K - İşte bizi gene Elazığ’dayken, biz orada diyoruz ya biz kendimizi şey etmiyoruz. Ama bir komşumuz, şöyle bir şey vardı. Televizyonda bir gün Ramazan’daydı, İran’da, İran’a girmişler, Türkiye’nin Büyük Elçisi oraya gidip Ramazan’da yemek yemişler. Adam böyle hayretler içinde. Gitmiş diyor orada yemek yiyor, Ramazan’da diyor yemek yiyor. Oruç tutmamış ya, o kadar ki hayret etmişti. Ve bizim mesela Tunceli’de bir tane insanımız, Pertekli, İzmir’de değil de, İzmit tarafında gençken oruçlarda yemek yediği için öldürdüler genci. Yani bu tür olaylar çok. Malatya’da yine, böyle bir genç üniversite öğrencisini öldürdüler oruç tutmadığı için.
Çerkezköy'de yaşayan bir yurttaşın askerlik arkadaşlarıyla yaşadıkları:
K - Ali Kemal arkadaşımızın da anlattığı gibi, askerdeydim arkadaşım, Ramazan’dı yine, akşam saatlerinde bize geldi. Benim o an canım çekti, arkadaşın yanında, aldım yedim. Arkadaşın biri bana: “Sen Kızılbaş mısın?” dedi. Ben: “Evet,” dedim. Dedi: “Utanmıyor musun?” Dedim: “Ben utanacak bir şey yapmadım, canım istedi ekmek aldım.” Hakaret, küfürlü konuştu. Bana tokat attı ben de tokat attım. Neyse araya başka farklı şeyler girdi. Yüzbaşıya kadar çıktım. “Sorun ne?” dedi. Sorunu izah ettim kendisine. Dedi: “Sen bu konuda haklısın, ama tokat atman yanlış,” dedi senin. Ben ceza aldım.
Çeşme’de bir yurttaşın karakoldaki tartışması
K - Çok karşılaştım. Ya öyle yaşadım, mesela bir gün karakolda yaşadım. Bizim evde biraderle dövüştük Ramazan ayı, ben de içkiliyim. Ramazan ayında dövüştük. Gitti karakola şikayet etti beni. Neyse, gittik karakola. Galiba biraderi ben eve mi sokmak istemedim böyle bir şeydi yani tartışma. Geldi polis beni aldı gitti karakola. Ben polise: “İstemiyorum,” dedim; yani “rahatsızlık veriyor bize,” falan filan. “Ya sen kimsin istemiyorsun? Sen kimsin?” dedi. “Ramazan’da içmişsin ya,” dedi. “Dut gibi sarhoşsun,” dedi. Polis söylüyor. “Sana ne lan,” dedim. “Benim içtiğim Ramazan’da Şaban’da. Tutuklayacaksan,” dedim, “hadi tutukla beni o zaman. Ramazan’da da içerim Şaban’da da içerim. Sen benim halkım oruç tutarken neredesin lan. Hangi davulcuyu,” dedim, “gönderiyorsun benim mahalleme sen. Hangi saygıyı duyuyorsun benim halkıma,” dedim, “oruç tutarken, adam gibi oruç tutarken.”
Sivas'tan emekli öğretmen oruç tutmamasını soranlara şöyle açıklıyor:
K - Yine, benim Atilla İlkokulu’nda da bir şeyim var da. Ramazan’da yemek yiyordum, arkadaşım, bir öğretmen arkadaşım geldi, dedi ki: “Yav hoca ne yapıyosun?” “Yemek yiyorum,” dedim. “Yav niye, Ramazan değil mi?” dedi. Dedim ki: “Yavrum, siz demez misiniz ki Aleviler 7 sene gâvur olmadıktan sonra Müslüman olmaz. Ben sizin, cininizi falan, mezhebinizi sevdim, ama 7 sene gâvur olmam gerekir. Bu sene gâvurluğa başladım, 7 sene devam edecem. 7 sene sonra eğer gâvurluk hoşuma giderse orada kalacağım, Müslümanlık hoşuma giderse sizin şeyinize geçecem.”
K - Şimdi Cuma günüydü. Bizim sınıftaki bütün arkadaşlar işte Cuma Namazına gidiyor. Bizim de hemen, ben sabahçıyım, çıktığımız saatte Cuma Namazı oluyor işte. Onlar gidiyorlar beni de çağırdılar. Sonra dediler ki ‘‘gelsene sen de Cuma Namazına gidelim’’. Dedim ‘‘yok benim kırtasiye de işim var, iş eğitimi derslerine şey eşyalarımı alacağım’’. Yani o bir yalandır uydurdum işte. Dedi ‘‘hadi hadi saklama sen Alevisin di mi, gelmeyeceğini biliyoruz’’ dedi.
Menemen'den bir yurttaşın namaz çağrısından kaçışı:
K - Ya şimdi biz Ramazan Bayramlarında hani çocuklar şeker toplar ya. Beni de çağırdılar, ben de gittim şeker toplamaya. İşte bir tane amcanın evine geldik, hacı galiba o da. Dedi ki: “Şimdi şeker vereceğim ama.” Verdi önce şekeri. “Şeker verdim işte,” dedi. “Gelin içerde namaz kılın size beş milyon vereceğim,” dedi. Ben de yanımdaki arkadaşa söyledim ki, dedim: “Engin biz Buca’ya gidecektik unuttum,” dedim. Unutmuştum. Yani apartmanın önünde onları bekledim.
Diyarbakır'dan bir örnek:
K - Ben yine tıbbi mümessillik yaparken hastaneleri doktorları geziyorduk. Bu doktorları gezerken bir tane de doktor vardı. Dr. Ahmet Cemil Çağıl. 15 sene oldu Diyarbakır’dan gideli. Sene 1984, ben bir gün gittim tesadüfen Cuma namazına denk gelen bir saat. Bütün köylü geliyor ona muayene olmaya. Bir de hastası çok günde 100-200 tane hastayı bakıyordu Çok da müthiş bir zenginliği vardı. Ama adam hep din kisvesi altında bu işi götürüyordu. “Ben Müslümanım, Müslümanım!” diye. Ben de kapıda karşılaştım, “Doktor bey iyi günler, ben de çalışmaya geldim size,” dedim. “Koy çantayı,” dedi. Aldı çantayı elimden odaya kilitledi, koluma girdi tam da Ulu Cami’nin önündeyiz. Muayenehanesi de oradaydı. “Cuma’ya gidip gelelim,” dedi. Koluma girdi Cami’nin kapısına kadar gittik. Merdivenlerden aşağı iniyoruz ama çok kalabalık, mahşeri bir kalabalık var. İşte Cumadır, Diyarbakır’ın yarısı orda gider namaz kılardı. O arada ben onun kolundan çıkmak zorunda kaldım. Tabi bu arada birbirimizi kaybettik ben geriye döndüm. Onu takip ediyorum o gitti, ilerde ortalarda eğildi, namazını kıldı, çıktı geldi. Ben de kapının önünde bekledim. Dış kapıya çıktı, ben koluna girdim bu sefer. “Ya doktor bey, sen geç kaldın bak ben namazı kıldım bitirdim,” dedim. “Ya ben bir de hutbeyi dinlemek istedim,” dedi. Dedim: “Valla ben de dinledim ama buradan dinledim.” Yani yalan söyledim işin doğrusu o. Ben orada tıbbi mümessilim, bir firmayı temsilen. İlaçlarımı yazdırmak için envai bin türlü şeyi yapıyorduk, firmalar vasıtası ile bize yaptırıyorlardı zaten. Orada da koluna girdim, gittik muayenehanesine oturduk. O günü hiç unutmuyorum; 143 tane hasta muayene etti öğleden sonra, her reçetede 3 tane 4 tane benim ilacımı yazdı. Ondan sonra da sürekli benim ilaçlarımı yazıyordu, ben tıbbi mümessil olarak onun sayesinde Türkiye 1. si oldum satışta. 8 tane maaş ikramiye aldım, takım elbiseler aldım, ödül aldım ve bir tek doktordu. Çok büyük potansiyeli vardı. Cuma günleri 5 tane hastaya bedava bakıyor diye, bütün köylüler ona geliyordu; ama, başı ağrıyan, dişi ağrıyan kulağı ağrıyan, herkese bakardı. 10 günlük çocuğa ibreti alemdir; isterseniz Dünya Sağlık Örgütü’ne sorun! 10 günlük çocuğa benim ilacım olan kortizonu, ben yazmaması gerektiğini söylediğim halde, yazdı. Sonra ben hastanın elinden reçeteyi eczanede gittim, eczacıya burada 20 kortizon yazılmış bunu vermeyin en fazla 2 tane verin dedim. Bunları yapıyordu.
Çerkezköy'den bir yurttaşın Cuma Namazı yükümlülüğü sebebi ile işten ayrılışı:
K - Ortaokuldayken işte gittiğimiz kafe vardı. İşte yemek paydoslarında gidiyorduk, ilk zamanlarda okulun yeni açıldığı dönemlerde. Neyse kafeye gittik. Kafe meğersem çok dinci bir yermiş. Arkadaşlarla cümbür cemaat gittik. Neyse işte Cuma günü de denk geldi. Ben daha o zaman 15-16 yaşındayım zannedersem. Neyse bizi götürdüler. Yemeğimizi falan yedik. Poğaçamızı yedik. “Hadi namaz,” dediler. Biz de hadi hurra namaza gittik. Yani diyemedim ben “Aleviyim gelemem,” falan. Arkadaşlar var. Tabi ailemiz de biz ilk başta okula giderken sakın deme “Aleviyim,” bu dersini etkiler falan filan. Neyse gittik camiye, ben de hiç hayatımda camiye gitmemişim. Bambaşka bir dünya. Kubbe mubbe falan. Neyse girdik içeriye, ne yapacağımı bilmiyorum, yani şaşırdım kaldım. Herkes ne yapıyorsa dedim onu yap. Baktım herkes eğiliyor ben de eğildim. Dua okuyorlar, bende ağzımı oynatıyorum. Namaz kılmış gibi yaptım, çıktım geldim. Bir daha da o kafeye gitmedim. Arkadaşlar: “Niye gelmiyorsun?” deyince, biraz bazılarına anlattım. Bir de bir olay daha geçti başımdan. Çerkezköy’e yeni gelmiştik o dönemlerde. İşte Elvan Tekstil, adını da buradan duysunlar. Elvan Tekstil’de işte gün, o gün de Cumaya gelmişti, şans işte. Neyse öğle paydosu oldu, herkes camiye gidecekmiş, o fabrikada herkes camiye gider. Baktım herkes camiye gidiyor. “Gelmiyor musun?” “Nereye?” “Camiye.” “Yok ben gelemiyorum, biraz rahatsızım,” dedim. Neyse millet camiye gitti geldi. Ben de düşündüm taşındım yani bunlar her Cumaya gidecekler cümbür cemaat, ben de gidemeyeceğime göre dedim en iyisi işi bırakayım dedim, işi bıraktım. Yani kendi dini vecibelerimiz yüzünden yani farklı görüşlerimiz yüzünden işsiz kaldık, böyle bir olay geçti başımdan.
Tarsus'lu esnafın camiye giderek kendini saklama çabası:
K - Lokantamız vardı bizim, tam caminin karşısında. Yani abimin lokantası, beraber çalışıyorduk. Abim hep saklardı kendini, yani abime sordukları zaman “Sivaslıyım,” demezdi, buranın köylüklerinden birini söylerdi, köylerini iyi tanıyordu, yani çoğuyla irtibatlı olduğu için. Abimi Sivaslı olarak kimse bilmezdi. Bana her zaman derdi: “Oğlum aman, kimseye açık verme.” Teyp açarım, “Burayı değiştir,” derdi. Tam caminin karşısında olunca, şimdi camiye gitmediğimiz fark ediliyor bizim. Ben gitmem, abim diyor ki: “Oğlum, camiye git,” “Abi, benim ne işim var camide.” “Niye?” “Müşteri gelsin,” diye. Sonuçta yanımızda iki rakip lokanta var, onlar gidiyor, camiye gidiyorlar, sonuçta camiden çıkan, lokantalara gidiyor. Tabii, bizimkine gelen az oluyor. Ama abim arası sıra Cumaya gidiyordu, peşinden takılıp da gelenler oluyordu yani. Ama abimi Alevi olarak bilmiyorlardı. Yine gelenler vardı. En son noktada öğrendikten sonra, zaten işlerim durdu yani, kesinlikle durdu, tercih sebebiyle gelmiyorlardı. Yan taraf, iki taraf namazlı, niyazlı diye, oraya doluşuyorlardı. En son biz lokantayı zaten kapatmak zorunda kaldık. Yani saklayamıyorsun, bir yere kadar, açık vereceksin. Abim sonuna kadar saklamayı düşünüyordu, olmadı. İnsanlar sonuçta anladı her şeyi ve bitirdik yani, ticarethane öldü.
Tokat'tan bir katılımcının öğrencilikte namaz kılarak kimliğini saklayışı:
K - Tokat’ta girdiğim bir sınav var işte. Ankara’daki bir okulu kazanmıştım. Devlet parasız yatılı öğretmen lisesi. Köyde tembihlenen şuydu: “Kesinlikle Alevi olduğunu söyleme.” Tabi ben 11 yaşındayım, Alevi Sünni nedir bilmiyorum. Ankara’ya gittiğimde, çünkü büyük bir şehir, daha önce bizim köy hayatı, Alevi olduğumu söylemedim. Sonra okulda şey veriyorlardı, herkese abla veriyorlar, yeni öğrenci olduğumuz için, yatılı bir okul. Yani orada işte kuralları falan size öğretiyor ya da işte okulu tanıtıyor vs. Mescide götürdüler beni, ama ne olduğunu bilmiyorum tabi yani. “Abdest almasını biliyor musun?” diye sordular. Biliyordum abdest almasını. Sonra işte biliyorlar sonuçta Alevi köyünden geldiğimizi, köyün ismi belli. Bunları özellikle yapıyorlar, Alevi köyünden gelen öğrencilere işte lise sonlardan, işte lise ikilerden özellikle işte biraz daha dine yakın, namazında niyazında olan kişileri veriyorlar. Yani sadece Alevi köyünden gelenlere böyle yapıyorlardı ama. Yani ben de gittim tabi, namaz kılmasını bilmiyorum, onlar eğiliyor ben eğiliyorum, onlar kalkıyor ben kalkıyorum falan. Çünkü bizim hiç köy hayatında veya ailemizde görmediğimiz şeyler. Tabi söyleyemiyorum da Alevi olduğumu, ya da namaz kılmasını bilmediğimi vs. Sonra fark etmişlerdi bilmediğimi namaz kılmayı. Sonra tabi o kadar bastırıldım korkutuldum ki köyde: “Kesinlikle söyleme seni okula almazlar, okuldan atarlar,” demişlerdi. Sonra işte namaz kılmayı öğrettiler. Tabi o korkudan baskıdan söyleyemiyorsun okuldan atılacağım korkusuyla. Öyle bir fiil üç yıl namaz kıldım yani bilinçsizce. İşte rekatlarını öğrendik dualarını öğrendik vs. bunun gibi şeyler. Ve lise ikiye gelene kadar o okulda, Alevi olduğumu söylemedim. Ve 1.500 kişilik bir okuldu bu. Bütün herkes saklıyordu Alevi olduğunu. En son lise ikide böyle çat pat sohbetler sırasında falan bir iki kişinin daha Alevi olduğunu öğrendiğimizde, böyle sevinip daha çok birbirimize sarıldık, sorunlarımızı öğrenmeye başladık. Yani okul hayatım hep böyle geçti, orta birden lise ikiye kadar bu kimlik problemini hep yaşadık.
İzmir'den katılımcılar yaşanan namaz baskısını aktarıyorlar:
K1 - Bizim öğretmen arkadaşlardan biri Sakarya’nın bilmem ne köyüne tayin oluyor. Dağ köyü, tutucu bir köy. Özellikle MHP’lilerin yaşadığı bir köy. İlk gidiyor göreve başlıyor. Cuma günü geliyor. “Hoca,” diyorlar: “Hadi namaza gidiyoruz.” “Ya,” diyor, “benim biraz başım ağrıyor,” falan bir iki atlatıyor üçüncüde bakıyor olacak gibi değil, bir söylenti yayılıyor: “Hoca namaza gelmiyor,” diye. “Hadi gidelim,” diyor gidiyor adam. Alevi yani öğretmen. 2001 yılında olan bir olay. İşimden mesleğimden olmaktansa bunu yapar sıyrılırım bir sefer gitmekte mahsur yok. Görüntü yapalım. Önünde nasıl abdest alıyorlarsa o da elini yüzünü yıkıyor, namaza duruyor. “Başladı hoca okumaya baktım onların eli göbekte ben de elimi göbeğe attım,” diyor. “Namazı kıldım,” diyor. “Ama kılarken öyle falsolar verdim ki adamlar yatıyor ben kalkıyorum,” diyor. Rezillik diz boyu. Tabi yıllar sonra söylemiş Alevi olduğunu. Böyle şeyler de var. Bir öğretmenin kendini bir köyde ifade edememesi çok acı bir şey yani.
K2 - Kayseri’de yaşayan bizim amca. 80’lerde 78-79’larda bizim Tunceli göçe maruz. Bu sefer yine göç ediyoruz, bu sefer de başka yönlere. Onlar Kayseri’ye göç ettiler. Bizim amca gidiyor oraya yerleşiyorlar. Hepsi Sünni etrafındaki insanların. Bir de bir inşaat işinde çalışıyorlar. Oğluyla beraber, oğlu da o zaman üniversitede okuyor ama babasıyla çalışmak zorunda kalıyor yaz tatillerinde. Şimdi bunu oğlu anlatıyor, bir de bunu öyle komik anlatıyor gülmekten biz öldük. Çocuk diyor: “Babam tutturdu oğlum gel göze batmayalım zaten zulümden geldik burada da başka bir şey yaşamayalım.” Genç ya korkuyor çocuklarından da: “Gel diyor biz bunlarla namaza gidelim.” “Şimdi biz gittik, herkes abdest alıyor çorabını ayakkabısını falan çıkarıyor zaten yorgunuz yorulmuşuz,” diyor babam alıyor abdestini. Geç kalıyorlar; en sona onlar kalıyorlar. Cami de rampaymış tam yokuştaymış. Bizim amca ayakkabılarını çıkarıyor tam işte oturuyor abdest alacak, onlardan birisi eğiliyor ayakkabı yuvarlanıyormuş hani bayır ya. Amca kalkıyormuş ayakkabısının birini getiriyormuş bir daha duruyormuş namaza yapamıyor ya bir daha gidiyormuş ayakkabının peşinden tabi bunu bilerek Mikail de yapıyormuş şey olsun diye. “Ya’’ diyor: “Baba biz gelmeyelim.” Ama mecburen inşaattan çıkar çıkmaz bağırıyorlar herkes sesleniyor. “Amca gelmiyor musun namaza ezan okundu?” Amca da zor durumda kalıyor mecburen gidiyor. Bu bir hafta iki hafta öyle devam etti. Babam o şekil geç kalıyor gidene kadar ayakkabı aşağıda babam yukarıda bir eğilip bir kalkıyor o şekilde hakikaten oradan da mecbur kalmışlardı yani yaşadılar onlar.
İstanbul'dan bir katılımcının Cuma çağrısına yanıtı:
K - İlaç fabrikasında çalışıyorum. Temizlik işinde çalışıyorum yani fabrikanın. Temizlik kuralları olmazsa olmaz bir kuraldır biliyorsunuz ilaçta. Benim orada Sünni arkadaşlarım var. Günlerden Cuma. Cuma günü namaza gidiyor ama çok sevdiğim bir arkadaş. Her Cuma: “İnşallah seni Cumaya götürürüz,” diyorlar. O anda da makinede çalışıyorum temizlik yapıyorum. Diyorum ki: “Oğlum Mahmut ben bugün en güzel Cumayı şu anda yapıyorum. Bak sen saat 11’de çıkıyorsun bir saat abdest alıyorsun bir saat şey yapıyorsun,” diyorum işte bu firmanın adı neyse a firması. Diyorum ki: “Arkadaş sen sabahtan Cuma’ya davet ediyorsun ama şu anda bizim de bir teftişimiz var. Bu şirketimizin hayatı söz konusudur. İşte temizliği güzel yapacaksın adam çalışacak ki gelen bir misafir burayı dört dörtlük görsün.” Diyorum ki: “Benim Cumam önümde çalıştığım araba. Şarjlı bir makinem var yerleri temizliyor güzelce. Hijyenik olarak ortamı temizliyor ve biz buradan para kazanıyoruz. Hepimiz müdüründen amirinden, şefine kadar. Dört dörtlük yaparsak burada bir getiri vardır, bu getiri de bize maaş olarak yansıyacak. Sen Cumaya gidersen yarım saat benden çalarsan, benim iznim olmadan oraya gidersen arkadaşım, beni katlediyorsun yani benim hakkımı gasp ediyorsun.” “Allah kabul etsin.” Ben de diyorum ki: “Benim ibadetim gecedir.” Yani diyor ki: “Kulum günü dünyalık için çalış akşam benim için çalış.” Yani akşam eve geldiğin zaman “Allah'ım bana güç kuvvet ver,” de. ‘‘Bana bugün işimde zeval vermedin de, hata günah vermedin ben çalıştım evime geldim. Sana niyaz ederim ki ben bugün çalıştım iş yerinde dört dörtlük verimli oldum. Çalıştığım patrona verimli oldum. Bizim Alevi inancımız ve anlayışımız budur ve dünyanın hangi köşesine, neresine giderseniz gidin eğer bu yanlışsa ben bu yanlışları kabul ediyorum.” Ben o arkadaşa bu cevabı verdim. Ondan sonra bana küstü gitti yahu niye benimle Cumaya gelmiyorsun. Benim Cumam benim işim. Benim şu andaki çalıştığım kişi kimse isterse Hristiyan olsun, Musevi olsun, Ermeni olsun önemli değil. Benim şu anda çalıştığım işim, benim her şeyimdir. Ben eğer burada başarılı olursam burada bir işe yardımcı oluyorsam benim inancım budur. Ha bir de batın inanç vardır. Tabi bu batın inanç Allah'ım bu gücü bana nasıl veriyorsun diye bu gücü verenin ben geldiğim zaman evimde onun hesabını yapmam lazım çalıştığım yerde. O adamın işini aksatarak, yarım saat çalarak yahut da o çalıştığım işin cebime koyup getirerek ondan sonra da Cuma’da bizim bütün günahlarımızı kabul ediyorsa ben buna inanmıyorum. Öyleyse ben de inanmıyorum. Arkadaşa bunu dedim.
İzmir'li bir yurttaş arkadaşlarının beklentisini yerine getiriyor: “Bir Aleviyi camiye getiren cennete gider”
K - Elazığ karakolunda çalışıyorum. Benim çalıştığım yerde bir tek Alevi olarak ben varım başka kimse yok. Arkadaşlar camiye gidiyorlar. Namaza gidiyorlar. Ama hiçbir tanesi doğru dürüst çalışmıyor. Sabahleyin geliyorlar abdest alıyorlar, abdest namazı kılıyorlar. Kuran okuyorlar Kuran namazı kılınacak, iki rekat Kuran namazı. Ben fabrikayı alt üst ediyorum geliyorum saat 11:00. 11:00'de bunlar benimle birlikte ellerini yüzlerini yıkıyorlar, 11:30’da yemeğe gidiyoruz. 12:00’de bunlar fabrikanın dışında camiye gidiyorlar. Fabrika yaklaşık olarak 2.5-3 kilometre. Yürüyerek gidiyorlar, yürüyerek geliyorlar. Saat 2:00’de öğlen namazını şıhın yanında kılıyorlar. Geliyorlar fabrikaya ikindi namazını kılıyorlar. Biz yine çalışıyoruz eşek gibi. Bunlar namazında niyazındalar. Bir gün konuşuyorlar öyle bu şıhın yanında. Şıh diyor ki işte: “Arkadaşlarınızdan memnun musunuz?” Bir tanesi kalkıyor diyor ki: “Hocam,” diyor. “Şıhım,” diyor. “Fabrikada bir tane Kızılbaş var,” diyor. “Onunla uğraşıyoruz.” “Aman ha çocuklar eğer Kızılbaş'ı Müslüman ederseniz, yeriniz cennet. Zinhar haram yerseniz, külli hayatınız, kötülükle geçse yeriniz cennet’’. ‘‘Dünyada yer yüzünden,” diyor. “Bir Kızılbaş'ı Müslüman yaptınız, bir Kızılbaş'ı öldürdünüz yeriniz cennet. 40.000 tane insanı öldürürseniz, bir Kızılbaş'ı adam etseniz aynıdır.” Gelen giden arkadaşlar benimle uğraşıyorlar. “Niye camiye gelmiyorsun? Niye oruç tutmuyorsun? Niye şunu yapmıyorsun niye bunu yapmıyorsun.” Artık öyle bir seviyeye geldi ki gına geldi, boğazıma kadar. Dedim: “Lan tamam, sizin bu şıhınız bu kadar istiyor geleceğim. Cuma günü geleceğim.” Cuma günü konuşmalar var sohbetler, muhabbetler var. Namaz kılacaklar. Gittim. Oturduk oraya şöyle. Konuştu konuştu şıh: “Arkadaşlar, artık müjdelerimiz olsun,” dedi. “Buradaki tüm cemaat Cennetlik, cenneti yerden göğe kadar hak ettik. Yalnız, namaza geçmeden önce, Cuma Namazı’na geçmeden önce sormak isteyen, soru sormak isteyen birileri varsa sorsun. buyurun,” dedi. “Sizi aramızda ilk görüyorum, hoş geldiniz sefalar getirdiniz, ey Müslüman kardeşimiz, kendinizi tanıtın ve cemaatimiz sizi tanısın,” dedi. “Ben, Tunceliliyim, Aleviyim,” dedim. “Arkadaşlarım çok istiyordu geldim. Ama namaz kılamayacağım,” dedim. “Namazı bir şartla kılarım,” dedim. “Benim soracağım bir soruya cevap verirseniz ben namaz kılacağım. Ve gelip,” dedim, “sizin eteğinizin dibinde duracağım, size hizmet edeceğim.” “Buyurun,” dedi. “Sorun,” dedim. “Bize Kızılbaşlar diyorsunuz. Bir Kızılbaş'ı Müslüman eden bir insan 40.000 tane insanı katletse de yeri cennetlik,” diyorsunuz. “İyi güzel. Ben,” dedim, “Kızılbaş'ım, arkadaşım Kazım beni Müslüman etti. Bu cenneti hak ettiğine göre,” dedim. “Biz de,” dedim, “köşesinden bucağından biraz faydalanır mıyız şıhım.” “Elbette sen günahsızsın, senin anan baban seni günahkar ettiler, fakat seni Kazım kardeşimiz Müslüman etti. Günahlarından arındın. Bak,” dedi. “Biz başkaları gibi seni ilk önce Hristiyan sonra da Müslüman yapmıyoruz. Aslında senin önce Hristiyan olman lazım, ondan sonra da Müslüman olman lazım.” “Şıhım,” dedim, “ne gerekiyorsa yapacağım yalnız bir sorum var,” dedim. “Sizden istirham ediyorum, siz de şu cemaate sorun, eğer sorarsanız kabul ederseniz, sizin eteğinizde duracağım size hizmet edeceğim.,” “Buyurun evladım,” dedi. Dedim: “Şu cemaate sorar mısınız? Eline, beline, diline sahip olmayanlar, kul hakkı yemeyenler, kan boynunda taşımayanlar dursun gerisi hepsi çıksın dışarıya,” dedim. “Tövbe yarabbim tövbe estağfurullah,” dedi. “Olur mu kardeşim,” dedi. “Namaz kıldın mı?” dedi, “günahlarından af....” “Sen kimsin” dedim. “Günahları af ediyorsun?” “Neye dayanarak günahları af ediyorsun?” “Adamlara,” dedim “namaza duruyor içindeki fesatlığı fitneliği biliyor musun? Kusura bakmayın,” dedim. “Bu düşünceler sizde mevcut. Ben burada ne namaz kılabilirim ne de sizin arkanızda saf tutabilirim hadi eyvallah.” Çıktım geldim. Bir daha da bana ne kimse dedi: “Namaz kıl.”Ne kimse dedi: “Oruç tut.”
Çerkezköy'lü bir yurttaşın Cumaya çağrıya yanıtı:
K - Cuma günü biri bana sordu, “Cumaya geliyor musun?” falan. Dedim: “Ben bir seneden beri buradayım gördün mü bir gün Cumaya geldiği mi?” “Evet gelmiyorsun,” dedi. “Neden gelmiyorsun?” dedi. “Gelmiyorum, ya içimden gelmiyor ya da hoşuma gitmiyordur.” Dedi: “Yoksa sen Alevi misin? Müslüman mısın?” Ben de gülerek dedim, “Aleviyle Müslüman ayrı mı?” “Ben Müslümanım,” dedi. “Ama olmaya çalışıyorum.” Dedim: “Sen ölene kadar Müslüman olamazsın zaten. Ben Aleviyim, Müslüman soyundan gelen bir insanım. 12 İmamlar, Ehl-i Beyt, Hz. Muhammed. Peki senin neyin oluyor bir arkadaşlığın var mı? Bir yakınlığın var mı?” “Yok,” dedim. “Sen Müslüman değil, tırnağım olamazsın,” dedim. Böylece gülerek kapattık işi.
İstanbul'dan yurttaşlar cemevi istiyorlar:
K - Ben de duygularımı dile getirmek istiyorum. Ben Sevil Bozkurt. Öncelikle bu yayın için sizlere çok çok teşekkür ediyorum. Çünkü ben Alevilik-Sünnilik ayrımı olmasını istemiyorum. Hepimiz bu Türkiye'nin insanlarıysak, hepimizin aynı olmasını istiyorum. Neden ayrım yapıyorlar. Benim eşim işe girdi. Ramazan ayında orada, işçi alınıyor diye işe gitti. “Nerelisin?” “Sivaslı’yım,” deyince, sonra onun Alevi olduğunu öğrendiğinden, işe almadılar. Neden böyle ayrım yapıyorlar. Eğer devlet hepimizinse bizi de düşünsünler. Böyle bir şey istemiyoruz. Eğer biz bu sorunları yaşıyorsak, çocuklarımız yaşamasın istiyoruz. Böyle şeylere her zaman karşıyız. Her zaman karşı geleceğiz. Eğer ki bu mahalleye, her yere camiyi yapıyorlar. Neden cemevi yapmıyorlar, cemevi de yapılsın. Cami yapılıyorsa cemevi de yapılsın. Herkesin sözü dinleniyorsa, Alevilerin ki de dinlensin. Hastaneye giderim, nereye gidersem gidelim, kimliğimize bakıyorlar, nereli olduğumuzu öğrenince bizi geri bırakıyorlar. Böyle bir şey istemiyoruz. Çocuklarımız yaşamasın istiyoruz. Beyoğlu'nda Kilise'ye saygı gösteriyorlar, bak burada şey olmuyor. Her şey aydın olsun. Ali'yi Muhammed'den ayırmasınlar.
Dini bilgilerin sınanması ve Cenaze ritüelleri üzerine olan örnekler: Ankara'dan bir yurttaşın İslamın şartı hakkındaki anısı:
K - Yine, 12 yaşımda, aşağı yukarı 25 yıl önce, Siteler’de çalışıyorum. Yine Müslüman’ın biri bana dedi ki: “İslam’ın şartı kaç?” “Ben ne bileyim İslam’ın şartından ustam,” dedim. “Evinden öğren gel o zaman,” dedi. Enflasyon o zaman işte yıllık yüzde 20-25. Babama geldim, sordum: “Baba, ustam böyle böyle diyor, İslam’ın şartını sor dedi,” dedim. “Vallahi oğlum, 5’ti, ama yıllık yüzde 25 zam geldiği için, herhalde 38-39 olmuştur,” dedi. [Gülüşmeler] Gittim, bu Siteler’deki Müslüman ustama: “Yav usta, İslam’ın şartı beşmiş, ama yıllık yüzde 25-26 enflasyon varmış Türkiye’de, 38-39 olmuş,” dedim. Dememle birlikte bana tokadı indirmesi bir oldu.
Menemen'den bir yurttaşın İslamın şartı hakkındaki anısı:
A - Nerde yaptınız askerliği?
K - Ben Erzurum Hasanali'de yaptım. O zaman, belki şimdi şu dönemde belki yoktur ama, o zaman çavuşlar din dersi verirdi.