Amr b. MÜRre 4 Bibliyografya 4



Yüklə 1,39 Mb.
səhifə21/40
tarix11.01.2019
ölçüsü1,39 Mb.
#94685
1   ...   17   18   19   20   21   22   23   24   ...   40

ANADOLU


Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Arkeoloji Enstitüsü tarafından 1956'dan beri yayımlanmakta olan yıllık arkeoloji ve sanat tarihi dergisi.

Başlangıçta Anatolia adıyla çıkan der­gi 1965'ten sonra Anadolu adını almış, içindeki makaleler Türkçe ve yabancı dil­lerde yayımlanmıştır. Araştırmalar ya­nında resimleri de kaliteli olarak bası­lan derginin ağırlık merkezini arkeoloji teşkil etmekle beraber ilk sayıdan iti­baren zaman zaman Türk-İslâm sanatı­na dair araştırmalara da yer verilmiştir. Dergideki Türk ve İslâm medeniyetiyle ilgili başlıca yazılar şunlardır: “Ankara'da Arslanhane Camii Mihrabı” 312 “Osmanlı Sarayı'nda Tebrizli Sanatkârlar ile Topkapı Sarayı Arşivi'nde XVI. ve XVII. Yüzyıl Os­manlı Mimarisine Dair Belgeler” 313 “Tycho Brahe Sistemi Hakkında Farsça Bir Yazmaya Dair” 314; “Sivrihisar Ulu Camii”, 315 “Akşehir Ulu Camii” 316 ; “Erken Devir Anadolu-Türk Mimarisinde Türbe Biçimle­ri” 317“Anadolu Selçukluları'nda Av Sahneleri” 318 ; “Anadolu Selçuklu Mimarisinde An­tik Devir Malzemesi” 319; “Ani'de İki Selçuklu Hamamı” 320 ; "Anadolu Selçuklu Mimarisinde Arslan Figürü” 321 ; “Birgi Güdük Minare Camii” 322 ; “Yelmaniye Medresesi” 323 ; “Güney-Doğu Ana­dolu Köprüleri”, “Mikdat Dede Türbesi” 324 ; “İzmir Civarında Unutulmuş Bir Yapı Grubu: Cüneyt Bey Külliyesi” 325; “Sivrihisar Yöresi Araştırmaları” 326 “Selçuklu Palmet Motiflerinin Tipolojisi” 327 ; “İznik Çini Fı­rınlarını Kurtarma Kazısı” 328 ; “İsveç Kraliyet Kütüphanesi'nde Bulunan İbrahim Müteferrika nın Bastı­ğı Eserlerin Latince Katalogu” 329 Dergi uzun bir aradan sonra “Ord. Prof. Dr. Ekrem Akurgal İçin Armağan” sayısıyla yeniden yayımlanmıştır. 1978-1980 yıllarına ait 21. sayı ancak 1987'de basılmıştır. Armağan sayısının II. cildi olan 1981-1983 yıllarına ait 22. sayı ise 1989'da çıkmıştır. Ancak her iki sayı­da da Türk ve İslâm medeniyetiyle ilgili herhangi bir yazı yoktur.

Anadolu adını taşıyan bir derginin Anadolu'daki çeşitli devir eserlerine da­ir araştırma ve makalelere yer vermesi tabii ise de dergide bilhassa Türk dev­rini ilgilendiren çalışmaların pek az ol­duğu dikkati çekmektedir. Ayrıca Türk sanatıyla ilgili yazılardan hiçbiri Osman­lı devri Türk sanatına temas etmemek­tedir. İlk yıllarda düzenli olarak çıkan yıllık sonraları aksamış, birkaç yılda an­cak bir sayı yayımlanır olmuştur. 330



ANADOLU AĞASI

Osmanlılar'da Acemi Ocağı'nın daha çok devşirme işleriyle ilgilenen yüksek rütbeli zabitlerinden birinin unvanı

Bk. Devşirme.

ANADOLU-BAĞDAT DEMİRYOLU

Bk. Bağdat Demiryolu.



ANADOLU BEYLİKLERİ

XIII. yüzyıldan itibaren Anadolu'nun çeşidi bölgelerinde kurulmuş olan Türk beyliklerine verilen genel ad.


Tarih
Anadolu Selçuklu Devletinde Sultan I. Alâeddin Keykubad'ın ölümün­den (1237) sonra, veliahdı olan ortanca oğlu İzzeddin Kılıcarslan ile büyük oğlu Gıyâseddin Keyhusrev arasında uzun sü­ren amansız bir mücadele başladı. Bu mücadele sırasında Sâdeddin Köpek gi­bi bir diktatörün birçok değerli ve tec­rübeli emîri ortadan kaldırması devlet için büyük kayıp olmuştur. Bu olayların yanı sıra. zayıf ve kabiliyetsiz bir hü­kümdar olan II. Gıyâseddin Keyhusrev'in genç ve tecrübesiz kişilerle iş birliği yap­ması, devletin idarî mekanizmasının zayıflamasına yol açtı. Nitekim devletin bu zayıf durumu, çok büyük bir Türk­men kitlesinin yer aldığı Babaîler İsya­nına sebep oldu. Öte yandan Selçuklu Devleti'nin durumunu yakından takip eden Moğollar da bu karışıklıklardan faydalanmak için harekete geçtiler. Ni­hayet 1243 yılında Kösedağ'da Moğol­lar karşısında uğradığı yenilginin ardın­dan Anadolu Selçuklu Devleti hızlı bir çöküş devresine girdi ve İlhanlılar'a tâbi oldu. Bundan sonra Anadolu'da hâki­miyet Moğollar'ın eline geçti. Malî kay­nakların azlığı, suistimaller ve iktisadî çöküntü yüzünden perişan bir durum­da bulunan Anadolu'da Selçuklu Dev­leti tekrar eski ve kudretli haline gelemedi.

XIII. yüzyıl sonlarına doğru Anadolu'da Moğol baskısı zayıflamış ve bu durum­dan faydalanan Türkmen beyleri yavaş yavaş Selçuklular'la ilişkilerini keserek bağımsızlıklarını ilân etmişlerdi. Anado­lu Selçukluları’nın hakimiyetindeki top­raklarda kurulmuş olan bu beyliklere Anadolu beylikleri (tavâif-i mülûk) deni­lir. Bunların çoğu Bizans İmparatorluğu'na yakın uçlarda ve kıyı bölgelerinde teşekkül etmişti. Selçuklu-Moğol idare­sinin daha kuvvetli bir şekilde göründü­ğü Orta Anadolu'da kurulan beylik sayı­sı ise çok azdı.

Anadolu'da kurulan bu beyliklerin en güçlüsü, merkezi Ermenek olan Karamanoğulları Beyliği'dir.331 Başlangıçta sûff çevreleriyle ya­kın ilişkileri olduğu anlaşılan bu bey­lik, birçok defa Selçuklu-Moğol idare­siyle mücadele etti. Nihayet bu aileden Mehmed Bey. beraberinde Cimri laka­bıyla meşhur Selçuklu şehzadesi Alâed­din Siyavuş olduğu halde Konya'ya gir­di. 332 Mehmed Bey, beylik sınırlan içinde Türkçe'den başka dil kullanılma­masını emretti. Bu hareket Anadolu'da Türkmenler'in millî şuurlarının çok güç­lü olduğunu göstermesi bakımından il­gi çekicidir. Karamanoğulları Anadolu'da üstünlüğü ele geçirmek için Osmanlılar'la da savaştılar. Zaman zaman Osmanlılar'a karşı Venedik, Papalık ve Akkoyunlular'la ittifaklar yaptılar; ancak Osmanlı-Karamanoğulları mücadelesi Osmanlılar'ın galibiyetiyle sonuçlandı.

Moğol istilâsı önünden kaçan Türk­menler'in Batı Anadolu'da Lâdik 333 Honaz ve Dalaman bölgesinde kur­duğu siyasî teşekkül Lâdik veya İnançoğulları Beyliği 334 adını taşıyor­du. Bu bölgeye gelenlerin başında bulunanlardan Mehmed Bey, Sultan II. İzzed­din Keykâvus'a karşı ayaklanmış ve adı geçen beyliği kurmuştu.

Karahisar 335 Kütahya, Sandıklı, Akşehir ve Beyşehir'i içine alan uç böl­gesinde, Selçuklu veziri Sâhib Ata Fahreddin Ali'nin oğulları ve torunları tara­fından kurulmuş olan küçük beylik ise Sâhib Ataoğulları adını taşıyordu. 336

Anadolu'nun batısında Milas, Muğla ve çevresinde kurulmuş olan diğer bir Türk beyliği de Menteşeoğullan idi 337 Bu beyliği, o yöreye de­niz yoluyla gelen ve içeri doğru girerek sahil ile Denizli arasındaki bölgeye yer­leşen Türkmenler kurmuştu. Adı geçen bölge, Anadolu Selçuklu hükümdarları tarafından beyliğin kurucusu Menteşe Bey'in atalarına iktâ edilmişti. Mente­şeoğullan donanmalarıyla Ege ve Akde­niz'de Haçlı gemilerine karşı sürekli ha­rekâtta bulunmuşlar, Rodos'u fethet­meye çalışmışlar, bu yüzden zaman za­man Venedikliler ve Kıbrıs Krallığı ta­rafından tehdit edilmişlerdir. Menteşe beyleri 1402'den sonra Osmanlı şehzadeleri arasındaki taht mücadelelerine de karışmışlardır.

Batı Anadolu'daki beyliklerden biri de Karesioğulları'dır. Anadolu Selçukluları Dânişmendliler'i ortadan kaldırınca Dânişmendli ailesine mensup olan bazı bey­ler Bizans sınırlarında uç beyi olarak görev almışlardı. Bu aileden Kalem Bey ile oğlu Karesi Bey Bizans şehirlerini zapta girişmişler ve merkezi Balıkesir olmak üzere Karesi Beyliği'ni 338 kurmuşlardı. Karesioğulları zaman zaman Trakya'ya da asker çıkarmışlardır.

Germiyanoğulları Kütahya ve çevre­sinde hüküm sürmüş bir Türk beyliği­dir. XIII. yüzyılın ilk yarısında Malatya taraflarında bulunan Germiyan aşireti, muhtemelen Moğollar'ın baskısı yüzün­den, 1262-1263 yıllannda batıya göç et­miştir. Germiyanoğulları Beyliği'ni 339 Kerimüddin Alişîr'in oğlu I. Yâkub Bey kurmuştur. Onun idaresindeki Germiyanoğullan Anadolu beyliklerinin en kuvvetlilerinden biri olmuş ve en parlak devrini XIV. yüzyılda yaşamıştır.

Eşrefoğulları. XIII. yüzyılın ikinci yarı­sında Beyşehir ve Seydişehir tarafların­da kurulmuş bir Türk beyliğidir. Kurucusu Eşrefoğlu Süleyman Bey, Anadolu Selçukluları'nın uç beylerindendi. Yerine geçen oğlu Mübârizüddin Mehmed Bey topraklarını kuzeye doğru genişleterek Akşehir ve Bolvadin taraflarına hâkim olmuşsa da uçlarda bağımsızlıklarını ko­rumaya çalışan beyliklere karşı hareke­te geçen Moğol Valisi Timurtaş, Eşrefoğulları'na son vermiştir. 340

Saruhanoğulları 341 merkezi Manisa olmak üzere Batı Anadolu'da kurulmuş bir Türk beyliğidir. Beyliğin kurucusu Saruhan Bey'in, Hârizmtiler'in kumandanı iken Anadolu Selçuklularımın hizmetine giren Saruhan ismindeki bir emîrin torunu olduğu söylenmektedir. Hazırladıkları donanma ile Ege denizin­de faaliyet gösteren, hatta Balkanlar'a seferler yapan Saruhanoğulları zaman zaman Osmaniılar'a karşı Bizans ile anlaşmışlarsa da sonunda Osmanlılar ta­rafından ortadan kaldırılmışlardır.

Batı Anadolu'da kurulan güçlü beylik­lerden biri de Aydınoğulları Beyliği'dir. 342 Bu beylik. Ege denizi ve Mo­ra sahillerine yaptığı deniz seferleriyle büyük basan elde etmiştir. Umur Bey zamanı Aydınoğulları için her yönden önemli gelişmelerin görüldüğü parlak bir dönem olmuştur. Umur Bey'den son­ra beylik çökmeye yüz tutmuştur. An­kara Savaşı'ndan 343 sonraki devre­de Cüneyd Bey Aydınoğullan'nı güçlen­dirmeye çalışmışsa da Osmanlılar bu beyliğe son vermişlerdir.

Anadolu'nun güney sahillerinde ise Alâiye Beyliği 344 bulunmaktay­dı. Alâiye 345 şehri Anadolu Selçukluları'nın son yıllarında Karamanoğulları’nın eline geçmiş, 346 bundan sonra şehir ve yöresine Karamanoğulları'na bağlı beyler hâkim olmuştur. Siyasî ba­kımdan fazla bir önemi olmayan Alâiye Beyliği daha sonra Memlükler'in hâki­miyeti altına girmiştir. Ticarî önemi se­bebiyle Alâiye şehri zaman zaman Kıb­rıs Krallığı'nın hücumuna da uğramıştır.

İsparta, Eğridir ve yöresinde bulunan Türkmenler'in reisi Feleküddin Dündar Bey, Hamîdoğulları Beyliği'ni (yaklaşık 1301-1423) kurmuştur. Daha sonra İlhan-lılar'ın Anadolu valisi Timurtaş Hamîdoğullan'nın topraklarına sahip olmuş­sa da onun Mısır'a kaçmasıyla beylik tekrar canlanmış ve Eşrefoğulları'nın arazisinin bir kısmını ele geçirerek ol­dukça güçlenmiştir. Fakat daha sonra Hamîdoğulları'nın Eğridir şubesinin top­rakları Osmanlılar'la Karamanlılar ara­sında paylaşılmıştır. Dündar Bey Antalya'yı zaptettikten sonra şehri kardeşi Yûnus Bey'e bırakmış, bu suretle Hamîdoğullarfnın Antalya şubesi 347 ortaya çıkmıştır. Tekeoğulları, Antalya'yı ele geçirmek isteyen, hatta bir ara bu şehre sahip olan Kıbrıs Krallığı'na karşı başarıyla mücadele etmiş­lerdir.

Dulkadıroğullan Beyliği 348 ise Maraş ve Elbistan yöresinde faaliyet göstermiştir. Güney Anadolu'daki baş­ka bir beylik de Adana bölgesinde hü­küm süren Ramazanoğulları Beyliği'dir. 349 Her iki beylik siyasî bakım­dan önce Memlükler, sonra da Osmanlı Devleti'ne bağlı olarak hüküm sürmüş­lerdir. Bu iki beylik de Osmanlılar tarafından yıkılmıştır.

Eretnaoğulları Beyliği 350 Or­ta Anadolu'da faaliyet göstermiştir. Bey­liğin kurucusu Eretna. Uygur Türkleri'ndendi. Eretna'nın oğlu Mehmed Bey devrinde beylik idaresinde emîrler rol oynamaya başlamıştı. Nitekim bu beyli­ğin ileri gelenlerinden Kadı Burhâneddin, Eretna Beyliği'ne son vererek ken­di devletini kurmuştur. 351 O, hükümdarlığı süresince çevresinde bu­lunan Candaroğulları, Karamanoğulları, Tâceddinoğutları ve Osmanlılar'la müca­dele etmiştir. Kadı Burhâneddin Devle­ti, kurucusunun ölümünden sonra hızla çökmüştür.

Kuzey Anadolu'da Karadeniz bölge­sinde görülen ilk beylik Çobanoğullan Beyliği'dir. 352Beylik, Kastamonu'da uç beyi olarak bulunan. Oğuzlar'm Kayı boyuna mensup Hüsâmeddin Çoban tarafından kurulmuştur. Bu beylik daha sonra yerini Candaroğulları'na 353 bırakmıştır. Candaroğulları Beyliği aynı zamanda hanedana mensup bir kişiye nisbetle İsfendiyaroğulları adıyla da bilinir.

Karadeniz bölgesinde hüküm süren bir başka beylik de Pervâneoğulları'dır. 354 Pervane Muînüddin Süley­man'ın öldürülmesinden sonra oğlu Meh­med Sinop'ta Pervaneoğulları adıyla ba­ğımsız bir beylik kurmuştur. Bu beylik daha sonra Bafra ve Samsun'u ele ge­çirmiş, ayrıca Kırım sahillerine seferler yapmış ve Karadeniz'de Cenevizliler'le savaşmıştır.

Tâceddinoğulları da 355 Karadeniz kıyısında bugünkü Baf­ra ile Ordu arasında, güney sınırı Nik­sar'a kadar uzanan saha üzerinde ku­rulmuş bir Türk beyliğidir.

İlhanlıların Anadolu valisi Çoban ve oğlu Timurtaş Anadolu'yu tamamen Mo­ğol idaresi altına sokmak maksadıyla bu beylikleri ortadan kaldırmak istemiş ve kısmen başarılı olmuşlardır. Emîr Çoban'ın 1327'de İlhanlı Hükümdarı Ebû Saîd Bahadır Han tarafından öldürül­mesi sonucu Timurtaş. kurtuluşu Memlükler'e sığınmakta bulmuştu. Beylikler için asıl tehlike, Osmanlı Devleti'nin ge­lişmesi ve Anadolu'nun siyasî birliğini sağlamak için harekete geçmesiyle or­taya çıkmıştır. Özellikle Yıldırım Bayezid zamanında 356 Karaman. Germiyan, Hamîd, Menteşe. Aydın. Saruhan ve Candaroğullan beylikleri ortadan kal­dırılmıştır. Timur'un Ankara Savaşı'nda Yıldırım Bayezid'i mağlûp etmesi bu beyliklerin tekrar canlanmasına sebep olmuşsa da Osmanlı Devleti'nin hızla eski kuvvetini kazanması Anadolu'da­ki beyliklere hayat hakkı tanımamıştır. Sonunda Osmanlılar bu beylikleri orta­dan kaldırarak Anadolu'da siyasî birliği yeniden sağlamayı başarmışlardır. 357

Bibliyografya



1- Uzunçarşılı, Anadolu Beylikleri.

2- M. Fuad Köprülü, Osmanlı Devleti'nin Kuruluşu, Anka­ra 1959. s. 35-39.

3- Cl. Cahen. Osmanlılar'dan Önce Anadolu'da Türkler (trc. Yıldız Moran), İstanbul 1976, s. 296-306.

4- Yaşar Yücel, Çobanoğullan Candaroğulları Beylikleri, Ankara 1980, s. 1-8.

5- Bosworth, İslâm Devletleri Tari­hi, s. 269-328.

6- Erdoğan Mercii, Müslüman-Türk Devletleri Tarihi, İstanbul 1985, s. 235-321.

7- N. Kaymaz, “Anadolu Selçuklu Dev­leti'nin İnhitatında İdare Mekanizmasının Rolü”, TAD, 11-2-3 (1966), s. 91-155.

8- 111-4-5 (1967), s. 23-61.

9- B. Flemming, "Türkler - Ana­dolu Beylikleri", İA, XH-2, s. 280-286.
Teşkilât ve Kültür
Anadolu beyliklerinin ilk teşkilâtları aşiret geleneğine dayanı­yordu. Anadolu Selçukluları döneminde sınırlara yerleştirilen Türkmen aşiret­leri, savaş zamanlarında reislerinin ku­mandası altında sefere giderler ve sa­vaştan sonra da hükümdar tarafından aşiret beyine iktâ edilmiş olan yerlerine dönerlerdi. Anadolu Selçuklu sultanla­rı, çeşitli zamanlarda Anadolu'ya gelmiş olan Türkmen aşiretlerinin büyük bir kısmını Bizans İmparatorluğu ve Kilikya Ermeni Krallığı ile olan sınırlara yerleş­tirmişler, buradaki araziyi aşiret beyleri­ne iktâ olarak vermişlerdi. Bu Türkmen beyleri daha sonra bağımsızlıklarını ka­zanmaya başlayınca Selçuklu teşkilâtını taklit ederek daha küçük çapta memu­riyetlerle saray ve teşrifat usulleri koy­muşlardır.

Anadolu beyliklerinde devlet, daha ön­ceki Türk devletlerinde olduğu gibi hü­kümdar ailesinin malı sayılıyordu. Aile­nin en yaşlısına veya aile tarafından se­çilmiş olan en nüfuzlusuna “ulu beg” de­nir, bu unvan halk ve aşiret arasında da kullanılırdı. Teşrifat, ferman, sikke, hutbe ve kitabelerde daha çok “emîr-i azam” veya “sultân-ı a'zam” tabirleri tercih edilirdi. “Ulu beg” hükümet mer­kezinde oturur, vilâyetlere ise çocukla­rını ve kardeşlerini gönderirdi.

Anadolu beyliklerinde merkezde dev­let işlerini yürütmek için bir divan teş­kilâtı kurulmuştu. Divanın reisine genellikle “vezir” veya “sâhib-i a'zam” de­nirdi. Devletin malî işleri ise Dîvân-ı İstîfâ denilen ayrı bir divan tarafından yü­rütülürdü. Hükümdarın emir ve ferman­larını yazmak için İnşâ Divanı ile malî ve askerî işlere bakan ayrı makamlar bu­lunurdu. Vilâyetlerde şehzade yahut beylerin maiyetinde de merkezdeki nin aynı. fakat daha küçük çapta divanlar vardı. Buraları yönetmek ve böylece dev­let idaresinde tecrübe sahibi olmak için şehzadeler görevlendirilirdi. Şehzade kü­çük olduğu takdirde onun yanına hü­kümdarın güvendiği beylerden biri atabeg veya lala olarak verilirdi. Vilâyet­lerde Dîvân-ı İstîfâ'nın reisi müstevfiye bağlı tahsil memurları bulunur ve bun­lar topladıkları parayı verilen emre gö­re gereken yerlere sarfeder veya mer­kezdeki divana gönderirlerdi. Kadılar şer'î işlere bakarlar ve şahıslar arasın­daki hukukî meseleleri hallederlerdi. Su­başılar ise vilâyetin bütün askerî ve gü­venlik işlerinden sorumlu idiler.

Anadolu beylikleri saray teşkilâtı. Ana­dolu Selçuklu Devleti'nin saray teşkilâ­tından alınmıştır. Sarayda hâcib, mîrâhur. çaşnigîr, candar, şarabdar, rikâbdar, musâhib gibi görevliler bulunuyor­du. Bağımsız beyliklerde sikke “ulu beg” adına basılır, hutbe de onun adına oku­nurdu.

Anadolu beyliklerinde ordu, hüküm­darın atlı ve yayalardan meydana gelen hassa birlikleriyle beylerin timarlı sipa­hileri ve çerik denilen aşiret süvarilerin­den oluşuyordu. Savaş zamanlarında bu orduya “gönüllü” denilen birtakım yar­dımcı kuvvetler de katılırdı. “Ümerâ” adı verilen maiyet beyleri derecelerine göre kendilerine verilen timar nisbetinde asker beslemekle mükellef idiler. Tı­mar sahibi ölünce tımarı çocuklarına ge­çerdi. Uç beylerine bağlı serhat süvarile­ri de önemli timarlara sahipti. Savaş zamanında ordu merkez, sağ ve sol olarak üç kola ayrılır, ordunun önünde “çarhacı” veya “talîa” denilen öncü kuvvetleri, arkasında ise ihtiyat kuvvetleri bulunurdu. Merkezdeki kuvvetlere hükümdar, kollara da şehzadeler kumanda ederdi. Bu kuvvetlerin dışında anîlerin de mü­kemmel silâhlı askerî teşkilâtlan oldu­ğu bilinmektedir. Ancak bunlar daha çok mahallî inzibat kuvveti olarak görev yapmaktaydılar. Silâh olarak ok, yay, kı­lıç, kalkan, kargı, hançer, zırh. çomak, balta, mancınık ve arrâde kullanılıyor­du. Ayrıca birliklerin davul, kös, zurna, nakkare, zil ve borulardan meydana ge­len mehterleri vardı. Denizle bağlantısı olan beyliklerde ise küçük çapta donan­manın bulunduğu anlaşılmaktadır.

Anadolu beyliklerinde, aralarında mey­dana gelen askerî mücadelelere rağ­men, XIV ve XV. yüzyıllarda ilim ve fikir hayatı ile iktisadî gelişme parlak bir şe­kilde devam etmiş, belli başlı Anadolu şehirleri birer ilim merkezi haline gel­mişti. Çeşitli ilim adamlarını bir araya toplayarak onları ihsan ve iltifatlarıyla teşvik eden Anadolu hükümdarları, di­ğer yandan onların talebe yetiştirmeleri için medrese, kütüphane, İmaret ve mi­safirhaneler kurmaya büyük önem ver­mişlerdi. Hükümdarların bu yakın ilgi ve teşvikleri sayesinde tıp, astronomi, riyaziye, edebiyat, tarih, tasavvuf alanın­da ve ayrıca dinî sahalarda birçok kıy­metli eser kaleme alınmıştır.

Anadolu Selçukluları zamanında Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî ile parlak bir döneme giren tasavvuf cereyanı, Beylikler devrinde de aynı gelişmeyi gös­termiş ve Anadolu'nun manevî hayatın­da büyük ölçüde etkili olmuştur. Gülşehirli Şeyh Ahmed'in 1317'de kaleme al­dığı Feleknâme, Ahî Evran'ın menkıbe­lerine dair Kerâmât-ı Ahî Evran, Âşık Paşa'nın Mevlânâ ile oğlu Sultan Veled'den ilham alarak yazdığı Garibnâme, oğlu Ulu Arif Çelebi ile birlikte Anadolu'­da Mevlevîliğin yayılmasında büyük gay­ret gösteren Bahâeddin Sultan Veled'in Velednâme, İbtidânâme ve İntihânâme adlı eserleri, Ahmed Eflâki’nin Menâkıbü'l-eârifîn’, günümüzde de zevk­le okunan Yûnus Emre'nin şiirleri ve Risâletü'n-nushiyye'si tasavvuf sahasın­da yazılan ve çok rağbet gören başlıca eserlerdir. Ayrıca Kastamonu Beyi Muzafferüddin Yavlak Arslan, Sivas hüküm­darları Eretna ile Kadı Burhâneddin Ah­med, Amasya Beyi Hacı Şadgeldi Paşa, Aydınoğlu îsâ Bey ve Saruhanoğlu İshak Bey bizzat ilim ve edebiyatla meşgul ol­muş ve eserler yazmışlardır.

Anadolu beyliklerinde toprak idaresi Selçuklular'da olduğu gibi iktâ (timar), mülk ve vakıf gibi kısımlara ayrılmıştır. Şehir ve kasabalarda her sanat erbabı­nın kendilerine mahsus teşkilâtları var­dı. Bu teşkilât, hem mensuplarının hak­larını korur hem de üretilen malın kali­tesini kontrol ederdi. Şehir ve kasaba halkı şer'î ve örfî vergilerini, kime veya nereye tahsis edilmişse ona verirdi. Köy­lerde yaşayan halk ise kendilerine veri­len ve aslında devlete ait olan toprağı işlemekle mükellefti. Toprağı işlediği müddetçe toprak kendisinde kalır, oğul ve torunlarına intikal ederdi. Reâyâ ik­tâ, vakıf ve malikâne reayası olmak üze­re başlıca üç kısma ayrılmıştı. Köylü ki­min reayası ise arazisini kullanma iznini ondan alır ve vergisini ona öderdi. Bazı köyler derbend beklemek, madenler­de çalışmak, av kuşları yetiştirmek gi­bi hizmetler karşılığında bir kısım ver­gilerden muaf tutulurdu. İlim ve din adamları ise her türlü vergiden muaftı.

Anadolu beyliklerinin hepsi sanayi, zi­raat ve ticarete büyük önem vermişti. Anadolu Selçukluları zamanında ülkeyi doğu-batı, kuzey-güney istikametinde kateden yollar üzerinde bulunan ker­vansaraylar, Beylikler devrinde de var­lıklarını devam ettirmiştir. Sanat ve ti­caret hayatında Anadolu'nun her tara­fında ahilerin esnaf teşkilâtlarına rast­lanıyordu. Her sanatın kendine mahsus bir teşkilâtı vardı. Bu durum, bütün sa­natların Anadolu'da revaçta olduğunu ve dışardan pek az miktarda eşya ithal edildiğini, buna karşılık dışarıya mamul ve ham madde olarak bol miktarda mat ihraç edildiğini göstermektedir. İktisadî hayatın temelini ziraat teşkil ediyordu. Beyliklerin iklim şartlarına bağlı olarak çeşitli bölgelerinde hububat, her çeşit meyve, pamuk, ipek yetiştiriliyor ve hayvancılık yapılıyordu. Elde edilen mahsu­lün büyük bir kısmı iç tüketimi karşılı­yor, fazlası ise komşulara ve Avrupa ül­kelerine ihraç ediliyordu.

Beylikler zamanında başlıca ticaret merkezleri, Karadeniz sahilinde Trab­zon, Samsun ve Sinop; Ege denizi sahilinde Foça, İzmir ve Ayasuluk (Selçuk); Akdeniz sahilinde Antalya ve Alâiye; İç Anadolu'da ise Sivas, Kayseri ve Konya idi. Bunlardan Sivas Anadolu'nun en bü­yük ticaret merkeziydi. İran, Irak, Suri­ye ve Mısırdan gelen müslüman tüccar­larla Ceneviz ve Venedik tüccarları büyük kafileler halinde buraya gelir, mal alıp satarlardı. Sivas'tan dört yana gi­den ticaret yollan üzerinde de küçük ti­caret merkezleri bulunuyordu.

İhraç mallarının başında her çeşit ku­maş, halı, kilim, ipek ve pamuk gelir­di. Germiyan. Denizli ve Alaşehir'de do­kunan kumaşlar dış pazarlarda rahat­lıkla alıcı buluyordu. Diyarbekir, Siirt, Alaşehir ve Balıkesir yöresinde üretilen ipek ve ipekli kumaşlar, İstanbul ve Av­rupa pazarlarına sevkediliyor ve buralar­da emsalleriyle rahatlıkla rekabet ede­biliyordu. Anadolu'da dokunan halı ve kilim, dayanıklılığı ve zarafeti ile Avru­pa'da “deniz aşırı halıları” diye şöhret yapmıştı. Meşhur seyyah İbn Battûta, Anadolu'da dokunan halı ve kilimlerin Suriye, Mısır, Irak, Hindistan ve hatta Çin'e kadar gönderildiğini yazmaktadır. İhraç malları arasında pamuk birinci sı­rayı alıyordu. Pamuk, Avrupa pazarla­rında Mısır, Suriye ve Kıbrıs pamuğuyla rekabet ediyor ve kolaylıkla alıcı buluyordu. Kütahya, Ulukışla. Amasya ve Bayburt çevresinde çıkarılan gümüş madeni ile Foça, Şarkîkarahisar, Ulubat ve Kütahya'da elde edilen şap maden­leri de bol miktarda ihraç ediliyordu. Bunların yanında Germiyan atları, çe­şitli av kuşları, koyun ve keçi de önem­li miktarda gelir getiriyordu. Bütün bun­lar, Anadolu'da halkın Beylikler devrin­de refah içinde yaşadığını ortaya koy­maktadır.

Anadolu beylikleri zamanında gerek mimari gerekse oymacılık, alçı tezyina­tı ve nakış sanatlarında oldukça güzel eserler verilmiş, bunların bir kısmı gü­nümüze kadar gelmiştir. Beylikler için­de mimari ve oymacılık alanında en ile­ri seviyede olanlar Karamanoğullan ve Eşrefoğulları'dır. Karaman'daki Hatuniye Medresesi, Emîr Mûsâ Kümbeti. İb­rahim Bey İmareti ve Çeşmesi, Konya'da Hasbey Dârülhuffâzı ile Beyşehir'de Eşrefoğullan'na ait cami ve medreseler bunun güzel örnekleridir. Aydınoğulları'ndan İsâ Bey'in Selçuk'taki muazzam camiinin kapı ve pencere süslemeleri ile Menteşeoğlu İlyas Bey'in Milas ve Balat'taki mermerden yapıları ve süsleri bu beyliklerin mimari gücünü aksettir­mektedir.



Tahta ve taş oymacılığında Karaman, Eşref, Aydın ve Menteşeoğullan çok ileri durumda idi. Aksaray'daki İbrahim Bey Çamii'nin minberi, Ürgüp'ün Damsa kö­yündeki Taşkın Baba Çamii'nin mihrabı, Birgi'deki Aydınoğlu Mehmed Bey Çamii'nin, Kastamonu'da İbn Neccâr 358 Camii'nin yine ağaç oyma mihra­bı bu sanatın en güzel örneklerini teşkil etmektedir. Çinicilikte de yine Karaman ve Eşrefoğulları birinci sırada idi. Karaman'da İbrahim Bey İmaret ve Mescidi'nin mihrabı. Beyşehir'de Eşrefoğlu Çamii'nin çinileri çok değerlidir. Anado­lu beyliklerinde alçı, nakış ve oymacılık sanatları da gelişmiş durumda idi. Özel­likle Karaman ve Kastamonu'da bu sa­natların en güzel örnekleri bulunmak­tadır. 359

Bibliyografya



1- Halil Edhem (Eldem), Düvei-i İsiâmiyye, İstanbul 1297;

2- Uzunçarşılı, Anadolu Beylikle­ri;

3- Himmet Akın, Aydınoğulları Tarihi Hakkın­da Bir Araştırma, İstanbul 1946;

4- P, Wittek, Menteşe Beyliği (trc. Orhan Saik Gökyay), An­kara 1964;

5- Metin Sözen. Anadolu Medreseleri, İstanbul 1970;

6- Yaşar Yücel. Kadı Burhaneddin Ahmed ve Devletî (1344-1398), Ankara 1970;

7- Yaşar Yücel. Çobanoğulları Candaroğullan Beylik­leri, Ankara 1980;

8- Osman Turan. Selçuklular Zamanında Türkiye Tarihi, İstanbul 1971;

9- Ok­tay Aslanapa, Türk Sanatı, İstanbul 1973, II. c;

10- Mustafa Çetin Varlık. Germiyanoğulları Tarihi (1300-1429), Ankara 1974;

11- Cl. Cahen. Osmanlılar'dan Önce Anadolu'da Türkler (trc. Yıldız Moran). İstanbul 1976, s. 296 vd;

12- Bosworth, İslâm Devletleri Tarihi, s. 269-328;

13- Sahabettin Tekindağ, “Teke-eli ve Tekeoğulları”, TED, sy. 7-8 (1977), s. 55-70;

14- Sahabettin Tekindağ, “Karamanlılar”, İA, VI, 316-330;

15- Faruk Sümer. “Ramazanoğulları”, İA, IX, 612-620.
Sanat
Anadolu Beylikler devrinin sa­natı, Anadolu Selçukluları ile Osmanlı sanat devreleri arasında bir ölçüde kısa süren, temel üslûp özellikleri bakımın­dan farklı gelişmeler gösteren, anlaşıl­ması güç bir dönemdir. Yakın zamana kadar bazı araştırmacılar bu devreyi sa­nat bakımından kişiliksiz veya üslupsuz olarak nitelendirmişlerdir. Başlangıç ve sonrasında Anadolu Türk sanatının iki önemli safhasına bağlanan, bir anlamda Selçuklu sanatından Osmanlı sanatına geçişi sağlayan bu devre siyasî ve sos­yal tarihin çalkantılı fakat zengin izleri­ni de taşımaktadır. Anadolu'nun farklı bölgelerinde değişik gelişme çizgileri­ne sahip bu mimari her bir beylikte ay­rı özellikler göstermiş, ancak sonunda Osmanlı sanatının esaslarını hazırlayan gelişmeleri meydana getirmiştir. Bu dev­rede Anadolu'nun parçalı siyasî görünü­şüne rağmen inşaat faaliyeti büyük bir hızla devam etmiş. Karamanoğullarında olduğu gibi bazı bölgelerde Selçuklu ge­leneği sürerken Saruhanoğullan ve Os­manlı beyliklerinde görüldüğü üzere de yeni arayışlar, denemeler ve uygulama­lar ortaya çıkmıştır. Bu gelişmeleri tesbit eden son araştırmalar. Beylikler dö­neminin mimari ve küçük sanatlar ba­kımından çok canlı bir iç yapıya sahip olduğunu açıkça göstermiştir.

Anadolu'daki yönetimin çok başlı ol­ması sebebiyle Beylikler devri sanatı için kesin bir başlangıç tarihi vermek pek mümkün değildir. Klasik ölçü ve esasla­rına ulaşmak üzereyken Moğol istilâsı sonucu önemli derecede çöküntüye uğ­rayan Selçuklu mimarisi, plan şemaları ve süsleme unsurları ile belirli gelenek­leri bir kısım beyliklere devretmiştir. Sel­çuklu kültürünün çözülmesiyle birlikte değişen siyasî ve ticarî konumlan sebe­biyle bazı şehirler önemini kaybederken diğer bazıları yeni kurulan beyliklerin hâkimiyet alanlarında parlak gelişmelere sahne olmuştur. Meselâ Erzurum, Si­vas ve Kayseri eski önemini kaybeder­ken Adana, Konya, Manisa, Bilecik ve İznik gibi daha batıdaki şehirlerin geli­şimi hızlanmıştır.



Mimari üslûplardaki farklılıklar cami tiplerinde çok barizdir. Çok sayıda ve yaklaşık eş büyüklükteki birimlerle be­lirlenen bölümlü cami tipi, Selçuklular'da görülen ve hatta Osmanlılar'da da de­vam eden bir örnektir. Bu çok destekli cami geleneği Beylikler devrinde de de­nenmiştir. Beyşehir'deki Eşrefoğlu Ca­mii 360 pek çok bakımdan Selçuklu geleneğini devam ettiren bir eserdir. Ya­pının planında mihrap duvarına dik ol­mak üzere altı sıra ahşap destek dizisi ile ana mekân yedi nefe bölünmüştür. Orta nef daha geniş ve biraz da yüksek tutularak bu kesimin önemi belirtilmiş­tir. Mihrap önü kubbesi bu nefte bulu­nan önemli bir unsurdur. Dışta piramit şeklinde bir külahla örtülen kubbe mih­rap yönünde duvara, diğer yönlerde ise üç sivri kemere oturtulmuştur. Kubbe­nin iç yüzeyi Selçuklu geleneğine uygun olarak sırlı tuğla ve çinilerle bezenmiş­tir. Geçişler yelpaze şeklindeki üçgenler­le sağlanır. Taçkapı muhteşem bir cep­he düzeninin ortasında olup 1297 ta­rihli kitâbesiyle dikkati çeker. Buradan girilince sivri kemerli bir geçitle âdeta İkinci bir taçkapı daha belirir ki orta ne­fe açılan bu kemer tamamen sırlı tuğla ve çinilerle kaplı olup burada yer alan çi­ni kitabe 1299 tarihini vermektedir. Bü­yük ölçülü mihrap firuze, mor ve lâcivert çinilerle Selçuklu geleneğine bağlıdır. Bü­tün bunlardan başka yapıyı önemli kı­lan husus ahşap işçiliğindeki zenginliktir. Çatıyı destekleyen kırk sekiz adet ahşap destek mukarnaslı başlıkları, tavan kirişleri ve konsollardaki çok renkli nakışları ile günümüze kadar gelebilen nâdir örnekleri sergiler. Ceviz ağacın­dan yapılmış muhteşem minber, Eşrefoğlu Süleyman Bey'in adı ile eserin us­tası İshak'ın adını veren kitabeleri bakımından da ayrıca önem taşır. Bu yapı­da görülen mimari özellikler Batı Ana­dolu örneklerinde de görülür. Birgi'deki Aydınoğlu Mehmed Bey'in yaptırdığı Ulucami, 361 genelde ahşap örtülü bir çatı ve mihrap önündeki kubbesi ile dik­kati çeker. Yakın bir merkezde Selçuk'ta 1374'te inşa edilmiş olan İsâ Bey Camii, kitabesinde Şamlı olduğu belirtilen 362 bir usta tarafından ye­niliklerle dolu bir eser halinde yükselir. Avlu ve kapalı kısım olmak üzere iki bö­lümlü planlanan eserin avlusu düz çatılı revaklarla çevrili olup ortada sekizgen bir havuza sahiptir. Kapalı kısım, mih­rap duvarına paralel uzanan iki nef ve bunları ortada kesen eş büyüklükte iki kubbe ile ilgi çekici bir plana sahiptir. Artuklu camilerinden gelişen bu şema avlu ile birlikte düşünüldüğünde hemen birkaç yıl sonra yapılacak olan Manisa Ulucamii'nin hazırlığı şeklinde yorumla­nabilir. Beylikler devri mimari sanat ba­kımından bu yapının getirdiği bir baş­ka önemli yenilik dış cephede kendisini göstermektedir. Avlu boyunca uzanan muhteşem batı cephesi, genelde iki kat­lı bazan üçüncü kat izlenimi verecek bi­çimde pencerelerle teşkilatlandırılmıştır. Bu cephedeki mermer kaplamalar, mu­karnaslı kornişler ve çok renkli taş işçiliği ile düğümlü geçmeler Suriye yapı­lan ve Zengîn mimarisini hatırlatır. Bu cephede ilk devir Osmanlı camilerinin. Bursa ve Edirne'deki eserlerin ilk belir­tileri kolayca farkedilmektedir. Büyük ölçülü ulucamilerin dışında yaygın tip. tek kubbeli kübik iç mekânlı örnekler­dir. XII ve XIII. yüzyıldan beri uygulanan bu tip özellikle Konya çevresinde başa­rılı örnekler vermiştir. Beylikler devrin­de daha büyük ölçülerde tekrarlanan­lar Eski Çine'deki Ahmed Gazi ve Balat'ta İlyas Bey camileridir. Bu camiler, kubbe tekniğinin ve geçiş unsurlarının geliştirilmesi bakımından dönemin mi­marisine önemli katkılarda bulunmuş­lardır.

Bu dönemin dikkati çeken bir dinî yapı biçimi de planına göre yan mekân­larının fonksiyonu bakımından “zâviyeli” veya “tabhaneli” deyimleriyle tanım­lanan tiptir. Tekkenin öncüsü zaviye ve­ya tabhane birimlerinin orta kesimin­de genişçe bir ibadet mekânının yer al­dığı bu planın ilk ve önemli örnekleri İz­nik ve Bursa'daki Orhan devri camile­ridir.

Beylikler devri cami mimarisinin Os­manlı devrine aktarılan temel biçimleri­ni Manisa'da Saruhanoğulları'nın yap­tırdığı Ulucami'de 363 buluyoruz. Bu­rada ilk defa kareye yakın dörtgen bir alan ortadan ikiye ayrılmakta, bir yarı­sı namaz kılınan mekân, öbür yarısı ise revaklı avlu için kullanılmaktadır. Kapalı alan. mihrap duvarına paralel dört sıra desteğin ortasında yer alan büyük bir kubbe ile dikkati çeker. 10 m. çapında­ki kubbe sekizgen ayak sistemine otur­makta, onu üç taraftan çeviren sütunlu mekânlar ikinci plana geçmektedir. Böy­lece bir yandan Artuklu bölgesinde be­lirginlik kazanan mihrap önü kubbesi öne çıkmakta, öte yandan sekiz destek­li Osmanlı camilerinin ana tipini müj­deleyen bir örnek kişiliğini bulmakta­dır. Bu yapıda görülen diğer özellik, ortasında bir havuz bulunan revaklı av­ludur. Enlemesine tek sıra, yanlarda ise çift sıra desteklerle kuşatılan açık av­lu, daha sonra Osmanlı selâtin camile­rinde değişmez bir unsur olarak orta­ya çıkan kubbelerle örtülü revakların çevrelediği şadırvanlı avlunun hazırlayıcısıdır.

Beylikler devri cami mimarisinin önem­li gelişmelerinden biri de son cemaat yerinin belirlenmesi ve böylece hareket­lenen cephe düzeninin zenginleştirilme­sidir. Özellikle tek kubbeli camilerin gi­riş cephesinde yer alan üç veya beş böl­meli kısım. Osmanlı camilerinde her bir bölümün üstü tonoz veya kubbeyle örtü­lerek daha da geliştirilecektir. Balafta 364 İlyas Bey Camii'nde 365 gö­rüldüğü gibi özellikle giriş cephesi baş­ta olmak üzere dekorasyonda bir hare­ketlilik ve zenginleşme göze çarpar. Ba­tı Anadolu'ya yaklaştıkça çok renkli taş işçiliği, mermer, porfir ve somaki kak­ma teknikleri, taş şebekeler yaygınlaşır.

Mimari tezyinat bakımından geomet­rik süslemelerle bitki süslemeleri taç-kapılarda aynı oranda kullanılarak dengelenmekte, dönemin sonuna doğru rûmî denilen şekiller genellikle hâkim ol­maktadır. Tezyinat şebekelerde taş mal­zeme ile, minare gövdeleri ve kümbet­lerde geometrik kompozisyonlar halin­de tuğla ve mozaik çini malzeme ile de­vam eder. Duvar örgü sistemi batı böl­gelerinde düzgün kesme taş ve araları­na atılan tuğla kuşaklarla dikkati çek­mektedir.

Medrese mimarisi, ortada bir açık av­lu ile onu çevreleyen küçük mekânlar ve ana eksendeki büyük eyvanla Selçuk­lu üslûbunu ana çizgileriyle devam et­tirir. Hamîdoğullan'na ait Eğridir'deki Dündar Bey Medresesi 366 bu özel­likleri yansıtan bir örnektir. Yine Selçuklu döneminden beri kullanılan kapalı avlu­lu medreseler Beylikler devrinde de var­lığını sürdürür. Germiyanoğulları'ndan kalma Kütahya'daki Vâcidiye Medresesi'nin 367 merkezî avlusu büyük bir kubbeyle örtülü örnektir. Bu yapının bir rasathane olabileceği ihtimali üzerinde duranlar vardır. Diğer bazı medresele­rin ise bîmarhane veya şifahane olarak kullanılmış olması bu devir için de söz konusudur.

Selçuklu kümbet mimarisi genel özel­likleri ile Beylikler devrinde de devam etmiş, ancak bu alanda bazı değişik uy­gulamalar da yapılmıştır. İlhanlılar dö­neminde inşa edilen Kemah Tugay Ha­tun Kümbeti ve Kayseri Sırçalı Kümbet, XIV. yüzyılda silindir gövdeli, kesme taş mimari geleneğini devam ettirmekte­dirler. Hasankeyf'te Akkoyunlular'dan Zeynel Bey adına inşa edilen türbe, dö­nemin Anadolu mezar anıtlarına göre oldukça farklı bir uygulamadır. XV. yüz­yılın ikinci yarısına ait olan eserin silindirik gövdesi bütünüyle tuğla kapla­ma olup kubbesi Asya'daki Timurlu mi­mari eserlerini hatırlatmaktadır, yine silindir planlı olmakla birlikte sütunlu bir galeriyle çevrili olan Ahlat'ta Emîr Bayındır Kümbeti 890 368 bölgede­ki yerli geleneklerin etkisiyle şekillen­miş gibidir. Altıgen, sekizgen ve dört­gen planlı bilinen formlara ek olarak du­var yerine dört ayağa oturan dört bü­yük kemerle çevrili türbe mekânı Bey­likler devrinin bir yeniliği şeklinde gö­rünmektedir.

Beylikler devri çini tezyinatı Selçuklular'ın bir devamı şeklinde Aydınoğulları tarafından sürdürülmüştür. Birgi Ulucamii'nin 369 mozaik çini mihrabı bu geleneğin en muhteşem örneğini teşkil eder. Aydınoğullan ve Karamanlı eserle­ri dışında çini sanatı bir durgunluk dev­resine girmiştir. XIV. yüzyılda üslüplaşmış hayvan figürlerinin halı sanatını can­landırdığı görülür. Avrupalı ressamların tablolarında yer alan örneklerde kuşlar ve ejderler ikili kompozisyonlar halinde­dir. XIII. yüzyıldan XIV. yüzyılın başla­rına kadar süren İlhanlı hâkimiyetinde Uygur ressamları minyatürde parlak bir devre açmışlardır. Bu minyatürlerde renkten çok çizginin hâkimiyeti görü­lür. Hat sanatında ise Yakut'un koydu­ğu esaslarda Osmantılar'a kadar büyük bir değişiklik olmamıştır.

Beylikler devri sanatı özellikle mima­ride plan semalarındaki çeşitlilik bakı­mından bir geçiş devresi olmakla birlik­te, Selçuklular'da görülmeyen bir yeni­lik olarak merkezî plana hazırlık yapan örneklerle önemli bir gelişme, aşama­sını temsil etmektedir. Bundan sonra­ki gelişme. Batı Anadolu'da Bizans'a komşu, siyasî ve askerî bakımdan en zor durumda olan Osmanoğulları'nın elinde filizlenmiştir. 370

Bibliyografya



1- Uzunçarşılı, Kitabeleri, İstanbul 1346-1927.

2- Uzunçarşılı, Anadolu Türk Tarihi Tedkikatından Sivas Şehri, İstanbul 1346-1928.

3- Uzunçarşılı, Anado­lu Beylikleri, tür.yer.

4- Uzunçarşılı, Kitabeler II, istan­bul 1348-1929.

5- M. Şakir. Sinop'ta Candaroğulları Zamanına Ait Eserler, İstanbul 1934.

6- P. Wittek. Das Fürstentum Mentesche, İstanbul 1934.

7- a.e, Menteşe Beyliği (trc. O. Saik Gokyay), Ankara 1944.

8- Himmet Akın. Aydınoğulları Tarihi üzerine Bir Araştırma, Ankara 1946.

9- E. Diez-v.dğr, Karaman Devri Sanatı, İstan­bul 1950.

10- Ali Kızıltan. Anadolu Beyliklerinde Cami ve Mescitler, İstanbul 1958.

11- Oktay Aslanapa. Yüzyıllar Boyunca Türk Sanatı (XIV. Yüz­yıl), İstanbul 1977.

12- Oktay Aslanapa. “Doğu Anadolu'da­ki Karakoyunlu Kümbetleri”, Yıllık Araştır­malar Dergisi, I, Ankara 1956, s. 105-114.

13- Oluş Arık. “Turkish Architecture in Asia Mi­nör in the Period of the Turkish Emirates”, Turkish Art and Architecture, Fribourg 1980, s. 111-136.

14- Hafız Kadri, “Menteşe Beyliği Âsâr-ı Kadîmesi”, TOEM, XXV (1914), s. 57-60.

15- Suat Kemal Yetkin, “Beylikler Devri Mi­marisinin Klasik Osmanlı Sanatını Hazırla­yışı”, AÜİFD, III-IV (1955). s. 39-43.

16- Mehlika Arel, “Mut'taki Karamanoğulları Devri Eser­leri”, VD, V (1962), s. 241-250.

17- Semavi Eyice, “Zaviyeler ve Zaviyeli Camiler”, İFM, XXII1/ 1-2 (1962-63), s. 1-80.

18- A. Arel. “Menteşe Bey­liği Devrinde Peçin Şehri”, Anadolu Sanatı Araştırmaları, I, İstanbul 1978, s. 69-98. 19- Ah­met Kuran. “Karamanlı Medreseleri”, VD, VIII (1969), s. 209-223.


Yüklə 1,39 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   17   18   19   20   21   22   23   24   ...   40




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin