Anadolu aleviLİĞİNİn tariHİ



Yüklə 1,71 Mb.
səhifə2/32
tarix01.03.2018
ölçüsü1,71 Mb.
#43482
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   32

Medine Sözleşmesi sonrasında yaşananların arkasından, Müslümanların ganimete doyduğu Tebuk ve Hayber Kalelerinin işgali geldi. Dini gerekçelere dayandırılan, gerçekte ise güç ve ganimet savaşından başka bir şey olmayan bu saldırılar, İslam tarihi boyunca sürecekti. Kur’an, Müslümanlara diğer ülkeleri işgal ve yağma hakkını nasıl tanıyor, bir ayetle gösterelim: “Kafirlerle savaş için gücümüzün yettiği kadar silah, at ve kuvvet hazırlayın. Bununla, Allah’ın ve kendinizin düşmanlarını, Allah’ın bildiği, (26) sizin bilmediğiniz diğer düşmanlarınızı korkutasınız... Allah yolunda verdiğiniz her şey, size iade olunur. Ve asla haksızlığa uğratılmazsınız.

Peygamber, 630 yılında büyük bir ordu ile Mekke üzerine yürüdü. Ebu Süfyan ve diğer Mekke aristokratlarının, artık İslamiyet’e direnecek güçleri kalmamıştı. Nitekim ticari çıkarlarına dokunulmayacağı güvencesiyle hepsi Müslüman oldular. Bundan sonra güç ve iktidar kavgasını, İslamiyete karşı değil, İslamiyet içinde vereceklerdi. Artık iyice güçlenen, zenginleşen Müslümanlar arasında ki sınıfsal ayrışımların derinleştiğini gören Muhammed de ölmeden Müslümanları şöyle uyaracaktı:

“Yemin ederim ki bundan böyle sizin için fakirlikten korkmuyorum. Belki sizden evvelki ümmetlerin önüne dünya (malı) kapıları açılıp yek diğerine hased ederek helak oldukları gibi, sizin önünüzde dünya kapıları açılarak hased edip helak olmanızdan korkuyorum.“

İslam peygamberi, getirdiği düzenin, her ne kadar bazı yönleriyle nispeten ileri yönleri olsa da, toplumdaki zengin-yoksul ayrımını ortadan (27) kaldırmadığını biliyordu. “Fetih“ yağma talanıyla sermaye birikiminin artacağını ve bu sermayenin belli bir zümrede toplanmasının kaçınılmaz olduğunu görüyordu. Zekat, sadaka, iyi niyet vb. ile zenginle fakirin arasındaki gelir uçurumu kapatılamaz, bir çatışma kaçınılmazdı.

Alevi inancına göre; Peygamber, öngördüğü bu çatışmanın önüne geçeceğini düşünerek, ölmeden Veda Haccı sırasında, amcaoğlu Ali’yi, kendinden sonra yerine geçecek vekil olarak ilan etti. Gadir Humm denilen yerde dinlenmekte olan Hac kafilesine hitap ederek şöyle vasiyet etti: “Kalk ya Ali, benden sonra imam olarak, halka doğru yolu göstermek üzere seni seçtim. Senden razı oldum. Kimin mevlasıysam, bu onun mevlasıdır. Özünüz doğru olarak, uyun ona. Allah’ım onu seveni sev, ona düşman olana düşman ol.

Ama zengin ve yoksul ayrımının olduğu hiçbir toplumda, iktidar çatışmasını önlemek mümkün olmadığı gibi, peygamberin uyarıları ve vasiyeti de önleyemedi. Daha cenazesi ortadan kalkmadan, kim halife olacak tartışması başladı.


İSLAMDA İLK AYRIŞMA

Peygamber, 632 yılında öldüğünde, tüm kabileler, halifeliği ele geçirme telaşına düştüler. Ensar (yardım eden) denilen Medineli Müslümanlar, “halifelik bizde kalmalı“ dediler. Muhacirlerin bir kısmı, halifenin yine Kureyş kabilesinde seçilmesi gerektiğinde ısrar ettiler. Sakife denilen yerde toplanan ileri gelenler, bunları tartışırken, peygamberin cenazesinin başında sadece Ali, Fatma ve eshabından bir avuç insan kalmıştı. Peygamberin amcası Abbas’ın “sana biat edelim“ teklifini Hz. Ali, “bizim cenazemiz var, yasımız var“ diyerek kabul etmedi. Halife kim olacak tartışmalarından da uzak durdu.

Ömer ve Ebubekir ise Sakife’de halifeliği Ensar’a kaptırmamak için uğraşıyorlardı. Ömer, bir konuşma yaparak, toplananları ikna etti ve herkesin Ebubekir’e biat etmesini sağladı. İslam peygamberinin cenazesi, üç gün sonra Ali tarafından kaldırıldı. Ömer, Ebubekir ve diğerleri ise halifelik kavgasından, cenazeye bile katılmamıştı.

Böylece İslam’da ilk ayrışma belirgin hale geldi. Ali’nin çevresinde yer alan ve halifeliğin (29) onun hakkı olduğunu söyleyenler ile bu hakkı gasp edenler arasındaki ayrılık giderek derinleşecek ve savaşa dönüşecektir. Bu savaşta, Ali’nin yanında saf tutanlar, İslam’ın yoksulları, ezilenleridir. Bir köleyken Müslüman olmuş Bilal-ı Habeşiler, Selman-ı Farisilerdir. Yoksul bir Bedevi iken, tüm varlığıyla peygambere bağlanmış Ebuzerler, Ammar bin Yasirlerdir. Kendilerine, “Ali hizbi partisi” anlamına gelen “Ali şiası” adı veriliyordu. Karşılarında ise Mekke’nin sonradan Müslümanlaşmış aristokratlarının, tüccarlarının desteklediği Ümeyyeoğulları (Emeviler) vardır. Servet düşkünlüğü ve yoz yaşamıyla tarihe geçmiş Osman ve onun izinden gidenler vardır.

Ali ve çevresindekiler, başta Ebubekir’in oldubittiye getirilen halifeliğine biat etmediler. Ki sadece onlar değil, Medineli Müslümanlar (Ensar) da itiraz ettiler. İktidar olmanın hilelerini iyi bilen Ebu Süfyan, bu ayrışmayı fırsat bilerek, Ali’ye biat etmek istedi. Ve şöyle dedi: “Vallahi öyle bir devrim görüyorum ki kandan başka bir şey onu sakinleştiremeyecektir! (...)(Ali’ye hitaben): Elini uzat, sana biat edeyim. Eğer istersen Medine’yi Ebubekir’e karşı piyade ve süvarilerle doldururum.

(30)Ali, çıkarları uğruna Müslümanları birbirine kırdırmayı amaçladığını düşündüğü Ebu Süfyan’a şu cevabı verdi: “İslama duyduğun kin ne kadarda uzadı ey Ebu Süfyan! Senin piyade ve süvarilerine ihtiyaç yok!

Ali’nin azarladığı Ebu Süfyan, peygamber hayattayken Mekke’nin yöneticisi ve uzun bir dönem İslamın en büyük düşmanıydı. Ancak Müslümanlar, Mekke üzerine yürüdüğünde, çıkarları gereği diğer Mekke aristokratları gibi zoraki Müslüman olmuştu. Ebubekir’e biat etmeyip Ali’ye koşması da tamamen bu ayrılığı, iktidarı ele geçirmek için bir fırsat olarak görmesindendi. Ali, onu elinin tersiyle itmişti. Ebubekir ise onun desteğini almak için taviz verecekti. Ebu Süfyan’ in sözlerini ve biat etmek istemediğini duyunca, büyük oğlu Yezid’i çağırıp Şam Valiliği’ne atadı. Böylece Ebu Süfyan, o gece gelip Ebubekir’e biat etti.

Ebubekir’in halifeliği kısa sürdü. İslam peygamberiyle yaşıt olan Ebubekir, ondan iki yıl sonra öldü. Hayatı boyunca, peygamberin yakın dostu olan Ebubekir halifeliği süresince de onun gibi sade ve mütevazi bir yaşam sürdü. Arap Yarımadasındaki Müslüman olmayan ya da Ebubekir’ in zorunlu kıldığı Cizye ve zekatı vermeyen kabilelere karşı sert ve acımasız davrandı. Halid bin Velid gibi komutanların yönetimindeki ordularıyla, hepsine boyun eğdirdi. İslam ordularının işgal ve yağma saldırıları giderek arttı ve toplumdaki ganimet büyüdü.

Ebubekir ata (gelir payı) uygulamasını başlatarak, ganimeti Müslümanlara eşit dağıtmaya çalıştı. Kimseye öncelik, üstünlük hakkı tanımadı. Ama diğer yandan, Mekkeli zenginlerden Ebu Süfyan ve oğullarına, suyun başını tutma olanağı sunan da Ebubekir’di. Onun “adaleti“, peygamberin kızı Fatma’ya miras bıraktığı Fedek hurmalığına el koyup Beyt-ül Mal’e (Hazineye) alırken, Ebu Süfyan’ın oğlu Yezid’i, Şam Valiliği’ne getirmiştir.

Ali, hakkının yendiğini düşünse de Ebubekir’e karşı çıkmaz, bir süre sonra biat eder. Peygamberin ardından, eşi Fatma’nın da ölümüyle kenara çekilmiş, gelişmeleri izlemekle yetinmişti. Ebubekir, 634 yılında ölürken, kendisini halife eden Ömer’i, yerine halife bırakır. Böylece bir kez daha Ali’nin hakkı çiğnenmiş oldu. Ama Ali, on yıllık halifeliği döneminde, Ömer’e de muhalefet etmedi. Hatta kimi konularda Ömer, zaman zaman Ali’ye danışırdı. O dönem, Ali ve yandaşlarının yönetimde söz hakkı vardır. Örneğin Ömer’in, ganimetten ne pay alması gerektiğini Ali’ye sorması da bunu gösteriyor. Ömer, bir mecliste şöyle der: “ Ben tüccardım, ticaretle ailemi geçindirirdim. Siz, beni meşgul ettiniz. Bu maldan harcamak, bana helal olur mu?.. Sen ne dersin Ali?“ Ali’nin cevabını, meclistekiler de tasdik eder “Sana ve ailene yetecek kadarı helal olur, fazlası olmaz.“

Ömer’in halifeliği dönemi, İslam devletinin kurumsallaşmaya başladığı, işgallerle Müslüman olmayan halklara kan kusturarak bir Arap imparatorluğuna dönüşmeye başladığı dönemdir.

“Ömer zamanında fethedilen kale ve kentlerin sayıları toplam 36 bini buluyordu. Ömer, gittiği yerlerde her ne kadar cami ve İslam mabedi yaptırmış olursa olsun, ancak kendisi zapt ettiği kentlerde toplam 4000 kilise ve mabet yıktırırken buna karşılık 14000 cami yaptırmıştır.

İslam devletinin toprakları, Pers İmparatorluğu’na, Bizans İmparatorluğu’na karşı kazandıkları zaferlerle sürekli genişlemekteydi. Dolayısıyla işgal ve yağmalardan elde edilen ganimet de büyümekte, hem ganimetin paylaşımı, hem de büyüyen devletin olanaklarının paylaşımı kavgası da büyümekteydi. Diğer yandan İslam devleti egemenleri, kılıç zoru ile aldıkları topraklardaki halkları köleleştirmekte, inançlarını ve kültürlerini, baskı ve zorla yok ederek Araplaştırmaya çalıştırmaktadırlar. Doğal olarak dini, dili yasaklanan, yurdu işgal edilen halklarda da İslam devletine karşı güçlü bir tepki filizlenmekteydi.

“Müslüman Arap ordusunun zulmü, yüzyıllarca sürdü. Kılıçtan kurtulanların, İslamiyeti kabul etmelerine rağmen, yüz yıldan fazla bir süre Kürtçe, Farsça ve diğer dillerde konuşulması yasaklandı. Arapçadan başka bir dille konuşanların dillerinin ucu makasla kesildi. Kürdü, Arap yapmak için her türlü zulüm, her türlü hile ve yöntem geçerliydi. Şehrizar, Kirmanşah, Medayin, Hemedan gibi büyük şehirlerin kütüphanelerindeki, hazinelerden, definelerden daha fazla kıymetli olan, yedi bin yıllık eski bir medeniyeti bağrında taşıyan paha biçilmez kitap ve eserler, Medine’den, Ömer İbni Hattap (34) (ikinci halife. –bn-) hazretlerinden gelen emir gereğince yakıldı, kül edildi.“

Görüldüğü üzere artık İslam devleti, nispeten ileri yanlarıyla öne çıkmıyordu. Gittikçe yayılmacı, işgalci bir devlet olmuştu. Gelir dağılımındaki adaletsizlik, Arap topraklarında halifeyle temsil edilen iktidara karşı büyük bir tepki birikmişti. Arap toprakları dışında ise yağma ve talanla birlikte halkların kültürüne yönelik saldırıları nedeniyle, Arap kültürüne karşı bir tepki doğmuştu. İslam ordularının işgal, yağma ve katliamlarına karşı Arap olmayan halkların tepkisi, Halife Osman döneminde daha da arttı. Siyasi olarak Ali taraftarlığı ile bütünleşti ve egemenlere karşı İslamın farklı yorum ve mezheplerini ortaya çıkardı. Şiilikte özünde Emevilerin dayattığı Araplıkla dayatılan baskıcı İslama karşı, başta İran halkının ve diğer halkların milliyetçi tepkilerinin bir biçimi olarak gelişti. İslam İmparatorluğu tarafından “mevali“ denilerek yönetimden dışlanan halklar, kendilerini iktidar savaşında hakkı yenen ve kendileri gibi dışlanan Hz. Ali ve Ehli-Beyt ile özdeşleştirdiler. Ali şiası bunların toplamını temsil ediyordu.
II. HALİFE ÖMER DÖNEMİNDE SERVET BİRİKTİRENLER

Halife Ömer, tüm Müslümanların hazineden eşit pay alması kuralını değiştirdi. Müslümanlar arasında peygambere yakınlık, İslamı kabul etmede öncelik, yararlı hizmet ve faaliyetler, fakirlik-zenginlik gibi kıstaslara göre ayrım yapmaya başladı. Bedir Savaşı’na katılanlara, yılda 5000 dirhem, Bedir’den sonra Hudeybiye’ye kadar Müslüman olanlara yılda 4000 dirhem, Hudeybiye’den sonra Ridde Savaşı’na kadar Müslüman olanlara 3000 dirhem, Ridde Savaşları’ndan sonra Kadısidiye ve Yemuk Savaşları’na kadar Müslüman olanlara 2000 dirhem ve diğerlerine de 1000 dirhem verdirdi. Ayrıca işgal edilen toprakları da paylaştırma yapmadan Beyt-ül Mal’e (Hazine’ye) aldı. Çünkü Arapların toprağa bağlanıp, ziraatla uğraşarak durağanlaşmasını istemedi.

Ömer, egemenlerin tarihinde “adalet timsali“ olarak anlatılır. Adalet konusunda öyle “hassastır“ ki kendi işini yaparken devletin mumunu söndürür, kendininkini yakar!.. Egemen İslam tüccarı propagandayı bir yana bırakırsak, kişisel olarak Ömer gerçekten de sade ve mütevazı bir yaşam sürmüştü. Ama diğer yandan valilerin, zengin tüccarların, tefecilerin büyük servetler biriktirdiği bir soygun, talan ve sömürü döneminin de sorumlusudur. Kişisel tutumu (36) övülürken, giderek ayyuka çıkan yağma ve talan düzeninin mimarlarından biri olduğu gizlenmeye çalışıldı. O da Ebubekir’in açtığı yoldan ilerleyerek Emevileri ve diğer zengin aşiretleri önemli görevlere getirmiş, adım adım iktidarı ele geçirmelerine yardımcı olmuştu. Oysaki Emevilerin servet düşkünlüğünün, sömürücü egemen sınıfın temsilcisi olarak halkı nasıl ezdiğinin de farkındaydı. Tercihi bilinçliydi.

Örneğin Halife Ömer’in Şam kumandanı ve valisi tarafından karşılanmasını Ahmet Cevdet Paşa şöyle anlatıyor: Yamalı bir gömlek sıradan bir kısrağa binmiş olan halifeyi üzerinde lüks giysiler ve altlarında üstün kısraklarla Ebu Ubeyde, Ebu Sufyan oğlu Yezid ve Halid karşıladılar. “Hz. Ömer, onlara böyle hiddetlendi ve atından inerek yerden taşlar alarak onları taşlamaya başladı. Ve‚ siz ne çabuk fikrinizden dönmüşsünüz. Bu kıyafetle beni karşılamaya mı çıktınız?’ diye azarladı.“ İbni Haldun, Halife Ömer’in daha sonra Şam Valisi olan Ebu Süfyan oğlu Muaviye’yi de aynı şekilde azarladığını yazmaktadır. “Muaviye, Şam’dan döndüğünde, görkemli padişah (37) giysisi ve birçok askerle birlikte Ömer’le görüşmeye geldi. Ömer, bu durumu uygun görmedi ve şöyle dedi: Ey Muaviye, kısralara mı özeniyorsun? Muaviye: Ey müminlerin emiri, ben sınır topraklarındayım, düşmanlarla karşı karşıyayım. Biz, savaş ve cihad için tüm araçları kullanmalıyız. Ömer sustu ve yaptığında hata görmedi. Çünkü onu hak ve dinin amacına giden bir yol olarak gördü.“

Muaviye’nin cevabı ve Ömer’in ona hak vererek susması, İslam devletinin dümeninin ne tarafa kırıldığını çok güzel gösteriyor. Ömer’in yönetimi adaletsizdi ve bu adaletsizlik, cihad adına meşrulaştırılarak günden güne büyümekteydi. Adaletli Ömer bir aldatmacadır. Adaletli Ömer II. Ömer’di ve Abbasi halifesi olup 200 yıl sonra yaşamıştır. Emevilere tepki büyüyüp isyan çıkar ve Abbasilerle birlikte daha esnek bir yönetim gelir. İşte bu II. Ömer hakkında adaletli olduğuna dair birtakım hikayeler var. Bunlar da oldukça şüpheli; ancak sömürü, vahşet, zulüm dönemi içinde biraz vicdani duygulara sahip olan biri için böyle şeyler söyleniyor olması da mümkün. Bunun birçok özelliği 2. Halife Ömer’e mal edilerek halk aldatılmaktadır.

Başka bir örnek; Ebu Süfyan, oğlu Muaviye’nin (Şam Valisi) yanından dönünce Ömer çağırır. Ümeyyeoğulları’nı o kadar iyi tanımaktadır ki Muaviye’nin Şam’da babasına birçok mal verdiğini düşünerek; “payımızı ver ey Ey Ebu Süfyan“ der. Ebu Süfyan; “ bize bir şey ulaşmadı ki sana verelim“ diye inkar eder. Bunun üzerine Ömer, Ebu Süfyan’ın elindeki yüzüğünü çıkararak bir aracı ile karısına gönderip oğlundan getirdiği malları istetir ve gelen on bin dirhem parayı hazineye alır...“

(38) Peygamber öldüğünde, Ebubekir’in halife yapılması ile ortaya çıkan siyasi ayrışma Ömer’in halifeliği döneminde ekonomik ve sosyal olarak tamamlanmıştır. Öyle ki peygamberin eşleri bile “hür“ ve “cariye“ diye ayrıldığı için buna itiraz etmişlerdir. İslam devletinde ilk idari ve mali örgütlenmeleri Ömer gerçekleştirdi. Disiplinli bir ordu örgütlenmesi oluşmuş, işgal ettiği ülkelerden bol bol ganimet getiren İslam komutanlarına yüksek maaşlar bağladı. Ama bu işgal ve yağmalarla ezilen halkların öfkesi de günden güne büyüdü. Nitekim Halife Ömer, 644 yılında Zerdüşt, bir köle tarafından bıçaklanarak öldürüldü.
İSLAM’I, SARAY DİNİ HALİNE GETİREN HALİFE OSMAN!

Ömer ölürken, hilafeti aralarından birini seçmek üzere Ali, Osman, Abdurrahman bin Avf, Sa’d bin Ebi Vakkas, Zübeyr ve Talha’dan oluşan 6 kişilik bir şuraya bıraktı. Ebubekir ve Ömer döneminde iyice zenginleşen, İslamın ileri gelenlerinden oluşan bu şuranın Ali’yi seçmeyeceği açıktı. Nitekim (39) Ümeyyeoğulları kabilesinden ilk Müslüman olan ve peygamberin kızıyla evli bulunan Osman bin Affan, üçüncü halife “seçildi.“

Kısa sürede Ümeyyeoğullarından akrabalarının, yönetimin kilit noktalarına yerleştiren halife Osman, egemen sınıfın, zengin tüccar kabilelerin ve feodallerin temsilcisi olarak, 644-656 yılları arasında hüküm sürdü. Onun döneminde özellikle Şam valisi Muaviye, büyük servetler biriktirecek, kendi ordusunu ve idaresini kurarak, ayrı bir devlet yöneticisi gibi hüküm sürecekti.

Ahmet Cevdet Paşa, “Kısas’ı Embiya ve Tevarihi Hülafa“ adli eserinde, bu dönemi şöyle anlatıyor.

“Affan oğlu Osman’da zenginlerdendi. Ve halifenin ticaretle zengin olup dünya ve ahiret saadetinin birleşmesinde bir sakınca görmedi. Çünkü ticaret helaldir ve zenginlik bir kusur değildir. Şükreden zenginler, sabreden fakirlere mukabildir (karşılıktır)...Hicret’in 28. Yılında Hz. Osman, kendisi için Hz. Peygamber’in mescidi yanında bir saray yaptırdı.“

“...“


“Ondan sonra nefis yemekler yemek, güzel (40) giysiler giymek, güzel, değerli atlara binmek ve bahçelerde gezip eğlenmek gibi servet ve medeniyet adetleri çıktı. Çoğu kimseler mal toplamak sevdasına düştü.“

Osman’ın halifelik dönemi, halkı ezen, sömüren zengin sınıfın iktidarının artık iyice sağlamlaşmasıdır. Ali’nin hilafetine karşı çıkan Ayşe bile Osman’ı eleştirmiş ve onun döneminde saltanat kokularının duyulmaya başlandığını söylemişti. Osman zamanında, İslam ve peygamberine gönülden bağlı olan ve bir lokma bir hırka ile onun çevresinde yaşayan, ölünce de Ali’ye bağlanan Ashab-ı Suffa denilen Müslümanlar, yönetimden tamamen dışlandılar. Çünkü onlar hala İslamın, eşitlik, kardeşlik ilkelerine dayandığı peygamber zamanının bilinciyle hareket etmekteydiler. Peygamberle aynı kazandan arpa yemeği yedikleri, onun mescidinde kuru bir çul üzerinde yattıkları günleri özlemekteydiler.

Ama din, aynı din olsa da İslam devleti kabuk değiştiriyordu. İşgallerle büyümüş, yağma ve talanlarla zenginleşmişti. Artık Pers ve Roma İmparatorlukları gibi idari ve siyasi kurumlara, yöneticilerini ihtişamlı gösterecek muhafız alaylarına, saraylara ve şairlere ihtiyaç duymaktaydı.

Tarihçiler, üçüncü halife Osman dönemini, genellikle zenginlik, yoksulluk ve modernleşme ile özetliyorlar. Bu dönemde devlet gelirleri çoğaldı, deniz ticaretinin yolu da açıldı. Kıbrıs’ın işgali, İslam devletinin denizlerde de etkin olmasını sağladı. Ama zenginleşen, ticaretten, ganimetten yararlanan, belli bir kesimdi. Örneğin Afrika fetihlerinden gelen ganimetler, Osman’ın amcaoğlu Mervan İbni Hakem’ e satılmıştı. Mervan ucuza kapattığı malların fiyatını bile ödememişti. Yine Peygamberin kızı Fatma’ya bıraktığı Fedek Hurmalığı, hazineye alınarak Mervan’ a kiralanmıştı. Oysa Mervan’ın babası, casusluk yaptığı ve karalama faaliyetleri nedeniyle, Peygamber tarafından Taif’e sürgün edilmişti.

Devletin merkezileşmesi ve güçlenmesi, servetin ve iktidarın bir elde toplanması için, dinin de aynı ellerde toplanması şarttır. İktidara tam olarak sahip çıkmak için İslam’ın gücünü ve buyruklarını da tek elde toplamak gerekmiştir. Peygamber zamanında‚ “Kurra” denilen yakın çevresindeki, sahabelerin ezberlediği ve halk arasında yaydığı ayetler, Osman döneminde yazıya geçirildi. Osman bunun için bir kurul oluşturdu. Daha önce Ebubekir zamanında, Ömer’ in ısrarıyla, çeşitli taş, kemik ve deri parçalarına yazılma ayetler toplanarak bir Mushaf oluşturulmuş ve saklanması için Ömer’ in kızı Hafsa’ya verilmişti. Halife Osman, yeni bir kurul oluşturdu. Ömer’ in kızının sakladığı Mushaf da elinden alındı. Anlaşmazlık nedeniyle Haşimiler bu kurulu terk ettiler. Rivayetlere göre, ilmiyle ünlü olan Ali’nin Mushaf’ ı, bu kurul tarafından değerlendirmeye alınmadı. Sonuçta kitap şeklinde derlenen Kur’ an ayetlerine ilişkin pek çok itiraz ortaya çıktı. Kufeliler ve Ali taraftarları, Osman’ın kitap haline getirdiği Kur’an’ı ‚”Osman Mushafı” diyerek kabul etmediler. Onlara göre birçok sure değiştirilmişti. Peygamber döneminde 6666 olan ayet sayısı, 6234’e indirildi. Yine sureler, peygamberin açıkladığı tarihsel sıralamaya göre değil de farklı bir sıraya göre dizildi.

Bu basit, teknik ve sadece dizgiyle ilgili bir sorun değildi. Kur’an sureleri ve ayetleri, yaşanan olaylara, karşılaşılan sorunlara çözüm olacak şekilde sıralanmıştı. Osman, bu sıralamayı kaldırarak, İslam’ın bilimsel gelişimini gösteren değerlendirme olanağını ortadan kaldırdı. İslam kuralları, artık mantığı olan çözümler değil, gözü kapalı uyulacak kurallardı.

Aleviler, tarih boyunca asıl Kur’an’ın, Ali Mushaf’ı olduğunu savundular. Ne var ki onun da bugün örneği yoktur. Halife Osman tarafından, Ömer’ in kızı Hafsa’nın sakladığı da dahil, bütün Kur’an Mushafları yok ettirildi. Yakıldı ve okunması yasaklandı. Herkes derlenen Kur’an’ı kabul etmeye zorlandı. Buna en şiddeti karşı çıkanlar, “Kurra” denilen, Kur’ an ayetlerini peygamberden öğrenip ezberleyen sahabelerdi. Çünkü Osman Mushafı, yalnızca ezberden Kur’ an okumakla kalmayan, halk içindeki itibarları sayesinde yönetime de karışan, bozulmaya, çürümeye muhalefet eden Kurra’ların tasfiyesi demekti.

Böylece Ümeyyeoğullarından Osman bin Affan’ la iktidarı ele geçiren zengin sınıf, dini de ele geçirdi. Kur’an’ın ezilen-yoksul halkın elinden aldı, sarayların baş köşesine yerleştirdi.


OSMAN’IN SALTANATINA KARŞI YÜKSELEN SİYASİ MUHALEFET
Ebubekir ve Ömer’in halifeliği döneminde sessiz kalan Ali taraftarları, Osman’ a karşı muhalefetin öncüsü durumundaydılar. Ebuzel El Gıffari, Ammar Bin Yasir, İbni Sebe gibi Ali taraftarları, Osman’ın saltanatı karşısında ezilenlerin, yoksulların umudu haline geldiler. Osman’ın halifeliği İslamın eşitlik, kardeşlik prensiplerinden vaz geçmeyen bu Müslümanlara karşı siyasi baskılar, işkenceler, sürgünler ve katliamlarla da tarihe geçecekti.
Osman döneminin sınıf çatışmasına dönüşen, zengin-yoksul, ezen-ezilen ayrımını, Ali Şeriati şöyle resmediyor:
“Bu günler geçti ve peygamber göçtü! Ansızın set çekilmiş rüzgarlar her yerden esmeye başladı ve devrimin mütecessim (cisimleşmiş -bn.) ruhu olan Ali yine adaletin dinden ayrılmasının, halkın sahneden çekilmesinin, dinin yine seçkinlerin, ruhaniyetin, aristokratların ve hakimlerin tekeline girmesinin nişanesi olarak evine çekildi. Bu yüzdendir ki Ali ve takipçileri, bir çöl adamı olan Ebuzer, işsiz, kimsesiz, Habeşli bir köle olan Bilal, eski bir azatlı köle olan İranlı Selman, Yunanistan’dan gelmiş bir gariban olan Suheyb, siyah bir köle olan bir anne ile yoksul hurma satıcısı güneyli Arap bir babadan olan Ammar... Bunlar İslam devriminin önderlerinin aciz yakınlarıydılar, sahneden çekildiler ve büyük sahabeler, Abdurrahman b. Avf, Sa’d Ebi Vakkas, Halid b. Velid, Talha, Zübeyr, Ebubekir, Ömer, Osman ki hepsi cahiliye döneminde de eşraftan kimselerdi, hareketin önderliğini ele geçirdiler, topluma hükmetmeye başladılar ve siyasi bir grup oluşturdular.”
Ebubekir ve Ömer dönemini sessizlikle geçiren Ali de taraftarlarının Osman’ a karşı yükselttiği muhalefete kayıtsız kalmayacaktı. Ama yoksulların silahlı devrimini savunduğu için çok ileri gittiğini düşündüğü İbni Sebe’yi çevresinden uzaklaştırması, Ebuzer ve Ammar’ a sabır telkin etmesi, kararsız tavrını gösterir. İslam toplumu açıkça ezen-ezilen diye ikiye bölünmesine rağmen; Ali, peygamber dönemindeki gibi tüm Müslümanları birleştirmeye çabalıyordu. Halifelik hakkı gasp edilmesine rağmen, Müslümanların bölünmesi kaygısıyla mücadeleye girişmedi. Sırasının gelmesini bekledi. Ama giderek güçlenip yönetimi ele geçiren zengin sınıfı, Ali’nin halife olsa bile iktidar olmasına izin vermeyecekti.
Osman’ın saltanatına en sert muhalefet edenlerden biri Ebuzer’di. Peygamber’in ‚ “en doğru sözlü insan” diye övdüğü Ebuzer, hayatı boyunca yoksulların, ezilenlerin hakkını savunmaktan vaz geçmedi. “Evinde yiyecek ekmeği bulunmadığı halde yalın kılıç ayaklanmayan halka nasıl hayret etmem” diyerek halkı, hakkını almak içim isyana teşvik etti. Osman’ın ve Muaviye gibi akrabalarının, halkın malını gasp ederek saraylar yaptırmasına, zevk ve sefa içinde yaşamasına, Ebuzer, Kur’an’la, Peygamber’den öğrendikleri ile ve Ali’den aldığı feyzle karşı çıktı. Halk içinde ve mescitte sürekli şu ayeti okudu:

“...Fakat bütün o altın ve gümüş toplayıp Allah yolunda harcamayanlar var ya, (işte) onlara (sonraki hayat için) çok çetin azabı müjdele. Bu ( toplanıp, saklanan altının, gümüşün) cehennem ateşinde kızdırılıp onların alınlarının, böğürlerinin ve sırtlarının damgalanacağı gün, (bu günahkarlara) işte kendiniz için topladığınız hazineler! Denecek, şimdi tadın bakalım, sarılıp sakladığınız hazinelerin (başınıza açtığınız belanın tadını”



İSLAMIN ÖNCÜLERİ ARASINDA BİR “SERVET DÜŞMANI” EBUZER EL GAFFARİ
Osman halife olunca, Ebuzer’i halkı aleyhine kışkırttığı gerekçesiyle Şam’a sürdü. Ama Ebuzer, Şam’da da tavrını değiştirmedi. Zenginliği ve halkın parasını israfı eleştirmeye devam etti. Bir gün Muaviye’nin binlerce işçi çalıştırarak yaptırdığı Yeşil Sarayı’nın önüne dikildi: “Muaviye! Eğer bu sarayı halkın parasıyla yaptırdıysan, ihanettir; yok, eğer kendi paranla yaptırdıysan israf!” diyerek, herkesin içinde kınadı. Yoksulların, Ebuzer’in çevresinde toplandığını gören Muaviye, Ebuzer’den kurtulmak için, Onu Kıbrıs’ı işgale giden ordu ile savaşa gönderdi. Amacı onu öldürtmekti.

Yüklə 1,71 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   32




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin