum. Hoca orda bıraktı geldi, amcasının oğluna dedi ki: “Senin baban ne iş yapıyordu burada? Bacıyla hovardalık yapıyor muydu? Bunun cenaze namazı kılınır mı?” “Bu doğru mu?” dedi. Bir de dedi ki: “sen, ben bilmiyorum,” dedi. “Bir de hanımdan soralım,” dedi. Hanımdan sorarken orda dedi ki: “Baban hovardadır, işte bugün gitsin, dolanmasın,” dedi. Aha orda biz birbirimize girdik. Ne o, hele bir nasıl buraya camiye cenaze getiriyor. Askerin bir tanesi de bizi bastı. Cenaze bir tarafta kaldı, mezar bir tarafta kaldı, hocayı bulamıyoruz. Neyse geldik cenazemizi kaldırdık. O Sünnilerin iyi görüşlü insanları da var yani çok ileri görüşlü insanları var. Aleviliği bilen insanları var, Sünniliği bilen insanları var. Çok da robot imam hatip okullarında beyni yıkanmış kişileri var. O kişiler bizim Alevi milletine, toplumuna karşı geliyorlar. Çünkü beynini orda yıkamışlar. Yani Alevinin ne olduğunu, Alevinin nasıl yaşandığını, cemin nasıl olduğunu adam görmemiş. Daima bunları bunları kötülemişler. Bugün Diyarbakır’a git, Urfa’ya git, Mardin’e git: “Ben Aleviyim,” de, %80 sana yatak vermezler, %80. Şimdi bu devirde gene öyle. Yani yaşadığımız bu olayda gene öyle. Bu insanlar zaten hiçbir şey görmemiş, robot gibi yetişmişler. Aleviyi, dedesi babası bunlara kötülemiş. “Ailesiyle yatar, hanımını bilmez, namusunu bilmez,” diye. Bu olaylar zaten yayım yapmıştır. O zamandan bugüne kadar cenazelerimiz de yayım yapmıştır.
K4 - Cenaze oldu şimdi, cenazeyi camiye gittik sorduk. “Cenazemiz var camiye getirelim.” “Nerelisiniz?” “Biz Malatyalıyız.” “Cenaze Alevi midir?” “Alevidir.” “Biz Alevi almıyoruz,” dedi hoca..Biz götürdük o köyden cenazemizi gömdük geri geldik. Almadılar. Alevisiniz diye bize sordu, memleketi sorunca almadı. Bugünleri yaşadık.
Çerkezköy'den yurttaşların cenazeleri hakkındaki sorunları:

K1 - Şimdi tabi geçmişte bizim Çerkezköy’de yaşanan bir olay. Vatandaş rahmetli olduktan sonra, şimdi sürekli cemevimiz yok düşüncesiyle yine camilerde namaz takibi değil de, cenaze namazı kılarak defin işlemleri gerçekleştiriliyor. O zamanlarda daha böyle aktif değil, toplum bu kadar birbirine bağlı değil, Alevilik bu kadar ön planda değilken. Bilmiyor vatandaşın Alevi olduğunu. Ve cami hocası Erzurumlu. Çok yoğun bir dinciliğin olduğu bir şahıs daha doğrusu. Cenazeyi niye getirdiniz, bu Alevi, Alevinin cenazede ne işi var deyip, cenazeyi kabul etmemesi. Daha sonra tabi insanların tepkisini alıp sonra o hocanın oradan gidip başka bir hocanın gelmesi.

A - Peki ne oldu, cenazeye ne oldu?

K1 - Alevi olduğu için camiye almadılar.

A - Almıyor peki cenazeyi ne yaptı insanlar?

K1 - Tabi daha sonra tepki gösterince, başka bir hoca geldi, cenaze namazı kılındı.
K2 - Geçen yıl bir cenaze götürdük biliyorsunuz, geçen sene değil de evvel ki sene, daha önceki senelerde, bir cenaze götürmüştük camiye. Çocuğun babası ölmüş. Çocuk cenazesini camide yıkamak istiyor. Hocaya götürüyor. Alevilerin hocası falan yok. Camide yıkamak istiyor. Çocuk gidiyor hocaya diyor ki: “Benim babam da müftülük yaptı, burada yıkayacağım.” Hoca diyor: “Vallaha” diyor, “siz Alevilerin cenazelerini yıkayamıyoruz,” diyor.

A - Burada oluyor Çerkezköy’de?

K2 - Şu camide.

A - Ne zaman oluyor bu?

K2 -Bundan evvel, dört beş sene falan. Ben de emekli olmuşum yani bir senedir gelmişim buraya. Çocuk geldi bana dedi ki: “Müslüm Abi,” dedi, ben gittim hocaya, hoca bana dedi ki böyle böyle. Gittim ben, gittim: “Niye yıkamıyorsunuz?” dedim. “Niye yıkamıyorsunuz?” dedim. Dedi: “Biz yıkayamıyoruz,” dedi. Dedim: “Niye yani sebebi ne?” Dedi ki işte: “Aleviler bizim kendi cenazelerini yıkamamızı istemiyor.” Yani afalladı böyle. Niye yani kardeşim yani yıkamıyorsunuz yani, Hz. Ali’nin sülalesi, Hz. Ali’nin taraftarları, Hz. Ali’yi seven bir kavim onun cemali, siz başka ne istiyorsunuz yani Muaviye'yi mi istiyorsunuz Yezid’i mi istiyorsunuz. Terbiyesizlik yapmayın. Sen 647’sin, sen yasaya tabisin, cami görevlisisin bu işi yapmak zorundasın. Ben kaymakama gidiyorum bu durumu bildirdim. Benim şey etmemi bak burada dört kişi biliyor. Şahit tuttum dört kişi de şahit ve seni kaymakama şey edeceğim. Ben binaya geldim, peşime başka bir adam geldi. Erzurumlu bir adam geldi. Abi dedi ne yapıyorsunuz dedi ya. Ne yapıyorsunuz var mı ya? Adam cenazeyi yıkamak zorunda, bu Alevi'sini de yıkıyor gavurunu da yıkar Hristiyan'ını da yıkar Müslümanını da yıkar. E tabi böyle olaylar oldu Türkiye genelinde.
Antalya'da yaşanan ilginç bir olay:İki ritüelin çatışması:

K - Öğretmen ölmeden evvel by-pass ameliyatı oluyor diyor ki, Alevi değil bu adam ama: “Beni sakın hocalara yıkatmayın,” diyor. “Ölürsem ki ölürüm,” diyor. “Yani pek yaşamam, beni bir Alevi dedesini çağırın o yıkasın beni,” diyor. Adam ölüyor, vasiyeti de var, ailesi de demokrat devrimci bir aile, arıyorlar tarıyorlar Hüseyin Gazi Metin Dede’yi buluyorlar tabi. Sivas’ın Gürün’e, eve gidiyor. Gidiyor köye, köy Sünni köyü, bütün herkes orada Alevi hiç kimse yok, bir tek dede var orada Alevi olarak ve aynı zamanda cenazeyi yıkayacak adam. Köyün imamı bir türlü cenazeyi buna yıkatmak istemiyor, ha bire zorluyor yani beraber yıkayalım falan. Dede diyor ki: “Yav kardeşim beni buraya çağırdılar da geldim,” diyor. Yani benim böyle bir problemim yok, illa geleyim burada bir cenazeyi yıkayayım diye, onun için diyor: “Git aileden izin al, onlar evet derse benim için bir problem yok, buyur gel beraber yıkayalım,” diyor. Uzatmadan söyleyeyim, aile izin vermiyor, kararlı aile, aile vasiyeti yerine getirecek. Dede diyor: “başladım yıkamaya geldi,” diyor. Hemen dedi ki: “Beyefendi lütfen sağ elinden başlar mısın yıkamaya..” O da demiş ki: “Yav aha da sol elinden başlıyorum yıkamaya kardeşim. Bu adam solcuymuş zaten, devrimciymiş tamam mı, gündüz sol elinden başlamak lazım yıkamaya, aha da ben de sol elinden başlıyorum,” demiş yıkamaya, tamam mı. “Zaten bu adam,” demiş, “sağ elinden yıkanmasını isteseydi, seni çağırttırırdık.” “Adam beni çağırttırdı ki onun ruhuna uygun bir cenaze töreni yapayım,” demiş.

3. Bölüm: ZORUNLU DİN DERSİ
Alevi yurttaşların çözümünü şiddetle ve acilen talep ettikleri en önemli konulardan biri de zorunlu din dersleridir. Alevilere göre zorunlu din dersleri, inanç pratiklerinde söz ettiğimiz gibi, okul hayatının da Sünni bilgi ve pratiklere göre düzenlendiğinin en güçlü göstergelerindendir. Alevi toplumunda Sünnilikle en sancılı buluşma kuşkusuz Alevi çocuğa ait olandır. Evinde Sünni pratiklerle hiç karşılaşmamış Alevi çocuk hem kendi kimliğiyle hem de Sünnilikle ilk kez okulda ve özellikle din derslerinde temas etmektedir. Diğer çocuklar bu pratiklerle evinde karşılaşmış, onlara bilgi ve gelenekler aileleri tarafından aktarılmıştır, ancak Alevi aileler çocuklarına kendi inanç ve ritüellerini aktarmada her daim tereddütlüdürler.
Ailesi namaz kılmayan, Ramazan orucu tutmayan çocuklar sınıflarında namaz kılmaya, Arapça sure ve ayet ezberlemeye ve oruç tutmaya zorlanmaktadır. Bu sembolik şiddet Alevi çocukları yaşlarının kaldıramayacağı derin bir sosyal ve psikolojik baskı altına almaktadır. Buna bir de arkadaş çevrelerinin ailelerinden getirdikleri -birazdan hakaret, iftira ve kalıp yargılar başlığında değineceğimiz- önyargılar da eklenince katlanılmaz bir okul hayatı ortaya çıkmaktadır.
Evinde isminden lanetle söz edilen ve kalleşlik, katillik ve zalimlikle anılan İslam tarihinin kimi figürleri okulda karşılarına İslam halifesi kimliği ile çıkarken İslam’ın dürüst, namuslu ve yiğit tarafı olduğuna inandıkları çeşitli İslam figürleri ise ya hiç anılmamakta ya da önemsenmeden geçilmektedir.
Zorunlu din derslerinin Alevi öğrencilere Sünni inanç pratiklerini uygulama doğrultusunda yaptığı baskının yarattığı travmatik durum yalnızca öğrencilik yaşamı ile sınırlı kalmamakta, Alevi çocukların ailelerini, dini bilgileri, inançları ve ibadetleri nedeni ile sorgulamalarına da yol açmaktadır. Zaman zaman bu sosyalleşmenin yarattığı baskıyla Alevi çocuklar ailelerinden gizli oruç tutmak, camiye gitmek gibi durumlarla da karşı karşıya kalmaktadır.
Zorunlu din dersi günümüzde neredeyse her Alevi aile için sorun olan bir konu olduğundan yine yurttaşların bolca örnek aktardığı bir başlık olmuştur. Yurdun farklı yerlerinde geçen bu örneklerden yaptığımız seçkiden ilk örnekte;

İzmir'de yaşayan bir yurttaş çocuğunun maruz kaldığı şiddeti anlatıyor:

K - Bayındırlı’da Yaka Köyü var, bir de Turan Köyü var. Din öğretmeni demiş ki: “Buraya Alevi olanlar giremez. Bu okula, bu sınıfa, benim dersime Alevi olan varsa, defolsun çıksın burayı terk etsin”. Yani bu olacak şey mi. Ortaokulda. Kızım ağlaya ağlaya geldi, çocuğun psikolojisini düşünebiliyor musunuz? Kız: “Ben Aleviyim, çıkayım,” demiyor. Üzülüyor sesini çıkarmıyor, susuyor. Geldi bana anlattı. Ben de gittim kavga ettim sen kim oluyorsun yani. Burada demokrasi varsa sen insanın dinine, rengine, diline ırkına karışmazsın. Münakaşa ettik tabi orada kaldı. Müdüre aksettik durumu. Hiçbir şey de yapılmadı. Yapılmadı neden? O zaman açık konuşmamda şey var mı bilmiyorum şimdi Kültür Bakanı olan Atilla Koç vardı. Kaymakamdı. Zaten bize cephe almıştı. Neden içki içiyor muşuz? Seni ilgilendirmez mesai saatinin dışında. Seni ilgilendirmiyor. Ben mesai saatinin dışında içerim seni ilgilendirmez. Ondan sonra orada özellikle geldi orada taraf tutarak yan tutarak Aleviyim diye. Her çalıştığım iş yerinde bunlar başıma çok geldi. Ben sürekli kavgalarla geldim yani sürekli. Her yerde.
İzmir’den bir katılımcı Arapça dua ezberlemekten yakınıyor:

K - Ben anlatayım. Şu anda üniversite öğrencisiyim, ortaokuldayken bir tane hocamız vardı. Din kültürü ve ahlak bilgisi hocası. Orta 2’de din kitaplarında 32 tane sure vardı ezberlememiz için. İşte Fatiha, Kevser böyle gidiyor. Her hafta bize 4 tane sure söylerdi ezberleyeceksiniz. Ben de ezberleyemezdim. Yani çalışmama rağmen ezberleyemezdim 4 tane sureyi, giderdik. Kim ezberledi. Ezberleyenler çıkar giderdi. Ezberleyemeyenler zaten genelde Alevi toplumuydu, Alevi arkadaşlarımızdı. Onlar da işte sınıftan bir tanesi hocanın kemerini alır bizi döverdi ya da kendi kemeriyle bizi döverdi ve halen din hocası yani görevinde. Öyle zorunlu din dersi aldığımızdan dolayı böyle bir sorun yaşamışız. Halen kişi öğretmen yani aynı okulda devam ediyor.
İstanbul’dan katılımcılar din derslerinde maruz kaldıkları ayrımcılıkları aktarıyor:

K1 - Din dersleriydi. Din derslerinde bize zorla Arapça sureler öğretiliyor. Zorla yapılması, bize bizim yapmayı istemediğimiz ibadetleri yaptırmaya çalışıyorlardı. Zorla Arapça sureler öğretiyorlardı. Din derslerinde işte Alevi olduğumuzu öğrendiği zaman hoca sözlü notlarımızı, yazılılardan 5’de alsak, sözlü notlarımızı kırıyor. Ben 7. sınıfa gidiyorum, 6. sınıfta benim dinim 5 gelmesi gerekirken 3 geldi. Hoca benim Alevi olduğumu biliyor. Öğrendi, o yüzden sözlü notlarımı kırdı. Alevi olduğumdan dolayı ders notlarım düşüyordu. Alevi olduğumu bildiği için notlarımızı kırıyor. Okulda çok ayrımcılığa maruz kalıyoruz. Alevi olduğumuzu bilen arkadaşlarımız bizi dışlıyor. Bazı arkadaşlar dışlıyorlar ve hocalar da Alevi olduğumuz için dışlama söz konusu. Hatta aramızda bazı sorunlar olduğu zaman hocaya söylediğimiz zaman Sünni arkadaşlarımızı ayrıca toplayıp konuşmalar yapıyor. İşte onlar böyle, şöyle. Ve din derslerinde diğer dinlere inanan arkadaşlarımız oluyor. Soruyorlar. İşte bunların yaptıkları ne kadar doğru filan, diğer dinleri kötülüyorlar bize karşı. Diğer din derslerinde. Din derslerinde diğer dinleri kötülüyorlar. Onların din inançlarına. Böyle ne bileyim mesela bazı arkadaşlarımız soruyor işte Hristiyanlık’ta şu böyle böyle, bize yakınlıkları var filan, onlar hakkında kötü kelimeler kullanıyorlar. Din dersleri sorunumuz yani.
K2 - Sonraki gün din dersimiz vardı hocamız dua okutuyordu. “Burcu,” dedi arkadaşımıza. “Ettehıyyatü duası okur musun?” dedi. Kız arkadaşımız: “Okumayacağım,” dedi. “Okumayacağım, yani bilmiyorum açıkçası,” dedi. Diğer iki arkadaşımız güldü tabi bu duruma. “Hocam,” dedi. “Yani bu, gavur tohumudur. Kendisi oruç tutmaktan acizdir. Böyle bir insan bırakın dua etmesini besmele çekmesini dahi bilmez. Bunun derste ne işi var. Din dersine neden alıyorsunuz bunun gibi insanları. Oruç tutmayan insanların din dersinde ne işi var.” Bu gibi sorular da soruluyor. “İşte bunlar oruç tutmadıkları gibi dışarıda da insanları tahrik ediyorlar. Çekicilikleriyle ilgili olarak kız arkadaşımızın...” Tabi bu arada ben sessiz sakin sıramda otururken, bir süre sonra dayanamıyorsun. Çünkü karşındaki insanın mezhebini biliyorsun. Alevi olduğunu biliyorsun. Sen de Alevi kökenli bir insansın. Dayanamadım. Söz hakkı almadan ayağa kaktım. “Hocam, Türkiye Cumhuriyeti Devleti laiktir,” dedim. “İsteyen kişi istediği dini seçme özgürlüğüne sahiptir,” dedim. O süre içerisinde nüfus kağıdında dini değiştirme gibi bir şey de söz konusuydu. “Benim dinim nüfus kağıdında İslamiyet,” yazıyor dedim. “Eğer İslamiyet sadece oruç tutmaktan ibaretse,” dedim, “sadece namaz kılmaktan ibaretse ben bunları yapamıyorum. Ben nüfus cüzdanımdaki bu yeri boş bırakacağım,” dedim. Din hocamız dedi ki: “Evet Türkiye Cumhuriyeti devleti laik bir devlettir ama,” dedi. “Şu da bir gerçektir ki dünyadaki en iyi din İslamiyettir. En son inen kitap Kuran-ı Kerimdir. Hiçbir değişikliğe uğramamıştır İncil gibi ya da Tevrat gibi hiç değişmemiştir. Direkt olduğu gibi indirilmiştir.” “Ben bu derse girmeyeceğim hocam,” dedim. “Çünkü insanların oruç tutup tutmaması veya insanların mezhepleri teşhir ediliyor,” dedim. “Buna karşı arkadaşlarımıza karşı haksızlık yapılıyor, bir bayan arkadaşımızın oruç tutmuyor diye bu kadar zedelenmesine hiç gerek yok,” dedim. “Bu derse girmeyeceğim,” dedim. Dersten çıktım. Müdür gördü beni. Dışarıda gezerken: “Elinde gazeteyle ne yapıyorsun dersin niye yok senin?” dedi. “Dersten çıktım,” dedim. “Atıldın mı?” dedi. “Hayır,” dedim. “Nasıl?” dedi. “Sen dersten nasıl çıkabilirsin?” dedi. “Hocan izin vermeden,” dedi. “Hocam beni sorgulamaya çalıştı,” dedim. “Sorgulamak istedi,” dedim. “Sınıfta yetkili kişi o,” dedi. “Sorgulayabilir,” dedi. Ben dedim: “Gereksiz bir konu üzerinde sorgulayamaz,” dedim. “Çünkü din insanların vicdanına kalmış bir şeydir,” dedim. “Onu kimse sorgulayamaz, mezhebimi de kimse sorgulayamaz,” dedim. “Sorgulayabilir,” dedi. Ben dedim: “Din hocasının böyle bir yetkisi yok,” dedim. “Ama sorgulamak isterse de ben bunun cevabını veririm,” dedim. Bayan arkadaşımızın din dersinden iki yazılıdan 100 almasına rağmen, sözlülerden 0 almasının, ortalamasının 50 gelmesinin, 3 vermemesine rağmen takdir belgesini kaçırdı bayan arkadaşım, tabi çok üzücü bu. Diğer iki arkadaşımız da bu duruma çok sevindi. Ben disiplin cezası aldım. Tek suçum din dersine girmemem. Elimde Cumhuriyet Gazetesi olması, o andaki gündemi takip etmem. Uzaklaştırma aldım bir hafta boyunca. Bir hafta boyunca okula gitmedim. Tabi bu süreçte babam okula simit verdiği için, simitçilik yapıyordu. Müdürle konuşmaya gitti. “Senin oğlun pek sana çekmemiş,” dedi. “Senin gibi bir arkadaş, bir insan değil,” dedi. “Sen bunu okutma, al yanına çalıştır, boşuna okutma bu çocuk çalışmaz,” dedi. İkinci dönem oldu. Bölüm seçmeye gittim. Sınıfta en yüksek not alarak en iyi bölüme gittim. Onlara oranla daha başarılı oldum ve müdürün yüzünü kara çıkardım. Başarılı olacağımı gösterdim. Diplomayı alırken müdürün yanına çıkarak: “Ben sizin dediğiniz gibi bir öğrenci değilim, ben başarılı bir öğrenciyim,” diyerek, haykırarak çıktım yani diploma aldım.
Yüklə 1,37 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   26




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin