K - Evet sadece bu nedenden olmamıştı. Birkaç yıl sonra, yani benim şansım sanırım öyle, bir başka arkadaşımla, işte yıllar sonrasında tekrar gündeme geldiğinde böyle bir şey, onun ailesi çok karşı çıktı ama. Bu sefer de tersi oldu. Onun ailesi de: “Alevi bir kız istemiyoruz,” dediler. O olmadı, evet. Daha doğrusu o kabul etmedi.
İzmir'den bir örnek:
K - Yani elbette ki canım, çünkü anneniz babanız Sünni sizin. Yani veya o gelenekten geliyor, o kültürden geliyor, ondan dolayı siz Sünni’siniz veya siz isterseniz gidin camiye her gün beş vakit namaz kılın, isterseniz gidin müftü olun ama siz halen Alevisiniz. Hep Alevisiniz. Yani o toplumun gözünde hep Alevisiniz. Bir kere toplum onu yıkmalı, onu yıktığı zaman bu sorunlar bitecek. O zaman küsmeler darılmalar olmayacak yani ne Alevi’den ne şeyden, kimse de küsmeyecek o zaman.
K - Yine biz Sünni bir arkadaşı ceme davet ettik biliyor musunuz, köyde cem varmış, “ceme gel,” dedik. Kalktık gittik. Cem sohbeti başladı, dede başladı: “Allahını seven Sünni’ye kızını vermesin!” Hadi buyurun. Bizde yok mu ayrımcılık? Bizde de var. Her toplumda var. Çocuk kızarıyor, bozarıyor, dede halen devam ediyor. Neyse dede lafını bitirdi biz de çıktık dışarı. Çocuk dedi ki: “Benim için normal,” dedi. “Dedenin o tutumu benim için normal,” dedi “ama, başka bir yobaz insan gitse....” Dedi ki: “Doğru söylüyor,” dedi. “Yani % 80 anlaşamıyorlar,” dedi. Çocuk da ona yorumladı. Ama başka bir insanı götürsen, bunu bu şekilde algılamaz, “Kızılbaşlar ve Aleviler cemde bile bize ayrımcılık yapıyor,” der.
6. Bölüm: SOSYAL ÇEVRE VE AYRIMCILIK PRATİKLERİ Önceki bölümlerde görüşmelerde öne çıkan ayrımcılık biçimlerini sunmaya çalıştık. Bu ve bundan sonraki bölümlerde ise ayrımcılığın gündelik hayatta yayılmış olduğu alanın genişliğini göstermek amacıyla, ayrımcılık pratiklerinin cereyan ettiği yerleri ele almaya çalışacağız. Bunlardan ilki sosyal çevre. Burada sosyal çevre ile komşuluk, arkadaşlık, akrabalık ilişkilerini, mahalle ya da köy yaşamını kapsayan alanı kastediyoruz. Bir başka deyişle bu bölümde, Alevilerin komşularıyla, arkadaşlarıyla, akrabalarıyla, mahalle ya da köy yaşamında, park, hastane, banka gibi kentin farklı kamusal alanlarında rast geldiği kimselerle, askerlikte tanıştığı kişilerle girdiği ilişkilerde yaşadığı ayrımcılık pratiklerini konu edeceğiz. Bu pratiklerden bir kısmı yukarıda öne çıkan başlıklarda konu edilen pratikler, bir kısmı ise bu alana özgü pratikler. Bu bölümde bunları ele almamızın sebebi ise, ayrımcılıkların bu ilişkilere olan etkisinin ve bu ayrımcılıkların Alevi yurttaşlarda yaratığı tahribatın altını çizmek. Görüşmecilerin verdikleri örnekler arasında onları en çok etkileyen sözün yakınlarındaki kimselerin, Alevi olduklarını öğrendiklerinde, “Ya! sen Alevi olamazsın” tepkileri olması, bu tahribatın önemli göstergelerinden biri. Bir çok kişi, karşısındakinin Alevi olduğunu öğrendikten sonra tavır değişikliğine gidiyor. Kimisi ilişkisini tamamen keserken, kimisi direkt hakaret ederek kimisi de çeşitli kalıp yargılarını ortaya koyarak karşısındakini rencide ediyor. Kimi zaman ise karşıdaki kişinin Alevi olduğu, Aleviler hakkında ileri geri olan konuşmalara dayanamayan Alevi yurttaşın patlaması ve sakladığı kimliğini ortaya koyması sonucunda ortaya çıkıyor. Bu tür durumlarda ilişkinin seyri tabi ki bozularak devam ediyor. Sonuç olarak bu bölümde, Alevilerin sosyal çevreleri ile girdikleri ilişkilerde Alevi olmalarından kaynaklanan “arızaları” örneklemeye çalışacağız.
Komşular ve mahalle/köy yaşamına ait örnekler İstanbul'dan katılımcıların serzenişleri:
K1 - Komşu, her zaman gelip, gidiyor. Ben de o kadar insanın içinde tek olduğum için saklamak zorunda kalıyorum. İşte: “Kızılbaşlar şöyle, Aleviler şöyle pis, yıkanmıyorlar falan filan,” diyorlar. Kadın benim evimde ekmeğimi yiyor, çayımı içiyor. Her zaman gelişte, gidişte bana böyle hitap ediyor. Ben de çıkıp da diyemiyorum: “Alevi'nin niye ekmeğini yiyorsun, niye çayını içiyorsun, evinde oturuyorsun?” diyemiyorum. Çünkü tek olduğum için. Her zaman böyle diyor. Bizi hep böyle hor görüyorlar yani.
K2 - Şimdi hocam bu mesela Cuma günleri camiye gidenler mesela, böyle bir şey var mı yani. Kahvenin önünde oturana selam vermek günahmış. Var mı öyle bir şey ya? Yani var mı öyle bir şey?
A - Nasıl yani?
K3 - Kahvenin önünde Aleviler oturuyoruz, camiye gidenler: “Aman onlara selam vermeyin onlar Alevidir,” diyor.
K2 - Günaha girersiniz yani, kahvenin önünde oturana selam vermek günahmış.
K4 - Onu şey yapan cami hocasıymış.
K2 - Ama işte onu diyorum, yani cami hocası. Yani biz böyle bir şeyi kendi insanlarımıza yansıtabilir miyiz yani. Yani diyebilir miyiz ki: “Sokakta senden olmayana, Alevi olmayana selam verme!” Böyle bir mantık var mı? Adam anons ettirmiş resmen: “Kahvenin önünde oturanlara selam vermeyeceksiniz. Verirseniz günah.”
Çanakkale'den bir katılımcının yeni taşındığında komşularının merakı:
K - 84 yılında ilk tayin olduğum yerde Adapazarı’nda çalışmıştım. Lojmanda yaklaşık 20-30 kişi falan kalıyorduk. İlk kaldığım gün hiç unutmuyorum, gruplar halinde sürekli kapıdan bakıp bakıp geçiyorlardı, birkaç gün böyle. Ondan sonra yaklaşık birkaç hafta sonra, insanlar beni tanıdıktan sonra, “Ne oluyor?” diye sordum. Sonra birkaç hafta sonra, beni tanıdıktan sonra insanlar, “Ya biz seni Alevi, lojmana bir Alevi geldi diye merak ettik, o yüzden kapıdan bakıp bakıp, gidip geliyoruz,” dediler. Ben de “ne oldu?” diye garipsemiştim o zaman.
Menemen'den bir katılımcının bir anısı:
K - Memenen’de bir yer aldıydım burda. O semte tabi, evi aldıktan sonra o semte yeni taşındık. Semtin o mahallenin sakinlerini daha bilmiyoruz tanımıyoruz. Bahçe düzenlemesi yapıyordum ben, evin bahçe düzenlemesini. O arada bir hacı, işte yaşlı, sonradan öğrendim Erzurumlu bir hacı. Gelip geçiyor ve bana çok iyi davranıyor. Selam veriyor. “İyi oluyor,” diyor. “İyi yapıyorsun, bu işlerden anlıyorsun,” diyor. Ben de: “Yapıyorum, işte elimden geldiği kadar yapıyorum bu işleri,” dedim. Sonra Cuma günüydü, tekrar geldi. O da orda oturuyormuş, bizim aldığımız evin biraz ilerisinde oturuyor. Tekrar geldi yine selam verdi. El arabasıyla geldi. Ya benden kum isteyecekti ve yahut da harç isteyecekti yani, ben öyle tahmin ediyorum. Ondan sonra bana dedi ki: “Namaz,” dedi “Cumaya gidersen, şurda cami var,” dedi. Tepenin, Çınarlı Mahallesi’nin arka tarafında, cami yani görünmüyor da. “Sen buraya yeni geldin, yani bilmiyorsun camiyi, tepenin arkasında,” dedi. “Ben biraz sonra gideceğim camiye, beraber gidelim cumaya.” Sonra ben de bir şey demedim yani, olumlu şey ettim, davrandım. “Dur bakayım biraz işim var,” dedim. Ben de harç yapmışım. Ondan sonra ezan okuduktan sonra yani okumadan önce yine tekrar giyinmiş, geldi. “Gidelim,” dedi, “camiye, cumaya.” “Ben,” dedim hacı, harç yapmışım. Şimdi ben cumaya geldiğim zaman bu harç donacak. Ben şu anda gelemem dedim. Gelemem deyince bu gitti. Gitti ondan sonra, hatta el arabasıyla tekrar gelmişti. Benim cumaya gitmediğimi anlayınca, benden bir şey istemeden. Yani biliyorum, çünkü el arabasıyla geldiğine göre ya kum isteyecek ya harç isteyecek yani, ikisi de var yani yapmışım. Ben cumaya gitmiyorum diye istemedi. Arabayı tekrar geri çevirdi boş götürdü. Ondan sonra da, ben aldığım evin yanında bir Konyalı kirada oturuyordu. O söylemiş, yani o bize söyleyince, “Biz de Aleviyiz,” dedik o kiracıya. Konyalı olan bir bayan vardı kirada oturuyordu. Hatta benim eşim, “Biz Aleviyiz,” demiş. Yani, “niye söylüyorsun falan.”
Karısı - Dedi: “Aman işte,” Kürtlerden açılınca. “İşte kapının önüne odun yığmışız. İyi ki Kürtçe biliyorsun.” Çocuklar Kürtçe diyorlar ki: “Biz bunları akşam gelelim götürelim,” diye. Böyle laf açtı yani. Sonra: “İşte burda her çeşit insan var,” dedi; “Lazı var, Türkü var, Kürdü var, Alevisi var,” dedi. Ağzımı yokladı. Ben de: “Sakın Alevi’ye atma!” dedim, “Burda karşında Alevi duruyor,” dedim. Öyle deyince, “Yok o demek değil de,” dedi. Öyle çevirdi yani. “Ağzımı yoklarsan ben de söylüyorum,” dedim. Herkese söylemiş yani.
K - Ondan sonra bunun Alevi olduğunu söyleyince eşimin, mahalle tabi yayılıyor yani: “Aleviler almış bu evi....” O hacı daha halen sağ, daha halen gider beş vakit namazını kılar. Giderken benim evimin önünden geçer, selam vermez. O günden sonra hacı bana selam vermez. Ben de onun selamını zaten istemiyorum.
İzmir'den bir katılımcının Antep'teki bir anısı:
K - Antep’te yaşadım. Gaziantep’te sene 76 falandı. Antep’e gittik. Gaziantep’e gitmişiz, Pınarbaşı diye bir kasabasında kalıyoruz. O köy komple Sünni bir köy. Biz orada kalıyoruz ama bizden önce Adana Arap Alevilerinden biri oturmuş oraya. Oraya kiracı gitmişler. Güneydoğu Tahıl Fabrikası mı ne var orada çalışıyor. Oraya yerleşmişler, onlar da kiraya çıkmışlar. Fabrikaya yakın olduğu için biz de oraya yerleşmiştik. Oradan o kadını Alevi diye çok rahatsız etmişler. Hakikaten çok rahatsız etmişler. Ya gece fabrikaya gidince eşi erkekler gidip rahatsız ediyorlarmış. Kapılarını zorluyorlarmış ki hakikaten bu böyle oldu ben kendim de yaşadım aynı şeyi. Sonradan duyduklarımdan sonra bir de şeylerdi yani bizim Kazım ağabeyim falan orada polis olduğu için biraz korkuları vardı. Bir ağası vardı. Hem toprak sahibiydi hem köy ondan sorumluydu. Ama büyük nüfuslu bir köydü. Orada duydular onlar, bir yerden duydular Alevi olduğumuzu. Gece eşim şeye fabrikada şeye kalıyordu mesai falan. Bir de benim yanımda görümcem küçük. O da ilkokul beşe falan gidiyordu. Ya! kapılarımızı zorluyorlardı. Damın üstüne çıkıyorlar. Antep evleri de toprak evler. Ya! çıkıyorlardı. Diyorsun sanki yukarıdan evi üzerimize yıkacaklar. Sonradan biz oradan taşınmak zorunda kaldık. Bir şey yapamazsın şikayet de edemezsin biz kaçtık oradan yani. Çıktık Antep’in merkezine taşındık. O köyde biz kalamadık. Alevi olduğumuz için bu yapıldı. Alevileri hiç mi hiç sevmezlerdi. Bir de Alevi kızları aldığında Alevi kız almışlardı onlara gelin gelmişti. O kızı götürmüşler, hamama götürmüşler, yıkamışlar namaz kıldırmışlar, Müslüman etmişler, yani öyle anlatıyorlardı benim yanımda.
İzmir'den bir katılımcı, mahalleliden kaçıyor:
K - 65 senesinde yeni evlendim. Aileden koptuk. Ayrıldık. Bir mahalleye yerleştik. Bize de fazla uzak değil. İzmir’de. Çimentepe’de, Damla Sitesi, Fatih Mahallesi’nde, Eşrefpaşa Pazarı’nın oraya geldik. Şimdi oradaki bazı arkadaşlar çağırdılar bizi. Yıllardan beri çalışıyoruz serbest meslekte çalışıyorum. O zaman boya badana işinde çalışıyorum. Bu sefer de hep birlikteyiz. Sizlerden iyi olmasın bir Ali arkadaşımız var. Ali de var. Toplandık gene oturduk dem alıyoruz. Çaldım tabi, efkara geldik başladım çalmaya; “Daha senden gayrı aşık mı yoktur.” Türkü de bu. “Vay!” dedi adam, oradan fırladı. “Sen de mi Alevisin! Senin Alevi olduğunu bilseydik bu mahalleye almazdık!” Bir yaygara bir kıyamet Ali’ye, “Gel Ali,” dedim, “hadi kaçalım.” Ali’yi zor zaptediyoruz öbür taraftan bağırıyor. Mahalleden nasıl taşındığımızı bilemedik. Kaçtım, “Sen Alevisin!” deyince. Alevi de demedi de “Kızılbaşsın sen!” dedi.
İzmir'den başka bir katılımcının mahallede çocukken yaşadıkları:
K - Şimdi ortaokul birinci sınıftayım köyde ilkokul var. Ortaokul birinci sınıfta ilçeye gitmek gerekiyordu. Çünkü köyde ilkokul yok. Sivas’ta, İmranlı’da. Rahmetli babam bir tanıdığıyla beraber bize bir oda tuttu. Orada kalıyoruz orta birinci sınıfa ben orada başladım. Bir gün ekmek ve gazete almak için yola çıktım, ev biraz çarşıdan uzaktı, çarşıya gidiyordum, ilerde de kalabalık bir grup duruyordu. Tabi aklıma herhangi bir şey gelmedi. Şimdi ben yoluma devam ettim. Tam onlara yaklaştık, “Bu da Alevi!” dediler ve aynı sınıfta okuduğumuz arkadaşlarım da vardı o toplum içerisinde. Ben on kişi deyim, siz 20 kişi deyin bunlar bana saldırmaya başladılar. Başlarında bir tane de sakallı biri var, yaşlı sakallı birisi. Ben de o zaman İstanbul’a yeni gitmişim bir tane vuruyorsam, on tane yiyorum yalnız beni yıkmaya çalışıyorlar, yatırmaya çalışıyorlar, yatıramadılar. Gelene ben vuruyorum, gidene ben vuruyorum; ama, son derece dayak yedim. Linç etmeye çalışıyorlar yani. Sonunda onların elinden kurtuldum, çarşıya gittim ki her taraf asker. Gerçekten çocukça bir duyguydu. Şu anda da o anı yaşar gibiyim yani küçücük çocuğum hiç bir şeyden haberim yok, askerlere, “Acaba ne oluyor?” dedim. Bir bakkalım vardı sürekli, alışverişimi yaptığım oraya gittim. Oraya girdim ilk önce aynaya baktım. Ama çocuk aklıyla çarşıya gelirken, “eğer inandığım yer doğruysa bana bir şey olmaz,” dedim. Çünkü yüzüme çok yumruk yemiştim. Aynaya baktım yüzümde hiçbir şey yok. Bir kızarıklık dahi yok belki yüzümün her tarafı yumruk yedi, en ufak bir leke dahi yok. “Ne oldu Salim Amca!” dedim. Deli Salih vardı, bir tane de fırıncı vardı. Öbürü Aleviydi, yani deli dedikleri Sünni olan. Deli Salim fırıncı Soysal’a saldırıyor dükkanını basıyor o yüzden kavga çıkıyor, Alevi-Sünni kavgası dedi. “Sana ne oldu?” dedi. “Böyle böyle,” dedim. Fırıncı olduğundan dolayı o da ona karşılık veriyor, derken Alevi-Sünni çatışmasına dönüşüyor. Askerler de olaya hakim oluyor, yani ilk çocukluğumda bu şekilde karşılaştım. Biz çocukluğumuzda Alevi’dir, Sünni’dir, şudur budur bilmezdik. Bizim ailelerimiz gerçekten bizi illa Alevi öğretisini öğreterek yetiştirmezlerdi. Bilmezdik yani. İlk orada karşılaştım. Diyorum ki sınıfımın, aynı sınıfta beraber okuduğumuz arkadaşlar da bana saldıran arkadaşların içinde var. Çocuğum yani... Bak biraz önce duygulandım... Küçük bir çocuksun yolda gidiyorsun 15-20 kişi seni çeviriyor da: “Onlardan,” diyor. Ben, onlar dediğinin ne olduğunu bilmiyorum ve bana saldırıyorlar. Alevilikle ilk böyle tanıştık. O kadar çok anlatılacak şey var ki hangisini anlatayım bilemiyorum.
Alanya'dan bir yurttaşın Samsun'daki bir anısı:
K - Ben ilk görev yerimle ilgili bir şey anlatmak istiyorum. Samsun’un Vezirköprü İlçesi’ne ilk tayinim çıktı. 93 yılının Ocak ayında. Sivas katliamının da yeni olduğu, üç dört ay öncesinde olan bir olay ve annemler de Çorum olaylarını yakınen yaşadıkları için biraz tedirgindi. Vezirköprü de çok fazlasıyla tutucu bir yer, okulum da eski yerleşim yerinde olduğu için ben de oradan ev tuttum. Yani tam böyle tutucu olan bir yerdi. Annemle kız kardeşimle beraber gitmiştik. Tabi annem ilk önce gizlememiz konusunda tembihler veriyordu falan. Çünkü daha önceden olan olaylardan dolayı. Ondan sonra biz çevrede söylemedik, baştan ben hep söyleyelim diyorum, ama annem biraz tedirgindi, “İşte kızım bizi de yakarlar falan.” Çünkü, mahalledeki kadınlar, bize oturmaya geldiklerinde, sürekli annemi teravihe götürmek istiyorlar. İşte namazla veya ona benzer dini sorular soruyorlar, sohbetler ediyorlar ve sürekli teravihe götürmek istiyorlar. Artık annem dayanamamış, bir defa benden habersiz, namaz nasıl öğrenilir kitapçığı almıştı. Yani ben çok sonra gördüm, ben okuldayken onları çalışmaya çalışıyor, işte duaları ezberlemeye falan çalışıyor. Ben çok sonra fark ettim onu. Ondan sonrasında, daha sonra okuldaki öğrencilerimle gene bir olayımız oldu. O dönemde de Gazi Olayı’nın yeni olduğu dönemlerdendi ve sosyal bilgiler derslerine giriyordum. Tabi ben daha çok sosyal içerikli konulara değinmeyi daha çok istiyordum çocuklarla. Oradan birkaç öğrenci, işte evden duyduklarını söylemeye başladılar, “İşte öğretmenim, onlar kötü insanlarmış, işte onlar temizlenmezmiş, yıkanmazmış, işte su istersen tükürürlermiş, yoğurt yaparken tükürürlermiş içerisine falan” böyle bir sürü şeyler söylediler. Ben tabi çok sinirlendim falan. Sonra kim söyledi bunları dedim. “Bunları dedem anlattı,” dedi. Gazi Olayları’nın olduğu dönemlerde işte dedesi anlatmış ve ben sinirle: “Ben de Alevi’yim!” dedim. “Evime geliyorsunuz, yani ne zaman pis gördünüz evimi, nasıl gördünüz falan!” böyle bayağı bir olaylar olmuştu. Tabi sonradan öğrenildi. Annemler de gitmişlerdi Tekirdağ’a, ben o zaman rahatlıkla söyleyebilmiştim.
İzmir'den bir katılımcı komşusunun kalıp yargılarının çözülüşünü aktarıyor:
K - Eskiden korkardık saklardık. Bu tam 85’te İşçi Evleri’nde falan oturuyorduk. Diyarbakırlı bir aile, onlar da kiracı biz de kiracıydık. Bahçe içinde oturuyoruz. Yaşlı annesi var, kadın da bankada çalışıyor. Her neyse böyle yediğimiz içtiğimiz ayrı gitmez. Diyarbakırlı Kürt aileler, Zazaca da anlıyorlar. Onların şivesi ayrı bizimki ayrı tabi. Kadınla biz çok samimiyiz o da genç benim yaşlarımda biri. Annesi de çok yaşlı. Kadın tabi geliyor, yiyor, içiyor onlar da yoksul yani. Onlar da çok yoksul, kadın tek başına çalışıyor. Ben kadınla ilgileniyorum. Beraber oturuyorum. Kadın bilmiyor, annesi Alevi olduğumuzu bilmiyor. Aradan üç dört ay geçti. Ama kızı gelip şey yaparken gülüyor, sürekli, “Nimet dur! annem bilmiyor...” Alevi olduğunuzu bilmiyor yani. Kadın yani namaz kılıyor, 5 vakit namaz kılıyor. Kızı da aydındı demokrat bir bayan. Aradan üç dört ay geçti, bir gün polis geldi. Kadın tutuklandı dediler. Bankadan tutuklandı götürdüler. Kızı var bir tane de. Neneyle torun kaldı benim başıma. Kimseleri yok. Hiçbir tanıdık akrabasını falan kimseleri tanımıyorum ben. Kadın yaşlı hasta. Baktım ben bu kadına yani 3 ay falan baktım ben bu kadına. Evime aldım. Artık oradan aldık sadece akşamdan akşama evde uyuyor. Kızına baktım. Kadından haber alamıyoruz. Yani nereye gitti diye. Aradan üç ay geçti, oğlu çıktı geldi bu kadının. O da bir yerde çalışıyormuş bilmiyorum nerede. Oğluyla sohbet ederken kadın, teyze sordu, Kürtçe sordu. Kürtçe’de Zazaca demek oluyor. Oğlu da dedi ki: “Anne sen biliyor musun?” dedi, “Bunlar Aleviymiş,” dedi. “Vış vış vış! Oğlum,” dedi. “Nasıl Alevilermiş!” dedi. Şimdi iki senedir oturuyoruz yiyoruz içiyoruz kadın bizden çıkmıyor. Kadına bakıyorum. Kadın yatalak. Yani o derece bakıyorum ben. Kadın muhtaç. Torununa bakıyorum, okula gönderiyorum. Bizim çocukla beraber yıkanıp gidiyor okula. “Öyle deme oğul, oğul!” dedi. “Anne,” dedi, “bak siz diyormuşsunuz ki Alevilerin kestiği yenilmez, mundar oluyormuş. Bak!” dedi, “sizin söylediğiniz Aleviler bunlar,” dedi. “Akrabaların sana yaptı mı bunu, senin gelinin bunu sana yaptı mı?” dedi. Ondan sonra kadın, yaşlı kadın kalktı oradan, “elini öpeyim ben bilmiyordum. Bize böyle anlatıldı biz böyle algıladık...” İşte kadın o zaman çok üzüldü yani. “Bize böyle anlatılmış. Alevilerin niye böyle kötü olduğunu söylüyorlar” falan. Ne bileyim “Kızılbaşlar diye; kızını tanımıyor, karısını tanımıyor. Çok kötü insanlar,” anlatılmış.
Menemen'den bir katılımcı benzer tecrübesini anlatıyor:
K - Atatürk Mahallesi’nde, bundan 6 sene falan önce yani. Arkadaşımla gerçi öyle bir şeylik görmedim de. Arkadaşım o mahalleye taşınmadan önce kaynanasıgilin orda durmuş. Orda da Tokatlılar yine var. Ben kendim de Tokatlıyım. Kaynanasının komşuları Tokatlıymış. Demişler şey: “Hıdırtepe’ye gidiyorsun ama demiş orda Alevi çok.” Tokatlılar demiş. Onlar hep kendi insanlarıyla haşır neşir olurlar, hani öyle fazla şey yapmazlar. “Onlar bir de Alevi insanlar falan,” demişler. Kimi de yani orda kaynanası da Alevilerin içinde oturmuş ama öyle bir kötülük de görmemişler. Hani illa komşuları Alevileri kötüleyecek. Onları, kız da bilmiyor. Menemen’de yetişmiş; ama, kimisi biliyor Aleviliğin-Sünniliğin ne olduğunu, ama o bilmiyor. Demişler: “Alevinin pişirdiği yenmez, bastığı yerde yedi sene ot bitmez.” Öyle işte konular yapmışlar. Tabi ben, kız kardeşimin apartmanında oturuyorum. Ben de kız kardeşimin oraya gittim. Beni görür görmez bir sıcaklık hissetmiş kız. Ha demiş ben bununla arkadaş olabilirim. Hani kız kardeşim biraz daha soğukkanlı, birden ısınamıyor. Beni görünce ısınmaya başladı, arkadaş olduk, çok samimiyiz. Ben de Muharrem ayı, oruç tutuyorum. Oruç tuttuğum zamanda da şey yapıyoruz, birleştik katmer. Öyle çökelekli gibi şeyler yapıyoruz apartmanın giriş yerinde. Onlar yemeye başladı, ben açıyorum. Dedi: “Sen o kadar eziyet çekiyorsun, niye yemiyorsun falan?” dedi. Aslında benim Alevi olduğumu biliyor, ben de onun Sünni olduğunu biliyoruz; ama, birbirimize asla söylemedik. Şimdi o yiyor, “Sen ye dedim ben yerim sonra.” Söylemiyorum. Dedi: “Ya o kadar eziyet çekiyorsun.” İlla beni konuşturacakmış, “Yesene!” diyor, ben diyorum: “Yok.” “Yaa,” dedim. “Ben yemiyorum, ben anlatayım mı,” dedim, “ben Aleviyim.” “Ben,” dedim “Muharrem ayı orucu tutuyorum,” dedim. “12 İmamları tutuyorum,” dedim. “O ne,” dedi. “İmam Hüseyin’i şehit ettikleri için ona yas gibi bir oruç bu,” dedim. “Sen bilmiyor musun Seval?” dedim. “Bilmiyorum,” dedi. “Sana neler anlattılar, sen bir söyle bakalım bana,” dedim. Dedi: “Sizin bastığınız yerde yedi sene ot bitmiyormuş, sizin pişirdiğiniz yemeklere dedenizin yıkandığı sudan koyuyormuşsunuz, sizin pişirdiğiniz yemekler yenilmiyormuş.” “Zıkkım olasıca!” dedim, “Bu çökelekliyi yapıyorum, ben yaptım sen hiç elini sürmedin yiyorsun ya. Bir de hım hım! yaparak ballandırarak yiyorsun, niye yiyorsun?” dedim, “benim Alevi olduğumu da biliyorsun neden yiyorsun?” Çiçek diktik aynı zamanda, ben ona çiçek diktim o da dikti, onun ki tutmamıştı benim ki çok güzel yeşermiş, onun evinde. Dedim: “O çiçek bak Seval! Benim diktiğim çiçekti, Alevinin diktiği çiçek. Benimki tuttu, seninki tutmadı. Acaba sende Alevilik mi var?” dedim. Ondan sonra öyle gülüştük. Tabi ben çok samimi oldum, o kadar aşırı bir samimiyet vardı ki, “adamlar bizi bıraksa bile biz ikimiz bir yerde yaşarız” diye gırgır şamata yapıyorduk. Hatta bir sabah kocasını uyandırırken Hayriye! diyerek uyandırmış, ay demiş! kendine gelmiş böyle. Kocası arkadaşlarına, işte kız kardeşlerine demiş: “Bacınıza sahip çıkın, Aleviler çevirecek!” gibisinden. O da azarlamış demiş: “Lütfen Metin bir daha aramıza girme! Bir daha o konu da olmasın.” Ben o kadından öyle bir kötülük asla görmem. Hepsi yanlış.
Ankara'dan katılımcılar komşu ilişkilerini anlatıyor:
K1 - Tabi çok ya çok ciddi baskılanmalar gördüm yani mesela, 1964 yılında okumak için Ankara’ya geldiğimizde oturduğumuz yerde Alevi olduğumuzu gizlemek zorunda kaldık. Bahçelievler’de oturuyorduk oturduğumuz binada bir tek biz vardık. Başka da kimse yoktu bizim gibi, gizlemek zorunda kaldık. Sadece bir komşumuz: “Ya Teslime Hanım”, dedi anneme. “Ya! kocanın adı Hüseyin, oğlunun birinin adı Muharrem, birinin adı Hasan bir tanesinin adı Bekir. Bu işte bir karışıklık var. Bekir mi yanlış diğerleri mi yanlış?” diye sordu. Annem dedi: “Bekir yanlış,” dedi. “biz ona Bektaş deriz ama adını öyle yazmışlar, doğal olarak adı Bekir kaldı.” İşte Bağcılar’a belli bir kesim yerleşiyor. Yani insanlar, oradaki kültürlerini olduğu gibi buraya taşıdılar. Buraya taşınınca, bir arada olmanın verdiği bir dayanışma gücüyle kendilerini korumaya çalıştı insanlar. Her şeye karşı korumak. Hem kültürlerini korumak, hem insan olarak can güvenliklerini, sağlamak anlamında.
K2 - Hemen çok yakın bir örnek: NATO Yolu’ndan ben bir ev aldım. Üst kattaki komşum Alevi olduğumu öğrenmiş. Dün oraya benim oğlan kum götürmüş, kum yıkıyor. “Bu kumu buraya yıkamazsın” diye. “Bu kumu oraya yıkacaksın sırtında taşıyacaksın.” Oraya yıkarsam. El arabasıyla aşağı atacağım. Öbür tarafa yıkarsam 20-25 metre sırtımda çuvalla taşıyacağım ki, binanın önünü kirletmeyecek. Sırf nedir biliyor musun? O insanın benim Alevi olduğumu bilmesi....
K3 - Örneğin bizim Karşıyaka’da Ankara’da bizim çok samimi bulduğumuz bir dedemiz var. Alevi toplumunda biliyorsunuz bu yolu takip eden dedeler babalar var. Mahallede derlermiş ki “Ya! iyi çok güzelsiniz, hoşsunuz da keşke Alevi olmasaydınız...” Ben bunları bizzat duydum yaşadım. Diyor ki: “Bu insan peki iyi güzel de....” “Alevi olmamın size zararı ne? “Vallahi,” diyor, “bilmiyorum ki keşke diyor Alevi olmasaydın!” diyor. Yıllarca kulaktan dolma bunların beyinleri yıkanmış Aleviler konusunda. Gerek basın olsun, gerek bu din dersleri olsun. Bizi öne çıkarmamışlar, biz geri planda kalmışız. Onlar bizim dinimizi, kültürümüzü, ibadetimizi bilmiyorlar. Ama içimize girip gördüğü zaman bizim çok iyi bir insan olduğumuzu biliyorlar. “Keşke diyor Alevi olmasaydın!” diyor. Ama, “neden?” deyince de buna cevap veremiyor.
K4 - 80’li yıllarda Etlik Esertepe’de oturuyoruz biz ve o mahallede bir tek Alevi biziz. Herkes Alevi olduğumuzu biliyor bize bir komplo düzenliyorlarmış. Babamla amcamı öldürmeyi planlamışlar. Daha sonra onlardan birisi, bize çok gelip gider, babamı çok sevdiği için gelmiş, uyarmış: “Bak böyle böyle bu gece gelip sizi öldürecekler.” Amcamı galiba öldürmeyi planlamışlar. İstihbarat almış. Onlar tedbirini almış ve daha sonra sabahleyin falan bıçaklamışlar amcamı bacağından. Tedbir alıp ne yapabilirler daha dikkatli olarak tedbir alabilirsin. Sonuçta kaba kuvvet yok bir şey yok. Silah yok. Bizde öyle bir şey yok. Daha sonra Almanya’ya gönderdi babam amcamı, burada öldürecekler diye. Almanya’ya gönderdiler amcamı zorla. Daha sonra biz küçüğüz kapıda top oynuyoruz. O sıra işte babamın amcasının oğlu, bizim dükkanın önündeydi araba durdu dükkanın önünde. Kalabalık insanlar indi içinden. 3-5 kişi küçücük arabadan. Daha sonra ellerine taş alıp adama vurmaya başladılar. Kafasını taşa yatırdılar, kafasına vurdular. Öldüreceklerdi, annem yetişti falan. Babaannemin sırtına da kocaman bir tane taş vurdular. Bunun haricinde bir de bakkalımızı bombalamışlardı. Ama bomba patlamamış tabi. Bomba koymuşlar. Camı kırıp içeri atmışlar. Sabah kalktığımızda bomba patlamamıştı. Patlasaydı çok kötü şeyler olabilirdi. Biz de böyle olaylar yaşadık yani.
İstanbul'dan bir katılımcının bir anısı: