“alıntı” Zizek


A - Peki ne oldu sonra nasıl orada barındın sen? Ondan sonra baskı olmadı mı? K



Yüklə 1,37 Mb.
səhifə21/26
tarix28.10.2017
ölçüsü1,37 Mb.
#17294
növüYazı
1   ...   18   19   20   21   22   23   24   25   26

A - Peki ne oldu sonra nasıl orada barındın sen? Ondan sonra baskı olmadı mı?

K - O zaman kadar zaten benim okulda tanıdığım yoktu zaten. Kendi çevremden insanlarla bir tanıdığım yoktu. Onun üzerinden o dönemler zaten arkadaşlarla falan tanıştık. Yani sürekli baskı vardı zaten, işte takiptir şu bu omuz vurmalar şeyler falan vardı da. Hani bir noktaya kadar seni bükemedikleri zaman ondan sonra şey olmuyor, ne derler, daha fazla üzerine gelemiyorlar. Geldikleri zaman zaten artık iş bitmiştir, çok ciddi gelmeleri gerekiyor yani o saatten sonra. Öyle bir rahat ettik ondan sonra. Nasıl rahat ettim mesela, ikinci sınıfın sonuna kadar bayağı bir rahat ettim. Şey oldu, mesela öğrenci dernekleri falan Ülkü Ocaklarının elindeydi. O Ülkü Ocaklarının dernekten birisi sınıfa girdiği zaman, hemen şey yaparlardı, hoca bile çıkardı yani dersten. Onlar girdiği zaman hocayı bile takmazlardı. Hemen hoca çıkardı, onlar toplantısını yapardı sınıfta normal öğrenim görülen yerde. Tabi ben onun önceki tavrımın etkisiyle, onlar içeriye girdiği zamana hocayla beraber ben de alıyordum kitaplarımı falan çıkıyordum. Kapı açılıyordu o şekilde bir şey vardı. Yani bu biraz şeyle alakalı, herkes bunu işte bu derece karşı koyabilir mi koyamaz mı o ayrı bir konu ama, herkes de bunu yapamıyor ve eziliyor. Yani ben bir sürü arkadaş biliyorum defalarca, öğrenci derneklerine çıkarılıp yani Alevidir gerekçe ya da solcudur, öğrenci derneğine çıkarılıp falakaya yatırılan insanlar vardı yani. Şeyin içerisinde ne derler okulun içerisinde, ve bunların okul idaresi tamamen haberdar onlardan, bu hocalara haberdar tamamen. Bizzat beni öğretim görevlisi, bilgisayar dersimize giriyordu, dersi iptal etti iki saat tehdit etmek üzere odasına çekti.
Antalya'dan bir katılımcının Erzincan'da okuduğu yıllar:

K - Ben Erzincanlıyım. İkinci olay öğretmen okulunda karşılaştığım bir olay. Öğretmen okuluna ilk gittik, daha birinci sınıftayım ve 16 yaşındayım. Parasız yatılı kazanmışız Diyarbakır Öğretmen Okulu’nu kazandık. Oraya gittiğimizde bizim Erzincanlı olduğumuzu öğrendiler. Bir grubun Sivaslı, bir grup Tuncelili vardı. Bir grup Malatyalı vardı ve hepimizi teker teker odalara aldılar. Alevî olup olmadığımızı öğrendiler.

A - Kim?

K - Öğretmenler. Ve faşistlerin hakimiyetinde bir okula gitmiştim. Yani idari kadro tamamen MHP’liydi. Diyarbakır gibi yerde belki şaşırtıcı gelebilir ama 72 ile 76 arasında Diyarbakır’ın yüksek öğrenim kurumlarının hepsinin yöneticileri faşistti. Okulların da yüzde yetmişi MHP’lilerin, faşistlerin elindeydi o zaman ve üç yıl boyunca her gece yatakhaneden spor salonuna götürülerek dayak atıldı bize.
İstanbul'dan bir katılımcının Erzurum'daki öğrencilik yılları:

K - Çok. Şimdi ben öğrencilik hayatımda, memurluk hayatımızda, askerlikte bu Alevilikten dolayı hep ezildik, hep kaybettik yani. Şimdi ben, benim peder memurdu. Erzurum’un Şenkaya İlçesi’nde Ziraat Bankası’nda görevliydi. Ordan Erzurum ilçesine geldik. Ordayken arkadaşlar, beni tanıdıkları için ilk etapta bir kaynaşma oldu. Öyle Alevilik olayımız kaynaştı hiç kimse farkında değildi. Ancak, Varto depreminden sonra birkaç öğrenci Erzurum Lisesi’ne geldi. O Varto’dan gelen Hakkı diye bir arkadaş, biz pansiyondaydık. Onunla kimse pek alakadar olmadığı için onunla ben gezmeye başladım. Ben geziniyordum. Bu diğer arkadaşların dikkatini çekti. Kimse benim Alevi olduğumu daha önce demek ki biliyormuş. O olaydan sonra bana karşı arkadaşların tepkileri başladı. Şu anda bir partinin Genel Başkan Yardımcısı bir arkadaş, Erzurum Lisesi’nde pansiyondayız. Yatakhanedeyiz, bir gün Alevilere küfür etti. Küfür edince ben de ona küfür ettim. Dedim: “Niye küfür ediyorsun ulan?” dedim. “Sana ne,” dedi. Dedim: “Ya benim Alevi olduğumu bilmiyor musun?” Dedi: “Olma Alevi olma.” “Nasıl? Ya sen kimsin?” dedim. Çıktık dışarıya, lisenin bahçesine. Orda yaka paça birbirimize girdik. Tesadüfen müdür yardımcısı Torkulluydu. Geldi aramıza girdi, bizi ayırdı. Sonra Tuncelili bir arkadaş vardı, İmam isminde birisi. Artık o tesadüf ki lise son sınıftı yani, yoksa ara sınıflar olsaydı biz kesinlikle okulu bırakacaktık yani. Biz o pansiyonda, gece bizi öldürebilirler. Korkumuz vardı yani açıkçası. Tabi o İmam dediğim arkadaş ayrı bir koğuşta yatıyordu. Biz ikimiz aynı bir koğuştaydık. Sabah olunca biz kitapları alıp doğru ..bahçesine giderdik Erzurum’da. Orda çalışıyorduk. Gelip sadece yemek yeyip, tekrar gidiyorduk yani. Arkadaşların bize karşı tepkisi fazlaydı. Alevi kimliğimizden dolayı. Yani büyük ihtimalle biz dedik gece bizi öldürebilirler. Allah’tan ki son sınıftı. Ve o ikinci dönem de bu olay ayyuka çıktı falan. Neyse bitirdik yani. Şimdi.

A - Barış içinde mi bitirdiniz?

K - Yok canım öyle barış değil de, yani biz zaten fazla gitmez olduk yani. Sadece yemek zamanı öğlen. Akşam gidip yatıyorduk. Öylesine yani. Yani bunun tek nedeni Alevi olmamız. İnsanların, kimse bu işi kabullenmiyordu. Ve ben zaten Ramazan orucunu tutuyordum orda.

A - Tutmak zorunda mı kalıyordun?

K - Tabi ki zorunda kaldım. Tek bir arkadaşımız Elazığlıydı, o da rahatsızdı falan herhalde. O tutmadı. Fakat herkes onu kınıyordu, adeta dışlıyorlardı, küfür ediyorlardı. Ben şahsen tutuyordum yani. Ben Aleviliğimi falan o zaman gizlemiştim yalan yok yani, o ikinci sınıfta. Ve Ramazan orucunu da tuttum yani.

A - Tuttunuz mu, tutar gibi mi yaptınız?

K - Tuttum. Arada birkaç gün kaytardık yani. Mahalleye gidip birkaç gün öğlen yemek yedim ama diğer günleri tuttum. Ama mecburiyetten yani. O yoksa isteyerek, yani benim dediğinizden değil yani, mecbur.
Çerkezköy'den bir katılımcının İstanbul'daki öğrencilik yılları:

K - Trabzon’da lisede okudum. Ki ben bir sabahleyin geldim, bak bir anımı anlatayım. Sabahleyin geldim, birisi benim Alevi olduğumu duymuş. Ben o zaman “Aleviyim,” diyemiyordum bu şekil. Birileri duymuş gelmiş yani. Ben de şeyde kalıyorum, lisenin yurdu var, bu şey yatılı kısımdadır. Girdim baktım tahtada bir yazı var. “Aramızda bir Kızılbaş var” diyor. Gözlerim kap kara oldu. Ha şimdi cesaretim. Kendime cesaret getirmek istiyorum yani bu işi kurcalamak istiyorum. Cesaretim kayboldu birden gidiyor böyle, rahatsız oluyorum bu cesaretten dolayı. Yani cesaret edemiyorum ki: “Bu yazıyı kim yazdı?” sorusunu sorayım oradaki arkadaşlara, insanlara falan. Çünkü o yazı beni orada rahatsız etti. Netice de kafamın içinde çok mütala yaptım. Nedense yani o cesaret, buldum. “Kim yazdı lan bunu?” dedim. Tabi o zaman gayet gencim. Biraz da iri yapılıyım falan şu bu. kimse ses çıkarmadı. “Kim yazdı,” dedim tekrar. Dedim: “Bunu yazan adam ittir.” Dedim ki: “Çıksın ortaya.” Zaman zaman olur ya, hani şimdi yok da, hani gencim, suyumuz yukarı çıkıyor. Ben çok hakaret ettim. Öyle bir hakaret ettim ki. Sınıf, bizde bir hoca geliyor, sınıfının önüne giriyor, bir tane çocuğun önüne, gördüm aramızda hoca varmış. “Kimse söylesin,” dedim. Ses yok. Ben de artık hıncımı çıkarmak için: “Ulan kalkın,” dedim, kalkıyorlar. “Yatın,” dedim, oturuyorlar. “Kalk, otur, kalk, otur.” Böyle diyebilirim ki yani adamları terlettim. Ama çıkmadı kimse çıkmadı. Hoca içeri baktım girdi, baktım biri: “Ben yaptım,” dedi. Hocadan cesaret aldı ya. Dedim: “Hocam bu yazıyı yazanı sabahtan beri bulamadım,” dedim. İşte ben burada çok hakaret ettim. Açık söyledim. Hoca şöyle bir yazıya baktı. “Kim yazdı dedi bu yazıyı?” dedi. Dedim: “Niye yazdınız yani, ben ne çirkin biriyim yani, bir insanım yani hiçbir değişik tarafım var mı sizden? Ayrı bir yanım şeyim yok,” dedim ben. Ben: “Niye yazdınız yani ben Aleviyim de, Kızılbaş. Orada Kızılbaş yazılmış. Ben Kızılbaş olduğumla gurur duyuyorum,” dedim. Ben o zaman korkuyorum yani. Dedi ki: “Babam bana anlatmış, Kızılbaşların aşağı tarafı hayvan, yukarı tarafı insandır.” O çocuk dedi. Yani: “Aşağı tarafı hayvan, yukarı tarafı...” dedi. “Pantolonunu yukarı çek bakayım. Oğlum her gün beraber yattığımız insansın.”

8. Bölüm: ÇALIŞMA YAŞAMINDAKİ AYRIMCILIKLAR
Bu bölümde, Alevi yurttaşların çalışma hayatlarında Alevi olmaktan kaynaklı karşılaştıkları güçlükleri konu edeceğiz. Aşağıdaki örneklerde, Alevi yurttaşlar gerek özel sektörde gerek kamuda çeşitli ayrımcılıklara maruz kaldıklarını dile getiriyorlar. Belediyelerde çalışan Alevi yurttaşlar, özellikle Belediye sağ görüşlü bir yönetime geçtiğinde çeşitli ayrımcılıklara maruz kaldıklarını sıklıkla dillendiriyorlar. Bunlar dışında kimi yurttaşlar da Alevi bir esnaf olmanın zorluklarını aktarıyor. Bu örneklerde katılımcılar, çalışma hayatında hem üstleriyle, hem kurumlarıyla hem de çalışma arkadaşlarıyla Alevi oldukları için sorunlar yaşadıklarını, çalışma hayatının onlar için daha zor geçtiğini vurguluyorlar.

Özel Sektördeki Çalışma Yaşamında Yaşanan Örnekler
İzmir'de yaşayan Alevi yurttaşların anlattıkları:

K1 - Yakın tarihte yaşadığım bir olay. RODİ’de çalışıyordum ben. Bizim bir arkadaş toplumumuz vardı. Tabi girdiğimin ilk haftası Pazartesi günüyle Salı günü geliyordum ben. Cuma günü olmuştu. Patron gelip zaten bana demiyor “niye namaz kılmıyorsun?” diye. Kişileri gönderiyordu işte “söyle şuna namaz kılsın yoksa işten çıkarırım,” falan diye. Durumum da iyi değildi o zaman. Ben tabi inat ediyordum yok şey yapmam diye. Dakika başı adam gönderiyordu namaz kılın. Bazıları da Cuma’ya gitmiyorlardı. Gidiyorlardı KİPA’ya. Orada oturup kola içiyorlardı. Biz de orada temizlik yapıyorduk. Tek başınaydım Aleviydim. İki arkadaşım daha vardı üç kişiydik onlar çıktılar dayanamadılar çıktılar. Dakika başı: “Alevisin namaz kıl, işte Müslümanlık değildir. Siz niye böyle yapıyorsunuz?” Bir de kafalarına göre hikaye yazmışlar. Bir gün diyor mum söndü var diyor adamın biri merak etmiş. Kiminle yattığını anlamak için. Eteğinin kenarını kesmiş. Cebinden makas bulup eteğinin kenarını kesmiş. Sabah merak etmiş eteğinin kenarına bakmış. Çarşafının kenarına. Bakmış ki annesini eteğiymiş. Siz böyle yapıyor musunuz falan tabi böyle sorular.
K2 - Servis şoförümüz vardı bizim. İlkin Alevi olduğumu bilmiyordu. Seçim olayları olmuştu. Bazı insanlar saz çalıp şey yapıyor benim de hoşuma gidiyor çünkü özümüzde olan bir şey. Bir gün yolda gidip gelirken beni orada görmüş “ne işin var, niye gittin?” diye sordu. Ben de dedim ki: “Türkü benim özümde var niye gitmeyim ki,” dedim. O da dedi: “Sen Alevi misin?” “Evet ben Aleviyim,” dedim. O günden sonra benimle konuşmadı. Üstüne üstlük beni terslemeye başladı servise biz beş dakika falan geç kalıyorduk bırakıp gidiyordu. “Otur önüne ses çıkarma,” falan. İnsanlar ne yaparsa yapsın ses çıkarmıyordu sırf benim Alevi olduğum için sorun çıkarıyordu. “Niye geç kaldın? Götürmek zorunda mıyım?” falan. Sonra kahvaltıcı vardı. Bize yemek vermedi. Ben gece çalışıyorum ya Alevi olduğumdan bize yemek vermedi. Bize peynir arası diğerlerine tavuk yumurta öyle şeyler veriyordu bize vermiyordu kahvaltı. Belli zaman sonra şiddete başvurduk da ondan sonra verdi yani. Yoksa vermiyordu.
K3 - Mesela şu anda da içinde çalıştığım bir holding var. Onun da sahibi aynı zamanda öğretmen, oranın ben danışmanlığını yapıyorum, birim danışmanlığını, onlara işte her iki ayda bir brifing veriyorum. Şeyler bu yeni çıkan teknolojiler hakkında. İşte onların sistemlerini değiştiriyoruz falan. Şey adamlarda şeyi görüyorum, oranın bir Mali İşler Müdürü var, ve oraya gelebilmek için, Mali İşler Müdürü olabilmek için holdingin, 12 yıl boyunca hiçbir şeyini söylememiş. Saklamış her şeyini. Çünkü holdingin patronu Nazillili, Aydın Nazillili. Tam hem milliyetçi kökenli hem de Sünni olan bir aile. Çok katı kuralları olan bir aile. Adam holding patronu olmasına rağmen her gün “Kurultay Gazetesi” özel paketlenerek geliyor zaten oraya. O şekilde bir sistemi var. Adam alt yapısında hiçbir Kürt veya Alevi insanı çalıştırmamaya özen gösteriyor. İşte nasıl çalışıyorlar bunlar, söylemeden.

A - Özen gösteriyor derken soruyor mu iş başvurusunda?

K3 - Halkla İlişkiler Departmanını kendi adamlarından seçiyor. Halkla İlişkiler Departmanı’nın birebir bütün çalışanlarını tanır. Yani gidip onlarla yüz yüze aşağı yukarı iki ayda bir toplantı yapar, onları tanır. Onların getireceği insanların onun gibi olacağına garanti veriyor. Ama nedir işte, onlar bazen her şeyi sormayabiliyorlar, bazen atlayabiliyorlar. İşte kimi insanlar da saklıyor dediğim gibi. Benim bile Kürt olduğumu çok çok sonradan duydu, Alevi olduğumu çok sonradan.
Ankara'da yaşayan Alevi yurttaşların anlattıkları:

K1 - 1999 yılında Türkiye’deki büyük bir holdingin CEO’su. Onun eşinin firmasında ben yönetici olarak çalışıyordum. Türkiye’nin yarısı bende. Yani Samsun’dan Ankara’ya Mersin’e kadar olan hattın doğusu bende. Ben de böyle bir görev üstlenmişim. Tabi Pir Sultan Abdal Derneği’nin de yöneticisiyim o yıllarda. Ankara’da Birlik Cem’i düzenlemek istiyorduk. Maddi imkanlarımız yeterli olmadığı için parasal destek anlamında Ankara’daki GİMAT Gıda Toptancıları Sitesi’nde arkadaşlarımız var onlardan destek almak için birkaç ziyaret yaptık, destek de aldık. Tabi bu duyuluyor. Beni çağırdılar İstanbul’dan. İş akdimi feshettiler. Ben de tek bir şey söyledim kendilerine: “Evet ben Pir Sultan Abdal Derneği’nin yöneticisiyim. Aleviyim. Bundan dolayı benimle çalışmak istemiyorsanız Allah hepinize yol açıklığı versin,” dedim. Çıktım gittim. O gün bugün büyük şirketlerde çalışmadım. Ya büyük şirket bu da yani bugün ismini dahi söyleyebilirim. Şirket sahibinin eşi, Koç Holding’de ikinci adamdı. Rahmetli Vehbi Koç’tan sonra gelen adamdı 1999’lı yıllarda. Yani bu kadar... “Siz bizim çalışanımızsınız ama dernek adına bir takım insanlarla görüşmeler yapıyormuşsunuz,” falan filan gibi gerekçelerle…
K2 - Dikmen’de bir apartmanda kapıcılık görevi yapıyordum. Apartmanın yöneticisi, işte karşı binadan bir komşu geliyor bizim hanımla apartmanın bahçesinde otururlarken “nerelisin?” falan derken yakın köyden çıkıyor. Bizim binanın karşısındaki binada oturan komşunun Alevi olduğunu biliyorlar bu taraftakiler ve diyorlar ki: “Sen Hatice’yi tanıyor musun? Peki sen de mi Alevisin.” Bizim hanım diyor ki: “Tabi ki Aleviyim. O gün akşam kocası işten geliyor. Beni çağırıyor diyor ki: “Mustafa bizim kapıcıya ihtiyacımız kalmadı kendine iş ara.” Adamın adı Hüseyin. Yönetici de bir adama evlatlık olarak gelmiş, adam bunu yeğeniyle evlendirmiş, işin garibi, yönetici de Alevi. Adam bunu biliyor yalnız saklıyor. Yönetici Alevi ama, kendisi Alevi olduğunu söylememiş. Ondan sonra bana bir arkadaş geldi, bir mevzu oldu arkadaşla dedi ki: “Ya Hüseyin Bey Alevidir.” “Ya nereden biliyorsun Alevi olduğunu?” “Böyle böyle,” dedi. Malatya’nın Hekimhan Kazası’nın bilmem ne köyü.” Ondan sonra, akşam eve geldim o gün, dedim ki: “Tamam istenmediğim yerde ben kalmam. Ama bana izin ver.” “Hay hay,” dedi. “En kısa zamanda…” Aynen böyle. Tabi biraz restleşince ben inat ettim. Akşam eve geldim hanıma dedim ki: “Böyle böyle”. “Ne var?” dedi. “Ya Hüseyin Bey Aleviymiş”. “Olur mu canım?” dedi ya. “Alevi olsa bu kadar bu kadar kasıt niye.” Olabilir insanlar şey yapabilir ama bir de bizim yularımızda 11 numaramızda bir cami imamı var. Demiş ki: “Kimseyi bulamadınız da o dinsiz imansız Aleviyi mi getirdiniz buraya?” Tabi bunlar bizim hanımın yanında söyleniyor kapının girişinde bizim hanım da temizlik yapıyor. Kulağıyla duyuyor bizim hanım da diyor ki: “Benim dinsiz imansız olmam senin dinli imanlı olmandan çok evla…. İşte ben kafir miyim?” Adam söylenerek yukarı doğru çıkıyor tabi ben de bakkala gitmiştim. Geri deldim hanım köpürmüş ne o böyle böyle dedim ki: “Ben kafirim. O Müslüman olsun. Yani insanların beyni Müslüman olsun. Beyni insan olsun insanlığa hizmet etsin. Yoksa sırtına bir cübbe giyen dört beş tane kıl bırakan Müslüman olamaz.” Hakikaten de bunun doğrusu bu ve öylece arkadaşlar da öyle deyince hanıma: “Tamam,” dedi. “Ben Nevin’e gösteririm.” O yöneticinin hanımı. Sabahleyin diyor ki: “Nevin Abla biz yer bulamadık bizi biraz daha idare edin.” “Hayır mümkün değil.” Diyor ki: “Senin koynuna girip her gün yattığın Hüseyin de Alevi.” “A olur mu öyle şey,” falan ortalık karıştı. Kadın bilmiyormuş ve ben oradan ayrılmadan kadın kocasından ayrıldı biliyor musunuz? Kadının 22 yaşında üniversitede oğlu okuyordu. Demiş ki bu: “Haşa ben Alevinin koynuna girmişim.”
K3 - Ben aslında garsonlukta çalışıyorum. Bir restorana başladım, daha doğrusu Gençlik Parkı’nın açılmasını beklerken bir restorana başladım, sanayide bir yere. İki tane polis geldi, şeye de yakın, toplum polislerinin olduğu yere de yakın. İki polis geldi: “Bize iki tane tavşan şiş, bir salata, bilmem ne, var mı?” dedi. “Var,” dedim, ben de bilmeyerek “var,” dedim, yani benimle dalga geçiyorlar zannettim. Ben de bilmeyerek “var,” dedim. Ondan sonra da gittim aşçıya: “Böyle böyle, iki tane, hem de resmi polis geldi, iki tane tavşan şiş istiyor, böyle bir şey var mı?” dedim. “Var tabi, sen niye önceden öğrenmedin?” dedi. “Nereden bileyim, varsa, yapın bahalım, ben burada golay golay da çalışmam,” dedim. “Zaten seni kim çalıştırır ki burada,” dedi. Hemen patrona duyurmuşlar, o günü beni işten kovdular.
İstanbul'da yaşayan bir katılımcının anlattığı bir örnek:

K - Nereye gitsem yani hep horlanıyoruz, hep karalanıyoruz, hep kötüleniyoruz. Ben üç dört sene yani işe gireli, üç dört sene oluyor, iş yerine gittim, hele bir gün birisine gittim bu “Kurtköy,” dedi. Adam dedi: “Nerelisin sen?” dedi. Dedim: “Çorumluyum.” “Alevi misin? Alevisin değil mi?” dedi. “Evet Aleviyim,” dedim, yani “Alevi olmakta bir sakınca mı var kötü bir şey mi var?” dedim. “Yok işte o zaman ben de işçi almıyorum,” dedi. “Ya sebebi ne niye almıyorsun,” dedim yani. “Sebebi ne?” dedim. Adam durdu durdu: “Bizim burada Alevi insanlara iş vermeyiz biz,” dedi. “Ya,” dedim, “Alevi insanlar sana ne yaptı ne etti yani, sana bir kötülük mü yaptı, yoksa bir şey mi yaptı?” “Bir şey yapmadı ama biz almayız,” diyor. “Biz aldığımız zaman büyüklerimiz bizi yarın, insan toplumunda dışlar,” diyor. Yok diyor işte, “bizi camiye sokmazlar, yok şöyle derler, böyle derler,” dedi. Tabi ben de daha fazla üstelemedim. O zaman dedim: “Madem sen bunu düşünüyorsan, sen beni Alevi diye almıyorsan,” dedim, “ben de aç kalırım ama senin yerine girip de çalışmam. Senin gibi insanlarla bir araya gelip de şey yapmam. Sen beni nasıl dışlıyorsan, sen beni nasıl horluyorsan,” dedim. “Ben de aynı senin gibi, aynı sen beni nasıl düşünüyorsan, ben seni o şekilde düşünüyorum,” dedim. “Sen,” dedim, “iyi bir insan değilsin.” Ondan sonra çıktım geldim. Yani böyle bir şey oldu. Yani nereye gidersek gidelim, yani sokağa da adımımızı atsak aynı şey oluyor. Nereye gidersek git hep bizler horlanıyoruz.
Varto'dan bir katılımcının bir anısı:

K - Ben gençken daha bekarken, Varto’dan Diyarbakır’a gittim. Mercimek biçmeye tırpana gidiyordum o zaman. Mercimek biçmeye gittim. 30-40 kişi vardı. Bir ağa bizi götürdü çalıştırdı, Diyarbakır’ın bir köyünde şu anda ismini hatırlamıyorum. Oraya giderken, ağaydı bu adam ağaydı, bir büyük salon vardı, salonda herkes oturmuş saygı sevgi mesela şey yapıyordu. Bahsetti dedi: “Siz nerelisiniz?” “Biz Muş Vartoluyuz.” “Burada Alevi var mı?” Biz dedik: “Vardı, şu anda yani biz pek tanımıyoruz.” İnkar ettik bizi öldürüyordu yani. Biz inkar ettik. Ağa kendisi dedi ki: “Yani Aleviyi öldürür kanı içersen cennete gidersin. Bir Aleviysen, yatırsa öldürse onun kanının içen cennete gidiyor.” Biz orada korktuk. Mecbur kaldık yani kendimizi inkar ettik. Mecburi kaldık. Bir hafta çalıştık çıktık geldik yani. Biz çabuk kaçsak bunlar farkına varıyor. Herkesi zorluyor diyor: “Namaz kılın.”
Kamu Sektöründe Yaşanan Örnekler
İzmir'de yaşayan Alevi yurttaşların anlattıkları:

K1 - Şimdi Pendik İşletmesi’nin tayininde buradaki ambarlara, nakli ambarlara geldik. Yani burası devlet dairesi. Karşımızdaki amirimiz, Aydın’ın bir ilçesinden, kardeşi CHP İlçe Teşkilat Başkanı. Bu kişinin sosyal demokrat olmasından, ileri görüşlü olmasından aydın bir kişi olmasından dolayı, aynı düşünceleri fikirleri savunduğumuzdan dolayı kendisine yardımcı olmaya destek olmaya, bu kişi hakkında Genel Merkeze, Genel Müdürlüğe, rahatsız edici çalıştığını, personeli çalıştırdığını göstermek için, Alevi olarak, Sünni kişi bu iki kişi canı gönülden, mümkün mertebe çalışıyorlar. Ancak benimle birlikte Pendik’ten gelen bir arkadaş, bu insan MHP’lidir. Ama MHP görüşünden olmasına rağmen ben bu insanı MHP'li olduğundan dolayı yargılamıyorum. Çünkü insanlara, bize hele hele Alevilere karşı çok mükemmel bir yakınlığı, iyi niyeti hoşgörüsü olan bir insan. Hatta kaza geçirdiğimde beni Metin Abi biliyorsunuz, beni hastaneye getiren çocuktur bu insan. Defalarca da böyle mücadelelerde diklenmiştir, karşı koymuştur, arkadaşlarımı ezdirmem. Bir gün hasbelkader ambarda oturmuşuz yaz ayında, Murat dediğim arkadaş bilgisayarda motosiklet yarışı yapıyor. Mehmet dediğim arkadaş süpürge almış ambarın içini süpürüyor. Tokat, Zileli bir insan. Ben de şefle konuşuyoruz, konuşuyoruz muhabbet ediyoruz. Ancak Alevilik konusu üzerine konuşuyoruz. Çünkü benim ne olduğumu kim olduğunu oturdum açık ve net olarak söyledim, dedim: “Arkadaş ben buyum. Benim yanımda konuşurken, konuşacağınız kuracağınız cümlelere dikkat edin.” Müdür geldi baktı, o ara dışarıda bir kamyon duruyormuş yüklü bir kamyon. Ancak biz kamyonun geldiğini biliyoruz da, kamyonun nereye yükü boşlatması gerektiğini bilmiyoruz. Bilmediğimiz için de yükü bıraktık. Müdür geldi dedi ki: “Ne yapıyorsun, ne oturuyorsunuz?” Ben dedim: “Otuyoruz işte bekliyoruz, kamyonun… bilgisayardan bize fakslanmasını veya yazı gelmesini, nereye limana mı boşaltılacak ambara mı boşaltılacak? “Kardeşim, ben onu bunu anlamam. Ben onu bunu anlamam,” dedi. “Bunları boşaltacaksınız, eğer dış piyasa ürünüyse tekrar,” dedi “yüklersiniz, kamyonu limana gönderirsiniz,” dedi. Ben o arada, Cuma günü, bizim bir arkadaşımız Mardinli, bu adam namazında niyazında. Dedi ki “Hacı Mehmet,” dedi, “sen namaza git, arkadaşlar yükü boşaltsınlar, sen namazında geldikten sonra arkadaşlara yardımcı olursun.” “Müdür Bey, ben operatörüm iş makinelerim var, ben boşaltmıyorum. Eğer sen,” dedim, “buradaki müteahhit elemanını camiye namaz kılmaya gönderiyorsan, benim gibi operatörü de çalıştırıyorsan ben yükü boşaltmıyorum,” dedim. “Ama bu arkadaşlar boşaltırlarsa ben de bir insan olarak, bu arkadaşların güneş alnında ezileceğini gördüğüm için yardım ederim. Mümkün mertebe erken boşaltılıp, kamyonun çıkması için yardımcı olurum.” “Hayır,” dedi, “sen ineceksin boşaltacaksın, sen işçisin,” dedi. “Eğer boşaltmazsan, seni süreceğim.” “Sür,” dedim, “ya nereye sürüyorsan sür. Sür nereye gidersen. Operatör. Bunun ötesi yok yani. Bana hiçbir şey yapamazsın sen.” Ondan sonra tabi bu yeni hükümet gelince bu adamı görevden aldılar.
K2 - Milli Eğitimden üniversiteye geçtim. Milli Eğitimden üniversiteye geçerken bir tane şartım vardı. Prosedürün üniversite tarafından yürütülmesini… Yani “ben uğraşamam,” dedim. Teknik kağıt alacaktım Milli Eğitim’e gittim. Üniversiteye geçtiğim günden başladığım güne kadar ne bir derecem geldi ne bir kademem geldi. 9’un 1’inden başlamıştım galiba 7 yıl olmuştu o güne kadar ne bir derecem geldi ne bir kademem geldi. Milli Eğitim’de kaldığım müddetçe sürekli benimle uğraştıklarından dolayı ne bir kademem geldi ne bir derecem geldi. Ben de gidip istemedim. Üniversiteye geçtikten sonra tabi dereceleri kademeleri hesaplayıp vermek zorundalar. Şu anda tam olarak hatırlamıyorum, Ankara’ya gittim Daire Başkanını ismen tanıdığımdan dolayı ve de Ramazan’dı, Van'dan geldim. Matbu bir kağıt. Öyle zaman alacak bir şey değil. Matbu bir kağıdın altını imzalayacak verecek bana. Vermek istemedi. “Neden vermiyorsun?” dedim. “Biz ismen seni tanıyoruz,” dedi. O da Milli Eğitim’de yaptığımız çalışmalardan dolayı. “İsmen biz seni tanıyoruz; bu kağıdı sana veremem,” dedi. “Git bilmem 3 gün sonra gel.” “Yahu kardeşim,” dedim, “Van’dan geliyorum, şu kağıdı imzala da gideyim.” “Ya Ramazan…” dedi. Dedim ki: “Ramazan’ın da senin başını yesin. Ramazan da senin belanı versin, Allah da senin belanı versin.” Çıktım gittim sonra kendi görüşünden birisi aldı geldi, kağıdı. Ben İstanbul’a gittim o peşimden İstanbul’a gönderdi bana o kağıdı. Devletin her kademesinde bu tür ayrımcılık var. Daha sonra üniversitedeyken mesela Van’dayken 10 Kasım’da 19 Mayıs’ta hep bu sorunları yaşarız şeriatçı takım yapmak istemez. Bizler de yapmak isteriz. Ege’deyken Milli Eğitim şart koşmuştu. Üniversitedeyken 10 Kasım’ı yapmak istemezler mutlaka. Atatürk’ü anma programını yapmak istemezler katılmak da istemezler. 19 Mayıs’ta Milli Eğitim Bakanı yazmış İstiklal Marşı, Gençlik Marşı, bir de Onuncu Yıl Marşını mecburen söyleteceğiz. Gençlik Marşına bir şey demiyorlar. İstiklal Marşına bir şey demiyorlar ama Onuncu Yıl Marşı’nı okutmayacaksın diyor. Ege’de soruşturma geçirdiğim Gölmarmara’da Kaymakam diyor ki: “Bunu okutmayacaksın,” diyor. Onuncu Yıl Marşı. “Neden?” İşte “bunun sözleri sakıncalı.” “Onuncu Yıl Marşı’nın sözleri sakıncalı,” diyor. Sen tabi okutuyorsun okuttuktan sonra tekrar soruşturma geçiriyorsun. Tekrar döndüm Milli Eğitim’e bak hatırlıyorum. Yani anlatacağım o kadar çok şey var ki hangisini anlatayım bilemiyorum. Allah'tan akıl yok yani akılsızlar. Akıllı olsalar gerçekten ekmek yok yani yaşama Osmanlı Döneminde nasıl “vurun başını öldürün kızıl ırmağa atın,” ya aynen öyle. Soruşturma şu: Soru: 19 Mayıs için yaptığın provada, bak prova yazıyor, İstiklal Marşı’nı 5 sefer tekrarladınız. Neden? 2. Gençlik Marşı’nı 19 Mayıs provasında 3 sefer tekrarladınız neden? 3. Onuncu Yıl Marşı’nı provada 6 sefer okudunuz neden? Cevap ne yazarsın buna. Sizin de yukarıda belirttiğiniz gibi provada ister İstiklal Marşını 5 sefer okuturum, ister 15 sefer okuturum. Gençlik Marşı’nı ister 3 sefer okuturum ister 300 sefer okuturum. “Prova” bunun adı “prova”. Onuncu Yıl Marşı’nı kaç defa tekrarlatırsam tekrarlatırım. Bunu yaptıran kim: Kaymakam. Kimin eliyle. İlçe Milli Eğitim Müdürü’nün eliyle yaptırıyor. Bu da Milli Eğitimden oldu. Alevi olmamdan da kaynaklanıyor. Yani Türkiye Cumhuriyeti Sivas’ta kuruldu Sivas’ta yıkılacak denmesinin sebebi de bu. Yani Aleviler olmasa bu olmayacaktı. Halbuki Anadolu’da çıkan isyanların büyük bir kısmını Alevilere mal ederken o isyanların kökeninde ekonomik nedenler de yatıyor evet Aleviler başlatmıştır ama daha sonra Alevi olmayan insanlar da madur olduklarından dolayı onlar da isyana katılmışlardır, ama hep Alevilere mal edilmiştir.
Yüklə 1,37 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   18   19   20   21   22   23   24   25   26




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin