ANADOLU
Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Arkeoloji Enstitüsü tarafından 1956'dan beri yayımlanmakta olan yıllık arkeoloji ve sanat tarihi dergisi.
Başlangıçta Anatolia adıyla çıkan dergi 1965'ten sonra Anadolu adını almış, içindeki makaleler Türkçe ve yabancı dillerde yayımlanmıştır. Araştırmalar yanında resimleri de kaliteli olarak basılan derginin ağırlık merkezini arkeoloji teşkil etmekle beraber ilk sayıdan itibaren zaman zaman Türk-İslâm sanatına dair araştırmalara da yer verilmiştir. Dergideki Türk ve İslâm medeniyetiyle ilgili başlıca yazılar şunlardır: “Ankara'da Arslanhane Camii Mihrabı” 312 “Osmanlı Sarayı'nda Tebrizli Sanatkârlar ile Topkapı Sarayı Arşivi'nde XVI. ve XVII. Yüzyıl Osmanlı Mimarisine Dair Belgeler” 313 “Tycho Brahe Sistemi Hakkında Farsça Bir Yazmaya Dair” 314; “Sivrihisar Ulu Camii”, 315 “Akşehir Ulu Camii” 316 ; “Erken Devir Anadolu-Türk Mimarisinde Türbe Biçimleri” 317“Anadolu Selçukluları'nda Av Sahneleri” 318 ; “Anadolu Selçuklu Mimarisinde Antik Devir Malzemesi” 319; “Ani'de İki Selçuklu Hamamı” 320 ; "Anadolu Selçuklu Mimarisinde Arslan Figürü” 321 ; “Birgi Güdük Minare Camii” 322 ; “Yelmaniye Medresesi” 323 ; “Güney-Doğu Anadolu Köprüleri”, “Mikdat Dede Türbesi” 324 ; “İzmir Civarında Unutulmuş Bir Yapı Grubu: Cüneyt Bey Külliyesi” 325; “Sivrihisar Yöresi Araştırmaları” 326 “Selçuklu Palmet Motiflerinin Tipolojisi” 327 ; “İznik Çini Fırınlarını Kurtarma Kazısı” 328 ; “İsveç Kraliyet Kütüphanesi'nde Bulunan İbrahim Müteferrika nın Bastığı Eserlerin Latince Katalogu” 329 Dergi uzun bir aradan sonra “Ord. Prof. Dr. Ekrem Akurgal İçin Armağan” sayısıyla yeniden yayımlanmıştır. 1978-1980 yıllarına ait 21. sayı ancak 1987'de basılmıştır. Armağan sayısının II. cildi olan 1981-1983 yıllarına ait 22. sayı ise 1989'da çıkmıştır. Ancak her iki sayıda da Türk ve İslâm medeniyetiyle ilgili herhangi bir yazı yoktur.
Anadolu adını taşıyan bir derginin Anadolu'daki çeşitli devir eserlerine dair araştırma ve makalelere yer vermesi tabii ise de dergide bilhassa Türk devrini ilgilendiren çalışmaların pek az olduğu dikkati çekmektedir. Ayrıca Türk sanatıyla ilgili yazılardan hiçbiri Osmanlı devri Türk sanatına temas etmemektedir. İlk yıllarda düzenli olarak çıkan yıllık sonraları aksamış, birkaç yılda ancak bir sayı yayımlanır olmuştur. 330
ANADOLU AĞASI
Osmanlılar'da Acemi Ocağı'nın daha çok devşirme işleriyle ilgilenen yüksek rütbeli zabitlerinden birinin unvanı
Bk. Devşirme.
ANADOLU-BAĞDAT DEMİRYOLU
Bk. Bağdat Demiryolu.
ANADOLU BEYLİKLERİ
XIII. yüzyıldan itibaren Anadolu'nun çeşidi bölgelerinde kurulmuş olan Türk beyliklerine verilen genel ad.
Tarih
Anadolu Selçuklu Devletinde Sultan I. Alâeddin Keykubad'ın ölümünden (1237) sonra, veliahdı olan ortanca oğlu İzzeddin Kılıcarslan ile büyük oğlu Gıyâseddin Keyhusrev arasında uzun süren amansız bir mücadele başladı. Bu mücadele sırasında Sâdeddin Köpek gibi bir diktatörün birçok değerli ve tecrübeli emîri ortadan kaldırması devlet için büyük kayıp olmuştur. Bu olayların yanı sıra. zayıf ve kabiliyetsiz bir hükümdar olan II. Gıyâseddin Keyhusrev'in genç ve tecrübesiz kişilerle iş birliği yapması, devletin idarî mekanizmasının zayıflamasına yol açtı. Nitekim devletin bu zayıf durumu, çok büyük bir Türkmen kitlesinin yer aldığı Babaîler İsyanına sebep oldu. Öte yandan Selçuklu Devleti'nin durumunu yakından takip eden Moğollar da bu karışıklıklardan faydalanmak için harekete geçtiler. Nihayet 1243 yılında Kösedağ'da Moğollar karşısında uğradığı yenilginin ardından Anadolu Selçuklu Devleti hızlı bir çöküş devresine girdi ve İlhanlılar'a tâbi oldu. Bundan sonra Anadolu'da hâkimiyet Moğollar'ın eline geçti. Malî kaynakların azlığı, suistimaller ve iktisadî çöküntü yüzünden perişan bir durumda bulunan Anadolu'da Selçuklu Devleti tekrar eski ve kudretli haline gelemedi.
XIII. yüzyıl sonlarına doğru Anadolu'da Moğol baskısı zayıflamış ve bu durumdan faydalanan Türkmen beyleri yavaş yavaş Selçuklular'la ilişkilerini keserek bağımsızlıklarını ilân etmişlerdi. Anadolu Selçukluları’nın hakimiyetindeki topraklarda kurulmuş olan bu beyliklere Anadolu beylikleri (tavâif-i mülûk) denilir. Bunların çoğu Bizans İmparatorluğu'na yakın uçlarda ve kıyı bölgelerinde teşekkül etmişti. Selçuklu-Moğol idaresinin daha kuvvetli bir şekilde göründüğü Orta Anadolu'da kurulan beylik sayısı ise çok azdı.
Anadolu'da kurulan bu beyliklerin en güçlüsü, merkezi Ermenek olan Karamanoğulları Beyliği'dir.331 Başlangıçta sûff çevreleriyle yakın ilişkileri olduğu anlaşılan bu beylik, birçok defa Selçuklu-Moğol idaresiyle mücadele etti. Nihayet bu aileden Mehmed Bey. beraberinde Cimri lakabıyla meşhur Selçuklu şehzadesi Alâeddin Siyavuş olduğu halde Konya'ya girdi. 332 Mehmed Bey, beylik sınırlan içinde Türkçe'den başka dil kullanılmamasını emretti. Bu hareket Anadolu'da Türkmenler'in millî şuurlarının çok güçlü olduğunu göstermesi bakımından ilgi çekicidir. Karamanoğulları Anadolu'da üstünlüğü ele geçirmek için Osmanlılar'la da savaştılar. Zaman zaman Osmanlılar'a karşı Venedik, Papalık ve Akkoyunlular'la ittifaklar yaptılar; ancak Osmanlı-Karamanoğulları mücadelesi Osmanlılar'ın galibiyetiyle sonuçlandı.
Moğol istilâsı önünden kaçan Türkmenler'in Batı Anadolu'da Lâdik 333 Honaz ve Dalaman bölgesinde kurduğu siyasî teşekkül Lâdik veya İnançoğulları Beyliği 334 adını taşıyordu. Bu bölgeye gelenlerin başında bulunanlardan Mehmed Bey, Sultan II. İzzeddin Keykâvus'a karşı ayaklanmış ve adı geçen beyliği kurmuştu.
Karahisar 335 Kütahya, Sandıklı, Akşehir ve Beyşehir'i içine alan uç bölgesinde, Selçuklu veziri Sâhib Ata Fahreddin Ali'nin oğulları ve torunları tarafından kurulmuş olan küçük beylik ise Sâhib Ataoğulları adını taşıyordu. 336
Anadolu'nun batısında Milas, Muğla ve çevresinde kurulmuş olan diğer bir Türk beyliği de Menteşeoğullan idi 337 Bu beyliği, o yöreye deniz yoluyla gelen ve içeri doğru girerek sahil ile Denizli arasındaki bölgeye yerleşen Türkmenler kurmuştu. Adı geçen bölge, Anadolu Selçuklu hükümdarları tarafından beyliğin kurucusu Menteşe Bey'in atalarına iktâ edilmişti. Menteşeoğullan donanmalarıyla Ege ve Akdeniz'de Haçlı gemilerine karşı sürekli harekâtta bulunmuşlar, Rodos'u fethetmeye çalışmışlar, bu yüzden zaman zaman Venedikliler ve Kıbrıs Krallığı tarafından tehdit edilmişlerdir. Menteşe beyleri 1402'den sonra Osmanlı şehzadeleri arasındaki taht mücadelelerine de karışmışlardır.
Batı Anadolu'daki beyliklerden biri de Karesioğulları'dır. Anadolu Selçukluları Dânişmendliler'i ortadan kaldırınca Dânişmendli ailesine mensup olan bazı beyler Bizans sınırlarında uç beyi olarak görev almışlardı. Bu aileden Kalem Bey ile oğlu Karesi Bey Bizans şehirlerini zapta girişmişler ve merkezi Balıkesir olmak üzere Karesi Beyliği'ni 338 kurmuşlardı. Karesioğulları zaman zaman Trakya'ya da asker çıkarmışlardır.
Germiyanoğulları Kütahya ve çevresinde hüküm sürmüş bir Türk beyliğidir. XIII. yüzyılın ilk yarısında Malatya taraflarında bulunan Germiyan aşireti, muhtemelen Moğollar'ın baskısı yüzünden, 1262-1263 yıllannda batıya göç etmiştir. Germiyanoğulları Beyliği'ni 339 Kerimüddin Alişîr'in oğlu I. Yâkub Bey kurmuştur. Onun idaresindeki Germiyanoğullan Anadolu beyliklerinin en kuvvetlilerinden biri olmuş ve en parlak devrini XIV. yüzyılda yaşamıştır.
Eşrefoğulları. XIII. yüzyılın ikinci yarısında Beyşehir ve Seydişehir taraflarında kurulmuş bir Türk beyliğidir. Kurucusu Eşrefoğlu Süleyman Bey, Anadolu Selçukluları'nın uç beylerindendi. Yerine geçen oğlu Mübârizüddin Mehmed Bey topraklarını kuzeye doğru genişleterek Akşehir ve Bolvadin taraflarına hâkim olmuşsa da uçlarda bağımsızlıklarını korumaya çalışan beyliklere karşı harekete geçen Moğol Valisi Timurtaş, Eşrefoğulları'na son vermiştir. 340
Saruhanoğulları 341 merkezi Manisa olmak üzere Batı Anadolu'da kurulmuş bir Türk beyliğidir. Beyliğin kurucusu Saruhan Bey'in, Hârizmtiler'in kumandanı iken Anadolu Selçuklularımın hizmetine giren Saruhan ismindeki bir emîrin torunu olduğu söylenmektedir. Hazırladıkları donanma ile Ege denizinde faaliyet gösteren, hatta Balkanlar'a seferler yapan Saruhanoğulları zaman zaman Osmaniılar'a karşı Bizans ile anlaşmışlarsa da sonunda Osmanlılar tarafından ortadan kaldırılmışlardır.
Batı Anadolu'da kurulan güçlü beyliklerden biri de Aydınoğulları Beyliği'dir. 342 Bu beylik. Ege denizi ve Mora sahillerine yaptığı deniz seferleriyle büyük basan elde etmiştir. Umur Bey zamanı Aydınoğulları için her yönden önemli gelişmelerin görüldüğü parlak bir dönem olmuştur. Umur Bey'den sonra beylik çökmeye yüz tutmuştur. Ankara Savaşı'ndan 343 sonraki devrede Cüneyd Bey Aydınoğullan'nı güçlendirmeye çalışmışsa da Osmanlılar bu beyliğe son vermişlerdir.
Anadolu'nun güney sahillerinde ise Alâiye Beyliği 344 bulunmaktaydı. Alâiye 345 şehri Anadolu Selçukluları'nın son yıllarında Karamanoğulları’nın eline geçmiş, 346 bundan sonra şehir ve yöresine Karamanoğulları'na bağlı beyler hâkim olmuştur. Siyasî bakımdan fazla bir önemi olmayan Alâiye Beyliği daha sonra Memlükler'in hâkimiyeti altına girmiştir. Ticarî önemi sebebiyle Alâiye şehri zaman zaman Kıbrıs Krallığı'nın hücumuna da uğramıştır.
İsparta, Eğridir ve yöresinde bulunan Türkmenler'in reisi Feleküddin Dündar Bey, Hamîdoğulları Beyliği'ni (yaklaşık 1301-1423) kurmuştur. Daha sonra İlhan-lılar'ın Anadolu valisi Timurtaş Hamîdoğullan'nın topraklarına sahip olmuşsa da onun Mısır'a kaçmasıyla beylik tekrar canlanmış ve Eşrefoğulları'nın arazisinin bir kısmını ele geçirerek oldukça güçlenmiştir. Fakat daha sonra Hamîdoğulları'nın Eğridir şubesinin toprakları Osmanlılar'la Karamanlılar arasında paylaşılmıştır. Dündar Bey Antalya'yı zaptettikten sonra şehri kardeşi Yûnus Bey'e bırakmış, bu suretle Hamîdoğullarfnın Antalya şubesi 347 ortaya çıkmıştır. Tekeoğulları, Antalya'yı ele geçirmek isteyen, hatta bir ara bu şehre sahip olan Kıbrıs Krallığı'na karşı başarıyla mücadele etmişlerdir.
Dulkadıroğullan Beyliği 348 ise Maraş ve Elbistan yöresinde faaliyet göstermiştir. Güney Anadolu'daki başka bir beylik de Adana bölgesinde hüküm süren Ramazanoğulları Beyliği'dir. 349 Her iki beylik siyasî bakımdan önce Memlükler, sonra da Osmanlı Devleti'ne bağlı olarak hüküm sürmüşlerdir. Bu iki beylik de Osmanlılar tarafından yıkılmıştır.
Eretnaoğulları Beyliği 350 Orta Anadolu'da faaliyet göstermiştir. Beyliğin kurucusu Eretna. Uygur Türkleri'ndendi. Eretna'nın oğlu Mehmed Bey devrinde beylik idaresinde emîrler rol oynamaya başlamıştı. Nitekim bu beyliğin ileri gelenlerinden Kadı Burhâneddin, Eretna Beyliği'ne son vererek kendi devletini kurmuştur. 351 O, hükümdarlığı süresince çevresinde bulunan Candaroğulları, Karamanoğulları, Tâceddinoğutları ve Osmanlılar'la mücadele etmiştir. Kadı Burhâneddin Devleti, kurucusunun ölümünden sonra hızla çökmüştür.
Kuzey Anadolu'da Karadeniz bölgesinde görülen ilk beylik Çobanoğullan Beyliği'dir. 352Beylik, Kastamonu'da uç beyi olarak bulunan. Oğuzlar'm Kayı boyuna mensup Hüsâmeddin Çoban tarafından kurulmuştur. Bu beylik daha sonra yerini Candaroğulları'na 353 bırakmıştır. Candaroğulları Beyliği aynı zamanda hanedana mensup bir kişiye nisbetle İsfendiyaroğulları adıyla da bilinir.
Karadeniz bölgesinde hüküm süren bir başka beylik de Pervâneoğulları'dır. 354 Pervane Muînüddin Süleyman'ın öldürülmesinden sonra oğlu Mehmed Sinop'ta Pervaneoğulları adıyla bağımsız bir beylik kurmuştur. Bu beylik daha sonra Bafra ve Samsun'u ele geçirmiş, ayrıca Kırım sahillerine seferler yapmış ve Karadeniz'de Cenevizliler'le savaşmıştır.
Tâceddinoğulları da 355 Karadeniz kıyısında bugünkü Bafra ile Ordu arasında, güney sınırı Niksar'a kadar uzanan saha üzerinde kurulmuş bir Türk beyliğidir.
İlhanlıların Anadolu valisi Çoban ve oğlu Timurtaş Anadolu'yu tamamen Moğol idaresi altına sokmak maksadıyla bu beylikleri ortadan kaldırmak istemiş ve kısmen başarılı olmuşlardır. Emîr Çoban'ın 1327'de İlhanlı Hükümdarı Ebû Saîd Bahadır Han tarafından öldürülmesi sonucu Timurtaş. kurtuluşu Memlükler'e sığınmakta bulmuştu. Beylikler için asıl tehlike, Osmanlı Devleti'nin gelişmesi ve Anadolu'nun siyasî birliğini sağlamak için harekete geçmesiyle ortaya çıkmıştır. Özellikle Yıldırım Bayezid zamanında 356 Karaman. Germiyan, Hamîd, Menteşe. Aydın. Saruhan ve Candaroğullan beylikleri ortadan kaldırılmıştır. Timur'un Ankara Savaşı'nda Yıldırım Bayezid'i mağlûp etmesi bu beyliklerin tekrar canlanmasına sebep olmuşsa da Osmanlı Devleti'nin hızla eski kuvvetini kazanması Anadolu'daki beyliklere hayat hakkı tanımamıştır. Sonunda Osmanlılar bu beylikleri ortadan kaldırarak Anadolu'da siyasî birliği yeniden sağlamayı başarmışlardır. 357
Bibliyografya
1- Uzunçarşılı, Anadolu Beylikleri.
2- M. Fuad Köprülü, Osmanlı Devleti'nin Kuruluşu, Ankara 1959. s. 35-39.
3- Cl. Cahen. Osmanlılar'dan Önce Anadolu'da Türkler (trc. Yıldız Moran), İstanbul 1976, s. 296-306.
4- Yaşar Yücel, Çobanoğullan Candaroğulları Beylikleri, Ankara 1980, s. 1-8.
5- Bosworth, İslâm Devletleri Tarihi, s. 269-328.
6- Erdoğan Mercii, Müslüman-Türk Devletleri Tarihi, İstanbul 1985, s. 235-321.
7- N. Kaymaz, “Anadolu Selçuklu Devleti'nin İnhitatında İdare Mekanizmasının Rolü”, TAD, 11-2-3 (1966), s. 91-155.
8- 111-4-5 (1967), s. 23-61.
9- B. Flemming, "Türkler - Anadolu Beylikleri", İA, XH-2, s. 280-286.
Teşkilât ve Kültür
Anadolu beyliklerinin ilk teşkilâtları aşiret geleneğine dayanıyordu. Anadolu Selçukluları döneminde sınırlara yerleştirilen Türkmen aşiretleri, savaş zamanlarında reislerinin kumandası altında sefere giderler ve savaştan sonra da hükümdar tarafından aşiret beyine iktâ edilmiş olan yerlerine dönerlerdi. Anadolu Selçuklu sultanları, çeşitli zamanlarda Anadolu'ya gelmiş olan Türkmen aşiretlerinin büyük bir kısmını Bizans İmparatorluğu ve Kilikya Ermeni Krallığı ile olan sınırlara yerleştirmişler, buradaki araziyi aşiret beylerine iktâ olarak vermişlerdi. Bu Türkmen beyleri daha sonra bağımsızlıklarını kazanmaya başlayınca Selçuklu teşkilâtını taklit ederek daha küçük çapta memuriyetlerle saray ve teşrifat usulleri koymuşlardır.
Anadolu beyliklerinde devlet, daha önceki Türk devletlerinde olduğu gibi hükümdar ailesinin malı sayılıyordu. Ailenin en yaşlısına veya aile tarafından seçilmiş olan en nüfuzlusuna “ulu beg” denir, bu unvan halk ve aşiret arasında da kullanılırdı. Teşrifat, ferman, sikke, hutbe ve kitabelerde daha çok “emîr-i azam” veya “sultân-ı a'zam” tabirleri tercih edilirdi. “Ulu beg” hükümet merkezinde oturur, vilâyetlere ise çocuklarını ve kardeşlerini gönderirdi.
Anadolu beyliklerinde merkezde devlet işlerini yürütmek için bir divan teşkilâtı kurulmuştu. Divanın reisine genellikle “vezir” veya “sâhib-i a'zam” denirdi. Devletin malî işleri ise Dîvân-ı İstîfâ denilen ayrı bir divan tarafından yürütülürdü. Hükümdarın emir ve fermanlarını yazmak için İnşâ Divanı ile malî ve askerî işlere bakan ayrı makamlar bulunurdu. Vilâyetlerde şehzade yahut beylerin maiyetinde de merkezdeki nin aynı. fakat daha küçük çapta divanlar vardı. Buraları yönetmek ve böylece devlet idaresinde tecrübe sahibi olmak için şehzadeler görevlendirilirdi. Şehzade küçük olduğu takdirde onun yanına hükümdarın güvendiği beylerden biri atabeg veya lala olarak verilirdi. Vilâyetlerde Dîvân-ı İstîfâ'nın reisi müstevfiye bağlı tahsil memurları bulunur ve bunlar topladıkları parayı verilen emre göre gereken yerlere sarfeder veya merkezdeki divana gönderirlerdi. Kadılar şer'î işlere bakarlar ve şahıslar arasındaki hukukî meseleleri hallederlerdi. Subaşılar ise vilâyetin bütün askerî ve güvenlik işlerinden sorumlu idiler.
Anadolu beylikleri saray teşkilâtı. Anadolu Selçuklu Devleti'nin saray teşkilâtından alınmıştır. Sarayda hâcib, mîrâhur. çaşnigîr, candar, şarabdar, rikâbdar, musâhib gibi görevliler bulunuyordu. Bağımsız beyliklerde sikke “ulu beg” adına basılır, hutbe de onun adına okunurdu.
Anadolu beyliklerinde ordu, hükümdarın atlı ve yayalardan meydana gelen hassa birlikleriyle beylerin timarlı sipahileri ve çerik denilen aşiret süvarilerinden oluşuyordu. Savaş zamanlarında bu orduya “gönüllü” denilen birtakım yardımcı kuvvetler de katılırdı. “Ümerâ” adı verilen maiyet beyleri derecelerine göre kendilerine verilen timar nisbetinde asker beslemekle mükellef idiler. Tımar sahibi ölünce tımarı çocuklarına geçerdi. Uç beylerine bağlı serhat süvarileri de önemli timarlara sahipti. Savaş zamanında ordu merkez, sağ ve sol olarak üç kola ayrılır, ordunun önünde “çarhacı” veya “talîa” denilen öncü kuvvetleri, arkasında ise ihtiyat kuvvetleri bulunurdu. Merkezdeki kuvvetlere hükümdar, kollara da şehzadeler kumanda ederdi. Bu kuvvetlerin dışında anîlerin de mükemmel silâhlı askerî teşkilâtlan olduğu bilinmektedir. Ancak bunlar daha çok mahallî inzibat kuvveti olarak görev yapmaktaydılar. Silâh olarak ok, yay, kılıç, kalkan, kargı, hançer, zırh. çomak, balta, mancınık ve arrâde kullanılıyordu. Ayrıca birliklerin davul, kös, zurna, nakkare, zil ve borulardan meydana gelen mehterleri vardı. Denizle bağlantısı olan beyliklerde ise küçük çapta donanmanın bulunduğu anlaşılmaktadır.
Anadolu beyliklerinde, aralarında meydana gelen askerî mücadelelere rağmen, XIV ve XV. yüzyıllarda ilim ve fikir hayatı ile iktisadî gelişme parlak bir şekilde devam etmiş, belli başlı Anadolu şehirleri birer ilim merkezi haline gelmişti. Çeşitli ilim adamlarını bir araya toplayarak onları ihsan ve iltifatlarıyla teşvik eden Anadolu hükümdarları, diğer yandan onların talebe yetiştirmeleri için medrese, kütüphane, İmaret ve misafirhaneler kurmaya büyük önem vermişlerdi. Hükümdarların bu yakın ilgi ve teşvikleri sayesinde tıp, astronomi, riyaziye, edebiyat, tarih, tasavvuf alanında ve ayrıca dinî sahalarda birçok kıymetli eser kaleme alınmıştır.
Anadolu Selçukluları zamanında Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî ile parlak bir döneme giren tasavvuf cereyanı, Beylikler devrinde de aynı gelişmeyi göstermiş ve Anadolu'nun manevî hayatında büyük ölçüde etkili olmuştur. Gülşehirli Şeyh Ahmed'in 1317'de kaleme aldığı Feleknâme, Ahî Evran'ın menkıbelerine dair Kerâmât-ı Ahî Evran, Âşık Paşa'nın Mevlânâ ile oğlu Sultan Veled'den ilham alarak yazdığı Garibnâme, oğlu Ulu Arif Çelebi ile birlikte Anadolu'da Mevlevîliğin yayılmasında büyük gayret gösteren Bahâeddin Sultan Veled'in Velednâme, İbtidânâme ve İntihânâme adlı eserleri, Ahmed Eflâki’nin Menâkıbü'l-eârifîn’, günümüzde de zevkle okunan Yûnus Emre'nin şiirleri ve Risâletü'n-nushiyye'si tasavvuf sahasında yazılan ve çok rağbet gören başlıca eserlerdir. Ayrıca Kastamonu Beyi Muzafferüddin Yavlak Arslan, Sivas hükümdarları Eretna ile Kadı Burhâneddin Ahmed, Amasya Beyi Hacı Şadgeldi Paşa, Aydınoğlu îsâ Bey ve Saruhanoğlu İshak Bey bizzat ilim ve edebiyatla meşgul olmuş ve eserler yazmışlardır.
Anadolu beyliklerinde toprak idaresi Selçuklular'da olduğu gibi iktâ (timar), mülk ve vakıf gibi kısımlara ayrılmıştır. Şehir ve kasabalarda her sanat erbabının kendilerine mahsus teşkilâtları vardı. Bu teşkilât, hem mensuplarının haklarını korur hem de üretilen malın kalitesini kontrol ederdi. Şehir ve kasaba halkı şer'î ve örfî vergilerini, kime veya nereye tahsis edilmişse ona verirdi. Köylerde yaşayan halk ise kendilerine verilen ve aslında devlete ait olan toprağı işlemekle mükellefti. Toprağı işlediği müddetçe toprak kendisinde kalır, oğul ve torunlarına intikal ederdi. Reâyâ iktâ, vakıf ve malikâne reayası olmak üzere başlıca üç kısma ayrılmıştı. Köylü kimin reayası ise arazisini kullanma iznini ondan alır ve vergisini ona öderdi. Bazı köyler derbend beklemek, madenlerde çalışmak, av kuşları yetiştirmek gibi hizmetler karşılığında bir kısım vergilerden muaf tutulurdu. İlim ve din adamları ise her türlü vergiden muaftı.
Anadolu beyliklerinin hepsi sanayi, ziraat ve ticarete büyük önem vermişti. Anadolu Selçukluları zamanında ülkeyi doğu-batı, kuzey-güney istikametinde kateden yollar üzerinde bulunan kervansaraylar, Beylikler devrinde de varlıklarını devam ettirmiştir. Sanat ve ticaret hayatında Anadolu'nun her tarafında ahilerin esnaf teşkilâtlarına rastlanıyordu. Her sanatın kendine mahsus bir teşkilâtı vardı. Bu durum, bütün sanatların Anadolu'da revaçta olduğunu ve dışardan pek az miktarda eşya ithal edildiğini, buna karşılık dışarıya mamul ve ham madde olarak bol miktarda mat ihraç edildiğini göstermektedir. İktisadî hayatın temelini ziraat teşkil ediyordu. Beyliklerin iklim şartlarına bağlı olarak çeşitli bölgelerinde hububat, her çeşit meyve, pamuk, ipek yetiştiriliyor ve hayvancılık yapılıyordu. Elde edilen mahsulün büyük bir kısmı iç tüketimi karşılıyor, fazlası ise komşulara ve Avrupa ülkelerine ihraç ediliyordu.
Beylikler zamanında başlıca ticaret merkezleri, Karadeniz sahilinde Trabzon, Samsun ve Sinop; Ege denizi sahilinde Foça, İzmir ve Ayasuluk (Selçuk); Akdeniz sahilinde Antalya ve Alâiye; İç Anadolu'da ise Sivas, Kayseri ve Konya idi. Bunlardan Sivas Anadolu'nun en büyük ticaret merkeziydi. İran, Irak, Suriye ve Mısırdan gelen müslüman tüccarlarla Ceneviz ve Venedik tüccarları büyük kafileler halinde buraya gelir, mal alıp satarlardı. Sivas'tan dört yana giden ticaret yollan üzerinde de küçük ticaret merkezleri bulunuyordu.
İhraç mallarının başında her çeşit kumaş, halı, kilim, ipek ve pamuk gelirdi. Germiyan. Denizli ve Alaşehir'de dokunan kumaşlar dış pazarlarda rahatlıkla alıcı buluyordu. Diyarbekir, Siirt, Alaşehir ve Balıkesir yöresinde üretilen ipek ve ipekli kumaşlar, İstanbul ve Avrupa pazarlarına sevkediliyor ve buralarda emsalleriyle rahatlıkla rekabet edebiliyordu. Anadolu'da dokunan halı ve kilim, dayanıklılığı ve zarafeti ile Avrupa'da “deniz aşırı halıları” diye şöhret yapmıştı. Meşhur seyyah İbn Battûta, Anadolu'da dokunan halı ve kilimlerin Suriye, Mısır, Irak, Hindistan ve hatta Çin'e kadar gönderildiğini yazmaktadır. İhraç malları arasında pamuk birinci sırayı alıyordu. Pamuk, Avrupa pazarlarında Mısır, Suriye ve Kıbrıs pamuğuyla rekabet ediyor ve kolaylıkla alıcı buluyordu. Kütahya, Ulukışla. Amasya ve Bayburt çevresinde çıkarılan gümüş madeni ile Foça, Şarkîkarahisar, Ulubat ve Kütahya'da elde edilen şap madenleri de bol miktarda ihraç ediliyordu. Bunların yanında Germiyan atları, çeşitli av kuşları, koyun ve keçi de önemli miktarda gelir getiriyordu. Bütün bunlar, Anadolu'da halkın Beylikler devrinde refah içinde yaşadığını ortaya koymaktadır.
Anadolu beylikleri zamanında gerek mimari gerekse oymacılık, alçı tezyinatı ve nakış sanatlarında oldukça güzel eserler verilmiş, bunların bir kısmı günümüze kadar gelmiştir. Beylikler içinde mimari ve oymacılık alanında en ileri seviyede olanlar Karamanoğullan ve Eşrefoğulları'dır. Karaman'daki Hatuniye Medresesi, Emîr Mûsâ Kümbeti. İbrahim Bey İmareti ve Çeşmesi, Konya'da Hasbey Dârülhuffâzı ile Beyşehir'de Eşrefoğullan'na ait cami ve medreseler bunun güzel örnekleridir. Aydınoğulları'ndan İsâ Bey'in Selçuk'taki muazzam camiinin kapı ve pencere süslemeleri ile Menteşeoğlu İlyas Bey'in Milas ve Balat'taki mermerden yapıları ve süsleri bu beyliklerin mimari gücünü aksettirmektedir.
Tahta ve taş oymacılığında Karaman, Eşref, Aydın ve Menteşeoğullan çok ileri durumda idi. Aksaray'daki İbrahim Bey Çamii'nin minberi, Ürgüp'ün Damsa köyündeki Taşkın Baba Çamii'nin mihrabı, Birgi'deki Aydınoğlu Mehmed Bey Çamii'nin, Kastamonu'da İbn Neccâr 358 Camii'nin yine ağaç oyma mihrabı bu sanatın en güzel örneklerini teşkil etmektedir. Çinicilikte de yine Karaman ve Eşrefoğulları birinci sırada idi. Karaman'da İbrahim Bey İmaret ve Mescidi'nin mihrabı. Beyşehir'de Eşrefoğlu Çamii'nin çinileri çok değerlidir. Anadolu beyliklerinde alçı, nakış ve oymacılık sanatları da gelişmiş durumda idi. Özellikle Karaman ve Kastamonu'da bu sanatların en güzel örnekleri bulunmaktadır. 359
Bibliyografya
1- Halil Edhem (Eldem), Düvei-i İsiâmiyye, İstanbul 1297;
2- Uzunçarşılı, Anadolu Beylikleri;
3- Himmet Akın, Aydınoğulları Tarihi Hakkında Bir Araştırma, İstanbul 1946;
4- P, Wittek, Menteşe Beyliği (trc. Orhan Saik Gökyay), Ankara 1964;
5- Metin Sözen. Anadolu Medreseleri, İstanbul 1970;
6- Yaşar Yücel. Kadı Burhaneddin Ahmed ve Devletî (1344-1398), Ankara 1970;
7- Yaşar Yücel. Çobanoğulları Candaroğullan Beylikleri, Ankara 1980;
8- Osman Turan. Selçuklular Zamanında Türkiye Tarihi, İstanbul 1971;
9- Oktay Aslanapa, Türk Sanatı, İstanbul 1973, II. c;
10- Mustafa Çetin Varlık. Germiyanoğulları Tarihi (1300-1429), Ankara 1974;
11- Cl. Cahen. Osmanlılar'dan Önce Anadolu'da Türkler (trc. Yıldız Moran). İstanbul 1976, s. 296 vd;
12- Bosworth, İslâm Devletleri Tarihi, s. 269-328;
13- Sahabettin Tekindağ, “Teke-eli ve Tekeoğulları”, TED, sy. 7-8 (1977), s. 55-70;
14- Sahabettin Tekindağ, “Karamanlılar”, İA, VI, 316-330;
15- Faruk Sümer. “Ramazanoğulları”, İA, IX, 612-620.
Sanat
Anadolu Beylikler devrinin sanatı, Anadolu Selçukluları ile Osmanlı sanat devreleri arasında bir ölçüde kısa süren, temel üslûp özellikleri bakımından farklı gelişmeler gösteren, anlaşılması güç bir dönemdir. Yakın zamana kadar bazı araştırmacılar bu devreyi sanat bakımından kişiliksiz veya üslupsuz olarak nitelendirmişlerdir. Başlangıç ve sonrasında Anadolu Türk sanatının iki önemli safhasına bağlanan, bir anlamda Selçuklu sanatından Osmanlı sanatına geçişi sağlayan bu devre siyasî ve sosyal tarihin çalkantılı fakat zengin izlerini de taşımaktadır. Anadolu'nun farklı bölgelerinde değişik gelişme çizgilerine sahip bu mimari her bir beylikte ayrı özellikler göstermiş, ancak sonunda Osmanlı sanatının esaslarını hazırlayan gelişmeleri meydana getirmiştir. Bu devrede Anadolu'nun parçalı siyasî görünüşüne rağmen inşaat faaliyeti büyük bir hızla devam etmiş. Karamanoğullarında olduğu gibi bazı bölgelerde Selçuklu geleneği sürerken Saruhanoğullan ve Osmanlı beyliklerinde görüldüğü üzere de yeni arayışlar, denemeler ve uygulamalar ortaya çıkmıştır. Bu gelişmeleri tesbit eden son araştırmalar. Beylikler döneminin mimari ve küçük sanatlar bakımından çok canlı bir iç yapıya sahip olduğunu açıkça göstermiştir.
Anadolu'daki yönetimin çok başlı olması sebebiyle Beylikler devri sanatı için kesin bir başlangıç tarihi vermek pek mümkün değildir. Klasik ölçü ve esaslarına ulaşmak üzereyken Moğol istilâsı sonucu önemli derecede çöküntüye uğrayan Selçuklu mimarisi, plan şemaları ve süsleme unsurları ile belirli gelenekleri bir kısım beyliklere devretmiştir. Selçuklu kültürünün çözülmesiyle birlikte değişen siyasî ve ticarî konumlan sebebiyle bazı şehirler önemini kaybederken diğer bazıları yeni kurulan beyliklerin hâkimiyet alanlarında parlak gelişmelere sahne olmuştur. Meselâ Erzurum, Sivas ve Kayseri eski önemini kaybederken Adana, Konya, Manisa, Bilecik ve İznik gibi daha batıdaki şehirlerin gelişimi hızlanmıştır.
Mimari üslûplardaki farklılıklar cami tiplerinde çok barizdir. Çok sayıda ve yaklaşık eş büyüklükteki birimlerle belirlenen bölümlü cami tipi, Selçuklular'da görülen ve hatta Osmanlılar'da da devam eden bir örnektir. Bu çok destekli cami geleneği Beylikler devrinde de denenmiştir. Beyşehir'deki Eşrefoğlu Camii 360 pek çok bakımdan Selçuklu geleneğini devam ettiren bir eserdir. Yapının planında mihrap duvarına dik olmak üzere altı sıra ahşap destek dizisi ile ana mekân yedi nefe bölünmüştür. Orta nef daha geniş ve biraz da yüksek tutularak bu kesimin önemi belirtilmiştir. Mihrap önü kubbesi bu nefte bulunan önemli bir unsurdur. Dışta piramit şeklinde bir külahla örtülen kubbe mihrap yönünde duvara, diğer yönlerde ise üç sivri kemere oturtulmuştur. Kubbenin iç yüzeyi Selçuklu geleneğine uygun olarak sırlı tuğla ve çinilerle bezenmiştir. Geçişler yelpaze şeklindeki üçgenlerle sağlanır. Taçkapı muhteşem bir cephe düzeninin ortasında olup 1297 tarihli kitâbesiyle dikkati çeker. Buradan girilince sivri kemerli bir geçitle âdeta İkinci bir taçkapı daha belirir ki orta nefe açılan bu kemer tamamen sırlı tuğla ve çinilerle kaplı olup burada yer alan çini kitabe 1299 tarihini vermektedir. Büyük ölçülü mihrap firuze, mor ve lâcivert çinilerle Selçuklu geleneğine bağlıdır. Bütün bunlardan başka yapıyı önemli kılan husus ahşap işçiliğindeki zenginliktir. Çatıyı destekleyen kırk sekiz adet ahşap destek mukarnaslı başlıkları, tavan kirişleri ve konsollardaki çok renkli nakışları ile günümüze kadar gelebilen nâdir örnekleri sergiler. Ceviz ağacından yapılmış muhteşem minber, Eşrefoğlu Süleyman Bey'in adı ile eserin ustası İshak'ın adını veren kitabeleri bakımından da ayrıca önem taşır. Bu yapıda görülen mimari özellikler Batı Anadolu örneklerinde de görülür. Birgi'deki Aydınoğlu Mehmed Bey'in yaptırdığı Ulucami, 361 genelde ahşap örtülü bir çatı ve mihrap önündeki kubbesi ile dikkati çeker. Yakın bir merkezde Selçuk'ta 1374'te inşa edilmiş olan İsâ Bey Camii, kitabesinde Şamlı olduğu belirtilen 362 bir usta tarafından yeniliklerle dolu bir eser halinde yükselir. Avlu ve kapalı kısım olmak üzere iki bölümlü planlanan eserin avlusu düz çatılı revaklarla çevrili olup ortada sekizgen bir havuza sahiptir. Kapalı kısım, mihrap duvarına paralel uzanan iki nef ve bunları ortada kesen eş büyüklükte iki kubbe ile ilgi çekici bir plana sahiptir. Artuklu camilerinden gelişen bu şema avlu ile birlikte düşünüldüğünde hemen birkaç yıl sonra yapılacak olan Manisa Ulucamii'nin hazırlığı şeklinde yorumlanabilir. Beylikler devri mimari sanat bakımından bu yapının getirdiği bir başka önemli yenilik dış cephede kendisini göstermektedir. Avlu boyunca uzanan muhteşem batı cephesi, genelde iki katlı bazan üçüncü kat izlenimi verecek biçimde pencerelerle teşkilatlandırılmıştır. Bu cephedeki mermer kaplamalar, mukarnaslı kornişler ve çok renkli taş işçiliği ile düğümlü geçmeler Suriye yapılan ve Zengîn mimarisini hatırlatır. Bu cephede ilk devir Osmanlı camilerinin. Bursa ve Edirne'deki eserlerin ilk belirtileri kolayca farkedilmektedir. Büyük ölçülü ulucamilerin dışında yaygın tip. tek kubbeli kübik iç mekânlı örneklerdir. XII ve XIII. yüzyıldan beri uygulanan bu tip özellikle Konya çevresinde başarılı örnekler vermiştir. Beylikler devrinde daha büyük ölçülerde tekrarlananlar Eski Çine'deki Ahmed Gazi ve Balat'ta İlyas Bey camileridir. Bu camiler, kubbe tekniğinin ve geçiş unsurlarının geliştirilmesi bakımından dönemin mimarisine önemli katkılarda bulunmuşlardır.
Bu dönemin dikkati çeken bir dinî yapı biçimi de planına göre yan mekânlarının fonksiyonu bakımından “zâviyeli” veya “tabhaneli” deyimleriyle tanımlanan tiptir. Tekkenin öncüsü zaviye veya tabhane birimlerinin orta kesiminde genişçe bir ibadet mekânının yer aldığı bu planın ilk ve önemli örnekleri İznik ve Bursa'daki Orhan devri camileridir.
Beylikler devri cami mimarisinin Osmanlı devrine aktarılan temel biçimlerini Manisa'da Saruhanoğulları'nın yaptırdığı Ulucami'de 363 buluyoruz. Burada ilk defa kareye yakın dörtgen bir alan ortadan ikiye ayrılmakta, bir yarısı namaz kılınan mekân, öbür yarısı ise revaklı avlu için kullanılmaktadır. Kapalı alan. mihrap duvarına paralel dört sıra desteğin ortasında yer alan büyük bir kubbe ile dikkati çeker. 10 m. çapındaki kubbe sekizgen ayak sistemine oturmakta, onu üç taraftan çeviren sütunlu mekânlar ikinci plana geçmektedir. Böylece bir yandan Artuklu bölgesinde belirginlik kazanan mihrap önü kubbesi öne çıkmakta, öte yandan sekiz destekli Osmanlı camilerinin ana tipini müjdeleyen bir örnek kişiliğini bulmaktadır. Bu yapıda görülen diğer özellik, ortasında bir havuz bulunan revaklı avludur. Enlemesine tek sıra, yanlarda ise çift sıra desteklerle kuşatılan açık avlu, daha sonra Osmanlı selâtin camilerinde değişmez bir unsur olarak ortaya çıkan kubbelerle örtülü revakların çevrelediği şadırvanlı avlunun hazırlayıcısıdır.
Beylikler devri cami mimarisinin önemli gelişmelerinden biri de son cemaat yerinin belirlenmesi ve böylece hareketlenen cephe düzeninin zenginleştirilmesidir. Özellikle tek kubbeli camilerin giriş cephesinde yer alan üç veya beş bölmeli kısım. Osmanlı camilerinde her bir bölümün üstü tonoz veya kubbeyle örtülerek daha da geliştirilecektir. Balafta 364 İlyas Bey Camii'nde 365 görüldüğü gibi özellikle giriş cephesi başta olmak üzere dekorasyonda bir hareketlilik ve zenginleşme göze çarpar. Batı Anadolu'ya yaklaştıkça çok renkli taş işçiliği, mermer, porfir ve somaki kakma teknikleri, taş şebekeler yaygınlaşır.
Mimari tezyinat bakımından geometrik süslemelerle bitki süslemeleri taç-kapılarda aynı oranda kullanılarak dengelenmekte, dönemin sonuna doğru rûmî denilen şekiller genellikle hâkim olmaktadır. Tezyinat şebekelerde taş malzeme ile, minare gövdeleri ve kümbetlerde geometrik kompozisyonlar halinde tuğla ve mozaik çini malzeme ile devam eder. Duvar örgü sistemi batı bölgelerinde düzgün kesme taş ve aralarına atılan tuğla kuşaklarla dikkati çekmektedir.
Medrese mimarisi, ortada bir açık avlu ile onu çevreleyen küçük mekânlar ve ana eksendeki büyük eyvanla Selçuklu üslûbunu ana çizgileriyle devam ettirir. Hamîdoğullan'na ait Eğridir'deki Dündar Bey Medresesi 366 bu özellikleri yansıtan bir örnektir. Yine Selçuklu döneminden beri kullanılan kapalı avlulu medreseler Beylikler devrinde de varlığını sürdürür. Germiyanoğulları'ndan kalma Kütahya'daki Vâcidiye Medresesi'nin 367 merkezî avlusu büyük bir kubbeyle örtülü örnektir. Bu yapının bir rasathane olabileceği ihtimali üzerinde duranlar vardır. Diğer bazı medreselerin ise bîmarhane veya şifahane olarak kullanılmış olması bu devir için de söz konusudur.
Selçuklu kümbet mimarisi genel özellikleri ile Beylikler devrinde de devam etmiş, ancak bu alanda bazı değişik uygulamalar da yapılmıştır. İlhanlılar döneminde inşa edilen Kemah Tugay Hatun Kümbeti ve Kayseri Sırçalı Kümbet, XIV. yüzyılda silindir gövdeli, kesme taş mimari geleneğini devam ettirmektedirler. Hasankeyf'te Akkoyunlular'dan Zeynel Bey adına inşa edilen türbe, dönemin Anadolu mezar anıtlarına göre oldukça farklı bir uygulamadır. XV. yüzyılın ikinci yarısına ait olan eserin silindirik gövdesi bütünüyle tuğla kaplama olup kubbesi Asya'daki Timurlu mimari eserlerini hatırlatmaktadır, yine silindir planlı olmakla birlikte sütunlu bir galeriyle çevrili olan Ahlat'ta Emîr Bayındır Kümbeti 890 368 bölgedeki yerli geleneklerin etkisiyle şekillenmiş gibidir. Altıgen, sekizgen ve dörtgen planlı bilinen formlara ek olarak duvar yerine dört ayağa oturan dört büyük kemerle çevrili türbe mekânı Beylikler devrinin bir yeniliği şeklinde görünmektedir.
Beylikler devri çini tezyinatı Selçuklular'ın bir devamı şeklinde Aydınoğulları tarafından sürdürülmüştür. Birgi Ulucamii'nin 369 mozaik çini mihrabı bu geleneğin en muhteşem örneğini teşkil eder. Aydınoğullan ve Karamanlı eserleri dışında çini sanatı bir durgunluk devresine girmiştir. XIV. yüzyılda üslüplaşmış hayvan figürlerinin halı sanatını canlandırdığı görülür. Avrupalı ressamların tablolarında yer alan örneklerde kuşlar ve ejderler ikili kompozisyonlar halindedir. XIII. yüzyıldan XIV. yüzyılın başlarına kadar süren İlhanlı hâkimiyetinde Uygur ressamları minyatürde parlak bir devre açmışlardır. Bu minyatürlerde renkten çok çizginin hâkimiyeti görülür. Hat sanatında ise Yakut'un koyduğu esaslarda Osmantılar'a kadar büyük bir değişiklik olmamıştır.
Beylikler devri sanatı özellikle mimaride plan semalarındaki çeşitlilik bakımından bir geçiş devresi olmakla birlikte, Selçuklular'da görülmeyen bir yenilik olarak merkezî plana hazırlık yapan örneklerle önemli bir gelişme, aşamasını temsil etmektedir. Bundan sonraki gelişme. Batı Anadolu'da Bizans'a komşu, siyasî ve askerî bakımdan en zor durumda olan Osmanoğulları'nın elinde filizlenmiştir. 370
Bibliyografya
1- Uzunçarşılı, Kitabeleri, İstanbul 1346-1927.
2- Uzunçarşılı, Anadolu Türk Tarihi Tedkikatından Sivas Şehri, İstanbul 1346-1928.
3- Uzunçarşılı, Anadolu Beylikleri, tür.yer.
4- Uzunçarşılı, Kitabeler II, istanbul 1348-1929.
5- M. Şakir. Sinop'ta Candaroğulları Zamanına Ait Eserler, İstanbul 1934.
6- P. Wittek. Das Fürstentum Mentesche, İstanbul 1934.
7- a.e, Menteşe Beyliği (trc. O. Saik Gokyay), Ankara 1944.
8- Himmet Akın. Aydınoğulları Tarihi üzerine Bir Araştırma, Ankara 1946.
9- E. Diez-v.dğr, Karaman Devri Sanatı, İstanbul 1950.
10- Ali Kızıltan. Anadolu Beyliklerinde Cami ve Mescitler, İstanbul 1958.
11- Oktay Aslanapa. Yüzyıllar Boyunca Türk Sanatı (XIV. Yüzyıl), İstanbul 1977.
12- Oktay Aslanapa. “Doğu Anadolu'daki Karakoyunlu Kümbetleri”, Yıllık Araştırmalar Dergisi, I, Ankara 1956, s. 105-114.
13- Oluş Arık. “Turkish Architecture in Asia Minör in the Period of the Turkish Emirates”, Turkish Art and Architecture, Fribourg 1980, s. 111-136.
14- Hafız Kadri, “Menteşe Beyliği Âsâr-ı Kadîmesi”, TOEM, XXV (1914), s. 57-60.
15- Suat Kemal Yetkin, “Beylikler Devri Mimarisinin Klasik Osmanlı Sanatını Hazırlayışı”, AÜİFD, III-IV (1955). s. 39-43.
16- Mehlika Arel, “Mut'taki Karamanoğulları Devri Eserleri”, VD, V (1962), s. 241-250.
17- Semavi Eyice, “Zaviyeler ve Zaviyeli Camiler”, İFM, XXII1/ 1-2 (1962-63), s. 1-80.
18- A. Arel. “Menteşe Beyliği Devrinde Peçin Şehri”, Anadolu Sanatı Araştırmaları, I, İstanbul 1978, s. 69-98. 19- Ahmet Kuran. “Karamanlı Medreseleri”, VD, VIII (1969), s. 209-223.
Dostları ilə paylaş: |