“alıntı” Zizek



Yüklə 1,37 Mb.
səhifə25/26
tarix28.10.2017
ölçüsü1,37 Mb.
#17294
növüYazı
1   ...   18   19   20   21   22   23   24   25   26

K - İsmini de hatırlayamıyorum, Cemal miydi o, sürgün bir kaymakam geldiydi buraya.

Ha Madenoğlu mu ne, Nazım Madenoğlu, Samsun Vali yardımcısı, kaymakamdı. Bana vermeyince kapıyı çaldım. “Kaymakamın bana ruhsatım için evrakımı neden teslim etmiyorsunuz?” dediğim de bana aynen şöyle dedi: “Senin köyün Mürsel,” dedi. “Mürsellisin sen,” dedi başka bir şey demedi. “Ben Mürselli olarak bu şeyi alacağım sizden kaymakam bey,” dedim. “Sizin üstünüz vali bey var,” dedim. “Vali beyin üstü de iç işleri bakanımız,” dedim. “İçişleri bakanın üstü de,” dedim, “İçişleri bakanımızın üstü de,” dedim, “Başbakan var, başbakanın da üstü cumhurbaşkanımız var,” dedim aynen böyle. “Mutlaka bunlardan birisi bana bu tezkereyi verecek,” dedim. “Çünkü bu vatanın evladıysam, öteki vatandaşlar aldıysa, bende bunu alacağım,” dedim. Ve bu şekilde başı belaya gireceğini anlayan kaymakam evrakı kaldırdı suratıma attı benim. Evrakları aldım karakola getirdim ve ruhsatımı aldım. Yoluk, emekliye ayrıldım, kendi köyümden burayı gösterdim. Sünni arkadaşlarımız da Antalya'yı, İstanbul'u gösterdiler kilometrelerce. Ona yolluğu ödedi. Bana, Mürsel köyü ile Kayacık köyü, görev yaptığım köyle buranın arasındaki 10 kilometrelik yolluğumu ödemekte zorlandı. O gittikten sonra aldım. Bunlar başıma gelen olaylar. Hep bu Alevi olduğum için.


Sivas'tan bir katılımcı Palu'daki anısını aktarıyor:

K - Palu’da bir şeyle karşılaştık da, bir hâkimle. Beni yaralayan daha çok, kendisi tahsilli olan kişilerin hâlâ o inancın altında, babalarından mağara eğitimi görmüş, babalarından aldıkları şeyleri, düşünceleri hâlâ aksetmeleri. Sonradan bu adam müsteşarlığa kadar yükseldi, Adalet Bakanının Müsteşarı oldu, Palu’da hâkimdi bu. Bir gün beni çağırdılar, diğer hâkim hakkında bazı soru sordular. Ben de hâkimi çok sevdiğim için, gerçekten namuslu bir insandı, hep iyi taraflarını söyledim. Bunun üzerine bana dedi ki: “Yav Müdür Bey, senin için de komünist diyorlar,” dedi. Ben de Ziraat Bakanlığının bir 4/K şeyi vardı, düzeni vardı, hep “K” harfiyle başlayan. Ben de komünistlik değil, köylülük var, Kızılbaşlık var, köy enstitülük var.

K -Dördü de var, köy enstitüsü, köylülük, komünistlik, Kızılbaşlık deyince, “Yav olamaz, Kızılbaşlık olur mu?” dedi.

A - Ona takıldı yani.

K - He ona takıldı, diğerlerine hiçbir şey demeden. Bu adam hâkim, sonradan da müsteşarlığa kadar yükseldi. “Olmaz ya!” dedi. “Peki, böyle bir karar gelse veyahut da dava gelse böyle mi karar vereceksiniz Hâkim Bey. Kusura bakmayın, ama artık tartışmayı burada keselim,” dedim. “Soracağınız bir şey varsa, yazılı olaraktan imzalayacağım bir şey varsa imzalayıp gidelim,” deyince, “yok yok, ben gerekirse tekrar geri çağırırım,” dedi. Bu adam, müftü vardı, müftü de yine okuma yazma belgesini bizden almış, eski yazı öğrenmiş bu adam, şıhlardan bir tanesi. Orada bir milletvekilinin babası olduğu için onu müftü yapmışlar. Gitmiş müftüye sormuş, müftü de demiş ki: “Yavrum, mutlaka Müslümanlar, bunlar da Müslüman. Bir Müslümanlığı ulu ağaca benzetirsek, bunların dalları, yaprakları, kökleri vardır, kök de biziz, ama dalların bazıları kuvvetleri oluyor, bazıları zayıf oluyor. Eğer bu Müslümanlığın vecibelerini yerine getirmiyorsa zayıftır: “Ama Müslüman’dır,” demiş müftü. Bana tekrar geri telefon etti ki sabahleyin, “Sordum, Aleviler de Müslüman’mış,” diyor.
Çerkezköy'den bir katılımcı oğluna bir doktorun uyguladığı şiddeti anlatıyor:

K - Benim burada çok çok olaylar geçti de. Ben şöyle bir şey anlatayım. Geçen yıl benim oğlum askerdeydi. Kars'ta askerdi. Bir gün gece saat 11.00 civarında, 11.30 falandı telefon açtı. Dedi ki: “Erdem’i arar mısınız?” benim çocuk için, santralci çocuk hemen kısa girdi açmış öyle söylemiş. Biz aradık: “Ne oldu?” dedi panik yaptık tabi ki. Sonra çocuk çıktı telefona, oğlum ne oldu. Ağlıyor. “Niye ağlıyorsun ya, saat 11.30, bu saatte niye ağlıyorsun sebep ne?” dedik. Dedi. “Ya baba,” dedi, “bugün gece eğitimimiz vardı, yaklaşık bir buçuk saatten fazladır,” dedi. “Bizim tabip üst teğmen bana işkence yapıyor,” dedi. “Sebep ne oğlum?” dedim. Dedi ya, dağıtıma yeni girmişlerdi, bir hafta on gün falan olmuş, Malatya’dan gitti. Ben aslen Tunceliliyim, tanıyanlar vardır ama Elazığ’da doğduk büyüdük orada babamlar oturur. Malatya’dan Kars’a giderken, bir hafta dağıtımları vardı. Dedik git Elazığ’a dedenlerde kal, buraya gelme, havalarda kötüydü, Mart ayıydı falan herhalde. Çocuk gidiyor oraya, oradan da askere hastaneye girmiş bir rapor yazmışlar işte, anemi diye bir kansızlık rahatsızlığı herhalde ki, birazda üşütmüş. Revire git ver raporunu ameliyat, tedavi yapsınlar. Çocukta biraz korkar, götürmüş vermiş sonuçta. Üst teğmen bakıyor evraklara, Elazığ askeri hastaneden alınıyor evrakları. “Gel bakayım,” demiş. “Sen nerelisin?”. “Elazığlıyım komutanım,” demiş. “Otur bakalım şöyle,” demiş. Oturmuş. “Neresinde oturuyorsun işte Elazığ’ın neresinde oturuyorsun?”. “Kuyu köyü’nden,” demiş. O da: “Benim hanımgilin köyü oluyor.” Sonradan çocuğu muayene ediyor, seni diyor yarın falan yere askeri hastaneye göndereceğim, Sarıkamış’a, orada detaylı bir muayene ettiririz. “Sağ ol komutanım,” diyor, çıkıp geliyor o gün. Neyse üç gün sonra çocuk, dönüyor Sarıkamış’tan. Geldiği zaman bu adam dosyasını açıyor bakıyor, işte nüfus kaydı nerede, Elazığ Yıldızbağlar Mahallesi. Yıldızbağlar’da Tuncelililer’in yoğun oturduğu bir mahalle zaten. Neyse oradan çıkarak yorum yaparak demek ki, çocuğu alıyor işte muayene masasına gece eğitiminde. “Getir şu evraklarını kontrol edelim sonuç nedir bir göreyim,” falan diyor. Ama kastlı maksatlı çağırıyor. Bir iki arkadaşı da herhalde kâğıda duruyorlarmış. Onlarda söz de muayene edecek gibi. Çocuğu muayene masasına yatırıyor. İki buçuk saat kasıklarına basıyor basıyor bırakıyor ama çocuk avaz avaz bağırıyormuş o sancıdan. Bu iki saat civarında sürüyor. İşte 11.30 falan bırakmış en sonunda ama bu iki saat içerisinde o şekilde bir şey yapıyor ama sözlü de bir takım laflar söylüyor işte, niye yalan söylüyorsun şerefsiz, sen Tuncelilisin, işte Yıldızbağları'nda Elazığlılar pek oturmaz, Tuncelililer oturur. Alevi misin sen, af edersin, sünnet olmuş musun sen. Askerlik yaptıracağımı mı zannediyorsun burada sana falan gibi. Bu da bana ağlayarak bana bunları anlatınca, oğlum dedim: “Tamam sakin ol git uyumaya çalış, ben yarın hemen geliyorum oraya,” dedim. O gece saat işte 12, 12.30 gibi rezervasyon yaptırdım, uçakta yer ayırttım. Sabah gittim oraya. O arada giderken direkt yani bire bir kendim yani benim gitmem bir şey ifade etmez çünkü cahil insanlara ulaşamayız. Tam seçim dönemiydi. Hani CHP yi eleştiriyoruz ama bazı yönde yanımızda oldu arkadaşlarımız. O zaman Erdoğan Kaplan, isim veriyorum, milletvekiliyle görüştük. O hemen gece telefon açtı oraya, kışla nöbetçi amirliğine. “Böyle böyle bir vukuat varmış orada, derhal olaya el koyun babası sabah oraya gelecek, gelince ilgiyi gösterin,” dedi. İşte milli savunma komisyon üyesi milletvekili. Neyse biz sabah kalktık gittik. Ben oraya gittim 10.30 gibi. Bekliyormuş zaten bölük komutanı. Ama benden önce ben oraya kavuşmadan çocuk iki üç sefer yine beni yoldan arıyor, baba dedi biraz acele et, bir yere takılma, çabuk gel. Oğlum işte geldim, Erzurum’da indim uçaktan geldim, az kaldı, bir saat sonra oradayım falan filan. “Çabuk gel baba!” diyor başka bir şey söylemiyor çocuk. Ama bu adam çocuğu çağırıyormuş. “Babana aç telefonu söyle, baba ben akşam yalan söyledim, öyle bir şey yok. Çekip gitsin,” falan. “Buraya gelirse buradan içeri almam babanı. Görüştürmem sizi. Askerliği bitirmem sana,” falan tehditler varmış çocuğa. Gittim oraya. Bölük komutanının odasına girdik, üst teğmende orada, Elazığlı üst teğmen. Çocuk bana söylemişti, girdim ben içeriye. Yüzbaşı dedi: “Buyurun bey efendi,” dedi. “Ta Tekirdağ’dan buraya apar topar neye geldiniz hayır ola?” dedi. “Bir şey mi, var?” falan. Dedim: “Onu söylemeden ben bir şey soracağım.” Dedi: “Elazığlı mısınız?”. “Evet” dedim. Dedim: “Bak kocaman adam olmuşsun,” aynen böyle yalan söylemiyorum, ama sırtımızı sözde hani milletvekiline dayadık o yüzden rahat konuşuyoruz. Dedim: “Koca adam olmuşsun üst teğmen olmuşsun, tabip olmuşsun;” dedim. Önce üzerindekini ülkücü gömleğini çıkar, sonra üniformanı giy dedim, görevini dürüst yap dedim. Çıkardım kimliğimi attım yüzbaşının masasının üzerine, dedim ki: “Benim Tuncelili olup olmadığımı nereden biliyorsun bana bir söyler misin?” dedim. “Ben nereliyim?”. Aldı baktı Elazığlıyım. “Peki, benim çocuğuma sorulduğu zaman, ben aslen Tunceliliyim, ama Elazığ’da büyüdüm demek zorunda mı benim çocuğum. Onun kimliğinde de benim ki gibi Elazığ yazıyor. Yani bunu neden bu hareketi ediyorsunuz, farz etki Tuncelili yani, neden bunu yapıyorsunuz?” dedim. “Size seçim olurken Hipokrat yemininde Alevilere, solculara böyle yapın diye mi söylüyorlar,” dedim. Ben biraz yüklenince, yüzbaşı: “Bir saniye,” dedi. “Ya benim üst teğmenime benim yanımdan hakaret edemezsin,” dedi. O arada telefon çaldı. Tabur komutanı aradı. İşte konuşuyor yüz başı: “Evet komutanım geldi komutanım şu anda burada, tamam komutanım size getireceğim, üst teğmeni de buraya getirdik konuşuyoruz hemen size geliyoruz komutanım,” gibi kapattı telefonu. Üst teğmen, yüz başı telefonla konuşurken, böyle masanın önünde, yav sen bana nasıl hakaret edersin yüz başımın önünde falan böyle. “Sen sesini çıkarma!” dedim. “Daha halen benim konuşacaklarım var,” dedim, ama böyle şey olmuş bayağı rahatsız oldum. Çünkü sabaha kadar uyuyamadım bir baba olarak çocuk öyle ağlayınca. Gittim oraya tabur komutanının yanına gittim. Tabur komutanı, işte: “Hayır olan ne oldu buraya kadar geldiniz?” dedi. “Ben bir şey anlatmak istemiyorum,” dedim. Öyle deyince, komutan: “Oğlunla görüştün mü?” dedi. “Asker nerede?” dedi yüzbaşıya söyledi. O da: “Burada komutanım,” dedi. “Getir,” dedi. Çocuğu getirdiler karşıya. Çocuk geldi. “Ne oldu?” dedi. “Bana anlat oğlum,” dedi. “Sorun nedir?” falan. O da anlattı bana böyle böyle üst teğmen yaptı. “İşte bir sürü hakaret etti ve şu anda zor duruyorum ayakta,” dedi. “Kasıklarım falan hep ağrıyor.” “Neden böyle tutuyor bastırıp bırakıyor biliyor musun?” dedi. O da: “Hayır komutanım bilmiyorum.” dedi çocuk. “Neyse ileride görürsün neler olduğunu.” Sanki kalıcı bir rahatsızlık bırakmak için yani yaptığı bir işkence. Tabur komutanı bunları şey yaptı, işte nasıl olur, yüzbaşıya sordu, nasıl bir üst teğmen bunları yapabilir bir tabip nasıl bunları yapabilir bunları dedi. Bak dedi 20 yaşına kadar yetiştirmiş buraya hizmet için göndermiş, böyle bir terbiyesizlik olur mu falan gibi. O da lakayitçe: “Yok komutanım yalan söylüyor öyle bir şey yok, asker yalan söylüyor,” diyor falan. “Dürüst ol,” dedim yüzbaşıya, “benim oğlum yalan söylemez.” Ben 20 yaşına kadar oğlumu büyütmüşüm, doğru söylediğini biliyorum. Çünkü gece saat 11.30 da bir asker babasını arayıp da ağlayıp da söylemez. Sonra bu çocuğun hali ne ayakta duramıyor. Sonra biz konuşurken kurmay başkanı, bu Erdoğan Kaplan üç dört yere gündüzde kalkıp tekrar telefonlarını açmış. Hakikaten de çok sahip çıktı o zaman bize. O tekrara telefon açtıktan sonra, kurmay başkanı aradı. Böyle biri gelecekti. Geldi komutanım. Tabur komutanı yanımda söylüyor bunu. Hemen buraya al gel. Oraya gittik. Orada iki saat kurmay komutanının odasında o konuyu konuştuk ve kurmay komutanı resmen orada sanki bir Alevilik dersi verdi, Kayseriliydi, belki Aleviydi bilmiyorum. “Ve şu anda,” dedi, o tabur komutanı da yanımda, “şu anda bizim askeriye de Alevilikle ilgili çok güzel gelişmeler var,”dedi. “Çok güzel kitaplar okutuluyor,” dedi, “bilgilendiriliyor komutanlar bilinçlendiriliyor.” Bir takım şeyleri anlattı orada iki buçuk saat tartıştık konuştuk. Döndü adam tek kelime: “Ne yapmak istiyorsun?” dedi. Ben dedim: “Oğlumun bölüğünü değiştirmek istiyorum,” dedim. “Tamam,” dedi. “Burada yanımda askerlik yapacak.” Taburdan aldı kendi tugayının yanına. Ve gidinceye kadar da çocuğa sahip çıktı orada. Mesela bir gün içtimaya çıkıyor. İçtima da bölük komutanı çağırıyor, “Erdem nerede?” diyor. O da: “İşte komutanım kendisi”,ve hadi o zaman biz çıkalım diyor. Ama sırf bu oradaki komutanların falan oradaki kişilerin Erdem’e karşı iyi davranmasını sağlamış oldu. Çocuk diyor: “Baba şaşırdım,” diyor. “Beni sormuş”. İki subay geliyor: “Nereden tanıyorsun sen, kurmay komutanı seni nereden tanıyor?” O da: “Babamın arkadaşı,” falan demiş. Öyle geçiştirmiş ama. Hakikaten çok ciddi sorundur bu. Daha sonra o santralde Tunceliliymiş. Çocuk bana, bir gün telefon açtım, tekrar Erdem daha gitmişti işte, ikinci günü mü ben buraya geldim, Erdemle bir görüşeyim dedim. Amca dedi: “Erdem’in evrakları geldi gitti tugaya karargaha.” dedi. “Erdem’i sen kurtardın ama bizi kim kurtaracak,” dedi.
Alevi yurttaşlar polis ve askeri okulların sözlü sınavlarını geçememekten yakınıyor.
Antalya'dan bir örnek:

K - Kız kardeşim, polis kolejini kazandı. Gizli bilgi notunda üzeri kırmızı gizli ve mühürlü bilgi notunda Alevî olduğu, Alevî dedesinin oğlu olduğu, şey kızı olduğu ve aynı zamanda da 1-2 abisinin de siyasi olaylardan dolayı içeri girip cezaevinden yatıp çıktığına dair bilgi notundan dolayı kazandığı okula giremedi. Yani güvenlik soruşturmasından dolayı giremedi. Yine en küçük kardeşim harp okulunu kazandı, o da yine Alevî olduğu için okula alınmadı. Kazandığı halde alınmadı. Şimdi

A - Nasıl biliyorsunuz mesela Alevî olduğu için olduğunu bunun?

K - O gizli belgeye ulaştık. Her ikisinde de ulaştık. Nasıl ulaştığımızı da söyleyeyim. Bir Tuncelili Jandarma Alay Komutanının bir şoförü, Halil Abi sen tanırsın, Ali Baba, Ali Kılıç. Bizim de Alevî yolunda mürşitlik, rehberlik, pirlik vardır. Onlar da Hüseyin Cevahirler de bizim mürşidimizdir. Dolayısıyla bu mürşidimize ulaştık. Mürşidimiz bu okuldaki bağlantılısı olduğu bir insana ulaştı. Bu belgeleri, ulaştığında sadece biz dedik belgeyi istemiyoruz, sadece o bilgi notunu bize bilgi olarak söyleyin yeter. O bilgi notu bize o şekilde geldi
İstanbul'dan bir örnek:

K - Ondan sonra benim burada bir dönem esnaflık yaptığım insan, benim burada altta komşum vardı. Sivaslı bana yüzbaşı geldi askeriyeden. O tabi bu olaylardan sonra tabi 98de falan oldu. Baktım yüzbaşı geldi adres soruyor, böyle böyle dedim benim komşum. “Nasıl insanlar nasıl bilirsiniz?” dedim, “vallahi komutanım iyi insanlar,” dedim. “Alevi mi?” diye sordu bana. “Evet,” dedim, “Alevi niye sordunuz özellikle Alevi?”. Dedi ki bizim askeriyeye Alevi insanlar almak istiyorlar. Neden dedim peki sordunuz da niye böyle oldu bu. Dedi: “Alevi toplumu saf insandır. Devletine tutkundur zarar vermez:,” dedi. Alevi milleti gerçekten zararsız bir toplumdur yani. Araştırıyor yani uzman çavuş alacaklarmış özellikle Alevi olmasını istiyor. Bana sordu. “Neden böyle?” dedim, “Yani alevi insanlar daha dürüsttür dedi zararsızdır,” dedi, “saftır”. Saf dediği dürüst insandır dedi. Zarar vermez devletine. Bizim başımızda bu tür olaylar.
Alevi yurttaşlar, alevi oldukları için gözaltına alınmalarından veya gözaltına alındıklarında Alevi oldukları için işkence görmelerinden, kısacası polisin çifte standardından yakınıyorlar.
İzmir'den katılımcıların anlattıkları örnekler:

K1 - Gelmez olur mu üniversitedeyken geldi. Oturuyorum böyle açtım biramı saz da elimde. Bir minibüs geldi haydi toparladı götürdü beni Bornova emniyetine. Emniyet amiri, o zamanın emniyet amiri Tokatlı bir arkadaşımız. O da sazı sözü seven bir arkadaşımız. Beni götürdü oraya Halil Bey olmasaydı belki de döveceklerdi yani o zaman öyleydi. Konuşmaya imkân yok sen karakolda konuşacaksın ha. Halil Bey sordu bana: “Mustafa amca sen ne arıyon burada?” dedi. Dedim: “Adamlarına sor sazla beraber aldılar getirdiler beni.” Şimdi adamlara soruyor amirleri soruyor, Halil Bey: “Niye getirdiniz bu adamı buraya?” “Komiserim bu da solcu saz var elinde,” diye. Ama o esnada türkü de söylüyordum. Denizde dalgalar gelir duvarları yalar diye. Mustafa amca saz dedin ya bak. Türklerin, yani şu Anadolu’da yaşayan insanların bir tek milli sazı vardır o da bağlamadır. Bir de davul. Onun dışında hiçbirisi bizim değil. Bizimdir diye yutturulan hiçbir müzik aleti bizim değildir. Öz be öz bağlama bizimdir. Düne kadar biliyorsun Etileri değil mi Türk olarak kabul etmiyorduk, şimdi ediyoruz değil mi kabartmalarında görürsünüz sazın püskülüyle beraberi var.
K2 - Tam 78’in o kızgın operasyonlarının olduğu dönemler. Bizim o bölgeye Tunceli. Yücel isminde bir başçavuş verilmişti bölüğün üzerine, adamı anlatamam ün salmıştı zaten; işkenceciydi. Alevilere karşı sanki garezi vardı adam öldürecek yani şartlanmış geldi. Kış soğuk, hiçbir erkek yok köyde. Hepimiz o sene yeni evliyiz. 17 yaşında genç gelinler hiçbir tane erkek yok. Erkekler korkudan kaçmış herkes şehirlerde, akrabasının yanına sığınmış. Çünkü şey götürüyor, yani keyfi dövüyor. Operasyon oldu mu erkek bulamazsın ağabey. Asker köyün tepesindeyken erkeklerin hepsi kaçıyor. Bir tane erkek yok. Bir tanesi durmuyor yani. O kadar pis dövüyorlar ki adamı götürüyorlar tepenin arkasına döverken görmemek için buna şahit oldum yani dedemi yaşlı başlı adamı tepenin arkasına götürdüler nenem çok şey oldu bırakmadı dedemi. Asker nenemi ittirdi. Geçin dedi sıraya. Kadınları çocukları sıraya dizdi. Dedemi götürdüler yanında birkaç tane daha adam vardı dedem geldi ağzından kan kusuyor adam, dipçiklerle vurmuşlar adamın ağzına. Hatta dedeme şey demişler. “Gel lan buraya şerefsiz Ermeni. Ermeni’siniz siz?” demişler. Tamam mı dedem bir mağara anlattı dedem gösterdi bana dedemi konuşturdum ben. Dedemi operasyona çıkarıyorlar, gerillanın lojistik şeyini bulacaklar. Dedeme bir uçurum göstermiş özel harekât timi git orayı kaz. Diyor kar da yağıyor dizlerime çıkıyor oradan şey çıkacak sözde. Hayvan çıkmaz oraya yani. Diyor: “Gittim kazdım.” Kazarken de şey diyormuş arkasındakiler: “Ermeni tohumu siz zaten Ermeni’siniz Aleviler. Kazın lan orayı işte orada şey var.” Dedem de şey demiş: “Ermeni sensin,” demiş. Bizi Ermenilerle eş tutuyor dedem de Ermeni olmaktan kızgın olduğu için diyor ki: “Ermeni sensin.” Gel sen kaz. Kazmamış onun için bir dayak yemiş adam artı bir dayak yemiş. Alevi olduğundan ziyade Ermeni olduğu için ellerimi uzattım. Dipçiklerle ellerime vurdu, ellerimle kazmadım diyor ilginç ya. Biz on, on beş tane geliniz genç kızlarımız da çok okula gidemedik o dönem olaylar çok kimse okula göndermedi. Kalan evde kalıyor yani. Çocuklar da küçük benim sadece Barış vardı. Yani diğerleri küçük daha bebek falanlar. Kış şubat ayı kar yağmış zaten erkekler yok evde. Aş yok, yemek yok, odun yok. Yollar kapalı, yolları zaten askeriye CMS’lerle geliyor açıyor bir arama yapıyor yani canı isterse. O Yücel Başçavuş, Ovacık- Hozat, elinde kukla gibi oynatıyor insanları resmen hani Fransızların o insanları birbiriyle kavga ettirip de zevk aldığı dönemler var ya aynen o şekil. Adam geliyor insanları dövmekten zevk alıyor gidiyor yani sanki tiyatro izliyor. Gene kış günü saldırdı köye gecenin bir yarısı. Kapı çalmak yok tekmeyle. Yatakta çocuklarla zaten donuyorsun tekmeliyorlar kapıyı giriyorlar içeri. Yataklar bütün yığılır. Un çuvalları devrilir, bulgurlar una karıştırılır, öbürü ona karıştırılır yani gıdayı da yok ediyor. Siz bunları teröristlere veriyorsunuz niye fazla. Bir çuval ununuz var niye ikincisi var diyor. Pis Kızılbaşlar, Pis Kızılbaşlar laf bu. Niye dedi: “Sizin böyle kucağınızda...,” çok çirkin konuştu. Kucağınızda işte çocukların babaları belli değil, yok Kızılbaşlar bunlar. Kocalarınız yok. Nereden peydahladınız. Kocalarımız yok ama kocalarımız korkudan kaçmış herkes şehre yerleşmiş biri Adana’da biri İzmir’de yani adamlar kaçmış nerede kalsınlar ki bırakıyor musunuz ki götürüyorsunuz işkence yapıyorsunuz. Bizi çıkardı dışarıya soğukta ne çocuklara bir şey giydirebiliyoruz ne üstümüze bir şey giyebiliyoruz yaşlı kayınbabamlar babamlar aldılar. Onları da yaşlıları önüne koyuyorlar dağın ormanın yolunu açın bize biz gidip arama yapacağız. O yaşlılarda öyle önünde geziyor. Biz kadınları da bekletiyorlar o karın üzerinde adam. “Çocukların babalarını söyleyin, kocalarınız nerede?” Ya biz kocalarımızı yani diyoruz Adana’da İstanbul’da yani bir yerde kaçmış. Köylüyü hilal şeklinde askerin önüne koyup da dağa çıkıyorlar. Ben buna şahit oldum kadınları asker bölüğünün önüne hilal şeklinde dışa dönük hilal şeklinde dizip dağa öyle çıkıyorlar. Tarama olmasın diye. Önce onlar ölsün diye. Biz kaldık tabi dışarıda donuyoruz. Karın üzerinde donuyoruz. Yani haftada bir gün olsa, diyoruz ki bu gece yatsak Yücel Başçavuşa yazık yani artık insanlar oruç tutuyorlar, şey yapıyorlar ve dua ediyorlar ölsün. Adam artık yani ün salmış öyle bir insan geliyor o insanlara işkence yaptırıyor. O çocukları falan sabaha kadar hiç mi vicdanın sızlamıyor. Bu çocuklar soğukta donuyor, biz soğukta donuyoruz. Kızılbaşlar babaları belli değildir. Tabi buna bir öyle iki öyle üç öyle köyün kadınları saldırdı buna bir gün kadınlar zor durumda kaldı mecburen dövecekler. Adama saldırınca yaka paça tabi dayak yiyenler de çok olmuştu en çok bizim Kıymet yemişti. Kardeşimin karısı dayak yemişti. Yeter yani dedi babası belli değilse, kadınları taciz etmek hakikaten bizi taciz ediyorlardı. Kızıllaştır bunlar bu çocukları nereden peydahladınız. Adam kinlendi. İki gün arayla gelen adam bir gün arayla gelmeye başladı bu sefer her gün geldi. Gelsin. O yaptıkça bizler daha çok yapmaya başladık. O kış zaten erkekler gelmedi. Erkekler hep dışarıda kaldılar. Zaten gelemezlerdi. Sonra ilkbahar falan oldu şey oldu. Yani hakikaten köylü öldürecekti onu. Hatta çok kızlarımız kayboldu ölüler cesetler falan bulunamadı. Yani otistik kız çocukları falan vardır bu hakikaten şey yani. Benim akrabam gene. Rıza amcanın amcasının kızı Suna’nın görümcesi, O kız o kadın kayboldu sonra bahar geldi onun elbiseleri falan nehirde bulundu yani takılmış şeylere ceset hiç bulunamadı. Kızları götürüyorlardı. Çok kötü şeyler yapıyorlardı. Yaşadık. Yani Kızılbaş olduğu Alevi olduğu için bunları yapıyorlardı. Yani hep öyle diyorlardı: “Bunlar Kızılbaş,” diyorlardı. “Mum söndürenler. İşte siz bilmiyorsunuz kardeşleri şeylerle yatıyor.” Hakikaten böyle bir şey ilginç. Ben şaşırıyordum yani nasıl böyle bir şey oluyor. Bunlar nasıl bu kadar şey oluyorlar. Adam söylüyordu resmen yüzümüze karşı diyordu: “Bu çocuklar bunlar bilmez diyordu. Bunlar zaten büyürler 15 yaşına girerler kardeş kardeş yatıyor, çocukları doğuruyorlar Kızılbaşlar.” Adam öyle aşağılık öyle hakaret edici şeyler bize söylüyordu ki. Sonra adamın tayinini çıkardı herhalde bir yere mi gitti o adama ne yaptılar bilmiyorum yani o adam...
Alanya'dan bir katılımcının bir anısı:

K - 1993-1994’de Adana’dayım. Gene karşımda en azından işte bir arkadaşımla terzilik dükkânını işletiyoruz. Elazığ’dan o ara çıktım geldim ben. Gelirken tabi Elazığ otobüsü biraz geç saatlerde olduğu için, ben saat iki buçukta Adana’da indim. İnerken polis noktasında çevirdiler, elimde valiz var. Yok, yok işte kulübeye, nerden geliyorsun, Elazığ’dan, ne iş yapıyorsun, terziyim ben, valizde ne var, valizde bir şey yok dedim, valizi açtılar baktılar, “bıyıkların çok güzel” dediler. Dedim: “Doğrudur.” “Bu bıyıklar neye benziyor?”. E tabi anladım yani bu yeni değildir, yüzyıllardır, daha fazla büyük büyüklerimize, dedelerimize yapılmış, sakalları kesilmiş işte hakaretler edilmiş bunu biliyoruz. Bildiğimiz için tahmin ettim ben olayı. Bu tahminden sonra dedim ben açık söyledim yani hiç çekinmedim, dedim: “Alevi bıyığına benziyor,”. Bak dedi: “Biliyorsun bende berberim,” dedi. “İyi,” dedim. “Güzel bir şey,” dedi. “Bak makasım da yanımda,” dedi. “İstersen bıyıklarını biraz dedi düzelteyim?” dedi. Ben buna hazırlıklıyım. Tabi bıyığım da kesilebilir. Yani orada hakaret de edilebilir, karşı çıkarsam götürebilirler de. “Saklamana gerek yok,” dedi. “Nereli olduğun belli,” dedi. Ben dedim: “Bilmiyorum olabilir yani, siz bilirsiniz yani.” Dedi: “Tuncelili misin? Alevi misin?” dedi. Ben dedim: “Hem Tuncelili'yim hem de Aleviyim.” “Bravo” dedi. “Ya sen çok açık gözsün,” dedi. “Sen terzi değilsin,” dedi. “Başka iş yapıyorsun,” dedi. Dedim: “Başka şeye yeni resme başladım, resim çalışmalarım var,” dedim. “Resim de getireyim mi?” dedim. Dedim: “Bir kâğıda asılıdır.” “Yok” dedi. “Önce şu bıyıklarını düzeltelim,” dedi. Polis orada bıyıklarımı güzel kesti, aynayı da karşıma tuttu. “Bugün neye benziyorsun?” dedi. “Şu anda,” dedi. “Tahmin ediyor musun?” dedi. “Tahmine gerek yok,” dedim. “Cami imamına benziyorum,” dedim. Gerçekten bıyıklar çok güzel kesildi, cami imamına benziyor, ama ben içimde kendimi sıkıyorum, özellikle karşı çıkmamaya direniyorum. Ben cami imamına da benzeyebilirim ki Aleviyim, dedeyim, dedeye de benzeyebilirim hiç fark etmez. Ben çünkü onu gönlümden çıkarıp atma hakkı yok yani onun. E sesimi çıkarmadım, o bıyıklarla adam utandı belki de bilmiyorum, bir vicdan azabı mı çekti ya da sesimi çıkarmadığım itiraz etmediğim diye bıraktı, gittim işte o gece eve işte amcamgillere, sabahleyin o hatıra ile gittik fotoğraf çektirdik. O fotoğraflar da bizde hatıradır. Uzun yıllar kalıyor. İşte Alevi olmak bıyıkları kesilmek yani bir bir kesmeyle Alevi’ye ne yapabilirsin ben onu tabi halen daha olarak sormakta gıcık bir insanım.
İstanbul'dan Tuncelili katılımcılar aktarıyor:

Yüklə 1,37 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   18   19   20   21   22   23   24   25   26




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin