K3 - Biz yine annemle hastaneye giderdik. Annem çok rahatsızlık geçiriyordu 80’li yıllarda. Okuma yazması da olmadığı için; ya ben götürüyordum hastaneye ya da kız kardeşim götürüyordu. Hastanelerde SSK’larda kuyrukta beklerken, işte bayanlar genelde birbirleriyle aynı sırada otururken: “İşte bacım nerelisin, falan?” diye söze başlarlar. Dertlerini hastalıktan başlayarak. Annem hep şey derdi: “Biz Elazığlıyız,” derdi. Ben ilk zamanlar çok fazla şey yapmıyordum ama sonra: “İşte Elazığlıyız, niye diyorsun, niye Elazığlıyız diyorsun falan?” Sonra şeyi fark ettik işte, en son evde şey yaptığımızda. Elazığ’da hem Alevi var hem Sünni var. Şimdi Elazığlıyız deyince onlar anneme Alevi ya da Sünni olarak ayırmıyorlar. Ha Sünni de olabilir ihtimali üzerinden annem Elazığlıyız diyor. Bunun üzerine ben mesela sorulduğu zaman ısrarlı bir şekilde Tunceliliyim derim. Aslında biz Tunceliliyiz.
K4 - Burda ben Kadıköy’den vapura bindim Üsküdar’a gittim, hava sıcak. O Üsküdar’ın orda bir havuz var. Havuzun orda iki tane sakallı oturuyorlar, yani yaşlı adamlar. Ben de acıkmıştım. Büfeden simitle bir ayran aldım. Ama hava çok sıcak. Oraya oturdum. Dedim bunu da yiyim, burdan dolmuşa bineyim gideceğim dedim. Şimdi orda iki tane bayan geldi, yani kız, 22-23 yaşlarında. Tabi ki biraz açıklar yani. Ben de böyle onların ikisi böyle oturuyor, ben de böyle oturuyorum. Şimdi bunlar başladı: “İşte bunlar Aleviler bak! Ne yağmur yağar başımıza ne de güneş kapanacak,” dedi. Ben de dinliyorum. Tabi ben simidimi yerken, iki kız da böyle karşımızda öte tarafta oturmuşlar. Göbekler buraya kadar açık, kolları açık, bacakları buraya kadar pantolon giymişler. Ha! benim zoruma gitti yani en doğrusu, “Ya! Yaşlı başlı insanlar hani kimin olduğunu ne bilsinler ki bunlar Alevi,” dedim Ben de kızların yanına yaklaştım. Havuzun orda döndüm. Geldim yaklaştım. Üsküdar havuzunu biliyorsunuz. Geldim ikisi de oturuyorlar: “Bacım size bir şey söyleyeceğim; ama, kalbinize bir şey gelmesin,” dedim. “Yok amca sor,” dedi. “Siz Alevi misiniz Sünni misiniz?” dedim. Biri durdu. Biri dedi ki: “Amca neden sordun? “Ha! Siz söyleyin ben size sonra söylerim,” dedim. Dedi ki: “Biz Sünni’yiz. Ben üniversitede son sınıftayım. Burda aynı okulda okuyoruz, biz arkadaşız geziyoruz,” deyince, “niçin sordun?” dedi gene o öbür kız. Dedim ki: “Hani şu karşıda oturan iki tane sakallı var ya; onlar, bunlar Alevidir,” dedi. Ben gene döndüm havuzun orda, dolmuşların ordan döndüm, geldim onların yanına oturdum. Şimdi hanımların ikisi geliyorlar. İki kız da geldi. “Hocam biz Alevi olsak ne olur, Sünni olsak ne olur; yani, sen bu terbiyesizliği niye yapıyorsun, ayıp değil mi utanmıyor musunuz, insanları birbirine düşürüyorsunuz! Bu hep sizin beyninizin fikridir,” dedi. “Bizim böyle gezmemiz... İsterse Alevi olsun, isterse Sünni olsun ne değişir?” dedi. “Ben bir daha dünyaya gelemem, ben böyle geziyorsam da beni niye kötülüyorsun,” dedi. Şimdi bunlar atışırken tabi hoca anladı ki işi ben kaynattım. İkisi de kalktılar yallah! Kızlar oturdu yanıma amca dedi: “Gidip de yakalayalım mı?” Dedim: “Yok kızım.” Dedi: “Bizim o kadar arkadaşlarımız var ki Alevi. Alevi kızları var, Alevi arkadaşlarımız var, biz hep beraber okulda okuruz. Yani kimsenin kimseye bir kötülüğü yok,” dedi.
K5 - Ben burda İstanbul’da bir olay yaşadım. 5-6 sene falan önce. Bir yere bir davete teklif edildik Bahçelievler’den. Tabi davette bulunduktan sonra bir cem yapılır orda. O davet sahibi dede: “Koca Sinan son durakta benim bir dükkanım var, bir kahvemi için,” diye teklifte bulundu. Daha sonra ziyaretine vardım vatandaşın. Orda tabi vatandaşın toptan bir mağazası var. Alevi vatandaşımız, Ali isminde bir şey. Koca Sinan son durak, bu otobüs durağına yakın. Orda vardım vatandaşın, birkaç hamal var yiyecek ve deterjan üzerine toptan mal ediyorlar. Orda tabi kapalı arabayla ordan alınıp başka şeylere satış yapıyorlarmış. Vardım ki, tek bir sandalyesi var. Başka oturacak bir yeri yok, hamallar var etrafında. Sonra hesap ödeyen vatandaş da sakallı birisi. Şimdi orda bir vatandaş, o da Sünni vatandaştı. Bu Ali beyin şoförü. Dedi: “Dede ne içersin?” dedi bana. Dedim: “Ali Bey, sen müsait değilmişsin, ben müsait zamanda geleyim, işine bak,” dedim. “Yok dede, benim bundan müsait zamanım olmaz sen otur,” dedi. Sandalyesini bana verdi, kendisi hesap yapmaya başladı. “Ne içersin?” diye sordu. Dedim: “Bir çay.” O yanındaki şoföre, Sünni şofördü tabi o, onunla da öbür buraya geldiğimde tanışmıştık biz. Ben kısaca geçeyim olayı, o yaşadıklarımı söyleyeceğim. Çocuk o Sünni şoför, o hesap ödeyen de emekli bir müftüymüş. Oradan parasını bırakmadan, çayı kendi eliyle alıp geldi, “Dede buyur,” dedi, aldım çayı. Tam şekerini atacağım sırada, “Dedem bu bizim hocamız,” dedi. “Hocamız da dede gibi bir şey,” dedi hesap ödeyen vatandaşa ve ben şekeri attım. Dedim: “Beyefendi hoca mısınız?”, “Hocayım,” dedi. Ama sert konuşuyor. “Peki isminiz ne efendim?” dedim. “İsmim Fethullah,” dedi. “Türkiye’de bütün Fethullahlar hocadır,” dedi; ama, sert konuşuyor böyle. Ben yumuşak gayet nazik bir şekilde, o sert bağırıyor. “Peki memleketiniz hocam dedim?” Memleketimiz de Kayseri,” dedi, ama çok sert Kayseri dedi. “Güzel hocam, Kayseri’li bir sanatçı: Ali Rıza Binboğa tanır mısınız?” dedim? “Yahu! ...ktir etmedin mi sen şu pezevengi!” dedi. Dedim: “Hocam hayır ola ya!” “Sanıyorum şu ...galiba tüccarlık yapıyorsunuz?” dedim. “Evet,” dedi. “Ali Rıza Bey malınızı falan aldı da yoksa sizi dolandırdı mı?” dedim, “böyle bir şey yaptı mı?” dedim. “Hayır efendim,” dedi. “....var mı?” dedim. “Hayır efendim,” dedi. “Peki namus davanız var mı hocam?” dedim. “Hayır efendim,” dedi. “Ya, Ee peki ne hakla sen şimdi bu vatandaşa ...ktir et pezevengi diyorsun?” dedim şimdi. Ali Rıza Binboğa’nın ben Alevi olduğunu biliyorum zaten, Cem Vakfı’ndan tanışıyoruz. “Efendim bunlar aşağılık millettir!” dedi şimdi hoca. O zaman şöyle bir durdum, “Hocam siz hocaydınız di mi?” dedim. “Evet,” dedi. “Kuran-ı Kerim’de dedim 18 ayetli bir süre vardır, Kudret Suresi bunu okudun mu hocam sen hiç?” dedim. Hoca şaşırdı dedenin Kuran’dan anlayacağını demek ki düşünmedi, dondu kaldı hoca böyle. Gözleri büyüdü, yüzü balon oldu. Ama bizi tanıştıran Sünni ayakta şu şekilde duruyor, hoca karşımda. O malın dükkan sahibi de, o Ali Bey de yanlarında. Ben elimde çay; ama, içmedim çay öyle duruyor. “Ne oldu bunu okumadınız mı?” dedim. Hoca gene konuşmuyor. “Eee herhalde hocam siz bunu okumuşsunuzdur ama işinize gelmiyor,” dedim. “Kudret Suresi’nin 1. Ayetinde der ki: ‘her şeyi ben bilirim’ der Allah,” dedim. “2. de de ‘Resullerime bildiririm’ der,” dedim. “Yani her şeyi ben bilirim, Resullerim bilir. Benden ve Resulden öne geçmeyin der,” dedim. “11. ayet ise: ‘Bir topluluk bir topluluğu aşağılamasın, kadınlar kadınları aşağılamasın, erkekler erkekleri aşağılamasın. Eğer aşağılıyor olurlarsa Allah’tan ve resulden öne geçmiş olurlar, dinden imandan kitaptan ayrılmış olurlar, ne kötü bir şey ki münafıklığa düşmek’ der,” dedim. “Hoca, siz deseniz ki biz, Allahsız, Peygambersiz, kitapsız, dinsiz imansız, kafiriz biz desene hocam!” dedim. Ben böyle deyince, şoför gülerek mağazaya daldı. Hoca da put gibi duran hoca da daldı kapıdan çıktı. Bir döndüm arabasına biniyor. O bana bir sarıldı, “Dedem, seni buraya Allah nerden getirdi. Bu dedi ......nk her Cuma bizden mal alır, Aleviler hakkında atar tutar giderdi, biz bir şey bilmiyoruz. Sen nasıl geldin!” dedi. Dedim: “Bir çay içersin diye davet ettin, helal et dedim.” “Ya! ne demek sana kurban helal olsun,”dedi. Adam çok sevindi. Ondan sonra Sünni şoför geldi. Dedi ki: “Dede hakikaten ben size iyi denk geldim, mahsus tanıştırmak için çay getirdim,” dedi. “Sen orda Kuran falan okudun hani, ben Kuran götürmüştüm zaten. Ben bir şey biliyor mu diye tek geldi diye tanıştırayım sizi,” dedim. “Bizim Ali Bey dese ki, ‘bizim dede sizin hocayı mahvetti’ demiş olsaydı inanmazdım,” dedi. “Vallahi çok teşekkür ederim,” dedi. Sonra ben dedim ki: “İşte bak toplum birbirleriyle kaynaşıyorlar; ama, bunlar toplumu birbirine düşürüyor,” dedim. “Öyle cahil hocalardan yani insanları birbirine düşüren hocalara cahil denir, bunlardan hiçbir hayır gelmez. İstersen müftü değil Diyanet işleri olsun,” dedim. Böyle bir münasebet yaşadık işte. Teşekkür ederim.
Samsun'dan bir örnek:
K - Şimdi arkadaşlar, evvelsi gün ben, sevgili Muharrem’le beraber derneğimizin afişlerini bastırıyorum. İşte 8-10 yere gittim. Copy Center’ da ilginç bir olay yaşadım. Copy Center’i herkes bilir herhalde, bu Sağlık Müdürlüğü’nün orada. İşte afişlere bakarken oradaki bayan dedi ki: “Ya Pir Sultan Abdal’la ilgili kim var burda?” dedi. Dedik ki: “Biz oranın görevlisiyiz.” Muharrem bey dedi ki: “Ben orada üyeyim arkadaş,” dedi dernek başkanı. “Hayrola falan!” dedi. “Ya ben, bir takım sorular var kafamda, özür diliyorum falan işte, aydınlatır mısınız?” dedi. Ben de anlattım kendisine. İşte o ne sorduysa anlattım. Hatta sormak cesaretinde bulunamadığı sorular var ya işte Alevilerin o meşhur bizim dünyaya tanınan mum söndü olayımız. O olayı anlattım. Kendisi sözü oraya getirdi, “İşte cem törenlerinde ışık kapatır mısınız falan?” derken. “Mum söndü, diyemiyorsunuz herhalde ben anlatayım,” dedim. Anlattım işte, insanların baskı altında ibadet yaptıklarını, çevre köylerin Yavuz Sultan Selim’den sonra dağlara kaçtığını, dağlarda bir yabancı gördükleri zaman işte ibadetlerini ertelediklerini, o yörenin ışıklarını komple kapattıklarını, ibadet yaptıkları anlaşılmasın evlerde falan diye anlattık. Son derece ikna oldu kızcağız. “Buna inanın, ben cem törenini bilmiyordum, bilseydim gelirdim düğün salonuna,”dedi. Bir hafta sonra ben geldim, afişleri çoğalttım. Hatta Kuran-ı Kerim’in üzerine ben çok okumuştum. İşte şeyden bahsedildi, Cuma namazı. Ben de namaz olayını anlattım. O sordu ben cevap verdim. Şarap olayını sordu, içki olayını, ben de cevapladım. Hatta gittim bir gün sonra dedim acaba ben mi yanıldım, baktım Kuran-ı Kerim’de Vaka Suresi’nde aynen anlatıyor: “Biz cennette size tertemiz pırıl pırıl su ırmakları sunacağız, biz cennette size tertemiz süt ırmakları sunacağız, biz cennette size tertemiz şarap ırmakları sunacağız,” diyor ve dediğim doğruymuş.
Çanakkale'den bir katılımcının sütçüsü ile yaşadığı diyalog:
K - Yoksulluğu nedeniyle, garipliği nedeniyle sütü ondan her zaman tercih ederdim, gariban insandı. O süt getiren insanın hiçbir zaman inancının ne olduğu benim aklıma gelmezdi, çünkü ne benim annem, babam, ne de Cevdettin Dede bana onu yabancı olarak öğretmedi. Hacı Bektaş öğretisiyle 72 millet birdi, o da bir insandı, biz öyle öğrendik. Günlerden bir gün, süt alırken ben bir şeyler oldu, bir komşuyu sordum. “Falanlara da uğradım, süt verdim ya!” dedi. “Eee, Yaa’sı ney?” dedim. “Ali Bey, onlar Alavı, Alavı,” dedi. Yani Alevi diyemiyor, yarı Türkçeyle, “Onlar Alavı, Alavı!” dedi. Baktım, sanırım Ramazan’dı ismi, Ramazan’ın yüzüne baktım, “Deme yav!” dedim, “Valla ağam!” dedi, “Süt veriyorum emme, onlar Alavı, Alavı!” dedi. Bu sıradan bir başkasına malını satmak durumunda olan, yani diğerinden alacağı gelire de muhtaç olan bir insan. Hiçbir inanç, Alevi inanç önderi, çevremizdeki yaşayan hiçbir komşuyu bize yabancı olarak göstermedi. Ama devlet eliyle 100 bin imamın beslendiği ve 100 bin imamın da belki 99 bininin “Alavı, Alavı” dediği bir zihniyeti yaşıyoruz. Sözü çok uzattık dostlar, bunları yaşamamanın yolu bir tek yerden geçiyor; Hacı Bektaş’ın ilk öğüdünden. “Arayınız, bulacaksınız, ara bul!” diyor.
Ankara'dan bir katılımcı: “Bir ortam girince Aleviliğimi hemen söylerim ki sonra sorun olmasın”
K - Bizim, komşularımız, diyelim ki bir mahalleye yerleştik, ilk etapta hani herkese olur ya bize de bir geriden durma, sonra bir yakınlaşma oluyor. Hoş geldin, gelmeler gitmeler. Biz anında ne olduğumuzu ortaya koyuyoruz yani: “Aha da!” diyoruz, “biz Aleviyiz.” Çünkü biz bunu bir şey edinmişiz, ben neyi saklayacağım. “Ben Aleviyim,” derken çok üstün olduğunu belirtmek amacıyla değil. Şimdi öyle bir durumlar oluyor ki toplanılıyor. İşte buradaki 10 kişiyse bunun 8’i Sünni’yse 2’si Aleviyse, oradaki çoğunluk birbirini tanıdığı için bir Alevi konusu gündeme gelince bir atma tutmalar oluyor. Ben bunu biliyorum yani. Bunların önünü kesmek için kendini belli etmen gerekiyor. Bizim mahallelerde bunları baştan koyduğumuz için o şeylere hiç girmiyorduk yani. Tartışmalara hiç mahal verilmedi. Hiçbir sıkıntı yaratmadık çünkü bir de konuları biliyorduk yani. Şimdi siz bana Alevilikle ilgili yanlış bir şey söylemeye kaktığınız zaman yahut da Alevi toplumuyla ilgili ben o bildiğim doğruları izah ettiğim zaman o insan ikna oluyordu zaten. Yani ihtilaf pek olmuyordu. Sadece aklıma bir tane daha geldi belki fazla oluyor. Cinnah Caddesi’nde bir modaevi var. Onun sahibinin eşi de .....Bey .... Hastanesi’nde poliklinik şefiydi. Onun hanımı da modaevi yapmış, böyle güzel kıyafetler şey yapıyor. Beni bir gün MTA’dan çağırdılar. Orada elektrik tesisatı varmış. Birileri gelmiş arızayı çözememiş bir vesileyle haber geldi, gittik oraya çalışıyoruz. Öğlen yemek zamanı geldi orada mutfak var. Personel var. Bir tane de emekli binbaşının hanımı orada gelmiş iş yapıyor. Ekstradan iş yapıyor. Mutfakta sohbet yaparken karşı binanın kapısı açılıyor balkonda da oturuyoruz böyle yaz günü. O karşı binanın kapıcı dairesi görünüyor oradan. Konuşurken bayan dedi ki: “Şu karşı binanın kapıcısı Alevi,” dedi. “Yıkanmıyorlar,” dedi. “Hem Alevi hem de yıkanmıyorlar,” dedi. ....beyin hanımı .....Hanım bana baktı. O beni biliyordu. Benim Alevi olduğumu bir tek o biliyordu. İki kişi daha vardı. Bana baktı. Hanımın lafı boşta kaldı. O bana bakınca o da bakmak zorunda kaldı. Tabi o arada devreye girmem gerekti. “Hanımefendi, kusura bakma ama bu konunun şu anda ne gereği var yani neyle bağlantı kurdun,” dedim. “Bir konu açtık mı? Mevzu açtık mı yahut da Alevi Sünni ne yani?” Sorduğumda, “Özür dilerim,” dedi. “Ben ilk defa hayatımda bir boşboğazlık yaptım,” dedi. Ben oraya birkaç kez daha gittim. Benim geleceğimi bildikleri için bir kadın dedi ki: “Süleyman Usta, o hanım senin geleceğin gün izin aldı,” dedi. “Yüzüne bakamıyor,” dedi. Yani ben diyorum: “Bugün bir binbaşı en azından aydın değil mi?” Toplumda bütün şeyi temsil eden insanın eşi değil mi? Hani bir programda, neydi bir sunucu bir yanlışı öyle yaptı ya onun benzeri bir olay oldu. Bir de onu yaşadım.
Diyarbakır'dan Alevi kimliğinin saklanmasına bir örnek:
K - Ben bir sürücü kursunda eğitmenlik yapıyorum bir kursiyer geldi. Kaydını yaparken müdür bey dedi: “Bir gelir misin,”. “Hayırdır,” dedim. Dedi: “Evladı-resulün torunlarından birisi daha geldi,” dedi. “Hayırdır, sen kendini öyle kabul etmiyor musun?” dedim. “Yav, ben kabul ediyorum da şaka yaptım,” dedi. Kendisi 5 vakit namazında bir insandır. Gittim çocuğa da “Hoşgeldin yavrum! falan,” dedim. Kaydını yaptım. Bana alttan kimliğinin fotokopisini uzattı çocuğun. Kimliğine baktım ismi Seyit Rıza Dedeoğlu. Doğum yerine baktım: Mardin. Çocuk tabi sürekli benim eğitimim altında derslerine de giriyorum ders anlatıyorum ediyorum. İkide bir ben çocuğa takılmaya başladım artık. Bir soru soruyorum mesela sınıfta, “Dede sen cevap ver,” diyorum. Çocuk ezilmeye başladı bu sefer de. Çıktık sınıftan dedi: “Hocam siz bana neden öyle dede dede diyorsunuz?” Dedim: “Oğlum Seyit Rıza, benim dedem. Sen Seyit Rıza’yı tanıyor musun?” “Yok” dedi. Ben bir iki kelime bir şeyler anlattım. Çocuk öbürsü gün babasıyla beraber geldi. Babası cezaevinde Gardiyan. Adı da Ali. Sordum soruşturdum. Dedim: “Kusura bakmayın oğlunuza “dede,” diyorum. Bu benim kendi dedeme olan saygımdandır. Yani onun şeyine koyduğum için. Seyit Rıza budur.” Dedi: “ben çok iyi tanıyorum Seyit Rıza’yı. Yani okumuşum hayatını falan duymuşum. İsmini de bilerek koydum. Soyadımız da Dedeoğlu.” Dedim: “Senin de ismin Ali, sen hiç kökenini araştırmadın mı? nereden geldiğini?” Dedi: “Valla bilmiyorum nereden geldiğimizi. Araştırdık ama çok da ulaşamadık. Fakat biz ordayız Sünni’yiz diyoruz. Namazımızda niyazımızda insanlarız. Oğluma fazla yüklenme.” Dedim: “Teşekkür ederim, beni uyardığınız için. Kusura bakmayın. Yalnız ben sevdiğimden dolayı söylüyordum.” Şimdi burda önemli olan şu: Şarktan (bakın Şark daha da ilerde Diyarbakır’dan) Şam’a kadar Dicle boyunda 261 pare Alevi köyü varmış. Bu köylerden kala kala bugün, Diyarbakır’da iki köy kaldı. En son bizim yetiştiğimiz 970’li yıllarda 9 tane köy vardı. Bu 1984’lerdeki göçten sonra, onlar da bitti.
Sivil, sportif, siyasal ve benzeri faaliyetlerde yaşananlara örnekler Tokat'tan örnekler:
K1 - Yıllar önce bundan 10 yıl önce ben spor yapıyordum, karate. İsmi önemli değil. Sonra bu klüple çalışırken ben aidatlarımı düzenli verirdim, çok sıkı disiplinli çalışırdım. Benim Alevi olduğumu daha sonra öğrendiler. Yalnız, bir şey söylemedim. Alevi olup olmadığı söylemedim. Bunlar beni özel, beni iyi çalıştırıyorlardı. Sonra Alevi olduğumu öğrenince, şey oldu. 5-6 yıl çalıştıktan sonra, hoca beni yanına çağırdı: “Seninle bir şey konuşacağım,” dedi. “Tabi hocam buyurun,” dedim. Biraz yeni konulardan bahsetti. Dedi ki: “Sen çok iyisin dürüstsün, yani burada en iyi çalışan öğrenci sensin; fakat, bir şey var.” “Nedir hocam?” “Bir de Alevi olmasan!” dedi. Ben biraz tuhaf oldum. “Peki zararı ne?” dedim. “Zararı,” dedi, “işte Alevilik.” “Peki hocam her koyun kendi bacağından asılır,”dedim. “Hayır, o koyun orda kokar, indirmek lazım falan,” dedi. Ben de o arada sporu bırakmak üzereydim. Bu sayede bana bir hırs geldi, bırakmak istemedim. Daha sıkı çalıştım daha güzel çalıştım. Bırakmadım. Yüksek derecelere ulaştım.
K2 - Alevi çocuğumuz var bir tane kaleci. 16 yaşındaydı çocuğumuz, ben ailesini de ikna ederek profesyonel yaptım, Turhallı çocuğumuzu. Çocuğu da futbol takımını da profesyonel yaptım. O çocuğumuz profesyonel oldu ve isteyen klüplerin bir nevi önü kesildi. Bu çocuğu, kolaycana kaçırıp daha ucuz maliyette kendilerine futbolcu yapacakken. Biz dedik bu klüp Tokat Spor Klübü’dür. Bu çocuğu vitrine çıkartan onu işte bu şekilde toplum içerisinde tanıtan, spor klüplerinin dikkatini çektiren....Beşiktaş, Trabzonspor, Çanakkale Dardanel Spor gibi takımlar bu çocuğun arkasındaydı. Bu çocuğu resmen benden istediler ve bu çocuğu ben ikna ettim o zaman. O çocuğu bu sene sırf Alevi olduğu için, 13 yaşındayken süper gençlerin kalesini koruyan çocuğumuz, bu sene başka yerden gelen Sünni bir çocuğa tercih ettiler. O çocuğu sırf Alevi diye kafatasçı arkadaşımız, yönetici arkadaşımız, Alevi diye o çocuğu oynattırmayıp önünü kesti. Bir kaleciyi, sporcuyu öldürmek için, yani bir kaleciyi öldürmek için ya alnına kurşun atacaksın ki çok da yoksul bir ailenin çocuğu. Babasının bir işi yok. Ondan sonra babaannesinin emekli, artık nerden geliyorsa bilmiyorum bir emekli maaşıyla geçiniyorlar. Deniz, diye kaleci bir çocuğumuz var Turhallı ve Rüştü’nün gençliğini gör, Rüştü’nün aynısı. Rüştü’nün daha kalitelisi yani, tecrübesi eksik o çocuğun. Böyle aslanlar gibi bir kaleci. Sırf Alevi çocuğu diye bu duruma getirdi.
Kemalpaşa'dan Alevi bir muhtar adayının anısı:
K - Mesela daha önceki bir muhtarlık seçiminde muhtar adayı işte bizim buradan da bir muhtar adayı vardı. “Eee sizin nikahlarınızı Aleviler mi kıyacak?” diye söylendi kendi şeylerinde, toplantılarında demiş. “Sizin hep nikahlarınızı, kızlarınızı, oğullarınızı, Alevilerin karşısına mı oturtup da nikah kıydıracaksınız!”
A - Ramazan malzemesi olarak bunu kullanabiliyorlar yani?
K - Muhtar adayı çıktığımda, gece bu Sünniler ev ev kendi mezhebinden olanların evlerini dolaştılar: “Kızılbaş’a mı rey vereceksiniz, kızlarınızın nikahını Kızılbaş’a mı kıydıracaksınız!” diye propaganda yaptılar ve bana rey verilmemesini sağladılar. Bizim birader aday çıktı ona da aynı propagandayı yaptılar. Şimdi bunlar işine geldi mi Alevileri desteklerler, işine gelmedi mi Alevileri kösteklerler. Bunlar ne olduğunu da kendilerde bilmiyor, ne yaptığını kendileri de bilmiyor. Havaya göre rüzgara göre çeviriyorlar.
Milas'tan Alevi bir muhtar adayının anısı:
K - Milas’ta bildiri dağıtılmıştı, imzasız isimsiz bildiri dağıtılmıştı. Nasıl bir bildiriydi? Bildiride şöyle diyordu: “Sakın ola kişi, Tahtacı oğluna oy vermeyesiniz! Yoksa kardeş kavgası çıkar!” Niye kavga çıkar? Kardeş kavgası? Sünni vatandaş burada milletvekili olunca kardeş kavgası çıkmıyor, ama bir Tahtacı vatandaş, hasbelkader milletvekilliğine 80 sene sonra niyetlenmişse, onun seçilmesi kardeş kavgası anlamına geliyor.
İstanbul'dan bir örnek:
K - Ben son derece çağdaş, modern bir sivil toplu örgütünde çalışıyorum. Bundan 5 yıl önce Pir Sultan Abdal Kültür Derneği’nin yönetimine seçildim ve iş ahlakım gereği, orada bulunan yönetime bir Alevi kurumunda yönetici olarak çalıştığımı söyledim. Hani sonra basında orda burda görüp şey yapmasınlar diye. Ben kendim Pir Sultan Abdal Derneği’nin yöneticisi olduğumu söyledim. O dönemki başkanımız son derece demokrat aydın bir kadın olarak gözükürdü fakat benim o söylediğimden sonra başkanın bana karşı olan tavrı değişti. İşte gelen giden evrakın kontrolünde müdahale etmeye başladı. Bilgisayarın şifrelerini falan değiştirdi. İnternet şifrelerini vermiyordu bana. Yapılması gereken zammımı yapmadı bana. İşte bana hatta şey söyledi: “Hatice Hanım, şu an durumumuz çok kötü size zam yapamıyoruz, yarım günlük bir iş bulun!” Beni direkt işten çıkaramıyor çünkü 6 senelik bir çalışmışlığım vardı, tazminat olayı vs. ama beni yorarak işten çıkmamı sağlamaya çalıştı. Bunu iki yıl boyunca yönetimi boyunca denedi ve başaramadı. Sonuçta ben senede iki kere zam alıyorum, dört tane zammımdan oldum bunun karşılığında. Hala o konuda çalışıyorum.
Askerlik arkadaşlarıyla yaşanan sorunlara dair örnekler: İzmir'de yaşayan bir yurttaşın bir anısı:
K - Askerliğimi Tokat Erbaa’da yapmıştım. Bulunduğum köy zaten Aleviydi bir de orada bahar şenlikleri falan olurdu; orada semah falan dönerlerdi. Biz de asker olduğumuz için tepelerde onları gözetlerdik. Benim asker arkadaşım, badi, yani benim yardımcım dürbünle bakıyordu. Bir kızı gözüne kestirmişti. “Cenabet oldum,” dedi sonra dedi ki: “Boş ver bunlar zaten Aleviler falan,” dedi. Kendisi de benim Alevi olduğumu biliyordu. Asker arkadaşımı vuruyordum. Eğer benim arkadaşım şey yapmasaydı, tutmasaydı ölüyordu yani. Zaten mermiyi sıktım, ölüyordu. Silahı tutmasaydı ölüyordu kesin. Karakol komutanı bana ceza verdi; onu vurmaya kalkıştığım için. Ben de anlattım komutanım böyle böyle dedim. Ondan sonra tim komutanı: “Gel buraya anarşist. Sizler böylesiniz. Kendi adamlarına bak, kendi pisliğine bak. Köyde her gün bir tane kadın götürüyorlar falan!”. Böylesine söyledi karakol komutanları, karakoldaki tim komutanları. “İşte çocuğunuz, ülkenizi satan adamlarsınız!” Böyle eleştiriler söyledi. Ben iki gün nöbet tuttum kesintisiz. Hiç uyumadan. Bölük komutanına: “Alay komutanı gelsin söyleyeceğim,” dedim. Dedim ki: “Bu sebeplerden dolayı bana hakaret ettiği için böyle böyle yaptım.” Sonra dedi ki: “Tamam ben de senin cezalarını iptal ederim falan.”
İstanbul'dan katılımcıların anıları:
K1 - Askerde çok problem yaşadım. 100 kişilik bölükte 2 tane Alevi vardı. Bir gün bir tanesi sordu: “Yakanlardan mısın yananlardan mısın,” diye. Zaten o günden sonra başladı. O güne kadar iyiydi, bir ay rahattım. Ondan sonra feci derecede hangi iş varsa, nereden şeker gelmiş, nereden un gelmiş, hepsine bizi sürdüler, beni sürdüler.
K2 - Askerin birisi dedi ki: “Ulan Kızılbaşlar varmış, ana bacı bilmezlermiş şudur budur filan.” Ben zaten söylemiştim: “Arkadaşlar ben Aleviyim.” Alevinin olmadığı yerde şu Adapazarı'nda askerim. Orda yemek dağılıyor. O arada birisi dedi ki: “Yav, Kızılbaşlar varmış ana bacı bilmezlermiş şuymuş buymuş filan...” dedi. Ben hemen sıçradım masanın üstüne çıktım: “Ben size demedim mi! Ben Aleviyim Kızılbaş’ım.” Çıktım kötü laf söyledim. Dedim: “Kimse ayırt etmesin!” Çavuşum da orda. Onu becerdim yani. Başçavuş da geriden tuttu, 35 copla beni falakaya yatırdı, 35 cop da orda yedim.
K3 - 1972’de askerlikte olan bir durum. Mamak Muhabir Okulu’nda, bir Cuma günü mazeret dersi var. Bir astsubay bizi topladı bahçeye yaz günü, din ahlak dersi veriyor. Konuşurken, “İçinizde Alevi var mı?” dedi. “Buyurunuz Aleviyim.” Dedi: “İslamın şartı kaç?” dedi. İslamın şartını söyledik. 5 dedik. Ben de ondan bir şey öğrenmek istedim. Dedi ki: “32 farzı biliyor musun?” dedi. Dedim: “Biliyorum.” Dedim ki: “Ben size ikisini sorayım. Yani son ikisini bana söyleyin, beni tatmin eder,” dedim. Öyle deyince bana tuttu bir de tokat attı “sen bana soru mu soruyorsun!” diye. Eee ben işte yana geçtim tabi.