K - Hatta yine ben daha belki dünyada yoğum, bizim eve bir misafir gelmiş, amcalarım falan da hep beraber, aynı yerde kalıyorlarmış. Bir misafir gelmiş, ama köyün durumunu da bilmiyor. Diyor ki: “Yav amca, buralarda bir Kızılbaş köyü varmış, adamı yakarlarmış,” diyor. Onu diyince, Hasan Amca var, hemen derhal diyor ki: “Tabi, biz bekliyoruz, zaten sen Sünnisin galiba. Hoş geldin, sefa geldin, Cenabı Allah gönderdi, biz seni yakıp yiyecez.” Adam bu defa huylanıyor, babam bunu kovuyor, “ya Hasan yapma, adam sahi sanar,” bilmem ne diyor. O zamanlar soba falan yok, ocak yanıyor, bacadan tutuyor, tutuşturacak şeyler, kendir çöpleri falan varmış, onları atıyor. Adam babama nasıl yalvarıyor, “etme, kurbanların olayım, kadalarını alıyım, beni şu köyden bir Müslüman köyüne, yukarı köye şuradan çıkart, bu adam gerçekten beni yakacak.” “Etme, tutma,” o şaka yapıyor, babam ona kızıyor, bilmem ne yapıyor, ama o bir taraftan “geleyim uşağım, kapıyı açın.” Bakıyor ki olmuyor babam, alıyor, köyden dışarı şey yapıyor, o köye yaklaşınca “yavrum, bura işte camili köydür, git,” diyor, adamı gönderiyor. Hâlâ yani bizleri adam yakıyor, Aleviler adam yakarmış gibi...
A - O neden söyleniyor?
K - Neye olduğunu bildiğim yoktur. Halbuki gördün işte, Sivas’ta, onlar Alevileri yaktılar.
Tarsus'tan bir yurttaşın aktardığı bir örnek:
K - Alevi köyün birinde bir Sünni öğretmen var. Öğretmen hiç dışarı çıkmıyor, öğretmen kendisi Develilidir, ismi Ömer .... “Rıza, öğretmen niye gelmiyor?” diyorum. “Bilmiyorum, akşam oldu mu, öğretmen kapıları kapatıyor, çıkmıyor dışarı,” dedi. Köyün muhtarı bir gittik, “hocam böyle böyle.” “Gelmiyorum,” dedi. Hoca: “Oturacaksın, çay içeceksin.” Getirdi tabi, hoca geldi, oturdular, muhabbet muhabbet. Ondan sonra bunlar tabi, oruç ayında, tavuk mavuk yiyorlar, hoca, yedi içti. Yavaş yavaş hocaya sordular: “Hoca niye böyle?” diye. “Yav bana dediler ki: “Sen Kızılbaş köye gidiyon, öğretmensin, seni yakarlar,” ” dedi. “Gardeşim, biz seni niye yakah ya.” Ondan sonra annesi de geldi, babası da geldi, hâlâ geliyor, köyde kimse yok, okul kapalı, Develi’de Ömer hoca her zaman annesiyle gelir. Geldiği zaman, bir kuzu veya bir oğlak hediye ederler, giderler. Her zaman, geldikleri zaman, kuzusu, tavuğu her şeyi hazır. Adam dedi: “Gardeşim, beni Kangal’da böyle gandırdılar. Sen Alevi köye gidiyon, Aleviler seni yakarlar,” dedi. “Gardeşim, biz niye yakah ya, başımızın üstünde yerin var,” dedik.
Çanakkale'den bir örnek:
K - Efendim, yine günün birinde Trabzon Üniversitesi’nden Divriği Demir Madenleri, Sivas Divriği Demir Madenleri İşletmesi’ne geziye geliyorlar öğrenciler ve tabi başlarında hocaları da var. Fakat yol çamur olduğu için, yağmur yağmış, yol da toprak olduğu için çamur olmuş, bir Alevi köyü kenarında arabalar kalmış. Alevi köyü, ama köy Kürt, çok da odun kesmişler, odunları gören öğrenciler ve hocaları korkmuşlar. Sormuşlar çobana: “Bu köy Alevi mi?” Bakmışlar ki, cami de yok. Çoban da demiş: “Alevi köyü.” “Eyvah!” demiş, “arabamız kötü yerde kaldı.” Neyse bunu duyan köylüler, bakmış ki, otobüsler içinde bekliyorlar, köy halkı gelmiş, bunları misafir etmiş, yedirmişler, içirmişler, ama kapıdan geçip de o meşe odunları görünce: “Eeyvah, bunlar bizi yakarlar.” Fakat sabah olmuş, herkes gördüğü ikramları anlatınca, “ya Aleviler hep böyle mi?” demiş. Başlarındaki hoca demiş ki: “Valla, bize anlatılan şey, Aleviler insanı yakıyor diyorlardı, ama odunları da bol, fakat bunlar çok insanlıklıymış.”
Ankara'dan katılıcımların verdiği örnekler:
K1 - Bizim köye bir öğretmen gelmiş ve Alevi köyüne gidiyon diye ilk tayini, Fatma Hoca. İlk tayini Alevi köyüne geliyor, ağlıyomuş, ağlıyomuş, anası ağlıyomuş, babası ağlıyomuş, hep ağlaşırlarmış, çok uğramışlar, ama Sünni köyüne tayinini çıkaramamışlar, Alevi köyü. 5-6 kişi birden gelmişler. Gelmişler, ilkin tabi ev tutulana kadar, birisinin evinde misafir galacaklar köyde. Yatmışlar, şimdi zabaha gaden uyumamışlar, “ne zaman gelip de, bizi yiyecekler, Aleviler bizi yiyecek,” diye. Zabaha gaden birbirlerini sarılmışlar, bir tıkırtı duysalar, olur ya, insan dışarı çıkıyor yahut da malının tıkırtısı, ahırlarda genellikle evlerin dibinde, hani onların takırtısı, ha gapı açıldı, ha geldiler, gittiler. Sabah olmuş, “herhalde ekmeğimizi, aşı yiyip, yarın mı yiyecekler bizi acaba, hani bize ekmek, aş verecekler.” Bakmışlar, hörmet, şu, bu. 1 sene anası, babası gızınla oturdu köyde. Çok gorhiler…
A - Sizin de köyde oluyor mu bu?
K1 - Devamlı gorhuyorlar, “ne zaman yiyecek Aleviler bizi,” diye. En sonunda adam, gadın hastalanıyo, gotürmek galii tabii. Benim gız gardeşimi benim babam, “hiç gorhmayın, aha bu gız senin gızına arkadaş olsun, gece gündüz barabar yatsın.” Hani gece gorhmaması için, hani bizden gorhtuğunu biz bilmiyoruz, sonradan anlatıyolar bunu, “Biz böyle düşündük de, böyle çıktınız,” diye. “1 sene gorhuyla geçti gunümüz, gapıyı açamazdık,” diyolar. “Aleviler ne zaman bizi yiyecek, Aleviler adam yiyo,” diye. Babam demiş ki: “Bu öğretmenle yatsın gece gündüz.” Gece gündüz yatıyor.
K2 - Benim aklıma bir şey daha geldi. İşyerinde çalışırken benim bir arkadaşım vardı, Nevşehir Avanos’un kazasındandı adam. Bunlar bize dedi ki: “Alevi misin?” “Aleviyim,” dedim. “Ben Alevileri çok severim,” dedi. “Ne oldu, hayrola?” falan dedim. Dedi ya, “biz çocukken babamız bize derdi ki: ‘Alevilere misafir olmayasınız, yakınınızda köyler, o köye gitmeyin, onlar Alevidir, insan yiyorlar, misafirleri yiyorlar, kesiyorlar, yiyorlar’. Biz de böyle Alevi köylerden korkuyorduk. Bir gün, babam, ben, bir komşumuz daha var, geliyoduk, bir yerden bir yere giderken, Alevi köyüne yaklaştık, kış kaldı. ‘Ölecez’ dedik, ‘ya ölmemiz lazım veyahut da bu Alevi köyüne gidip, misafir olmamız lazım. Hiç olmazsa göre göre ölmeyelim, kessinler’ dedik. (Gülüşmeler) Gittik bu köye misafir olduk. O köye misafir olduk. Gittik, adamlar bize, evleri çok sıcak, soba yaktılar, ayaklarımızı falan yıkadılar, çorap verdiler, bizim hiç beklemediğimiz bi şeyler yaptılar bize. Ondan sonra biz birbirimizin yüzüne bakıyoruz ki, bizi ne zaman kesecekler diye. Akşam oldu, yemeğimizi falan yedik, yattık, ama sabahaca, ev sıcak, ama korkuyoruz, bizi ne zaman kesecekler, bunlar kesecekler, ama bizim ne zaman kesecekler diye. Nerede kesecekler, evde mi kesecekler, ahıra mı götürecekler diye, sabahaca bir korkuyla uyumadık, bekledik. Ondan sonra sabah oldu, insanlar, kalktık, sobayı falan yaktılar, elimizi, yüzümüzü yıkadık. Bize güzel bir kahvaltı hazırladılar. Yine birbirimizin yüzüne bakıyok, bunlar niye kesmediler bizi, ne zaman kesecekler merak ediyik,” diyor. Kendi anlatıyor, başımızdan geçen olay diyor. “Ondan sonra yine kesmediler. Biz dedik ki: ‘biz gidecez’. Gözümüz yollarda, ‘bir an önce kaçsak’ diyoz. Adamlar dedi ki, azık koymuşlar, bunlar ellerine böyle bir şeyler almışlar, biz sandık ki, bıçak aldılar, bunlar bizi yolda kesecekler diye. ‘Bizi derede kesecekler’ dedik, iyice korktuk.” Yemin ederim, bu yaşanan bir olay. “Ondan sonra oraya gittik, bize dediler ki: ‘şunu da alın, size azık koyduk, bunu da yolda yersiniz’ dediler. Ondan sonra geçtik geldik, ama ondan sonra biz hiç bi şeye inanmadık, Alevileri çok severim ben.”
Adana'dan bir örnek:
K - Ben bir fabrikada 76-81 yılında Tekel Sigara Fabrikası’nda çalışıyordum. Yanımda çalışan bir tane bayan, nereden aklına geldiyse: “Ya usta,” dedi. “Ne diyon Ragibe?” dedim. “Allah kimseyi Gızılbaş etmesin,” dedi. “Niye gız?” dedim. “Yav bunlar insan yiyormuş,” dedi. “Deme ya,” dedim, “Valla,” dedi. “Peki, ben seni yedim mi, ısırdım mı bir yerini?” dedim. “Ay ne biçim gonuşuyosun,” dedi, gız sinirlendi. “Yav sen söyledin, adam yiyorlarmış, nereni yedik senin?” dedim. Teyzemin gızı burada, baldızım burada, birkaç tane kişi gösterdim, “bunlar seni bırak yemeyi, kötü yola itti mi?” dedim, “yoh,” dedi. “Demek Gızılbaşlar hep böyle mi, sizin gibi insanlar … olmalı,” dedi. “Hep böyle işte, var mı bir farkımız?” dedim. “Yoh,” dedi. “Kimden öğrendin, kim söyledi?” dedim. “Annem söyledi” dedi. “Annene de ki, bizim usta Gızılbaş'mış, ama benim hiçbir yerimi yemedi, ısırmadı, böyle söyle,” dedim. “Beni fabrikadan alırlar,” dedi. “Bana ne alırlarsa, sen söyle bakıyım,” dedim.
Alevilerin insan dışı bedensel özellikleri olduğuna dair inanışlar olması şaşırtıcıdır.
Tokat'tan bir örnek: “Kuyruklu olurlar”
K - Benim annemin başına bir olay geldi mesela. Annem kuafördü. Saç kesiyor. İşte türbanlı falan müşteriler var orda. Şu tam şurasına kıl geliyor tamam mı, böyle bir tutam saç geliyor. Kadınlar kendi arasında konuşmaya başlıyor tamam mı? Annem de dönüyor: “Ne oldu?” falan diyor. “A doğruymuş işte Kızılbaşlar kuyrukluymuş, Alevilerin kuyruğu varmış,” falan. Annem: “Ne kuyruğu?” falan diyor. Annem de diyor “kimde kuyruk var?” “İşte sende kuyruk var işte, Alevisin sen,” falan. Annem de diyor ki, kuaförün bir bölmesi vardı, “evet kuyruğum var ama bir kısmı çıkmış diyor, gel sana hepsini göstereyim.” İçeriye gidiyor, kadına diyor ki: “Utanmıyor musun sen? Terbiyesiz,” diyor. Çıkarıyor böyle kılı gösteriyor falan. Ondan sonra kadın çok utanıyor tabi de. Yani bu inanç var.
Çeşme'den benzer bir örnek:
K - Bir kızla anlaşıyor. Tabi bu kız kapalı bir kız. “Çok seviyorum o kadar çok seviyorum ki, ailem.... vazgeçiyorum artık onun için,” diyor. Ama diyor: “Aileme nasıl anlatacağımı bilemiyorum bu durumu.” İşte konuşurken arada sohbet geçerken bir kafeteryada otururken, laf şeyden açılıyor Alevilikten açılıyor. Diyor ki: “Ben de bir Aleviyim,” diyor. “Olur mu canım,” diyor, “Alevi de olamazsın sen.” “Ya neden olamam,” diyor. “Alevi olamamam için ne var,” diyor, “yani sorun nerde?” “Alevilerin,” diyor, “bir karış kuyruğu olurmuş arkasında.” Bu hemen sıyırıp dönüyor, “bak bakalım diyor kuyruk var mı?” Herkes bana bakıyor diyor: “Kız nasıl kalktı gitti oradan,” diyor. “Bir daha ne okulda gördüm kızı, ne de başka yerde gördüm. Kaybolup gitti,” diyor. Okulu bırakmış kız. Yani o anki utancından okulu bırakıp gidiyor. “Öğretmen çıkacağız, üç beş ay zamanımız var,” diyor, “bana söylediği laf bu,” diyor. “Alevinin arkasında bir karış kuyruğu varmış,” diyor. “Benim çok zoruma gitti,” diyor. “Sıyırdım donu bak bakalım dedim,” diyor.
Alanya'dan benzer bir örnek:
K - Hatta İstanbul’da çalıştığım okulda bir arkadaş “Aleviler kuyrukludur,” demişti. “Ya arkadaşım,” dedim, “ya, Alevi’ler kuyruklu olur mu? Yani sen insan anatomisini okudun, sen biyoloji okudun nasıl böyle saçma bir şey söylersin.”
Ankara'dan katılımcıların verdiği örnekler: “Yaratık Aleviler,” “Alevilerin sırtı sarı”
K1 - Biraz şeye de bağlı bulunduğun yere de bağlı. Şehirdeysen bulunduğun şehir mesela Çankaya’da yaşıyorsan ya da Kızılay civarında yaşıyorsan gidip lokantaya da gitsen kimse bir şey sormaz. Ama gidip Demetevler’de Eriş Sitesi’nin olduğu bölgede ya da Keçiören’de ona benzer bir yerde ya da Yozgat’ta yemek yemeye kalksan dövülürsün. Ben küçüktüm mesela biz Arguvan’dan Arapgir’e göçtük geldik. Bulunduğumuz mahalle tamamı Sünni. 60 tane ev varsa bir tek biz varız. Tabi bunlar sonradan anlatılıyor. Biz büyüdük okula gittik onların çocuklarıyla arkadaşlıklar ettik. Dostluklar ettik. Zaman içinde şunu söylemeye başladılar. “Ya bunlar da insanmış, ya biz bunları farklı bir yaratık biliyorduk.”
K2 - İnsanlarla çok fazla diyalog kurduğumuz için Anadolu’yu falan çok fazla gezdiğimiz için...Şimdi ben sağdan soldan duyumları anlatmak istemiyorum. Yaşadığımız olayları anlatmak istiyorum. Çok karşılaşıyoruz. İşte bize yok “bunlar sırtı sarı” mı demediler. “Sırtı sarı, bunlar sırtı sarılardan.” Biz küçükken bazı yerlere girdiğimizde bize böyle söylerlerdi. Bana öyle geldi ki ben onlara dedim “benim sırtım sarıysa sizin de sırtınız boz,” dedim, yani ben onları eşek yerine koydum. Ya da sohbet ettiğimiz ortamlarda ya işte “Aleviler yıkanmıyor.” Tavşan geçti mi tarlasından yedi sene ekmiyorlar. Ya benim amcamın tarlasında tavşandan geçilmezdi. Ekiyor. Adam tavşan geçiyor diye tarlasını mı ekmeyecek yani. Ve tavşanı neden yemediğimizi hala bilmiyorlar niçin yemediğimizi. Ben mesela dedem söylerdi işte. “Kanı ete karıştığından, tavşanlarda normal kadın gibi adet görme olduğundan,” demişti bana. Biz öyle biliyoruz. Bundan kaynaklanıyor bunu da bilmiyorlar.
K3 - Ben size bir şey daha anlatayım: Bizim yakında köyde bir hemşire, Zonguldaklı, o da işte köyünden çıkmış gelmiş, yatılı okumuş, görev yeri bizim yakın bir köy, annemin köyü. Memlekete gittiğinde, köyden hiç dışarı çıkmayan yaşlılar, etrafını çevirip, toplanıp bir şey konuşuyorlarmış. “Aleviler bize benziyo mu?” falan. Kendi kurguladıkları dünyasında, demek ki insana bile benzetmiyor. Bu gibi şeyler, bir sürü vardır böyle örnekler. Ben dediğim gibi, sadece o kişileri değil de, sistemi sorgulamak lazım. Niye bu insanlara bunlar öğretiliyor? Birileri bunları öğretiyor, yani o insanlar kendi kafasından yapmıyorlar.
Çeşme'den benzer örnekler:
K1 - Tabi şey yapıyor mesela, böyle diyorlar ya diyor, samimi arkadaşlarım. E yıllarca beraberiz. “Bir şey gördün mü?” “Görmedim.” E ben de Alevi olarak doğduğumdan beri yaşıyorum, ben de görmedim. “Sen de gördün mü?” “Görmedim.” “E niye konuşuyorsun öyle?” “Ee böyleymiş ki...” Ama diyorum “miş” diyorsun, “görmemişsin.” “Nasıl bana,” diyorum, “söyleyebiliyorsun?” Mum söndü olaylarında. Bir arkadaşımın hanımı dedi ki: “Ya ben,” dedi “hayatımda Alevi görmedim,” değişik bir şeyler diyor yani bir insan dışında başka bir yaratık gibi bir şey bekliyor. Çıkmamış dışarıya. Doğa üstü yahutta herhangi bir yaratık bekliyor. “Nasıl bir şey bekliyorsun? O da insan. İşte ben Aleviyim karşında.” “Ya bize böyle anlatılmadı.”
K2 - Ya tabi hani o mesela bizim günlerimiz, toplantılarımız olur. O zaman karşı taraftan insanlar da olur. E tutar konuşurken der ki: “Ya sen Alevi değilsin.” “Neden?” “Ya sen Aleviye benzemiyorsun.” Yani Alevinin bir kimliği, ya da bir görüntüsü farklı mı? Değil. Sen burada itiraz edersin ama o üstüne ısrarla der ki: “sen Alevi değilsin.” Hem geçen gün yine öyle oturuyoruz, diyorum “ben Aleviyim.” “Hayır,” diyor “sen Alevi değilsin çünkü,” diyor, “Aleviler beyaz olmaz.” Yani şimdi Alevinin siyahı ne bileyim yani sarışını, esmeri, buğday tenli herkeste mevcut. Yani şimdi, gerçekten yani bu garip bir şey.
Tokat'tan bir örnek: “Aleviler domuza benzer”
K - Hocanın bir tanesi camiye gidip geliyor. Bana soruyor: “Sen nerelisin?” “Tokat’lıyım.” “Sen nesin?” “Ya işte ben inşaat ustasıyım.” Hoca da öğretmen, Karslı ama çok yobaz birisi. Ondan sonra, uşakları falan da MHP’liymiş. Yav dedim ki: “Sen neyi sormak istiyorsun arkadaş?” dedim. Elimde bir keser var tamam mı. “Ne sormak istiyorsun arkadaş?” 10 defa 20 defa durdu. Ben insan olduğumu söyledim. “İnşaat ustasıyım, Tokatlıyım, buraya sizin yanınıza adam diye geldim,” falan. “Yani benim mezhebimi mi öğrenmek istiyorsun?” dedim yani. Hani bu işlerde başımıza çok şey geldi ya. “He,” dedi. “Ben,” dedim: “Aleviyim arkadaş.” “Alevi ne ki yav?” dedi, “Alevi.” “Yav! Aleviliği bilmiyor musun sen?” dedim. “Bilmiyorum,” dedi. “Alevi demek domuz demek,” dedi. “Biz domuz biliyoruz Alevileri,” dedi. “Ben domuza benziyor muyum?” dedim. “Biliyor musun? Öyle bir yaratıklığım var mı?” “Allah Allah!,” dedi, “Allah kimseyi Alevi etmesin!” dedi. “Ya Alevi olmak ne ki kardeşim yav!” “Alevi olmak,” dedi, “arkadaş, biz domuz biliyoruz,” dedi yani.
A - Bayağı domuz biliyorlarmış?
K - He. Hiç görmemişler bilmemişler. Ben domuz değilim arkadaş Aleviyim, ama insanım yani.
Bir “fantezi” konusunu da gerdek gecesi ya da düğün gecesi oluşturmaktadır.
Tokat'tan bir örnek:
K - Bizim de mesela Alevilerden bir şey yemezler. Alevilerin elinden kesinlikle bir şey yemezler. “Dede suyuyla yıkanmış,” diyorlar. “Dede suyuyla,” falan diyorlar bir şeyler diyorlar. Sonra şey diyorlar, işte Aleviler şeymiş, mum söndü olayının dışında attıkları iftira da şey, evlendiğin zaman ondan sonra, neydi o, öyle bir iftira da var yani imam nikâhı yapılıyor ya, kocasından önce imam yani dede şey yapıyormuş.
Ankara'dan örnekler:
K1 - Bizim kirvemız vardı, Yusuf Ağa, büyük oğlu yabancı gız istiyo, onu tanışmaya gittik annesiyle de. Gız bana dedi ki: “Teyze senden bir şey öğrenebilir miyim?” “Tabi,” dedim. “Doğru mu gerdek gecesi? İlkin gayınbabalar gelinle yatıymış, ondan sonra oğulları...” “Asla,” dedim. “Sizde öyle bi şey varsa, siz uygun görüyosanız, bize de yakıştırın, biz de yaparız. Ama asla, gelirsin, görürsün, tanırsın ve bu söylediklerinden utanırsın,” dedim. O zaman da söyledim de mi Mustafa? O zaman o gadar bir şok oldum kü, anlatamam.
K2 - Bir de, biz bu Sünni gızları aldığımız zaman, tuvalete götürüymüşuk, dört sefer, beş sefer, “imanım benden yok, ben imansızım, ben imansızım,” diyemişık, ağzından yeşil bir şey çıkiymiş, tuvaletin deliğine ahıp gediymiş, o imansız oluyomuş. Aynı Ayşe bunu da sordu bana. “İşte ben imansızım, ben imansızım,” biz Aleviler şey oluyoh ya, imansızık ya, o anda ağzından…O anda ağzından yeşil bir şey gelip, tuvaletin deliğine düşünce, Alevilere garışımışsın, onların şeyinde oluyomuş. Dedim: “Asla, bizim yolumuz gibi, bizim dinimiz gibi, heç temiz bi şey olamaz, doğru bi şey olamaz, ileride göreceksin, bu gonuştuklarından utanacaksın.”
Samsun'dan bir katılımcı aktarıyor:
K - Ben bir ilginç bir olay anlatabilir miyim? Şimdi benim dayı oğlum, Sivas’ın bir köyünde, öğretmen olarak görev yapıyor. Orda Denizlili bir kızla, o da ebe, onla tanışıyor. Tabi evlenmeye karar veriyorlar. Kızın ailesi karşı çıkıyor yani Alevi olmasından dolayı. Fakat kızın diretmesi sonucu evleniyor. Fakat evlendiği zamanda ailesi şöyle diyor: “Bak diyor bunlarla evlenmeyin, bunlar,” diyor “Aleviler işte gerdek gecesi şey yaparlar, dede gelir. Önce dede, sonra da senin işte kocan bir ekmeği tuvaletin deliğine atar, ordan bir ateş çıkarsa o zaman seninle birleşir,” diyor. Kız bunu bile bile yine kabul ediyor. İşte düğün gecesi, baktık kız renk falan gitmiş. Dedik ya bir şey mi var acaba. Sonra benim eşime “Ya dede kim?” diye sordu. “Dede yok, ne dedesi?” falan. Diyor ki: “Ya bana işte böyle böyle anlattılar,” diyor. Biz dedik: “Böyle bir şey olmaz, ekmek nimettir. Ekmek öyle şeye atılır mı, bizde öyle bir şey yok.” Hani biz şimdi kendimizi ya ifade edememişiz, ya da karşı taraf bizi anlayamamış.
Havza'dan bir örnek
K - Yani her yerde bu tip şeyler oluyor. Ben bunların hepsine karşıyım. Çünkü hatta bir tane daha anlatacağım, yine biz bir Cadiye Mahallesi’nde oturuyoruz. Orda çift daire tek katlı. Hüseyin Pembe bizim ofis arkadaşımız olduğu için yani nişanına gittik. Ondan sonra geldim orda kadın eshefle şunu söylüyor; “yav!” diyor, “onlar evlenince,” diyor, “nikâha girince şey gerdeğe girmeden önce tuvalete ekmek atarlar,” diyor. “Allah Allah!” dedim, “yav sana kim dedi?” Bir kere dedim “Alevi duasını yapıyor, Hak Muhammed Ali bereketini versin diye dua yapan bir insan bu kadar yanlış, bunu ayaklar altına alır mı?” dedim.
Kızılbaş'ı bir küfür olarak kullanan bir çok kişi olduğu anlatılmaktadır.
Ankara'dan bir örnek:
K - Bir de bizim köy karışık, Sünni ve Aleviler bir arada. Okuldayız. Baharın o ilk güneşin vurduğu dönem. Her yer çamur. Ayaklarımız falan çamur oluyor. Çeşmede yıkayıp geliyoruz. Eller yaş oluyor. Güneşte ısıtıyoruz. Sünni bir kız çocuğu duvarın dibinde durmuş ellerini ısıtıyor. O ara bir tanesi karşısında durdu. Gölge etti. Aynen şu tabiri kullandı: “Elim yaş, yüzüm yaş önüme duran Kızılbaş.” Bu da çok yaygın bir tabirdir Sünniler arasında söylenen. Buna tanık oldum ben. 8-10 yaşlarında vardım yoktum. Bizim beraber okuduğumuz kız çocuğu. Daha değişik şey de söyleniyor mesela “Kızılbaş olasın,” yani “kafir” gibi o anlamda söyleniyor. Veya diyelim ki birisi buna vurdu, “Elim yaş yüzüm yaş bana vuran Kızılbaş,” deniyor. Çok yaygın çok kullanılan bir deyim bu. Deyişlerin ikisi de çok ilginç.
Tokat'tan bir örnek:
K - Ya zaten o insanlar hep böyle arkasına bakmadan, senin, karşısındakinin kim olduğunu bilmeden pat diye atıyor. Adam Aleviliğin Sünniliğin ne olduğunu bilmiyor. Öyle bir aşılanmış ki. Bizler de bu terbiyesizlik yok. Adam diyor ki: “Ah sen Kızılbaş olmasan melek gibi bir adamsın,” diyor. Ya bu Kızılbaş'ın kötü tarafı ne bir onu söyle.
A - Kim diyor bunu?
K - Herhangi birisi, isim olarak aklımda değil. Peki, sen bu Aleviliğin veyahut da Kızılbaşlığın ne demek olduğunu biliyorsun. “Yav!” diyor, “sen Kızılbaş'a benziyorsun.” Kızılbaşlar nasıl bir insanmış. Ta askerden beri gördüğüm olaylar.
İstanbul'dan bir örnek:
K - Benim hikayem, 400 haneydi, ben 1 haneydim içinde. Ben onlara, onlar bana der “Kızılbaş,” ben derim “karabaş,” ben böyle konuşuyordum. Onlar da benle baş edemiyorlardı.
Samsun'dan bir örnek:
K - Benim eşim Hopalı, Alevi değil. İşte Hopa’dan misafirler geldi, düğün oldu, daha doğrusu misafirler geldiler. Düğün gecesi de tartışma çıktı, kız tarafı oğlan tarafı küstüler. Hopa’dan gelen oğlanın annesi, damadın annesigil bizdeler. Aracı olalım da barıştıralım bunları diye toplantı yaptık bizde. İşte balkonda yaz günü balkonda yemek falan yedik işte. Oturduk, konuşuyorlar. Ben de içerde mutfakta işte ortalığı topluyorum. Bir laf duydum. “Kızılbaş soyu!” dedi. “Ne olacak Kızılbaş soyu,” dedi. Ay ben yanlış duydum herhalde dedim. Bıraktım işi gücü geldim balkona oturdum. Dedim ki: “Enişte,” enişte diyoruz Engin’in kuzenin kocasına, dedim ki: “Enişte senin gelinin Alevi mi?” dedim. “Hayır ne münasebet,” dedi. “Niye sen o kelimeyi kullandın, Kızılbaş soyu ne demek ki? Sen benim Alevi olduğumu bilmiyor musun?” dedim. Ay bu bir şaşırdı tabi. Ama benim de sinirim bozuldu geçtim odaya gittim. Şimdi herkes içerde, herkes de biliyor ama onlar bilmiyorlarmış, bilmediklerini ben bilmiyorum. Başladım ağlamaya, çok fena moralim bozuldu yani. Evde hizmet ediyorsun, şey yapıyorsun kaç gün beraber geçiriyorsun, bende kalıyorlar. Adam bana “Kızılbaş soyu,” diye şey yapıyorsun. Meğer onların küfürleriymiş. Yani bunu sonradan öğrendim. Odaya geldi benden özür diledi, çok özür diledi gerçekten çok üzüldü. Şimdi en sevdiği insan benim. Dedi ki: “İnan biz çocukluğumuzdan beri bunu küfür olarak ediyoruz,” dedi. “Büyüklerimiz hep, ağzımızdan böyle çıktı,” dedi. Yani “küfür,” “biz…” dedi, “küfür” dedi, bunu açıkça söyledi yani. “Kızılbaş soyu,” bir küfürmüş onlarda. “Ben Kızılbaşlar'a söylendiğini falan bilmiyorum,” dedi. Ondan sonra işte oğlumu aldı gelen misafirler götürdüler. Orda çok anlattım ben Erdem’e, işte Aleviler nasıl, bir ay kaldı Hopa’da, Aleviler nasıl diye. Ondan sonra da türkü kaseti hediye etmiş, getirdi bize.
Ankara'dan bir örnek:
K - Şöyle anlatayım ben Ankara’nın çok yakınında bir kasabada çalışıyordum, buranın bir dinlenme tesisleri var oralı birisi çalışıyor bir de dışarıdan birisi geliyor. Birisi geldi karşılaştık. “Hoş geldin,” falan. Ertesi gün yerli olanı “ya arkadaş sen Aleviymişsin?” dedi. “Evet nereden anladın.” O arkadaş “bu Aleviye benziyor. Alevi mi bir sor bakalım mutlaka Alevidir. Sen,” diyor. “Bunun Alevi olduğunu nasıl anladın?” “Sizin,” diyor, “mutlaka bizim bilmediğimiz gizli bir işaretiniz vardır.” Dedim ki: “Aleviyim falan ama herhangi bir işaret mişaret yok. Bir tavrımızdan falan anlamış olabilir.” Biz o “Alevi misin?” diye soran arkadaşın bir gün evin evine gittik. Bu arkadaşın hanımı var, çocukları var kendisi biliyor ama hanımına söylemiyor. Söyleyemiyor. O ara bir komşunun damadından laf açıldı. O adamın çok kötü olduğundan bahsediliyor. Hanımı lafı açtı dedi ki hanımı: “Bu adam kesinlikle Kızılbaş,” dedi. “Ne şunu biliyor, ne bunu biliyor, şöyle kötü böyle berbat adam.” Diyor ki: “Hanım sus, boş ver bunları konuşma.” “Nereden biliyorsun şöyle böyle, yok,” diyor. “O kafir Kızılbaş,” diyor. “Ancak böyle şeyleri kafir Kızılbaş yapabilir,” diyor. “Bunların ne kestiği yenir, ne sofrasına oturulur deniyor, ne ekmeği yenir,” diyor. Adam daha sonra kızdı bağırdı: “Niye demiş beni misafirlerin yanında böyle böyle,” demiş. “Aman, bundan sonra evime gelmesin soframa oturmasın sen de onunla konuşma,” demiş. Adam biraz hoşgörülü birisiydi demokrat birisiydi tabi ki öyle olmadı ama ben de bunları dedikten sonra adamın evine gitmedim. Bir daha da ailece görüşme imkanımız olmadı.
Dostları ilə paylaş: |