Anadolu aleviLİĞİNİn tariHİ



Yüklə 1,71 Mb.
səhifə11/32
tarix01.03.2018
ölçüsü1,71 Mb.
#43482
1   ...   7   8   9   10   11   12   13   14   ...   32
çabaları da başlamıştı! Örneğin 16. yüzyıl Osmanlı alimlerinden Aşık Çelebi, 1324’te Lemi Çelebi’nin yazdığı Maktel-i Hüseyin kitabına karşı bu mollaların mücadelesine değiniyor: “ molla Arap adında birisinin, camilerdeki vaazlarında sürekli ya, bu Maktel-i Hüseyin diye bir şeyler var, bunlar okunuyor, bu Rafiziliktir, bu sapkınlıktır, yapılmaması gerekir” dediğini yazar...(73) Hacı Bektaş Veli Kültür Derneği Yayınları/ No:5 Mayıs 2012/ Doç. Dr. Rıza Yıldırım/ Syf: 76

Osmanlı’nın henüz ele geçiremediği Anadolu’nun doğusunda Türkmen Akkoyunlu ve Karakoyunlu hanedanlıkları ve Dulkadiroğulları gibi beylikler hüküm sürerken Alevi dergahları halkın örgütlenme merkezleriydiler. Yalnızca Osmanlı değil, dönemin dini, egemenliğin bir aracı olarak kontrol altına almaya ve kullanmaya çalışıyorlardı. Örneğin Osmanlı ile rekabet halindeki Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan, Sultan Bayezit’e yazdığı bir mektupta din ve ahlak uğrunda yaptığı hizmetlerle övünürken kalenderilerin ve Haydarilerin bidatlarını (sapkınlıklarını ) yasak ettiğini belirtiyor.

Dönemin en güçlü hükümdarı Timur ise Şiiliği sahiplenir görünür. Timur saflarındaki Orta Asya kültürünün etkisini gözeterek Anadolu’daki Alevi dergahlarına babalara dervişlere nispetten “hoşgörülü” davranır. Kendini Osmanlı’ya karşı Türkmen beyliklerinin kurtarıcısı gibi göstermek istemektedir. Buna göre davranır. Zaten kendisini İlhanlıların varisi saymıştı. Böylece onların dervişleri, babaları kazanma siyasetini sürdürmeye çalışıyordu. Timur, 1404 yılında Semerkand’a dönerken yanında bulunan İspanyol elçisi Klaviyo’nun yazdığı anıları da bu yaklaşımını doğruluyor. Ayrıca kalaviyo Erzurum’dan geçerken Deliler köyü diye bir yere uğradıklarını ve bu köydeki dervişlerin ve dedelerin halkta büyük saygı gördüklerini anlatıyor: “ Buraya deliler köyü adı verilmesinin nedeni, bütün olarak oturanların ruhanilik hayatına girmiş, dünyayı bırakmış Müslüman dervişlerinden olmalarıdır. (sarıkamış- kağızman Alevileri bu köyde Garip Musalıların Pir ocağı olduğunu söylemekteydiler) yöredeki köylüler burayı ziyaret edip dervişler ile görüşüyorlar. Burada bu dervişlere keşiş denilmektedir. Bu dervişlerin reisi (olasılıkla dede) bütün dervişlerce derin bir saygı görüyor ve evliya soyu (12 imam soyu seyit) biliniyor. Timur Bey buralardan geçerken dervişlerin yanına gidip reislerine konuk olmuş. Bu yöredeki kişiler, dervişlere bol bol adaklar veriyorlar onların egemeni bu reistir. Halk bu dervişleri evliya tanıyorlar. Dervişler, sac ve sakallarını tıraş ediyor, yaz kış sırtlarında eski bir aba ile yollarda geçiyor, ellerindeki sazları çalarak ilahiler (nefe) okuyorlar. Bunlara ait tapınağın (teke olması olası) kapısında bir püskül ve ay biçiminde bir resim görülüyor. Altlarında geyik, keçi, koyun boynuzlarından bir sıra dizilmişti. Her dervişin kapısı üzerinde böyle bir boyuz vardır.” (74) Anadolu’nun Gizli Kültürü, Alevilik/ Nejat Birdoğan/ Syf:123

Kısacası 14. yüzyılda Anadolu’da Alevi Ocakları, dergahları yaygındı. Ve halk tarafından büyük saygı görüyorlardı. Bu dergahların en büyüklerinden bir de Kalenderi dergahı olan Eskişehir’deki Seyit Battal Gazi dergahıydı. Kalenderiler dergahı merkez olarak kabul etmiş, şeyhini diyerek tüm diğer şeyhlerinden üstün tutmuştu. Hacı Bektaş-ı Veli Velayetnamesinde de Hacı Bektaş-ı Veli’nin bu dergahı üstün tutuğu ve kurban bayramını müritleriyle birlikte gelerek bu dergahta geçirdiği anlatılıyor.

Gerçekte Emeviler döneminde yaşamış (680-740) olan Battal Gazi’nin yaşamı sonradan Türkmenler tarafından destanlaştırılmış ve Ehli Beyt’e bağlanarak Alevi Ulularından biri haline getirilmişti: “Seyid Battal Gazi Anadolu’daki tüm Horasan erenlerinin, Rum (Anadolu) Abdallarının, Kalenderilerinin, Haydarilerin, Melamilerin, Babailerin, Ahilerin, Bektaşilerin, Alevilerin, Işıkların, Torlakların ve Yeniçerilerin ortak
olur” (75) (Dünya ve Türkiye’de Alevi- Bektaşi Dergahları/ Baki Öz/ Syf:89/ Can yayınları) Rumeli Kalenderileri de bu dergaha bağlıdırlar. Bulgaristan Hasköy’de (Haskova) dergahını kuran Otman Baba ve Deliorman’daki Demir Baba velayetnamelerinde bu dergah merkez olarak gösteriliyor.

14. yüzyılda Anadolu, Babai geleneği sürdüren Kalenderi, Haydari, Bektaşi tekkeleriyle doluydu. Dönemin kaynakları “Cihanın bu gibilerle dolu olduğunu” söyleyerek nüfusun çoğunluğunu Alevilerin oluşturduğunu belirtiyor. Bu oran 16. yüzyıla kadar arttı. Osmanlı tarih yazarı Jorga 8 Şubat 1514 tarihli bir kayda göre Anadolu nüfusunun beşte dördü (% 80) Alevi olduğunu yazıyor. Bu oran abartılı bulunsa da Osmanlı fermanlarının mühimme defterlerinin* kanıtladığı gibi Anadolu’da Alevi nüfus 16.yüzyılda çoğunluktaydı.(76) Kaynak: Osmanlı Gerçeği/ Erdoğan Aydın/Syf:72

Kaldı ki Sünnilik de Osmanlı’da bugün anladığımız şeklini ancak 16. yüzyılda alacaktı. Farklı yollar tutmuş 70 kadar tarikatın etkin ve örgütlü olduğu Osmanlı’da, 16. yüzyıla kadar Sünni anlayış da çok renkli ve geniş bir yelpaze oluşturmaktaydı. En sofu padişahlardan biri olarak Yavuz Sultan Selim’le birlikte ehl-i sünnet mezhebi, Sünni egemen İslamı doğrultusunda hizaya getirilirken, devlet çıkarına aykırı görülen Alevilik de yok edilmeye çalışılacaktı.

Osmanlı 14. yüzyılda Balkanlara sırtını dayayarak Anadolu’yu ele geçirmeye yönelmişken Anadolu Aleviliğinin harcına eklenecek iki önemli akım ortaya çıkacaktı. Biri Şah İsmaille zirveye ulaşan İran’daki Erdebil tekkesinden yayılan Safevi etkisiydi. Diğeri de Azerbaycan’dan Rumeli’ye kadar yayılan ve Alevi-Bektaşi inancı ile kaynaşıp bütünleşen Hurufilikti.

*Mühimme Defteri: Divan-ı Hümayun’dan çıkan bütün berat ve fermanların tarih sırası ile yazıldığı idari defter.

FAZLULLAH HURUFİ VE HALİFELERİ

Hurufilik, mirasını devraldığı Babek-Hürremi hareketinin doğup geliştiği topraklarda, Azerbaycan’da ortaya çıktı. Kurucusu Fazlullah Naimi Tebrizi Astarabadi, 1339-1340’da Astarabad’da doğdu. 18 yaşında bir İsmaili’ye bağladı Tasavvufta derinleştikten sonra gezgin dervişler arasına katıldı. 1376’da Tebriz’de iken harflerin batıni işareti ile peygamberliğin anlamının kendisine açıklandığını söyleyerek cavidname adındaki büyük eserini yazdı.

Fazlullah Hurufi’ye göre nasıl peygamberlik en yüce noktaya Muhammed’le alışmışsa İmamlık da Ali ile ulaşmıştı. Zahir imamların sonuncusu Hasan Askeri’den sonra gayb dönemine girilmiştir. Bu dönemin imamı Mehdi’dir. Ve Mehdi de Fazlullah Hurifi’dir.

Hurufiliğin merkezi Bakü oldu. Özellikle Arap olmayan uluslar ve Türkler arasında hızla yayıldı, taraftar buldu. Fazlullah, Farsçayı Arapça’ya üstün tutmuş, Arap egemenliğine karşı çıkmıştı. Şii şeriatına da aykırı olan insanı tanrılaştıran Fazlullah ulemanın şiddetli tepkisini çekti.

Timur 1386’da Azerbaycan’ı işgal ederken Alıncak Kalesi’nde direnen Hurifilerin hepsini katletti. Daha sonra oğlu Mirnaşah da Hurifileri kovuşturdu ve yakalattığı Fazlullah Hurufi’yi Nahçıvan yakınlarındaki Alıncak kalesine hapsetti. Hapiste iken “Vasiyetname” sini kaleme alan Fazlullah, Şirvan’ı Kerbela’ya kendini İmam Hüseyin’e benzetiyor:

“Yaşamım boyunca Şirvan’da tek dostum olmadı;

Ben çağın Hüseyin’iyim,

Düşmanların yezid ve şimr;

Aşura alınyazım

Ve Şirvan, Kerbelam’dır.” (77) Uyur İdik Uyardılar/İrene Melikoff/Syf:180 / Cem yayınları-1994

Fazlullah 1394’te 56 yaşında iken “küfür” suçu ile yargılanıp idam edilir. Cesedi ayaklarından sürüklenerek ibreti alem için dolaştırıldı. Ölümünden sonra Alıncak Hurufiler için hac yeri oldu. Kabe’nin yerini tuttu. Maran Şah (yılanların Şahı) dedikleri Miranşah tarafından yaptırılan hisarı şeytan taşlar gibi taşlamak gelenek haline geldi. Fazlullah için Kerbela ağıtlarına benzer ağıtlar yazılmıştır.

Fazlullah’ın ölümünden sonra da Hurufiler üzerindeki baskı ve katliamlar devam etti. Kızı Mahdum zade 1427’de Tebriz’de Cihan Şah’ın buyruğu üzerine beş yüz Hurufi ile birlikte öldürüldü ve cesedi yakıldı. Hurufiler bu baskı ve katliamlardan kurtulmak için Anadolu’ya sığındılar.

Fazlullah’ın Seyid İmadeddin Nesimi, Ali El Ala, Refii, Gerişteoğlu gibi halifeleri Bektaşi Tekkelerine sığınarak tüm Anadolu’yu Rumeli’ye kadar dolaştılar ve onun öğrettiklerini yaydılar.

Mir Ali el Ala, “ışık” denen Hurufilerdendi. Anadolu’da Işık deyini genel Alevi dervişleri için kullanılmasının yanında özelde Bektaşilik içinde eriyen Hurufileri ifade eder. Anadolu’da ve Rumeli’de pek çok tekke ve zaviyenin ışıklara ait olduğu Osmanlı belgelerinde geçiyor. Bilinen iki belgede bu “ışık”ların “Hurufi Mezhebi”nden oldukları belirtiliyor. Ali el Ala 1419’da idam edildi ve Alıncak’a Fazlullah’ın yanına gömüldü.

Hurufiliğin ve Fazlullah’ın Anadolu’da tanınması halifelerinden biri olan Türkmen İmadeddin Nesimi’nin propagandası ve Şiileri aracılığıyla oldu. Nesimi Fazlullah’ın damadı, en yakınındakilerden biriydi. Timur’un katliam ve soruşturmalarından korumak için Fazlullah tarafından Anadolu’ya gönderilmişti. Anadolu’da, Bursa’da ve Ankara’da hoş karşılanmamış. Söylenceye göre görüşmek istediği Hacı Bayram Veli tarafından da kabul edilmemişti. 1402’de Timur Osmanlı’yı yendikten sonra Halep’e gittiği tahmin ediliyor.

İmadeddin Nesimi Alevi-Bektaşi felsefesinde, edebiyatında çok derin izler bırakmış, 7 ulu ozandan biridir. Şiirlerinde Yunus Emre’ye öykündü. Hallacı Mansur’u anarak “Ene’l Hak” dediği onlarca şiiri var. yine şiirlerinde mürşidi Fazlullah’a bağlılığını anlatır. “ona bağlanan Muhammed soyunu sevenlerdir” der. Muhammed’in Ali’nin on iki imamların yeni tanrısal ruhun kendi vücudunda göründüğünü yazmıştır. Şeriatın gereklerine, öbür dünyaya kabir azabına inanmadığını ilan etmiştir. Hallacı Mansur gibi tanrıyı gökyüzünden yeryüzüne indirdiği; insanda, insanın yüzünde beliren harflerde sır olduğunu açıkladığı için Halep valisinin emriyle yakalanmış dinsizlikle suçlanıp derisi yüzülerek katledilmiştir. Nesimi sonuna kadar inancını savunan, işkencelere meydan okuyan kişiliği ile Alevi- Bektaşi inancında ölümsüzleşti. Gayp Erenlere karıştığı üzerine efsaneler üretilerek, yüzülen derisini omzuna alıp Halep şehrinin on iki kapısından çıkıp gittiği söylenmiştir. Bugün derisinin yüzüldüğü yerde tekkesi vardır.

Nesimi’nin Anadolu’da kaldığı süreçte Alevi- Bektaşiler üzerindeki etkisi müridi Refii ve ardından gelenler tarafından sürdürüldü. Refii 1408-1409’da Fazlullah’ın düşüncelerini açıklayan “Beşaretname” adlı Türkçe bir Mesnevi yazdı. Yine 1469’da tirede ölen Ferişteoğlu (Abdumecid) Fazlulah’ın Cavidannamesi’ne benzer “ışıkname” adlı bir eser yazdı.(1430) Timur’un önünden kaçan Hurufiler’in Anadolu’dan Rumeli’ye geçmesi sonucu Rumeli’deki Alevi-Bektaşi tekkeleri Hurufiliğin merkezi konumuna gelmişlerdi.

Alevi-Bektaşiliğin 7 ulu ozanı arasında sayılan Yemini ve Virani de Hurufiydiler. Yemini Varna’nın kuzeyindeki Akyazılı Otman Baba tekkesindedir. 1519’da “insanoğlunun yeryüzüne yansıyan Fazlullah’ın tarısallığını” anlattığı “Faziletname” adında bir eser yazmıştı. Virani de büyük bir Bektaşi ozanıdır. Üzyüz nefesini içeren bir divanı vardır. Şiirlerinde Balım Sultan’a bağlılığından söz etmiş ve Dimetoka’da tekkesi bulunan Seyit Ali Sultan’a methiye yazmıştır.

Hurufilik Fatih Sultan Mehmet’i gençliğinde etkisi altına almış, Osmanlı sarayına kadar girmiştir. Ama ulemanın ve vezirlerinin “tehlikeyi sezmesi” sonucu Akşemseddin ve Fahreddin Acemi’nin gayretleri ile Hurufi dervişleri saraydın uzaklaştırılmış ve sonrasında Edirne’de dinsizlikle suçlanarak diri diri yakılmışlardır. Böylece Hurufilik Osmanlı’nın da fetvalarla kavuşturduğu katline fermanlar yolladığı inançlar arasına katılmıştır. Edirne’de üç şerefli cami avlusunda Hurufiler yakılırken ateşi üflediği sırada sakalı tutuşan Fahreddin Acemi’nin tavrı ulemanın batini akımlara karşı kana doymaz düşmanlığının örneklerindendir.

Hurufilik, batini akımların hep güçlü olduğu “sönmeyen ateşin ülkesi” Azerbaycan’da doğdu, Babek-Huremiler’in ve Karmatilerin inanç ve düşüncelerinin Anadolu’ya taşınmasında önemli bir rol oynadı. Anadolu Aleviliğini felsefi ve estetik olarak zenginleştirdi, ulu ozanların, Bedreddin gibi ayaklanma önderlerinin yetişmesine katkı sundu.
KUTU: HURUFİLİK NEDİR ?

Hurufilik harf gizemciliğidir. “Huruf” Arapça’da harf sözcüğünün çoğuludur. Hurufiler Tanrı kelamının harflerle insanın yüzünde tecelli ettiğine inanırlar. Harf gizemciliğinin tarihi eskidir. Harfleri sayılarla ilişkilendirerek daha eski tarihlerde Tevrat yorumları yapılmıştır. Şii gelenekte ise “harflerin bilimi” İmam Caferi Sadık’a dayandırılır. Onun bu bilgiyi İmam Ali’nin kendisine devrettiği geleceği haber vermeye yarayan El Cefr adlı bir kitaptan aldığına inanılır.

İslam tasavvufunda harflerin kutsallığı, Kur’an’da da vardır. Hallacı Mansur, Nasr-ı Hürre, Muyiddin Arabi’de harf gizemciliğinin gelişmesinde katkıda bulunmuştur. Fazlullah Hurufi bu anlayışı en üst noktaya vardırmıştı.

Hurufi inancına göre Fars alfabesinin 32 harfi ilahi birliğin simgesidirler ve insanın yüzünde, vücudunda, ruhunda tecelli eder. İnsan özünde bütün alemleri toplamış bir küçük kainatıdır. Tanrı kemaline insanı yaratmakla ulaşmıştır. Dolayısıyla insandan başka yerde aranmaz, ancak kamil insanda görünür.

Hurufilikte insan konuşan tanrıdır. İlk maddesel varlıktan başlayarak “insan-ı Kamil’e kadar çıkar bir seyir izler. Bu düşünce Alevi- Bektaşi felsefesine , (ruh göçü),


Yüklə 1,71 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   7   8   9   10   11   12   13   14   ...   32




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin