ALTI DÜŞÜNCE ŞAPKASI
ALTI DÜŞÜNCE ŞAPKASI YÖNTEMİ NEDİR?
Belli bir konuyu görüşmek, bir problemi çözmek yada bir konuda karara varmanın gerektiği toplantılarda, toplantıya katılanlar genellikle daldan dala atlamakta, herkes konuya farklı açıdan yaklaşmaktadır. Bu da çok fazla zaman kaybına ve sonuçların ortaya çıkmasında güçlüklere neden olur. Altı Düşünce Şapkası Yöntemi, düşünce ve önerilerin belirli bir düzen içinde sunulması ve sistematikleştirilmesi için kullanılan bir yöntemdir. “Şapkalar” düşüncelerin ayrıştırılması için kullanılan bir semboldür. Şapkaların rengi değiştikçe, rengin simgelediği düşüncelerin belirli bir düzen içinde sırasıyla aktarılması beklenir.
ALTI DÜŞÜNCE ŞAPKASI YÖNTEMİ NASIL UYGULANIR?
Katılımcılara üzerinde görüşme yapacakları konu verilir. Tüm katılımcıların konuya yaklaşırken aynı şapkayı giymeleri yani konuya aynı şekilde yaklaşmaları istenir. Şapkaların renkleri aşağıda verilen düşünme yaklaşımlarını simgelemektedir.
BEYAZ ŞAPKA:
Net bilgileri içerir (Tarafsız Şapka)
Görüşülen konu ile ilgili net bilgiler, sayılar, araştırmalar, kanıtlanmış veriler ortaya konur.
Hangi bilgilere sahibiz?
Hangi bilgiler eksik?
İhtiyacımız olan bilgiyi nasıl elde ederiz?
KIRMIZI ŞAPKA:
Duygular bu şapkada hesaba katılır. (Duygusal, Kişisel Şapka)
Görüşülen konu ile ilgili olarak, kişilere hiçbir dayanağı olmadan hislerini söyleme şansı verilir.
Bu olay, durum, öneri, sorun vb. hakkında neler hissediyorum.
SİYAH ŞAPKA:
Tehlikelerle alakalı olan şapkadır. (Kötümser şapka, tedbir şapkası)
Konunun riskleri, gelecekte doğurabileceği problemler, eleştiriler ortaya çıkarılır.
Bu önerinin bize zararları neler olabilir?
SARI ŞAPKA:
Avantajların ortaya konduğu şapkadır.(İyimser şapka,yararlar şapkası)
O işin avantajları ortaya konulur. Getirileri gözönüne alınır.
Bu olayın bize sağlayacağı çıkarlar(yararlar) neler olabilir?
YEŞİL ŞAPKA:
Yaratıcılıkla ilgili şapkadır. (Yenilikçi, üretken, alternatifler şapkası)
Konu ile ilgili alternatifler nelerdir?
Yaratıcılık ön planda tutulur ve toplantıya katılanların yaratıcı olmaları teşvik edilir.
Önemli olan fikrin saçma olup olmadığı değil; orijinal, yeni, üretken olmasıdır.
Bu konudaki değişik önerilerimiz neler olabilir?
MAVİ ŞAPKA:
Sonuçların ortaya konduğu şapkadır. (Serinkanlı durum analizi, kontrol şapkası.)
Düşünce sistemleştirilir. Toplantının sonuçları ortaya çıkarılır ve özetlenir.
Ne oldu?(geçmiş)
Ne oluyor? (şimdi)
Sonra neler olmalı? (gelecek)
Katılımcılar şapkaların tümünü belirli bir düzen içerisinde takarak düşünce ve önerilerini sırayla aktarırlar ve böylece toplantı hedefe ulaşır.
MURAT BAYHAN
KENDİNİZLE UĞRAŞMAYIN!
“... Sanırım, yıllar yılı babam kendini kandırdı, neredeyse koca bir ömrü boşa harcadı. Kendini hep başarılı sandı; başarısının kıstası da koyduğu hedeflere ulaşmaktı.
Çevresindekilerden hep daha başarılıydı; çünkü çoğu insanın hedefi bile yokken onun hedefleri vardı. Hedefleri öyle kolay hedefler de sayılmazdı. Ama onun hedeflerine ulaşmış olması başarılı olması anlamına gelmiyor. Hedeflerden daha önemli olan insanın potansiyelini kullanabilmesi. Örneğin, bir yarış arabasının saatteki azami sürati 300 km ise, düz bir parkurda kendine hedef olarak bir saatte 200 km yol yapmayı seçmesi ve hedefine ulaşması başarı olarak kabul edilebilir. Böyle bir hesaplama bir yarış otosu için kolaylıkla yapılabiliyor; ama insan kendi potansiyelini, öyle otomobilin önündeki km göstergesine bakar gibi bilemiyor. İşletmeler için de aynısı geçerli sanırım. Bizim şirket her yıl hedef belirler; ama her zaman hedef belirlerken bir önceki yılın rakamlarına bakıyoruz. Kimsenin de aklına “niçin potansiyelimize bakarak hedef belirlemiyoruz?” diye sormak gelmiyor. Halbuki potansiyelimizin altında iş yaparsak başarısız sayılırız. İnsanların da, kurumların da başarı çıtaları kendi potansiyelleridir.
Kendi Potansiyelini Anlamak
Babam, yıllarca kendini hiç tanıyamadı. Kendini tanıyamadığı gibi beni de tanıyamadı. Hep saçma sapan şeylerle uğraştı ve bunları yaparken annem –o bilge kadın– ona yaptıklarını da söylüyordu; ama babam hiç dinlemiyordu bile.
Özellikle okul yıllarımda çok kızdığım bir şey vardı. Matematikte çok başarılı değildim; ama resim dersim harikaydı. Harikaydı; çünkü resim yapmayı seviyordum; okuldan eve geldiğimde, herhangi bir yere gezmeye gittiğimizde, hatta servisle okula giderken bile kağıt kalem elimden düşmezdi. Sadece resim yapmıyordum, ilkokul yıllarından karikatür dergilerini alır, onların kopyalarını çizerek ayrıntıları görmeyi öğrenirdim. Bir yetenek olup olmadığımı bilmiyorum; hiç öğrenme şansım da olmadı; ama başkalarının yaptıklarıyla kendiminkileri kıyaslarsam yatkın olduğumu rahatlıkla söyleyebilirim.
Güçlü Yanı Zayıflatmak
Matematikten bir defa on üzerinden dört alınca, evdeki resim defterlerim, resim konusunda bilgimi geliştirdiğim kitaplar gitti. Babam matematikte iyi olmamı istiyordu. Bana özel matematik dersi verecek bir hoca tuttu. Ona da hemen hedef koydu; “bizim oğlan, ikinci sınavından en az yedi alamazsa ders ücretinin yarısını geri alacaktı”... Matematikten altı aldım, ama babam paranın yarısını öğretmenden geri alamadı; babam yine de hedeflerle yönetim anlayışının başarılı olmasına memnun olduğundan sesini çıkarmadı. Aslına bakarsanız, özel hoca olmasaydı da ben altı alırdım.
Zayıf Yanı Güçlendirmek
Ne kadar komik, insanın iyi bir yanının pekiştirilmesi, geliştirilmesi yerine zayıf yönünün geliştirilmesi. Bir martının uçma yeteneği iyi, ama koşamıyor... Kuşlar koşmak için yaratılmamış ki... Düşünün ki, bir martının babası, martının karnesini inceliyor... “Hımm, bizimkinin uçuşu iyi, ama iyi koşamıyor; ona hemen bir koşu hocası tutalım...” Komiktir bu durum, ama hep de böyle olur. Kim hangi konuda zayıfsa onun o zayıflığını gidermeye çalışırız. Başkalarının çocuklarının karnelerini alıp bakanlara gıcık olurum; ilk önce de hep zayıflara bakarlar... “Şu derslerden 10 almışsın” demezler de, gider “şu derslerin kırık” derler... Küçükken bu sözleri duyduğumda içimden hep derdim ki “Kırık olan senin kafan!”
Potansiyelle İlişkisiz Hedefler
Babam resim defterlerimi atıp matematik dersi aldırarak benim zayıf yanımı giderdi. Sonuçta ne oldu, ortalama bir insan çıktı. Halbuki, matematik dersi yerine resim dersi aldırsaydı, belki dünya çapında bir sanatçı olurdum. Belki de olamazdım, ama o hevesle mutlaka iyi bir grafikçi olurdum... Şimdi bir şirkette pazarlama uzmanı olarak çalışıyorum. Babam memnun, hedefi oydu zaten, benim bir şirkete girmem ve yavaş yavaş yükselmem. Ne kendi potansiyeliyle, ne de benim potansiyelimle hiç ilgilenmedi... Hedefler koydu, nereden buluyor bu hedefleri bilmiyorum... Bizim şirkette böyle birçok hedef var. Şirketin vizyonuna da yazmışlar, hedefimiz pazarda ilk beşe girmek diye... Niçin ilk beşe, niçin üçe ya da yediye değil de, beşe girmek. Bizim potansiyelimiz ne, belki de potansiyelimiz birinci olmaya yeterli ama onu hiç dikkate almayız, belki de listeye sondan bile giremeyecek durumdayız...
Potansiyeli anlamak için bazen geriye bakmak yararlı oluyor; örneğin, her yıl sonunda insan şöyle bir soru sormalı kendine: “Ben bu yıl neler yapabilirdim, neler yaptım?” Eğer yapılanlar, yapılabilir olduğu düşünülenlerden fazlaysa ortada bir başarı var; eğer yapılanlar yapılabilir olduğu düşünülenlerden azsa ortada bir başarısızlık var. Yapılabilir olan yapılana eşitse, insan yerinde sayıyordur."
Melih ARAT
KENDİNİZLE UĞRAŞMAYIN!
Başarıya giden ilk ve en önemli yol kendimiz ile yapmış olduğumuz iletişimdir. Başarıya ulaşmak isteyen bir öğrenci her şeyden önce iç iletişimini doğru bir şekilde kullanmalıdır. Yapmış olduğumuz iç iletişimimizin %77’si bize karşı çalışmaktadır. İç iletişiminizin kullanış şekli sizin üniversiteyi kazanmanızı, derslerinizde daha başarılı olmanızı sağlayabileceği gibi büyük bir hayal kırıklığına da uğratabilir. İç iletişimi bu kadar önemli kılan temel özellik; beynimizin çalışma şeklidir.
İnsan beyni, hepimizin sahip olduğu kişisel bir bilgisayar denetim merkezidir. Beyninizin sizin için yapmasından hoşlanacağı, mantıklı her şeyi yapma gücü vardır. Buradaki temel sorun onu nasıl kullanacağınızı bilmenizdir. Yani ona doğru yönergeleri vermenizdir. Onunla doğru iletişim kurmayı başarmalısınız. Beyniniz en çok söylediğiniz şeye inanır. Beyninize kendiniz hakkında ne söylerseniz onu yerine getirmek için harekete geçecektir. İşte beyniniz bu şekilde programlanmaktadır. Yıllarca beynimizi annemiz, babamız, arkadaşlarımız, komşularımız programlamıştır. Avukat olmak isteyen bir çocuğu doktor olmaya iten buna karşı bir yeteneğinin yada ilgisinin olması değildir. Dışarıdan gelen programlara beynin artık cevap vermeye başlamasıdır.
Yıllarca çocuklarımıza "sen bunu yapamazsın","sen bu imtihanı başaramazsın","boş yere çalışma üniversiteyi kazanamazsın","bu karneyle sen asla adam olmazsın" sözleriyle çocuklarımızı olumsuz olarak programladık ve onları amaçsız, hedefsiz her şeyden önce başarısız hale getirdik.
Aşağıda bir öğrencinin kendi beyniyle yapmış olduğu iletişime dikkat edin; sınav gününe çok az kalmıştı. Ancak bir türlü sınava çalışmak içinden gelmiyordu. Çünkü kendine sürekli "bu sınava çalışsam da başarılı olamam", "matematik sınavından ben sürekli zayıf alırım", "başaramadığım derslerin başında matematik gelmektedir" diyordu. Ve hatta "kopya çekersem bu sınavda başarılı olurum", "bu imtihan da kopya çekeceğim" şeklindeki bir iç iletişimle öğrenci sınava girer. Matematik sınavıyla ilgili yapmış olduğu olumsuz programlama sonucunda bildiği soruları dahi başaramamıştır. Çünkü beynine "matematik sınavını başaramazsın" komutunu yüklemişti bir kere. Daha sonra kopya çekmek ile ilgili yapmış olduğu programlama harekete geçmişti ve beyin bu programı uygulamaya başlamıştı ve öğrenci kopya çekmişti. Ama hala o matematikten anlamamaktadır. Geçici bir başarı elde etmişti. Bataklığı kurutmadan sadece zehir sıkarak sivrisineklerden kurtulmaya çalışmıştı. Ancak bunun tam tersi bir programlama yapsaydı; matematik dersini sevecekti, bunu başaracaktı ve geçici başarılara tenezzül etmeyecekti. Çünkü; geçici başarılar en büyük başarısızlıklardır.
Bizim her attığımız adım, yaptığımız her hareket, söylediğimiz her söz, çevremizden aldığımız yada kendimize karşı yapmış olduğumuz iletişimin sonucundaki programlamanın ürünüdür.
Şöyle bir soru aklınıza gelebilir; "iç iletişim beynimizi-beynimizde vücudumuzu nasıl etkilemektedir " buna cevap vermeden önce aşağıdaki paragrafı okumanızı istiyorum.
"Manava sebze-meyve almaya gittiniz. Elma, portakal gibi meyveleri aldıktan sonra, orda kasaların üstünde duran sarı sarı, sulu limonları gördünüz. Limonları elinizle ezdikten sonra bir kilo limon alıp eve gittiniz. Eve girer girmez, hemen limonlardan bir tanesini alarak ikiye böldünüz. Limon o kadar sulu ki, içindeki su mutfak tezgahından düşmeye başlamıştı. Dilimlerden birini alarak ağzınıza getirdiniz ve onu ağzınızın içine sıkarak, o ekşi tadı tattınız."
Bu paragrafı okuduktan sonra büyük bir ihtimalle, bu iletişimi alan beyin harekete geçerek ağzınızda limon yer gibi bir durum oluşmaya başlamıştır. İstem dışı olan bu durum iletişimin vücudumuzu etkilediğinin bir kanıtıdır.
İÇ İLETİMİN SEVİYELERİ;
1-YAPAMAM: En zararlı iç iletişimdir. Kendiniz hakkında kötü yada olumsuz bir şey söyleyip bunu kabullendiğiniz seviyedir (iletişimdir). Bu seviyeyi tanımak kolaydır. Bu seviyeyi şu kelimelerden tanıya bilirsiniz; "yapamam", "keşke yapabilseydim", "yapabilmeyi çok isterdim", "üniversiteyi kazanabileceğimi sanmıyorum, "sınavdan iyi bir not alamam" gibi kelimelerle yapmış olduğumuz iletişim bizde korku, endişe ve tereddüde neden olur. Beynimiz bizim söylediğimizle ilgilenmez onu yapar.
2-..........YAPMAYA İHTİYACIM VAR,.............YAPMALIYIM SEVİYESİ: Bu kelimeler aldatır. Bizim yararımıza çalışıyormuş gibi görünür ama bize karşı çalışır. Bu kelimeler; "yapmam gerek", "........ama değilim". Bu kelimelerle yapılan iletişim zararımızadır. Çünkü bu iletişimle sorunu kabullenmiş oluruz. "Derslerimde daha başarılı olmaya ihtiyacım var" dediğinizde aslında siz beyninize şu programı yollamış olursunuz; " derslerimde daha başarılı olmaya ihtiyacım var........ama değilim"
3-BEN ASLA....., BEN ARTIK........SEVİYESİ: Yararınıza çalışan en alt seviyedeki kelimelerdir. Bu seviyede değişmeyi kabul edersiniz. Aynı zamanda değişiklik olmuş gibi bu bir şeyler yapma kararı da alınır ve kararı şimdiki zamanda ifade edersiniz. Şu cümlelerle ifade edilir. "Derslerime artık çalışıyorum", "üniversiteyi kazanacağıma inanıyorum", "sınavlarıma çalışıyorum"...v.b.
4-BEN ......İM SEVİYESİ: Bu kullanabileceğimiz en etkili iletişimdir. En az kullandığımız ama en fazla kullanmamız gereken kelimelerdir. Bu seviyeyle gerçek olmasını istediğiniz yöne doğru ilerlersiniz. Olmak istediğiniz şekli, resmi bilinç altına gönderirsiniz ve şunu iletmiş olursunuz; "ben bu olmak istiyorum ve beni bu yap." Programını yollamış olursunuz. Başlıca cümle yapıları şöyledir; "ben derslerime çalışırım", "ben her sınavda başarılı olurum", "ben üniversiteyi mutlaka kazanırım"...v.b.
5-O....DUR SEVİYESİ: Bu dünyasal istekleri aşmış, asıl yerini arayan bir çok insanın aklının alamayacağı, erişemeyeceği bir şeyde aramayı seçen insanların dilidir.
İç iletişimi mükemmel olarak kullanan herkes başarıya ulaşamamış olabilir ama başarıya ulaşmış olan herkes iç iletişimi mutlaka en iyi şekilde kullanmışlardır. Başarıya ulaşmak istiyorsanız olumlu bir iç iletişim kurmaya çalışın.
Ahmet YILDIZ
PSİKOLOJİK DANIŞMAN
Bazı insanlar İngilizce ya da başka bir yabancı dil öğrenmek istiyor; bazıları kilo vermek istiyor; bazıları sigarayı bırakmak. Bazıları bütün kitapları okumak istiyor; bazıları da tüm kurslara gitmek istiyor. Bu insanların bir kısmı, istekleri doğrultusunda girişimde bulunuyor; bir kısmının istekleri ise hiç girişim olmaksızın bir hayal olarak kalıyor (İstekleri girişimsiz hayal olarak kalanların durumu ayrı ve ona değinmeyeceğim).
İÇE DÖNÜK KİŞİSEL GELİŞİM PROJELERİ
Kişisel gelişim projelerini ikiye ayırmak gerekir. İçe dönük olanlar ve dışa dönük olanlar diye. Kilo vermek içe dönük bir proje midir?, dışa dönük bir proje midir? Birisinin zayıflaması, toplum için hiçbir işe yaramaz. Diğer bir deyişle insan kendisi için zayıflar; bir kişinin zayıflaması başkasının işine yaramaz. Üstelik zayıflasa da zayıflamasa da kişi vücuduyla birlikte ölecek ve toprağa karışacaktır. Sigarayı bırakmak da, zayıflamak gibidir; sigarayı bırakırsanız kendiniz için bir şey yapmış olursunuz; çevreniz için değil. Zayıflamanın da, sigara içmeyi bırakmanın da, toplum için bir yararı olduğu iddia edilebilir. İnsanların gözüne hitap etmek; daha sağlıklı bir anne-baba olmak gibi. Evet, bunlar da birer yarardır; ama içe dönük kişisel gelişim projelerinin küçük yararları. Üstelik kilo vermek ya da sigara içmeyi bırakmak sıklıkla gerginleştiren, seyrek olarak sonuç alan ve daha ötesi insanı mutsuz eden projelerdir. Bu projelerin sonuç alamamasının bir nedeni de, proje sonuçlarını insanın kendisine söz vermesidir. İnsanın en çok avans verdiği ve kredi tanıdığı, verdiği süreleri uzattığı borçlu kendisidir. İstisnai özdisiplinli insanların dışında, benim gözlediğim insanların davranışı bu yönde olmuştur.
DIŞA DÖNÜK KİŞİSEL GELİŞİM PROJELERİ
Dışa dönük kişisel gelişim projeleri; başkalarına söz verilmiş projelerdir. Örneğin, okul ya da semt tiyatrosunda belirli bir tarihe belirli bir oyunu yetiştirmek dışarıya söz verilmiş bir projedir. Böyle bir oyunu hazırlamak insanların okumasını, birlikte bir etkileşime girmesini, birlikte çalışmasını sağlar. Oyun ortaya çıktığında, dışa dönük bir proje olarak, başka insanlar da bu üründen (sahnelenen oyundan) yararlanırlar. Yine bir öğretmenin, “ben daha iyi bir öğretmen olacağım” demesi yerine, bir öğretmen dergisine kendi deneyimlerine göre iyi bir öğretmenin özellikleri hakkında yazı hazırlamaya çalışması, onu araştırma yapmaya itecek, profesyonel anlamda yazarlık becerisini geliştirmeye çalışacak, kendi deneyimlerini gözden geçirerek hangilerinin işe yaradığını belirleyecek ve belki de faydasız olan alışkanlıklarından vazgeçecektir. Sonuçta çıkan yazıdan başka öğretmenler de fayda sağlayacak, dışarıda bir dergiye söz verdiği için yapılması gerekenlerin hepsini yapacak, bütün bu süreçte gözden geçirdiği kendi öğretmenlik uygulaması da iyileşerek birlikte olduğu öğrencilerin daha iyi öğrenmesine yardım edecektir.
Şimdi karşılaştırırsak sigara içmeyi bırakmak mı daha iyi, yoksa öğretmen dergisine yazı yazarken kendiliğinden ortaya çıkan değişimler ve gelişmeler mi? Hangisinin faydası daha büyük ve hangisi daha mutluluk verici? Dışa dönük kişisel gelişim projelerinin hemen hepsinin gözle görünür ve hissedilir bir ürünü vardır. İnsanlar; başkalarına gösterebildikleri, anlatabildikleri başarılarıyla mutlu olurlar. Hatta dışa dönük kişisel gelişim projeleri gerçekleştiren insanlar, sigarayı bırakmak, zayıflamak ya da başka içe dönük bir kişisel gelişim projesini başarmak için de kendilerinde enerji bulurlar. Yabancı bir dil öğrenmeye çalışmak içe dönük bir kişisel gelişim projesi midir?; yoksa dışa dönük bir kişisel gelişim projesi mi? Kendi kendine İngilizce öğrenmeye çalışmak içe dönük bir kişisel gelişim projesidir. Bir yıl sonra sevgililer gününde sevgilisine İngilizce mektup yazmak ise dışa dönük bir kişisel gelişim projesidir. Projeleri içe dönük olmaktan çıkarıp dışa dönük hale getirebildiğimiz sürece hem daha mutlu, hem de toplum için daha üretken bir insan olacağız.
Melih ARAT
İÇİNİZDEKİ SESE KULAK VERİN
Aklımıza gelen bütün düşünceler, bilinçli veya bilinçsiz olarak kendimize söylediğimiz her düşünce, elektriksel dürtülere çevrilir ve bunlar daha sonra zihinsel emirlere dönüşerek her an hissettiğimiz duyguları ve yaptığımız eylemleri elektriksel ve kimyasal olarak etkilemesi ve kontrol etmesi için beynimizdeki denetim merkezlerini yönetir.
Nasıl ki azgın bir köpeği görmek, beyine adrenalin salgılaması için bir emir oluyor, masum bir kediyi görmek merhamet ve acıma duygularını harekete geçiren başka bir emir oluyor, aynen bunun gibi düşüncemiz de beyin için zihinsel bir emre dönüşüyor. Örneğin sağlığınızda hiçbir sorun olmadığı halde birkaç kişi size “Hasta gibi görünüyorsun” derse siz de hasta olabileceğinizi düşünmeye başlarsınız. Bu düşünceniz elektriksel dürtülere dönüşecek ve beyninizi o yönde harekete geçirmiş olacaksınız. Büyük olasılıkla da çok geçmeden hastalığın ilk belirtileri vücudunuzda ortaya çıkacaktır. Nitekim tıp araştırmacıları tüm hastalıkların yüzde yetmiş beşinin kendi teşvikimizle olduğunu söylemektedirler.
“Başarısız, beceriksiz ve sakar” olduğunuzu düşünürseniz beyninizi ve sinir sisteminizi o yönde harekete geçirmiş olursunuz.
Sonuç olarak geçmişte şu veya bu şekilde hangi “düşünceleri” kendinize programladıysanız onlar sizinle ilgili her şeyi etkiliyor, yönetiyor ve kontrol ediyor. İnsanların büyük çoğunluğu kendilerini olumsuz olarak programladığı için yapabileceklerinden çok daha azı ile yetinmek zorunda kalmaktadırlar.
Peki bu olumsuz programlamayı nasıl değiştirebiliriz Olumsuz düşünceleri en hızlı değiştirmenin yolu sık sık olumlu iç konuşma yapmaktır. Olumlu iç konuşmaya örnek olarak şunları verebiliriz:
-Kendime Güveniyorum,
-Hedeflerime Tümüyle Odaklanırım,
-Zorluklarla Mücadele etmeyi Severim,
-Daima Büyük Düşünürüm,
-Prensiplerimden Taviz Vermem,
-Zamanı İyi Kullanırım,
-Her Zaman İyimserimdir,
-Başarılı Bir İnsan Olduğuma İnanıyorum,
-Başarısızlıklar Karşısında Yılmam,
-Yaratıcımın Bana Büyük Bir Potansiyel Verdiğinin Farkındayım,
-Hoş Görülü Bir İnsanım,
-Her Engeli Bir Fırsat Olarak Görürüm,
-Sorunlara Değil Çözümlere Odaklanırım.
Madem kendinize güvenmek istiyorsunuz size güven verecek tedbirleri almalısınız. AKLINIZDA HEP ŞU OLMALI: BU İŞİ BAŞARABİLİRİM. BAŞARANLARIN BENDEN FARKI NE? HANGİ ÇALIŞMAYI YAPMIŞLAR? O ÇALIŞMALARI YAPARAK BAŞARABİLİRSİNİZ. Bunun da başında iyi bir hazırlık gelir. Hazırlık kanaatlerimizin, düşüncelerimizin, hükümlerimizin derlenip toparlanmasıdır. His ve fikir dünyamızın ürünleri deniz dibindeki çakıllar gibi daima derinlerde dururlar. Hazırlanmak bu derinlere dalıp çakılları çıkarmak, temizlemek cilalamak ve tasnif etmektir.
Bu çalışmalar sonunda ortaya çıkacak en kıymetli eser içimizden doğup gelen eserdir. İrademiz dahilindeki davranışlarımızı denetleyerek irademiz dışındaki davranışlarımızı düzenleyebiliriz.
Şahsiyetimize bir şey katmayan davranış, şahsiyetimizden mutlaka bir şey eksiltir. Enerjinizi bağlayabilecek bütün engellerden sıyrılmış olmalısınız. Canlı olmalısınız. Sabah kalktığınızda yeni bir güne başlamanın heyecanını hissetmelisiniz. İşte bu insana enerji verir.
Düzensiz bilgi düşünce dengesini bozar. Plansız çalışma yapılamaz. AMACIN ARDINDA EĞER PLANINIZ VAR İSE İŞİNİZİN ÇOĞU BİTTİ DEMEKTİR. TEK KALAN İRADE SAVAŞINIZDIR İYİ BİR SAVAŞÇI OLUP PLANINIZA UYUN VE SONUCU GÖRÜN. Çalışma amacı olan bir seyahattir. Gelişigüzel bir şehir turu değildir. Nereye gideceğini bilmeyen adam olduğu yerde kalır veya dolaşıp dolaşıp başladığı yere geri döner. İnsanın aklı bir bahçeye benzetilebilir. O bahçe tanzim edilir, o bahçeye bakılırsa orada güzel ve faydalı bitkiler yeşerir. Kendi haline bırakılırsa ortalığı yabani otlar kaplar. İnsan bahçıvan gibi aklını tanzim etmekle yükümlüdür. Bunu yapan sonunda ruhunun da bahçıvanı olduğunu keşfeder. İnsanın başarısı, gayretinin başına kondurulmuş bir taç, düşüncelerinin boynuna geçirilmiş bir çelenktir. İnsan hayatında yalnız, emek ve emeğin neticeleri vardır. Neticenin gücü emeğin ölçüsündedir.
Şans yoktur her kuvvet emek mahsulüdür. Hayat bir mücadeledir. Aynı şekilde içinde bulunduğumuz her saniyenin sınavı da bir mücadeledir. Bu mücadelede dövüşenler kazanırlar. Bu şartları beğenmeyebiliriz, onları değiştirmek elimizde değildir zaten. Ancak cesaretli olanlar mücadeleyi kazanacaklardır. Cesaretinizi unutup dövüş sahnesine çıkarsanız, her hamlede mağlup olursunuz ve sahneden eliniz boş inersiniz. Kazanmayı çok istersek çalışır, çalışınca da başarırız. Çalışmaya başladığımızda geri dönüşün tüm yollarını kapamalıyız. Çünkü geri dönmeme kararı her işte başarı için ilk şarttır. Neşeliymiş gibi davranırsak neşeli, korktuğumuz halde cesurmuş gibi davranırsak cesur olabiliriz. Korkularımızdan kaçmak yerine onların üzerine gitmeliyiz.
MADEM YÜZMEK İSTİYORSUNUZ ÖYLEYSE SUYA GİRMELİSİNİZ, TARLADA YÜZME ÖĞRENEMEZSİNİZ. Korkuyu bilgisizlik ve bilgisizliğin verdiği tereddüt doğurur. (Robinson) BAŞRILI OLMAK İSTEDEĞİNİZ İŞ ÜZERİNDE DEFALARCA ÇALIŞMA YAPMALISINIZ. SAHNEDEN KORKUYORSANIZ İYİ BİR KONUŞMACI OLAMAZSINIZ. İYİ KONUŞMACI OLMAK İÇİN SAHNEYE ÇIKMAK YETERLİ İLK DENEME BUDUR UNUTMAYIN HERKESDE BELLİ KORKULAR VARDIR MÜHİM OLAN O KORKULARIN ÜZERİNE GİDEBİLMEKTİR.
Ne yapacağımızı bilmemek bizi dağıtır perişan eder. Ancak tecrübeler bizi korkumuzdan uzaklaştırır. Arzularınızın gücünü görebilseydim adımlarınızın hızını söyleyebilirdim. Çünkü alacağınız mesafe yolun başındaki azminize bağlıdır. El attığı işin peşini bırakmayan ve bütün gücüyle o işi takip eden birisini hiç kimse engelleyemez. Kendine güven kazanmanızın en mükemmel yolu başarısızlığa imkan vermeyecek kadar iyi hazırlanmaktır. En büyük ilham çalışmaktır. Karşımızdakinin ne düşündüğünü bilseydik, ne olduğunu da bilirdik.
BİZİ BİZ YAPAN DÜŞÜNCELERİMİZ VE SEÇİMLERİMİZDİR. HANGİ YÖNDE KULLANIYORSUNUZ? Yaşamımızı belirleyen ruhsal yapımızdır. Hepimizin uğraşmak zorunda olduğu en büyük ve aslında tek sorun; doğru düşünceleri seçmektir. Eğer bunu yapabilirsek bütün sorunlarımızı çözme yolunda adımlar atarız.
Size kendinizden başka hiç kimse kurtuluş getirmez. Biz nesnelere ve çevremizdeki kişilere karşı düşüncelerimizi değiştirirsek, nesneler ve kişiler de bize karşı davranışlarını değiştirirler. Düşüncelerimizde köklü değişiklikler yapınca yaşamımızın somut olanaklarının da değiştiğini şaşırarak görürüz. SİZ ÇALIŞMAZSANIZ İNANIN SİZİN İÇİN HİÇBİR KİMSE YARDICI OLMAZ. HERŞEYİMİZİ BİLEN ALLAH BİLE ÇALIŞMAMIZI SÖYLEMİŞTİR. Biz istediklerimizi değil olanaklar çerçevesinde elde edebildiklerimizi kazanırız. Kendi benliğimizle sonumuzu belirlemeyi başarabiliriz.
Yalnız bugün için şöyle düşünürsek:
• Mutlu olacağım ve elimdekilere şükredeceğim.
• Tüm olanlara uyum sağlayacağım.
• Her şeyi kendi isteklerime uygun hale getirmeye çalışmayacağım ama hedefimden şaşmayacağım.
• Siz ortama uymayı düşünmeyin her zaman ortamı kendi planlarınıza uydurmayı düşünün. Tüm yolları kullanarak “en defa deneme yöntemiyle” hem eğlenin hem de hedefinize ulaşın. Ailemi, görevimi, kaderimi olduğu gibi kabul edeceğim.
• Bedenimle ilgileneceğim, düzenli besleneceğim.
• Zekamı güçlendireceğim, yararlı şeyler öğrenip çalışma, düşünme ve dikkat isteyen şeyler okuyacağım.
• Birilerine iyilik yapacağım.
• Güler yüzlü olacağım öncelikle iyi görünecek ve iyi hareket edeceğim.
• Kusur aramayacak, başkası hakkında kötü konuşmayacağım.
• Yaşamımın bütün sorunlarını değil yalnız bugünü ilgilendirenlerini düşüneceğim.
• Elime geçen fırsatları en iyi biçimde değerlendirmeye çalışacağım.
• Programlı ve planlı hareket edecek, unutabileceklerimi küçük kağıtlara not alacağım ve bunları arada bir bakabilmek için yanımda bulunduracağım yada çalışma odamın güzel yerlerine asacağım.
• En fazla bir saatimi dinlenmeye ve tefekküre ayıracağım diye düşünürsek bugünümüzü kârlı bitiririz.
• Bencil insanlar sizden yararlanmaya kalkarsa onlarla ilginizi kesin ama onlardan intikam almaya çalışmayın. Aksi halde onu yaraladığınızdan daha fazla kendiniz yaralanırsınız.
• Asıl görevimiz uzaktaki belirsiz şeylerle uğraşmak değil, elimizdeki belli olanla ilgilenmektir.
• Kendinize bir olayın sonucu hakkında en kötü olasılık nedir diye sorun. Gerekirse bu en kötü olasılığa hazırlanın. Sonra sakince zararı azaltmanın yollarını arayın.
• İnsan olayı ve olayın özelliklerini tarafsız olarak kavramaya çaba gösterirse bilginin ışığında genellikle üzüntüleri kaybolur.
• İnsanın sinirlerini yıpratıp cehenneme çeviren şey sorunlar karşısında kararsız kalmaktır. Kesin bir karara vardığımda üzüntümün yarısının yok olduğunu gördüm yüzde kırkı da kararı uygulamaya başladığım anda yok oluyordu.
• Üzüntümün yarısı sorunu yeterince anlamadan çözmeye çalışmaktan kaynaklanır. Sorunu önce anlamak sonra çözüm yolları aramak ve üretmek son iş çözüme ulaşmak.
• Söğüt gibi eğilin meşe gibi direnmeyin. Yani zorluklara katlanın eğilin. Direnirseniz kırılmayı ve yıpranmayı kabullenmiş olursunuz.
• Asıl hedefinizi bilin ve bundan hiçbir zaman taviz vermeyin.
• İdeal insan başkalarına iyilik yapmaktan sevinç duyar ama kendisine yapılan iyiliği de unutmaz. Vermek büyüklük almak ise küçüklük işaretidir.
• Nankörlükten rahatsız olmayın ona karşı hazırlıklı olun.
• Osmanlı devletinin tarihine baktığımızda tüm milletlere hep yardım ettiğini göreceğiz. O halde bile en sonunda nankörlük görmüştür.
• Anımsayalım ki mutluluğu bulmanın tek yolu minnettarlık beklememek ve yalnızca vermekten sevinç duymaktır.
• Anımsayalım ki minnettarlık ekilip biçilen bir olgudur.
• Yaşamdaki en önemli şey kazanmak değildir. Bunu her insan yapabilir. Asıl önemli olan kayıplarımızdan neler kazanabileceğimizdir. Bu da zeka ister. Bir bilgeyle aptalı ayıran da budur.
• Yaşam bize bir limon verirse ondan limonata yapmaya çalışalım. Eğer insan yaşamından bir tat alacaksa, düşünmeli ve yalnız kendi için değil başkaları için de iyi olacak şeyler yapmanın planını kurmalıdır.
• Her gün birisinin yüzüne mutlu bir gülümseme getirecek bir iyilik yapın. İNSANLARA KARŞI TEBESSÜM GÖSTERMEKLE ÇOK BÜYÜK BİR DEĞER KAZANACAKSINIZ.
• Olumsuz bir durumu olumlu hale getirmek bizim elimizdedir. OLUMLU DÜŞÜNME SAYASİNDE HAYATA BAKIŞ AÇINIZ DEĞİŞECEKTİR VE DAHA KOLAY MUTLU OLACAKSINIZ.
• Uyuyamazsanız kalkın uykunuz gelinceye kadar çalışın ve ya okuyun. Unutmayın ki kimse uykusuzluktan ölmemiştir. GÜNDE 6 SAAT UYKUNUN İNSANA YETERLİ OLDUĞUNU VE BAZI İNSANLARIN UYKUSUNUN GÜNLÜK 2–4 SAAT ARASINDA OLDUĞUNU DÜŞÜNÜN.
• İnsanlarla iletişimde güçlük kişilerde değil, sizin onlarla ilişkinizdedir. Sorun siz ve diğerlerinin birbirini nasıl algıladığı ve birbirinin davranışına ne ölçüde tolerans gösterebildiğidir. Karar verirken sizin veya diğer kişinin tavrının şu üç boyutu nasıl etkileyeceğini düşünün: VERİM, STRES, İNSAN İLİŞKİLERİ.
• İnsanları samimi ilgiyle dinleyin, sıcak bir diyalog kurmaya çalışın.
• İNSANLARA DEĞER VERDİĞİNİZİ GÖSTERİN. SEVDİĞİNİZ KİŞİLERE SEVGİNİZİ VE ONLARI SEVDİĞİNİZİ BELLİ EDİN.
• GÜNDE EN AZ BİR DOSTUNUZUN SIKINTISINI DİNLEYİN.
• Sosyal risklere atılın. SONUNDA DAHA ÇOK VERİM ELDE EDECEKSİNİZ.
• Daha duyarlı bir insan olduğunuzda başkalarından değişiklik talep etmenize gerek kalmayabilir. Kendi davranışlarınızdaki değişiklikler onların da size farklı davranmalarını sağlayabilir.
SEVİLMEYEN HERŞEY MUTLAKA ÇİRKİN VE FENA DEMEK DEĞİLDİR. ÇOCUKLAR OKUMA VE DÜŞÜNMEYİ, İĞNE VE İLACI SEVMEZLER.. AMA, ATEŞ VE YILANLA OYNAMAYA BAYILIRLAR....
YABANCILAR ÜLKEMİZİN HER TARAFINI DAĞ TAŞ DİDİK DİDİK EDİP, BİZE AİT İLİM, SAN’AT VE KÜLTÜR HAZİNELERİNDEN İSTİFADE EDERKEN; BİZLER, GEÇMİŞİMİZE AİT İLİM VE KÜLTÜR KAYNAKLARINI ARAŞTIRMAZ, OKUMAZ VE OKUYAMAZSAK, OTURUP HALİMİZE AĞLAMAMIZ GEREKİR.
BİR İNSAN OKUYUP ÖĞRENDİKLERİ NE KADAR ÇOK OLURSA OLSUN, HİÇBİR ZAMAN ONU OKUYUP ÖĞRENMEKTEN ALIKOYMAMALIDIR. GERÇEK İLİM ADAMLARI, DAHA ÇOK SÜREKLİ ARAŞTIRMALARININ YANINDA BİLDİKLERİNİ YETERSİZ BULAN KİMSELER ARASINDAN ÇIKMIŞTIR.
HER CAHİL İÇİN BİLGİSİZ DEMEK DOĞRU DEĞİLDİR. HAKİKİ CAHİL, DOĞRUYU HİSSETMEKTEN MAHRUM OLANDIR. BÖYLE BİR İNSAN, ÇOK BİLSEDE YİNE CAHİLDİR.
YAŞAMAK, GÖRÜP BİLMEK, YEYİP İÇMEK DEĞİLDİR. O DUYUP HİSSETMEKTİR. BİLEN FAİDELİ, BİLMEYEN ZARARLIDIR; AZ BİLEN İSE BİLMEYENDEN DAHA ZARARLIDIR. TAM BİLENLERLE, HİÇ BİLMEYENLER NADİREN ALDANSALAR DA ALDATMAZLAR; AZ BİLEN ÇOK ALDATIR.
MEKTEPLER GERÇEK MUALLİMLERİN ELİNDE MA’BED HALİNE GETİRİLECEĞİ ANA KADAR, HAPİSANELERİN BOŞALACAĞINI BEKLEMEK BEYHUDEDİR.
YALANIN, HİLENİN, HIRSIZLIĞIN, İFTİRANIN YAYGINLAŞTIĞI ÜLKELER HARAP; BÖYLE ÜLKELERİN AHALİSİ FAKİR, ASKERLERİ DE İHTİLALCİDİR....
YALANIN REVAÇ BULDUĞU, MEYDANLARIN ONUNLA DOLUP- TAŞTIĞI ZAMAN HAKİKATİN DİLİ KOPARILMIŞ SAYILIR.
YALAN VE GÖSTERİŞLER GÜRÜLTÜLÜ, HAKİKAT VE SAMİMİYET SESSİZDİR. YILDIRIMLAR GÖKGÜRÜLTÜSÜNDEN EVVEL HEDEFLERİNE VARIRLAR...
FAZİLET, HALK İÇİNDE MİNDERDE VEYA YERDE OTURUR.. GURUR, MUHTEŞEM KOLTUKLARA BİLE SIĞMAZ. GURUR KUBBE GÖRÜNÜMLÜ, TERSİNE DÖNMÜŞ BİR KUYUYA BENZETİLECEK OLURSA, FAZİLETİ , UFKA İNMİŞ GİBİ GÖRÜLEN SEMAYA BENZETEBİLİRİZ.
IŞIĞI KENDİNDEN OLANLARIN ZİYALARI, ZULMETLERLE SÖNDÜRÜLEMEYECEĞİ GİBİ, BAŞKA BİR ZİYA İLE DE MAĞLUP EDİLEMEZ.
YALNIZ PARASIZLIK DEĞİL , İLİMSİZLİK, DÜŞÜNCESİZLİK, HÜNERSİZLİK DE BİRER FAKİRLİKTİR. BU İTİBARLA İLİMSİZ, FİKİRSİZ, HÜNERSİZ ZENGİNLER DE BİR ÇEŞİT FAKİR SAYILIRLAR.
SABIR, AĞRILARI DİNDİREN ACI BİR OT GİBİDİR.. HEM CAN YAKAR HEM DE TEDAVİ EDER.
DERYALAR, DAMLALARDAN MEYDANA GELİR; AMA DAMLANIN DERYALAŞACAĞI ZAMANI KİMSENİN BÜZMEYE GÜCÜ YETMEZ.
ACELECİNİN HARMANINDA EN ÇOK BULUNAN ŞEY HATADIR.
ZİRVELERİN YOLU VADİLERDEN BAŞLAR.. TABİİ SABIRLI OLANLAR İÇİN...
MEŞVERET, SINIRLI AKIL, SINIRLI DÜŞÜNCEYE SINIRSIZLIK
KAZANDIRMANIN YOLUDUR.
SEN KENDİNİ ANLATMAYI BIRAK SENİ DAVRANIŞLARIN ANLATSIN...!
“OLGUN İNSAN VE GERÇEK DOST CEHENNEMDEN ÇIKIŞTA VE CENNETE GİRİŞTE BİLE “BUYRUNUZ” DEMESİNİ BİLENDİR.”
HAKİKİ İNSAN ŞARTLAR NE OLURSA OLSUN KENDİ KOVASINA SÜT SAĞARKEN BAŞKALARININ KOVALARINI DA BOŞ BIRAKMAZ.
SEN TOHUM AT-GİT KİM HASAT EDERSE ETSİN!
BAŞKALARININ YARDIMINA KOŞMAK, ALLAH’IN İNAYETİNE SUNULMUŞ EN BELİĞ BİR DAVETİYEDİR.
BİR TEBESSÜMLE DAHİ OLSA KARDEŞİNİ SEVİNDİRMEYİ İHMAL ETME!
SÜREKLİ ETRAFINA BAĞIRIP ÇAĞIRANLAR ARZULARININ HİLAFINA DOSTLARINI KAÇIRIR, DÜŞMANLARINI DA SEVİNDİRİRLER.
ŞERRİNDEN ENDİŞE ETTİĞİN KİMSEYİ BİR DE İYİLİKLERİNLE YUMUŞATMAYI DENE!
AKLLI İNSAN, ÇEVRESİNİN GÜCÜNÜ DE KENDİ HESABINA KULLANMASINI BİLENDİR... AKILSIZ VE BECERİKSİZLER İSE BU POTANSİYELİ KULLANMAK ŞÖYLE DURSUN, ETRAFLARINI LEVM ETMEKLE TESELLİ OLURLAR.
İSTEDİĞİNİ ALLAH’TAN İSTEYEN HİÇBİR ZAMAN MAHRUM KALMAZ.
İLELEBET ŞAHİKALARDA KALABİLMİŞ TEK VARLIK YOKTUR.
ÇOK YUMURTA VE CİVCİVLERİNİZ VARSA SAKIN HEPSİNİ BİR SEPETE KOYMAYIN!
TİLKİLERE KÜMES BEKÇİLİĞİ YAPTIRILMAZ.
HER SARI ALTIN, HER PARLAYAN IŞIK, HER AKAN SU DEĞİLDİR...
TECRÜBE AKLIN HOCASI, DÜŞÜNCENİN DE REHBERİDİR.
HAK DOST, DOSTUNU DÜŞEBİLECEĞİ YERDE KOLLAYANDIR; HER İŞİNDE ONA BAŞ SALLAYAN DEĞİL...
İNSAN VARDIR ZAMANI KENDİ HESABINA YONTAR, İNSAN VARDIR BİR ÖMÜR BOYU ZAMAN ONU YONTAR.
ELDEKİ BİR SERÇE ELDE OLMAYAN BİR GÜVERCİNDEN DAHA İYİDİR
KİŞİSEL KALİTENİN NERESİNDEYİZ?
İnsanoğlunun varoluşundan bu yana, iyi-kötü, güzel-çirkin, acı-tatlı, siyah-beyaz, ileri-geri vs. zıt kavramlar vardır. Bu zıt kavramlar arasındaki galip gelme düşüncesi de bunlarla birlikte devam edegelmiştir. Ama önemli olanın zıtlar arasındaki uyumu yakalamak olduğundan hareketle, insanların yer aldığı her türlü etkinliklerde çok eski zamanlardan beri kalite diye bir değerle karşılaşmaktayız. Sanayii devrimiyle birlikte bilinçli olarak arta gelen ve her yerde, her işte ve her koşulda en uygun kaliteyi yakalamak toplam kaliteye ulaşma anlamına gelmektedir. Kalite zaman içinde ihtiyaçların karşılanması ve ihtiyaç sahibinin tatmin edilmesi diye de tanımlanmıştır.
Kalite kavramı gün geçtikçe o kadar hayatımızın içine girdi ki, adeta bir hayat tarzı haline geldi. Geçmiş yıllara bakıldığında sanayii ağırlıklı bir kavram olarak kabul edilirken, bugün her alanda kaliteyi yakalama yarışı başladı. Devlet yönetiminden, taşraya oradan kamu ve özel sektörde yer alan küçük işletmelere kadar girmesi gereken kalite kavramının önemi giderek artmaktadır. Hatta kimi zaman toplumsal gelişmede de kalite önemli bir unsur olarak önümüze çıkmaktadır. Durum böyleyken bu yazımda özellikle üzerinde durmaya çalışacağım “KİŞİSEL KALİTEYİ YÜKSELTME” konusunda, toplumu oluşturan her bir ferde önemli sorumluluklar düşmektedir. Kalite kavramının her alanda kendini göstermesiyle kişisel kaliteyi yükseltmenin de önemi gün geçtikçe daha iyi anlaşılacaktır.
Kalite ile ilgili çalışmalar çok eski yıllara dayanmakla birlikte AB sürecine giren Türkiye’mizde istenen seviye yakalanabilmiş değildir. Ama işin sevindirici yanı bu konunun bir çok sektörde gündeme alınmış ve gerekli çalışmaların da büyük özverilerle ve profesyonellik düşüncesiyle yapılıyor olmasıdır. Toplam Kalite Uygulamaları çalışmalarının en önemli ayağını oluşturduğunu düşündüğüm, “KİŞİSEL KALİTEYİ YÜKSELTME” konusunda düşüncelerimi sizlerle paylaşmak istedim. Kaldı ki, iş dünyasında yer alan her çalışanın yöneticileri gözünde bir değeri, yöneticinin çalışanına verdiği not vardır. Bu not açıkça belirtilmez çoğu kez ama bu notun düşük ya da yüksek olması kişisel kalitenin yeterliği ya da kişisel kalitenin yetersizliği olarak değerlendirilebilir. Bu bağlamda; ben bu yazımda daha ziyade kalite kavramının kişiye (insana) bakan boyutuyla alakalı düşüncelerime yer vereceğim. Umarım en üst kademeden en alt kademeye kadar kamu ve özel sektör çalışanlarına başarıya giden yolda yeni ufuklar açar...
Kalite; bir şeyin iyi veya kötü olma özelliği olarak tanımlanmaktadır. Ancak, kişisel kaliteyi artırmanın yollarının çeşitlendiği ve bir o kadar da kişisel kalite de gereksinim duyulan alanların arttığı, 21.yy gerçeklerinden biridir.
Bir mesleğin kalite standardını oluşturan unsurlar nelerdir diye soracak olursanız. Her sektör için düşünülebilecek bir gerçek var ki, 100 standartlar belirlemek oldukça zordur. İnsanı baz alan kaliteyi yükseltme konusunu işleyeceğimizden; kişisel kaliteyi bu çerçeveden değerlendirmek, ancak sınırlandırmamak gerektiğini özellikle vurgulamak isterim. Konuyla ilgili olarak standartların en önemli ayağı, çalışanların kalitesini artırmaktır. Toplam Kaliteye de; toplumsal boyutta ferdin, şirketler boyutunda her bir çalışanın, kamu sektöründe her bir memurun kişisel kalitesini bilimsel manada yükseltmekle ulaşılabileceğini kabul etmemiz gerekmektedir. Her çalışanın kişisel kalitesini artırarak; yaptığı işte kaliteyi yakalaması demek toplam kaliteye ulaşmak anlamına gelmez mi? Zincirleme bir yapıya sahip olan toplam kalite kendiliğinden oluşmaz. Kişilerin, milletlerin, ülkelerin ve nihayetinde evrensel dünyamızın kaliteye kavuşmasının temeli kişisel kaliteyi yükseltmekten geçmektedir.
Bir çok meslekte kişisel kalitenin göstergeleri olduğuna inandığım birkaç unsuru burada belirtmekte fayda görüyorum. Ancak aşağıda söylenenlerin önüne ya da sonuna sizin kalitenizi yükseltmenize vesile olacak durumları ekleyebilirsiniz. Size göre önemli olan etkenleri yazabilirsiniz:
• ...
• Yaptığı işi severek yapmak,
• Karşılıklı güveni tesis etmek, (İşçi-işveren, amir-memur vs)
• Bu güveni azamî derecede korumaya özen göstermek,
• Kurumu temsil düşüncesini ve yeteneğini geliştirmek,
• İletişim araçlarını azamî kullanmayı bilmek,
• Fiziğine dikkat etmek, sağlıklı yaşam konusunda gerekli hassasiyeti göstermek, (zira iş yaşamını etkileyen en önemli unsurdur sağlıklı yaşam)
• Zaman kavramını iyi yönetme becerisini geliştirmek,
• Organizasyon yeteneğini üst seviyeye çıkarmanın çabası içinde olmak, başarılı bir iş organizasyonunun kişisel kaliteyi artıran ve çalışma hayatında stresten uzaklaştıran önemli iyi bir faktör olduğu unutulmamalı,
• Kendini geliştirmek adına yapılması gerekenleri ertelememesi,
• ...
Yukarıda genel olarak bir kaçını saymaya çalıştığım kişisel kalitenin göstergelerine sizler iş başarınızı ve kariyerinizi geliştirecek olan faktörleri de rahatlıkla ekleyebilirsiniz.
Takdir edersiniz ki, iş dünyasında başarıya götüren, kâr amacına katkı sağlayan, müşteri memnuniyetiyle ilgili çıtayı yükselten unsurlar kişisel kalitenin arttığını ve bu kaliteye sahip çalışanların da yöneticilerce ayrı öneme sahip olduklarını rahatlıkla söyleyebiliriz.
Kalite kavramının iş dünyasındaki yerinin evrensel boyutuyla değerlendirilmesi sonucunda olumlu ya da olumsuz durumların birbirinden rahatlıkla ayrıldığını ve bunun neticesinde kaliteyle ilgili standartların oluşturulduğu da düşünülürse çalışanların kişisel kalitenin çıtasını yükseltme bilinciyle ve sorumluluğuyla hareket etme zorunluluğu açıkça görülecektir.
Kalitenizle paralel değerlendirilirsiniz, kişisel değerinizi ne kadar yükseltirseniz işlerinizde o derece kolay olacaktır...
Kalitenin yükseltilmesine mukabil, dostlarınız çoğalacak iş yaşamınızda...
Sizi destekleyenler artacak, sevileceksiniz...
Aranır biri olacaksınız...
Kazanacaksınız... Kaybettiğiniz düşüncesine kapıldığınızda bile bilinç dünyanızın zenginliğini keşfetmekle kazanacaksınız... Zira, kalite kavramının her zaman kendini yenileyen bir yapıya sahip olduğunu düşünüyorum.
Doğru zamanda, doğru kişilerle ve doğru yolda kendinizi bulacaksınız...
Yanlışlarınızdan arınacaksınız...
Kişisel kalitenin yükseltilmesi, güzel neticeler veriyor değil mi?
Yetmez mi dersiniz?
Selehaddin KOZAN
MOTİVASYON: ARTIK SENİN SIRRINI BİLİYORUM
Yönetim dünyasının en çok ilgisini çeken konulardan bir tanesi motivasyon olmuştur. Soru basittir; çalışanları, ekibinizi arzu edilenleri yapması için nasıl harekete geçireceksiniz
Aslında bu sorunun cevabını açıkça bilenler ya da hissedenler, uygulama yapanlar lidere dönüşüyorlar. Liderliğin klasik tanımının içinde, izleyicileri harekete geçirmek vardır. İnsanlar, ne için harekete geçerler. Son zamanda bu soruya verilen bir cevap var. O kadar çok yazıldı ki, artık siz okurlar da biliyor olsanız gerek. İnsanlar, bir vizyon için harekete geçiyorlar. Peki, öyleyse bir vizyon bildirgesi yazan her şirket, niçin çalışanlarını harekete geçiremiyor. Bu sorunun, aynı anda geçerli iki cevabı var: Birincisi, oluşturulan vizyon, vizyon değil; ikincisi de vizyon, insanların ulaşmak istediği vizyon değil.
Duygu
İngilizce'de duygu anlamına gelen "emotion” kelimesinin üstünde biraz durursak, motivasyon kavramını daha iyi anlayabiliriz. “Emotion” kelimesinin ikinci bölümündeki “motion” hareket anlamına gelir; “e” ön eki ise, uzaklığı ifade eder; diğer bir deyişle “emotion” duygudan uzak demektir. Aslına bakarsanız, hareket duygudan uzak değildir. Hareket ya da eylem, iki duygu arasındadır. İnsanlar, hedeflere ulaşmak için değil, belirli bir duyguyu yaşamak için harekete geçerler. Nasuh Mahruki'yi Everest Tepesi'ne çıkaran bir hedefi olması değildi; Nasuh'u onca zorluğa katlandıran şey, Everest'in tepesine çıktığı zaman yaşayacağı duyguydu. İnsanları harekete geçiren, para kazanma duygusu gibi görünür; aslında insanları harekete geçiren, kazandıkları parayı harcarken yaşayacakları duygudur. Bir erkeğin, bir kadına kur yapmasının nedeni, o kadını elde etmeyi amaçlaması değil, onunla birlikte olduğu zaman yaşayacağı duygudur. Yemek yerkenki amaç, karın doyurmak değil, lezzet duygusuna ya da tokluk duygusuna erişmektir. Liderlerin verdikleri ya da ortaya çıkmasını sağladıkları vizyon, insanların harekete geçmesini sağlamaz. İnsanları harekete geçiren söz konusu vizyona katılma duygusudur; o vizyonu gerçekleştirme sırasında yaşanan mücadelenin duygusudur. O vizyona ulaştıktan sonra yaşanacak duygudur. Başarmanın duygusu, motive edici (harekete geçirici) olmaktan öte, baştan çıkarıcıdır. Örnekleri çoğaltmak mümkün. Basitçe özetlersek, insanı harekete geçiren (motive eden) şey, hedefler değil, duygulardır.
Rakamlar ve duygular
Rakamlar ve duygular, bir bütünün iki yarısıdır. “69” gibi duran Yin and Yang gibidir. Sayısal hedefler ve tanımlamalar, aslına bakarsanız, insan için anlamsızdır. Duygular, rakamlara anlam kazandıran renklerdir. Bir satış hedefi tek başına anlamsızdır; ancak satış hedefi başarma duygusuyla birlikte hayal edilirse anlam kazanır. İnsan doğduğu andan itibaren otuzlu yaşlarına gelinceye kadar, otuz bin kez yemek yer. Otuz bin kez yemek yemiş olmak, insan için bir anlam ifade etmez; fakat insanda duygu yaratmış tek bir yemek bile anlam ifade eder. Tek başına duygu da rakam olmadan bir şey ifade etmez. Rakamlar, gerçekliği yansıtır. Duygunun ortaya çıkabilmesi için, nicel olarak anlamda oluşum gerçekleşmesi gerekir.
Duyguların arasındaki hareket
İnsanlar, belirli bir duyguya erişmek için harekete geçerler; duygudan önce hareket gelir. Bununla birlikte hareketten önce de duygu gelir. Hareketi başlatan, daha önce yaşanmış ya da arzu edilmiş bir duygu farkındalığıdır. Örneğin, bir erkekle birlikte olmak için eyleme geçen bir kadının kafasında, eyleme geçmeden önce, mutlaka bir duygu vardır. Daha önce yaşamadığı ve yaşamak istediği bir duygu ya da daha önce yaşanmış ve tekrarlanması istenen bir duygu. Hangisi olursa olsun, fark etmez. Hareketin öncülü de duygudur, hareketin ardıcı da... Hatta, duygular, belirli bir hedefe ulaşırken de kural aynı kalmak üzere (hareket iki duygu aşamasının arasındadır, ister büyük olsun, ister küçük) alt süreçlerde de duygu ortaya çıkabilir. Örneğin, işinizle ilgili arabayla bir yere giderken, birisi sizi durdurup geciktirirse, kavga edebilirsiniz. Kavga bir eylemdir; kavganın önünde bir duygu ve kavganın sonunda bir duygu vardır.
İnsanları harekete geçirmek
Her insanı harekete geçirecek duygu farklıdır. Kimisini maçta gol atarken yaşayacağı duygu harekete geçirir; kimisini çocuğuyla oynamanın duygusu, kimisini kitlelere hitap etmenin duygusu harekete geçirir. Herkesi harekete geçiren farklıysa, soru şu: Hitap ettiğim kitleyi harekete geçirebilmek için, bu insanların ulaşmak istediği duygu nedir?
Acaba hangi duygu bu yazıyı kaleme alma eylemime neden oldu?
Melih ARAT
SINIRLAR
İNSANLAR DA ÜLKELERE BENZİYOR;
SINIRLARI VAR, YÜZÖLÇÜMLERİ...
YASALARI VAR, BAYRAKLARI, İLKELERİ...
KİMİ DAĞLIK BİR ARAZİDİR;
KİMİ KIRAÇ,
KİMİ BEREKETLİ...
KİMİ DARDIR, KİMİ ENGİN GÖZ ALABİLDİĞİNE.
KİMİNİN SINIRLARINDAN PASAPORT DENETİMİYLE GİRİLEBİLİR...
ELİNİ KOLUNU SALLAYARAK GEÇEBİLİRSİN KİMİNDEN İÇERİ...
SONUÇTA NE KÜÇÜMSE İNSANLARI DERİM,
NE DE ÖNEMSE GEREĞİNDEN ÇOK...
AMA ANLAMAYA ÇALIŞ;
NEDİR SINIRLARININ VARABİLECEĞİ SON NOKTA,
NEDİR VE NE KADAR GENİŞLEYEBİLİR YÜZÖLÇÜMLERİ?...
YAŞAMA NASIL BAKIYORSUNUZ?
Fransa’da, ağır işçilerin işleri hakkında ne düşündüklerini incelemek üzere
araştırmayı yürüten bir görevli, bir inşaat alanına gönderilir.
Görevli, ilk işçiye yaklaşır ve sorar:
“Ne yapıyorsun?", " Nesin sen, kör mü?” diye öfkeyle bağırır işçi.
“ Bu parçalanması imkansız kayaları ilkel aletlerle kırıyor ve patronun
emrettiği gibi bir araya yığıyorum. Cehennem sıcağında kan ter içinde
kalıyorum. Bu çok ağır bir iş, ölümden beter.”
Görevli hızla oradan uzaklaşır ve çekinerek ikinci işçiye yaklaşır. Aynı
soruyu sorar:
“Ne yapıyorsun?”
İşçi cevap verir: “ Kayaları mimari plana uygun şekilde
yerleştirilebilmeleri için, kullanılabilir şekle getirmeye çalışıyorum. Bu
ağır ve bazen de monoton bir iş, ama karım ve çocuklarım için para gerekli.
Sonuçta bir işim var. Daha kötü de olabilirdi.”
Biraz cesaretlenen görevli üçüncü işçiye doğru ilerler.
“ Ya sen ne yapıyorsun?” diye sorar.
“Görmüyor musun?” der işçi, kollarını gökyüzüne kaldırarak.
“ Bir katedral yapıyorum.”
...
Bu hikayenin enterasan tarafı her üç işçinin de aynı işi yapıyor
olmaları....
Görmeyi seçtiğiniz yol sizin tutumunuza bağlıdır.
Bugün hava biraz bulutlu mu yoksa biraz güneşli mi?
Güllerin dikeni mi vardır, dikenli dalların gülleri mi?
Bardağın yarısı boş mudur, yarısı dolu mu?
Yoksa bardak olması gerekenin iki katı büyüklükte midir?
Seçim size ait...
Yazar : Allen KLEİN
‘‘Sorun yaşanmayan bir işi yönetmek için hiçbir özel beceriye ihtiyaç yoktur‘‘. Bu sözler efsanevi zenginlerden Paul GETTY'e ait. Gerçek liderler kriz ve zorluk yaşanan durumlarda ortaya çıkar. Günümüzde yöneticiler ortaya çıkan sorunlarla mücadele etmek zorundadırlar. Yapılan araştırmalar ciddi boyutlarda sorun yaşayan yöneticilerin beş tür tepki verdiklerini ortaya koymuştur.
Umutsuz bir bekleyiş içinde olanlar: Bu tür yöneticiler gözleri fardan kamaşan ve olduğu yerde çivilenerek üzerine gelen arabayı seyreden geyikler gibi sorunları karşısında adeta felç olurlar. Ne yapılması veya ne yapılabileceğini kavrayamazlar. Bu nedenle felaketi önleyecek bir önlem alamadıkları gibi, sorunla başa çıkmada da yetersiz kalırlar. Neyin yanlış yapıldığını ve neden yanlış yapıldığını anlayamazlar.
Sükûnetle teslim olanlar veya panik içinde çırpınanlar: Bazı yöneticiler her aksiliği büyük bir felaket olarak yorumlar ve daha başlangıçta, her şeyin kaybedildiğine inanırlar. Önceki gruba girenler nasıl mücadele edileceğini bilmezken, bu gruba girenler ise mücadeleden korkarlar.
Makul olmayan davranışlarla aşırı tepki verenler: Bunlar kafes içinde köşeye sıkıştırıldığında mantıksızca çırpınan ve saldıran kobaylar gibi enerjilerini yanlış yöne kullanırlar. ''Kurban mantığı'' içinde oldukları için, yaptıkları kazadan ötürü ''frenleri'' suçlayan sürücülere benzerler. Böyleleri çevrelerinde suçu yıkacak birilerini ararlar, kendilerine komplo kurulduğuna veya şanslarının kötü olduğuna inanırlar.
Cesaretle mücadele eden ancak geleceğin sorunlarına hazırlıklı olmayanlar: Bazı yöneticiler krizlerle başa çıkmak konusunda uzmanlaşmışlardır. Bu yöneticiler aksilik ne kadar büyük olursa olsun çekinmeden cesaretle tehditlere karşı koyar ve sorunları çözerler.
Bu yöneticilerin temel zayıflığı, gelecekteki potansiyel sorunlara hazırlanacak öngörüye sahip olmamalarıdır. Bu tür yöneticiler, önlerindeki hendeği doldurmakta çok başarılı olsalar bile, o sırada başka taraftan aldıkları toprağın daha derin bir hendek oluşturabileceğini görecek zekâya veya deneyime sahip değillerdir.
Sorunun kaynağına inen ve karşı saldırıya geçenler: Gerçek liderler ne teslim olur, ne de aşırı tepki verirler. Bu gruba girenler, sorun ve krizlerin hayatın bir parçası olduğunu kabul eder, sükûnetlerini koruyarak durumu değerlendirir.
Yaşanan aksiliği tersine çevirmek, bazı durumlarda geri çekilmeyi de gerektirebilir. Bunun için durumun objektif değerlendirilmesi, aksiliğe yol açan nedenlerin samimiyet ve cesaretle tanımlanması ve farklı bir yol izlenmesi gerekir. Bu değerlendirme kişinin kendi hatalarını da içine aldığı için acılı bir süreçtir ve olgun bir kişiliğe ihtiyaç gösterir. İyi bir lider geri çekilmesi gereken durumda, ordusunun başındaki bir general gibi işlerini akılcı ve organize bir şekilde yapar.
Bundan sonra hücuma geçme süreci gelir. Geri çekilme teslim olmak anlamına gelmez. Geri çekilme bir lider için sadece kaynaklarını toplama ve sorunun üstesinden gelme amacını taşımaz. Bu süreç aynı zamanda güçlerini gelecekteki başarılar için organize ederek harekete geçmeyi içerir.
Bu liderlerin saldırı stratejileri pervasız değil, kararlı ve dikkatlidir. Stres insanı aptallaştırır. Bir liderin gerçek niteliklerinin kriz sırasında ortaya çıktığı unutulmamalıdır. Aşırı tepki vermek, teslim olmak kadar zayıflık işaretidir. Kontrolü ele geçirmenin yolu, bilinen askeri stratejidir. ''En iyi savunma, hücumdur''. Bunun için olumsuz duyguları kontrol etmekten başlayan bir dizi olgunluk (duygusal zekâ) niteliği gerekir.
Peter KRASS ''Liderlik Bilgeliği'' (Book of Leadership Wisdom) kitabında bir zorluğun üstesinden gelmek için atılması gereken adımları şöyle sıralıyor:
1. Durum ne olursa olsun, paniklemeyin.
2. Geçici olarak geri çekilmekten korkmayın.
3. Gerekirse bazı şeylerden vazgeçin.
4. Durumu dikkatle ve sükunetle değerlendirin.
5. Kendi hücumunuzu planlayın.
6. Hazır olduğunuza inandığınız zaman, amacınıza yönelik olarak güvenle ve coşkuyla saldırıya geçin.
7. Bu aşamada tereddüt göstermeyin. Kararlılığınız sizinle birlikte mücadele edenlere de ilham verecektir.
Prof. Dr. Acar BALTAŞ
BAMBU AĞACINI HİÇ DUYDUNUZ MU?
Çin bambu ağacını hiç duydunuz mu? Bu ağaç, sadece Çin’de yetişiyor. Peki Türkiye’de yetişemez mi? Belki iklim özellikleri olarak bazı yörelerimizde yetişebilir. Ama maalesef Çin bambu ağacı Türkiye’de yetişemez. Neden mi? Çünkü Çin bambu ağacı, sabır gerektiren bir ağaçtır. Onu yetiştirirken çok ama çok sabretmek gerekmektedir..
Toprağa bir buğday ektiğinizde veya bir nohut, fasulye ektiğinizde bunların çimlenmesi çok kısa sürer. 15 gün, 1 ay veya en geç 2 ayda filizlenip büyümeye başlarlar. Kendisi için emek verenlerin hemen yüzlerini güldürürler.
Şimdi de Çin bambu ağacına gelelim. Bunun tohumunu toprağa dikiyorlar. Sulanıyor, gübreleniyor. 3 ay geçiyor filizlenme yok Yine sulanıyor, bakımı yapılıyor. 6ay geçiyor, hala bir filizlenme yok. Yine sulanıyor, bakımı yapılıyor. 6 ay geçiyor, hala bir filizlenme yok. Bir sene geçiyor yine bir şey yok..
Bir çoğumuz bir sene geçtiği halde diktiğimiz şey filizlenmiyorsa bıkarız ve bakımından vazgeçeriz. “Demek ki bu yetişmeyecek” deriz. Ama Çinliler sabırlı insanlar. Sabırlı oldukları önce yaptıkları, çok zahmetli bir iş olan ipek üretiminden belli.
Çin bambu ağacı bir yıl, iki yıl, üç yıl, dört yıl ve nihayet beş yıl boyunca filizlenmiyor. Ama beşinci yılın sonunda o tohum topraktan başını çıkarıyor, filizleniyor. Çinliler tam beş yıl sabrediyorlar. Peki sonra ne oluyor biliyor musunuz? Altı haftada yirmi yedi metre uzuyor. Evet yanlış duymadınız. Yirmi yedi metre... Şimdi düşünelim. Bu ağaç altı haftada mı büyüdü? Yoksa beş yıl + altı haftada mı?
Okul evde başlar
Fatih KALKINÇ
FELSEFEMİZ
Değişen ve globalleşen dünyamızda değişime ayak uydurmadan yaşamak mümkün değildir. Bu değişimin kaynağı insanın iç dünyasında kendisini bulması ve niteliklerinin farkına varmasıyla mümkün olacaktır. Alexi Carel’in dediği gibi: “20. yüzyıl bilim ve teknoloji alanında gelişmelere sahne olmuştur. 21. yüzyıl ise insanın kendine yönelerek kendini keşfetmesine sebep olacaktır.” Bu sebeple asrımızda en önemli kaynağın insan kaynağı olduğu böylece anlaşılmıştır. Zira insanın niteliğini ve kalitesini arttırmadan mal ve hizmette kaliteyi arttırmak mümkün değildir.
İnsanın niteliğini ve kalitesini arttırmanın tek yolu da eğitimdir. Son yıllarda yapılan araştırmalar; dünyanın en başarılı firmalarının insan kaynakları çalışmalarına en fazla değer veren firmalar olduğunu ortaya koymuştur.
ADİNKA," Aktif Danışmanlık ve İnsan Kaynakları Ltd. Şti.", toplumda insanın niteliğini ve kalitesini artırarak potansiyel insan gücünü oluşturma amacıyla kurulan bir kuruluştu.
Adam, bir haftanın yorgunluğundan sonra, pazar sabahı kalktığında keyifle eline gazetesini aldı ve bütün gün miskinlik yapıp evde oturacağını hayal ediyordu.
Tam bunları düşünürken oğlu koşarak geldi ve parka ne zaman gideceklerini sordu.
Baba, oğluna söz vermişti; bu hafta sonu parka götürecekti onu ama hiç dışarıya çıkmak istemediğinden bir bahane uydurması gerekiyordu.
Sonra gazetenin promosyon olarak dağıttığı dünya haritası gözüne ilişti.
Önce dünya haritasını küçük parçalara ayırdı ve oğluna uzattı:
- Eğer bu haritayı düzeltebilirsen seni parka götüreceğim! dedi.
Sonra düşündü:
- Oh be, kurtuldum! En iyi coğrafya profesörünü bile getirsen bu haritayı akşama kadar düzeltemez!
Aradan on dakika geçtikten sonra oğlu babasının yanına koşarak geldi:
- Babacığım, haritayı düzelttim. Artık parka gidebiliriz! dedi.
Adam önce inanamadı ve görmek istedi. Gördüğünde de hayretler içindeydi ve oğluna bunu nasıl yaptığını sordu.
Çocuk şu ibretlik açıklamayı yaptı:
-Bana verdiğin haritanın arkasında bir insan resmi vardı. İnsanı düzeltiğim zaman dünya kendiliğinden düzelmişti!
Dostları ilə paylaş: |