K2 - Daha yenidir. Bir iki senedir. Ben saklandım hep. Biz pazarda, sokakta, biliyoz fakat söylemiyoz. Yani ailemiz hiçbir yerde söylemiyordu. Yani boş ver dedik, saklanalım. Söyleyince ikinci planda kalıyordun. İnsan gibi görünmüyor yani. İnsan gözüne bakmıyorlar. Küçük görüyorlar yani. Onun için bir yerimiz olsun, bir cemevimiz olsun. Cenazemiz sokakta, orada burada yıkanıyor. Kaç sene, üç dört sene önce, komşumuz öldü. Kadını kapıda yıkadılar, yabancılar. Sonra: “Aleviler sokakta cenaze yıkıyor.” Yani Alevi olduğumuzu söyleyince küçük görüyorlardı. Alevi nedir, ne yapar, insan diyen yok. Alevileri insan gözüyle görmüyorlar, onlara insan gözüyle bakmıyorlar. Zaten yani, biz de biliyoruz yani. Bir yerimiz olsun, biz de insan gibi, insan gözüyle bize baksınlar. Biz kimseye karşı değiliz. Cemevimiz olsun. İnsan gibi bir girelim, çıkalım. En azından bir cenazemiz olsun, hastamız olsun. Onun için bir insan gibi görünelim yani. Hakkımız var bizim de. Yeter yani yıllardan beri, insan gözüyle bakmıyorlar. Bütün Aleviler öyle. İki sene önce hepimiz saklanıyorduk. Çocuklarımız okula giderken, çocuklarımız okulda yani çoğunlukla Alevi diye ikinci planda kalıyordu. Ama işte söylenemiyor. Bir yerimiz olsa iyi olur bizim. Yanımızda bir cami, adam üç kat yapmış. Sokağa nerede bak, her sokakta, adım başı cami var. Olsun, yani karşı değiliz. Bizim de bir yerimiz olsun. A bu kadar.
K3 - Bizim vergilerimizle camilere müftü atıyorlar. cemevine de bize bir tane yer tanımıyorlar. Onun için yani işte cemevi yapılmasını istiyoruz. İbadet yerimizin olmasını istiyorum. Eğer bu ülkenin vatandaşıysak.
Tarsus'tan bir katılımcı anlatıyor: “Köye zorla vaaz yayını”
K - Geçen gün ben bir şeye şahit oldum. Adana’nın Pozantı İlçesi var. Orada Çamalan Köyüne gitmiştim, bu köy Tahtacı Alevilerin olduğu bir köy. Köyde şey dikkatimi çekti, hoca vaaz verdi, 5 dakika geçti: “Bu nedir, bunun ne işi var, cami de göremedim, bu ses nereden geliyor?” dedim. “Hiç sorma, elektrik direği kurmuşlar, onun üstüne bir alıcı koymuşlar, Tarsus Merkez İlçeden o köye, yaklaşık 1 saatlik uzaklıkta bir köye, cami de olmadığı halde, telsizle hem 5 vakit ezan okutuyorlar, hem de camideki hocanın tüm konuşmalarını orada halka dinletiyorlar.” “Buna itiraz edin, kaymakama gidin,” dedim. “Nasıl yapalım, yolumuz yok, suyumuz eksik, bunları talep ediyoruz, gidip bir de bunu söylersek, hiç yapmazlar. Ne yapah çekiyoruz,” dediler. “O zaman bunu susturalım, kıralım, şey yapalım,” dedim. “Olmaz, bize yakışmaz,” dediler. O şekilde çekiyorlar.
Çanakkale'den bir katılımcının eleştirileri:
K - Sezai Boyral ben. Ben Çanakkale’de yaşadığımız, hepimizin de bildiği bir olayı anlatıyım: Türkiye’de Kuran kursları, camiler genelde, 84 bin cami vardır, yüzde 80’i bugün imar izni olmadan yapılmış. Vatandaşın isteğiyle, zorbalıkla yaptığı yapılardır. Bizim saygımız var, bir şey de demiyorum, diyecek gücümüz de yok aynı zamanda. Biz burada bir park yaparken, belediye encümeninin verdiği kararlan, resmi olarak bir park, yeşil alan olarak verilmiş ve Pir Sultan Abdal Derneği’nin de bunu yapması gerekir. Ben de bunun öncülüğünü üstlendim. Bunu üstlendiğimizde tabi, sağ olsun, buradaki Sünni ve demokrat arkadaşlara şu anda minnet borçluyum. Kendi adıma söylüyorum, burada çok desteklerini gördük. Yani emniyetten korktuk, yerine göre belediyeden korktuk, başka kurumlardan korktuk. Ne yapıyoruz biz? Orada bir park yapıyoruz. Gelecekte vatandaşa hizmet edecek, o mahalleye hizmet edecek, yani bunu yaparken bir topluluğa indiğimiz zaman: “Ya, nasıl yapıyorsun, sen bu işe nasıl girdin, başını belaya soktun, bak ekonomik durumun iyi, çocukların var, ufak daha,” bilmem ne. Bir bakıyorum, bizim arkadaşlarımızdan, yanımızda birinci sırada olması gereken arkadaşlarımızdan, onlar yürekli, ama korkuyorlar gene de. Çünkü sorumlulukları var; birincisi bu. İkincisine gelince de, daha önemli, inşallah emniyetçi arkadaşlar bizi götürmez, hâkim bey de beni çok can kulağıyla dinlesin de, belki sahip çıkar. İstanbul’da -şimdiki Başbakanımız Belediye Başkanı oldu- Karacaahmet Türbesi’ni genişletme çalışmaları vardı. O arada Tercüman Gazetesi, eski Tercüman Gazetesi büyük bir yaygara çıkarttı: “Aleviler, Kızılbaşlar, mezarları söküp, cemevi yapıyorlar,” dedi. Ben de o zaman İstanbul’da oturuyordum ve tabi o çalışmalar da o esnada yürüyordu. Sözen kaybetmişti, ondan sonra şimdiki Başbakanımız gelmişti. Yıkmak için dozerleri falan dayadı. Tabi o zaman Başbakan Tansu Çiller girişim yaptı, CHP Genel Başkanı Deniz Baykal girişim yaptı, çok kişi girişim yaparaktan bunu önlediler ve o arada araştırma yapıldı; Sayın Başbakan’ın Altunuzade’deki Emniyet Evleri’ndeki kendi hisseli arsasına yaptığı 200 küsur metre, tamamı, arsanın tamamına yapılmış, hiç komşu payı falan yok, imar durumu da yok. İşte böyle, Türkiye’de bu sıkıntıları yaşıyoruz.
Belediyelerin verdikleri hizmetlerde Alevi yurttaşlara ve Alevi yerleşimlerine yönelik çifte standartlar eleştiriliyor. Tokat'tan katılımcıların belediyelerin çifte standardına verdiği örnekler:
K - Belediyenin şu çöplerle ilgili yaptığı bir anons var mesela o da sürekli, diyor ki: “Akşam namazıyla yatsı namazı arasında çöpünüzü boşaltın.” Vay Alevilerin haline. Ben hangi saatte bırakacağımı bilmiyorum mesela çöpü. Yani bu komik bir şeydir ya.
A - Mesela siz Yeşilyurt'a bağlısınız. Yeşilyurt belediyesinde kaç tane alevi var?
K1 - Hiç yok.
K2 - İmkânı yok zaten almazlar. Burada bizlerden müracaat eden zannetmiyorum oldu mu?
K1 - Şimdi bizim köyden, orda oturuyor Yeşilyurt'ta oturuyor. Bu adam, iki dönem bu DYP’nin peşinde koştu. Adamın oyu da vardı, 5, 6 oyu da vardı, verdi. Belediyeye alacağız dediler, almadılar. Yani biz eziliyoruz ama hakkımızı arayamıyoruz. Derdimiz bu, diyemiyoruz yani. Yani ben sana şunu söyleyim, bugün Yeşilyurt un bütün olanaklarından onlar faydalanıyor, biz hiçbir şeyden faydalanmıyoruz. Ne belediyesinden faydalanıyoruz, ne sağlık ocağından faydalanıyoruz. Hiçbir şeyinden faydalanamıyoruz yani. Bir tane insanımız yok, hep Yeşilyurt un kendi insanı.
K3 - Bugün gidiyorsun fondan ilaç alıyorsun, almaya çalışıyorsun. Sana geldiğinde diyor ki: “Bu kadar parayı kaymakamlık kaldıramaz,” diyor. Ama Yeşilyurt un içini %80'ninin belki telefon, elektrik faturasını karşılıyor.
K4 - Ben bu sene dershaneyi açacaktım. Nisan ayında müracaat ettim. Ağustos un 30 una kadar belediyeden ruhsatını çıkardım. Adamlar daha önce, öyle iki tane dershane oldu, geldi gitti yaptılar adamlar. Adamlar en son bana şunu dedi: “Bu kalorifer kazanını değiştirmezsen sana ruhsat vermeyiz,” dediler. Ama yaktığı kaç sene olacak, ben düşünürüm bunu falan. “Yok olmaz,” dediler.
A - Bir kanun mu varmış?
K4 - Hiçbir kanunda dayamıyorlar. Dayayacakları kanunda yok. Sadece bana ruhsatı geciktirmek için. Ve ruhsatımı geciktirdiler. Ta 30 Ağustosta çıkışımı yapabildim. O zamanda diğer dershaneler öğrencilerini aldıydı zaten.
A - Siz hiç gidip sordunuz mu: “Niye?” Yani takip ettiniz mi?
K4 - Ya sorsak ta adama şunu söylüyor, açıp sana kanun maddesini falan göstermiyor, deprem yasası yeni çıktı diyor, ona göre böyle yapıyoruz diyor. Söylediği haklı bir gerekçe yok. Yine çok ilginç bir şey, yönetmelik dermiş ki: “Yangın tüpleri yerden 90 cm yukarda olacakmış, asılı olacakmış.” Bizde asmadıkta bir sehpa yaptık sehpanın üstüne koyduk, 83 cm geliyor. “Bu buraya olmaz,” dediler. Ne yapacağız; asacağız. “Tamam, asalım,” dedik. Belediye gittim, belediyeye çıkarken baktım ki yangın tüpü 1,5 metre yukarıda. Dedim ki: “Ya bak siz 90 cm olacak diyorsunuz, sizinki 1,5 metre niye böyle oluyor?” dedim. “Bura belediye,” dediler. Neler yani, anlatmayla bitmiyor ciddi, çok gereksiz yere mazeret buluyorlar. Öyle havadan sudan seni işinin zorlaştırmak için.
K5 - O fakire fukaraya yardım dağıttıklarında, alevi mahallelerini, mahallelerin isimlerini biliyorlar. Mesela, A Mahallesi dediğin zaman, oralarda çoğunlukla Alevi oturduğu için oralara yardım vermiyorlar. Başka yerlere on defa yardım yapılıyor, o tarafa hiç yapılmıyor. Bu tarafa yiyecek yardımı yapıyorlar, o tarafa hiç yapılmıyor. Mesela yeşil kart çıkacak, yeşil kart davalarında yine insan adresini verdiği zaman, bakıyor hangi mahalle de oturuyor. O kurula gittiğin zaman orda yine yapıyorlar. Burda karnen çıksa vermiyorlar karnen çıkmadı diye. Yardımdan da yaralanamıyorlar. Devlet dairesinden atanacağı zaman, siyasi parti hangi görüşten olursan ol, gittiğin zaman ilk başta şeyine bakıyor kökenine bakıyor, hangi kökenlisin diye. Orda Alevi olduğun ortaya çıktığı zaman, her şeyin kalıyor. Hiç bir şeyini el atmıyorlar, böyle yani. İnsanlar da böyle bir tutkunluk olmadığından. Okumuşumuz da bir yere gelemiyor, okuyor ama sonuç alamıyor.
İzmir'den benzer bir örnek:
K - Yani tabi mesela hizmet olur mesela, sosyal yardımlaşma fonuna bir yardım geldi, Esenyurt belediyesine.
A - Olan bir şey mi bu?
K - He tabi mesela. Kendi yandaşlarına veriyor mesela. Fakir fukaralara, kimsesiz çocuklara kırtasiye malzemeleri geldi. İşte yakıt geldi, şey yapıyor Sünni kesimlere veriliyor. Belediye mesela; Sünni kesimlerdeki mahallelere, bölgelere daha çok yatırım hizmet yapıyor. Yani bu hayatın her alanında yaşanıyor yani. Belediye olayı işte; yani mahalle de sizin mahalleye kadar geliyor yol yapım sizin mahallede duruyor. Bu mahalleler Alevi Mahallesi.
İstanbul'dan benzer örnekler:
K1 - Aha muhtarın karşıda burada. Alevi Sünni ayrımı yapmıyor mu burada. Sünnilere ekmek veriyor, Alevi dediğin zaman ekmek vermiyor.
A - Nasıl oluyor yani bu, belediyenin dağıtım şeyleri mi?
K1 - Belediyenin, diyelim ki belediye aş evi kurmuş işte, kendi adamlarını yazmış zengin olanı da yazmış, fakir olanı da ama alevinin bir tanesini yazmamış. Bir gün bir tane kadın geldi buraya, ağlıyor. Ne oldu teyze? “Benim oğlum asker,” dedi. Muhtar bana dedi ki, kadın askerden para alacak oğlu asker olduğu için, askerlik parasını vermiyorlarmış. Baktım vermiyor, “Teyze ağlama,” dedim, “otur şuraya ben hallederim.” Açtım telefonu, GOP’ ta muhtarlar başkanı var, Ahmet Demir miydi neydi. Neyse, ondan telefon ettim, o çıktı. Ya dedim: “Ahmet Bey;” kendimi tanıttım, “ben Pir Sultan Abdal Kültür derneğindenim, cem evi yöneticisiyim. Bu kadının böyle böyle bir sorunu var, siz niye yardımcı olmuyorsunuz?” Dedi ki: “Bu muhtar hiç sormadan yapmış,” dedi. Bende muhtara gittim, mahaline. Dedim böyle böyle bir durum var. “Ya işte yanlış anlaşılma oldu,” dedi. Dedim ki: “Bu kadın yalan söylemez, 70 yaşında bir kadın. Sen yapmışsındır bu işi,”. Ondan sonra, biz devreye girdik bu kadın maaşını aldı. Böyle çok var ama toplumu itelemek lazım, toplum bundan çekiniyor korkuyor.
K2 - Şimdi şurada biz kendi mahallemizdeki yaşadığımız bu, Alevi Sünni bırak ta bugün yerel yönetimin burada yaptıkları yasal olmayan bir takım hareketler. Nedir? İşte kömür dağıtılıyor kış, günü erzak dağıtılıyor kış günü. Bu zaman zaman gizli dağıtılıyor. Bakıyorsun kendi arabalarında, kurumun belediyenin kendi arabalarına, kendi arabaları olmazsa dahi oraya bir GOP belediyesinin bir bu yardım dağıtan bir kurum ayrıyeten, kendi arabalarını getirip mahalleye kendi üyesi olan insanlara yardım dağıtıyor. Biz geçen sene burada cem evi olarak dedik ki, bizim bu kadar üyemiz var, bu çevremizde Alevi toplumu içerisinde maddi olanaklardan çok yoksun olan insanlarımız vardır, İstanbul Belediyesi’ne müracaatta bulunduk. Dedik ki bu erzak yarımını nasılsa yapıyorsunuz bize de. Talepte bulunduk. Bize gelen cevap işte kaç kişidir, bize adreslerini verin, bize efendime söyleyeyim ikametgâh senedini gönderin, biz gelip kendimiz dağıtacağız. Biz kendimiz dağıtacağız bunları. Bizde buna karşı çıktık dedi ki: “Yani bize buraya en azından üyemizdir, yani bu yardımı biz sizden alacağız biz dağıtalım ve yahut gelin sizle beraber biz götürüp dağıtalım.” Maksat ikametgâhlarını alıp yardıma gerçek muhtaç olan insanları götürüp kayıt etmektir. Götürüp kendi partisini evvela kayıt edecek, ondan sonra diyecek ki, ben sana şu kömürü vereceğim veya muhtelif zamanlarda gel ben sana şu yardımı vereceğim. Erzak verecek, kömür everecek. Mağdur ya, mağdur olan insanı o şekilde kendi saflarına çekecek. Yani biz bunları yaşıyoruz burada. Hemen bu mahallemizde, burada bir aşı evi vardı. Günü geldiği zaman haftada kaç gün ise, gidiyor orada haftada altı günü orada erzaklarını doldurup doldurup farklı mahallelere götürüyordu. Takip et, peşine takıl git yani bu yardım dediğimiz bakın gerçek mağdur insana yardım etmek gerekiyor. Fakat bundan öyle insanlar faydalanıyor ki apartman sakinleri. Halk ekmeği veriyor mesela, kupon veriyor diyor ki: “Git bu kuponla ekmek al.” Kime veriyor, kendi üyesi olan insanlara. Biz gittiğimiz vakit bizim insanlarımız gittiği vakit, böyle bir şey yoktur ki, söylüyorsa yalan söylüyor size. Biz buraya gelip diyoruz ki, burada halk akın akın geliyor diyor ki: “Siz kömür dağıtıyormuşsunuz da niye bize vermiyorsunuz?” Bizim insanlarımız.
K3 - Ha muhtar bize havale ediyor.
K2 - Şimdi ya kömür dağıttığımızı nerden, kim söyledi size bunu? E biz muhtarlığa gittik muhtar buraya havale etti. Şimdi bu yerel yöneticilerin yaptığı, yöneticiler var ya, çok büyüktür çok büyüktür. İnsanlar gerçek mağdur olan insanlar, kendi insanlarına veriyorlar, mağdur mu olanağı var mı yok mu ona bakmıyor. Kendi adamı oldu mu veriyor, yeter ki istekli olsun. Ama bizim insanlarımız bu şekilde gerçekten yardıma muhtaç olan insanları kaydedip kendi emellerine uydurmak kaydıyla yardım veriyor. Ne veriyor? 3, 4 koli bir zamanı geçmiş erzak veriyor. Ondan sonra da belki 10 torba 15 torba bir kömür veriyor. E seçim günü de geldiği vakit o gidiyor mecburen ona veriyor. Çünkü biliyor, gözetleniyor, orada herkes tanıyor. Ha bu bizimdir bu bizim üyemizdir, bu bizim. Bu tür vaatlerle bu tür yardımlarla kandırıyorlar.
K3 - En basiti ya on beş gün önce belediye başkanına telefon ediyorum randevu istiyorum, adamlar bana diyor ki: “Randevu veremiyoruz.” Niye? Alevi olduğumuz için. Sadece alevi olduğumuz için.
K4 - Gazi Osman Paşa Belediye Başkanı’yla bir olayım var benim biliyorsunuz onu, rahmetlik Ali döneminde. Su-Ser den ayrıldığım ve işsiz kaldığım bir dönemde, sigortamın olmadığı bir dönemde, çocuk Bakırköy SSK ya yatırılmıştı. O zaman geldim 20 milyon lira bir para isteniyordu, sigorta primi dolmuş. Onunla uğraşıyordum bir telefon geldi bana, evime. Dediler ki böyle böyle bir olayın varmış, GOP belediye başkanlığına gel. Biz buradan kalktık gittik belediye başkanlığına.
A - Sigorta borcunuz var diyor yani?
K4 - Hayır, sigorta borcum var, 20 milyon lira para ödemem gerekiyor o dönemin parasıyla ki çocuğu hastaneden çıkarayım. Para da yok, o an sıkışığım. Bizde oraya gittik. Özel kalem müdürü, belediye başkanı o zaman yok, özel kalem müdürü orda. Bizimle görüşmek istedi, gittik yanına. Dedi ki: “Nedir sorun?” Dedik böyle böyle bana bir telefon geldi, böyle böyle bir sorumuz var. Bu dedim sorunun halledilmesi için buradan bir telefon geldi, biz dedim kalktık buraya geldik. Buraya gelmemiz söylendi dedim, yardımcı olursanız teşekkür ederim. Dedi ki: “Ya dedi ne uğraşıyorsun,” dedi. “Ya al,” dedi oğlunu kaçır hastaneden, yapamıyor musun? Ben dedim vallahi o kadarını bizde biliyoruz da dedim, şu an çaresiziz. Kalktı bana dedi ki senin dedi adın ne? Dedim ki Cafer. Çocuğunun adı ne? Dedim Ali. Şöyle baktı. Dedi ki sen dedi Alevi misin? Evet dedim Aleviyim. Söylediği kelime şu bana: “Elimden bir şey gelmez, gelse de yapmam.”
A - GOP belediyesinin özel kalemi diyor bunu?
K4 - Evet. Bir süre geçtikten sonra seçim çalışmaları döneminde Refah Partisinin o zaman bir mitingi var GOP ta. O neydi, o dönem bir milletvekili adayı vardı, ha Mustafa Baş. Mustafa Baş, o zaman şeyde çalışıyorum, işe girmiştim, o demirciler, Adalılar. Ben işte Adalılar da çalışıyordum. Karşıdan bunlar bir grup halinde geldiler esnafla toklaşıyorlar. Bana geldi, ben elimi uzatmadım. Elini uzattı ben elimi uzatmadım. Dedi ki: “Ya ne oluyor?” dedi. “Neden tokalaşmıyorsun?” dedi. “Benim,” dedim, “zihniyetim, selam insandan alınır insana verilir. Ben bu zihniyete hizmet eden, böyle bir zihniyeti savunan insanları o sıfatta görmüyorum. Tanrının selamıdır insandan alınır insana verilir.” “Hayda!” dedi, “bizi hayvan yaptın.” “Ne oldu da dedi böyle bir şey oldu?” dedi. “Sizin, buyrun eğer insansanız bir şikâyetim var,” dedim. “Senin misyonundan, senin grubuna karşı bir şikayetim var, bunu çöz,” dedim. “Nedir?” dedi. Dedim ki böyle böyle bir olay yaşadım, ben kimliğimden dolayı bu hakareti gördüm.
A - Bunu başkan adayına söylüyorsunuz Refah partisi?
K4 - Milletvekili adayı. Buyrun dedim şeye gidelim, Belediye Başkanlığı’na gidelim. Eğer dedim yalanım varsa ben sizinle birlikte dedim, siz dedim Mustafa Baş’sınız, buyrun dedim belediye başkanlığına gidelim, bu konuyu bir görüşelim. Söyledi ki: “Ben o işlere bakmıyorum” ve yanındaki birkaç tane iti. “Sizin gibilere ve sizin insanlarınıza az bile yapılıyor,” kelimesini kullanıyorlar.
Samsun'dan bir katılımcı köyünü örnek veriyor:
K - Çorum’un A köyü olarak geçer. Bütün çevremizdeki köyler Alevi olduğu için.
A - Çorum’un merkezinde mi yoksa ilçede mi?
K - Merkeze bağlı. Genelde bize mesela devlet tarafında bütün Sünni köylerin yolları asfalttır, bizim oraların karayoludur. Elektriği, hizmeti her şeyi devlet tarafından onlara erken gelir. Daha uzağımızdaki Sünni köyler var. Mesela bizim Alevi köyleri dağlardadır, onlar ovanın göbeğindedir.
İzmir'den bir katılımcının verdiği örnek:
K - Benim köyüm 35 hanelik küçük bir köy. Her dalda memurum var yani aklına ne gelirse. Köyümüze örnek köy olarak sağlık ocağı yapılacaktı. Alevi olduğundan dolayı dağlık bir köye verdiler, yolu olmayan.
A - Sağlık ocağını dağlık bir köye verdiler?
K - Bir dağ köye. Sadece o köy faydalandı. Benim köyüm de ovada bir köy, Yeşilova köyü. O köye değil de, o köye sağlık ocağı yapılsaydı o dönem, 8 tane köy faydalanacaktı. Fakat karşı tarafta Sünni bir köye verdiler. Sadece bir köy faydalandı.
Alevi yurttaşların nüfus dairlerinde başlarına isim verirken, devlet dairelerinde işlerini görürken çeşitli ayrımcılıklara uğramaktadırlar. Ankara'dan katılımcıların Nüfus dairesinde ayrımcılığa dair verdiği örnekler:
K1 - Şarkışla’nın bütün köylerinde insanların yaşadığı şeylerdi. 60'lı yıllarda haftanın bir günü Şarkışla’da Pazar kurulurdu. Pazar kurulduğunda, yoğunlukla bizim o yöreden gelen, Emlek yöresinden gelen köylerden gelen insanlar alış verişlerini Alevi bakkallardan yapmamaya çalışırlardı. Alevi köyler Sünni bakkallardan alış veriş yaparlardı, yanlış hatırlamıyorsam. Bunun bir gerekçesi vardı yani orada sizin kazada yapılacak bir işiniz varsa işte çocuğunuz doğmuştur nüfusa kaydedilmesi gerekiyordur, o adam götürdüğü zaman işleminiz çabucak yapılıyor. Mesela benim kimlik, benim kimliğimin çıkarılması hikâyesi. İsmini de veriyorum bakkal Remzi Kılavuz. Sonradan öldü bu adam, onun vesilesiyle dayım, Kızılcık köyünden dayım geliyor, dayımla birlikte nüfus cüzdanı çıkarmaya gidiyor. Tabi annem babam evlenmiş ama resmi nikâh yok. Resmi nikâh yapılacak. İşte biz doğmuşuz, 3 kardeş olmuşuz nüfus cüzdanı yok yani öyle. İsim soruyorlar Bektaş diyorlar. Tamam diyorlar yazdık diyorlar veriyorlar ama Bekir yazılı. Daha enteresanı mesela bizim köyde. Gayet bilinçli bir şekilde, mesela Ali diyorsunuz yanına bir tane de Osman ekliyor. Mesela bizim köyde bir tane Ali Osman’ımız var. Bir tane şeyimiz vardır Kamber ağabey iyi tanır, adliyede şu anda mübaşirlik yapıyor, onun adı da Bekir. Babası onun adını Bektaş olarak yazdırabilmek için nüfus müdürü dahil tüm çalışanları dövüyor. Ellerine ayaklarına zincir vurularak jandarmaya götürülüyor. 3 gün dayak atılıyor adama, adam direniyor anlar direniyor sonunda yine Bekir yazılıyor. Şu anda adliyede mübaşirlik yapıyor Ankara adliyesinde. Okuma yazma oranı çok düşük. İnsanlar böyle hepsini birden veriyorlar. Daha enteresanı, babamla annemin nikâhı yapılacak işte bizim nüfus cüzdanlarımız çıkarılırken. Annemle babamın nikâhı yapılırken Kılıç köyünden bir karı koca onların da nikâhı yapılacak Sefer Amcayla Dilber teyze. Dilber teyzeyi babama nikâhlıyorlar. Annemi de Sefer amcaya nikâhlıyorlar. Ben onu okuma yazma öğrendikten sonra gördüm. “Baba,” dedim, “ben köye gidiyorum annemi getireceğim” dedim. “Annen burada ya,” dedi. ‘’Yok,” dedim, “baba seni Dilber teyzeyle nikâhlamışlar annemi de Sefer amcayla nikâhlamışlar.” Babam da dedi ki: “Ben zararlıyım.” “Niye,” dedim. “Annen genç o kadın yaşlı,” dedi. “Adamın haberi olmasın,” dedi ve ben o yaz köye gittim. Bizim İlyas Hacı köyü vardır. İlyas Hacı köyünden o civarda çok sevilen birisi vardı. Hacı Bektaş Amca diye birisi vardı. Tanırsınız yiğittir, pehlivandı aynı zamanda. Belediye meclis üyeliği falan yaptı. Onu aldık yanımıza götürdük, o da zaten annemin eniştesi olur. Durumu anlattım. Onun adı Bektaş’tır. “Bektaş amca, annemi Sefer amcaya nikâhlamışlar Dilber Teyzeyi de babama nikâhlamışlar, bunu bir düzelttirelim,” dedim. Müdürlerini aldık, memurlarını aldık adamlara bir içki sofrası kurduk, yemek verdik böylece yanlışlığı işte kayıtlardan hiç kimsenin haberi olmadan düzelttik. Ben babamla anneminkini düzelttim ama Sefer amcayla Dilber teyze, rahmetliler okuma yazma bilmedikleri için yani olabilir. O yıllarda tek yaprak değildi nüfus cüzdanları, annemin ve babamın nüfus cüzdanlarını ben hala saklıyorum, onlar hala duruyor. Eskileri biz iade etmemiştik onlar bende duruyor. Yani ben nüfus cüzdanını karıştırırken, fark ettim. Ben kendiminkini de fark ettim. Ama şimdi onu değiştirebilmem için o yıllarda babamı dava etmem gerekiyordu. Şimdi devleti dava etmem gerekiyor vallahi ben bana devletin verdiği ismi onurla taşıyorum. Ama beni kendi köyüme ve civar köylere gidip sorarsanız, Bekir kim derseniz tanımazlar, Ali onbaşının torunu Bektaş derseniz tanırlar yoksa tanımaz.
K2 - Ben büyük şehirdeyim. Ondan önce benim oğlumun ismi, ben kazadayken oğlum Sinan Cemgil. Oraya vardım. İsim yazdıracağım. Söyledim. Orada bir nüfus memuru, onların şefleri de beni çok iyi tanır. Ben onların köyünde iş yaptığım için beni çok iyi tanır. “Mustafa Çakır oğlunun adı neydi?” dedi. “Cemgil,” dedim, “Sinan Cemgil.” Aptallaştı ve gitti. Sinan’ı kaldırmış Cemil yazmış. O haltı yiyeceğini bildiğim için alır almaz kimliğe baktım. Dedim ki: “Niye böyle yazdın”. O da: “Öyle olsun,” dedi bana. Sinirlendim. Kaldırdım kimliği attım. Dedim ki: “Ben ne diyorsam onu yazacaksın. Bu benim oğlum.” O dönemde, 50 lira hiç unutmuyorum, memura hakaretten bana ceza geldi. Kimliği almadığım için aynen yine Cemil yazdı bana verdi. Diyorum ki bakın bu isim değil diyorum. Yine Cemil yazdılar ve kavga ettik. Orada karakol falan var. Tabi bizi aldılar indiler falan, ama tabi sonuçta yazdırdım.
İstanbul'dan bir devlet dairesi anısı:
K - 98 falandı. Ben Başbakanlık Osmanlı arşivinde kendi sülalem hakkında araştırma yaptım. Orada da Zülfikarla içeri girdim, boynumda Zülfikar vardı. Beni içeriye almadılar. Normalde o protokol işlemleri 2 ay sürmesi gerekirken benim 6 ay sürdü. İzin alıyorsunuz ya araştırma yaptığınıza dair. Her neyse, geç de olsa işimi yaptım. Ama şu vardı, ertesi gün verilecek belgeyi bana üç gün sonra verdiler ve yüzüme karşı da bunu açıkça söylediler. Etnik kökeninden dolayı sana bu uygulanıyor diye. Orada bir tanışık vasıtasıyla bunu da öğrendim. Osmanlı arşivi herkese açıktır zaten. Hele şu son yıllarda tamamen açıldı. O Ermeni meselesinden dolayı ama ben gittim kendi soyumu sülalemi araştıracağım dediğim için artı bizim bir de Ocaktan dolayı işte Şah Kalender ayaklanmasından dolayı, bana çok zorluk çıkardılar. Normalde 2 ay sürecek araştırma bana belki 1,5- 2 seneden fazla sürdü. Ben bunu yaşadım.
Havza'dan bir örnek:
K - Yine Kaymakamla olan bir hadisemi anlatayım ben. Havza Kaymakamıyla, yüzde yüz. Bundan beş yıl önce bir av tüfeği aldım. Av tüfeğim otomatik. Buna kaymakamlıktan tezkere alacağım yani ruhsat alacağım. Kaymakamlığa müracaat etmem gerekiyor ve ettim. Benimle beraber sakallı hacı hoca tayfası olan, 8 kişi daha o an için müracaatta bulundular. Dosya sayısı tahminen onu buldu, 10,12 yi buldu. Fakat sadece ben Aleviyim, köyüm belli, Mürsel Köyü, Havza Mürsel Köyü. Sayın kaymakam, Havza kaymakamı, o günün kaymakamı benim dosyayı çıkartmadı. Bana ruhsatı vermedi, diğer bütün müracaatlara ruhsatı verdi yani.