Anadolu aleviLİĞİNİn tariHİ



Yüklə 1,71 Mb.
səhifə24/32
tarix01.03.2018
ölçüsü1,71 Mb.
#43482
1   ...   20   21   22   23   24   25   26   27   ...   32

Osmanlı tarih yazıcısı Naima‘ya göre Celali isyanlarını başlatanlar “ etrak-ı biidrak“ (idraksız Türkler) ile “ekrad-ı dalalet nihad “ (hain tabiatlı Kürtler“ idi. Osmanlı‘nın aşağılamaları bir yana, tüm Anadolu‘nun ayaklanmalara katıldığı anlaşılıyor.

Celali Ayaklanmalarını, Alevi ayaklanması olarak değerlendirmek eksik olur. Bu ayaklanmalarda yoksulluğa düşmüş Alevi-Sünni tüm Anadolu halklarının yer aldığı açıktır. Ayaklanmaların “Celali“ ismini alması, Şeyh Celal‘in 1517‘de ayaklanmış bir önder olması nedeniyleydi. Yine en büyük Celali önderlerinden Kalenderoğlu Piri, ismini Kalender Çelebi‘den almıştı. Efsanesi dört bir yana yayılarak bugüne kadar gelen Köroğlu ise Alevi halkın bilincinde bir Kızılbaş beyidir!

16.yüzyılın sonlarından itibaren “Osmanlı‘nın elini Anadolu‘dan kesmek “ iddiası ile yoksul köylüleri peşinden sürükleyen en büyük Celali Ayaklanmaları, çoğu kez önderlerinin ihaneti ile, Osmanlı tarafından rüşvet verilmesiyle yenildi, dağıldılar. Celali Ayaklanmalarına önderlik edenler, çoğunlukla fırsatını bulduğunda büyük bir arazi elde ederek yada istediği bir makama getirilerek Osmanlı ile anlaşan eski sipahiler, kapıkullları yada yerel beylerdi: İsimlerini anacağımız büyük Celali önderleri dışındakiler padişahı karşılarına almamışlar, birbirleriyle savaşmışlardı. Kanuni Sultan Süleyman‘ın başlattığı, tımarların (dolayısıyla beylerin ) Sarayda Enderun‘dan yetişme devşirmelere verilmesi uygulaması da Celalilerin zoru ile kaldırıldı, gücü yeten beyliği alır bu koşullarda, halk daha çok ezildi ve soyuldu. Ki 17. yüzyılın başlarında, Anadolu nüfusunun üçte ikisi savaşlarda kırılmış ya da kaçmıştı.

KUTU

Osmanlı toplumunda 1450-1550 döneminde istikrarlı olan fiyatlar, dış talebin arttığı 1550 tarihinden sonra yükselmeye başlamıştı. Buğdayın kilesi; 1450-1550 yılları arasında 20-30, 1595 te 20-40 akçedir. Koyun; 1450-1550 yılları arasında 20-30 akçeyken 1595‘te 70-80 akçeye çıkmıştır. Demir; 1550‘de 3 akçeden 1595‘e 15‘e Bakır; 6 akçeden 35‘e Pamuklu bez 2 akçeden 6 akçeye, Sade yağ, 4 akçeden 20 akçeye; Bal, 2 akçeden 19 akçeye; yükselmiştir. 1550‘yi izleyen 45 yıl içinde akçe altın ve gümüş karşısında değerinden 3-4 kat kaybetmiş; buğday 4, bez 3, bakır 5, ham demir 5 kat pahalılaşmıştır. (214) Celali İsyanları/ Mustafa Akdağ/ Syf:22 D.T.C.F yayını Ankara 1963

Osmanlının merkezi yönetiminin iyice zayıfladığı bu koşullarda “ayan“ denilen, bağımsız bir güç gibi hareket edebilen, yeni yasalar, vergiler koyabilen yerel otoriteler oluşmuştur. Halk, dağınık ve güçsüz de olsa bu yerel otorite Bey ya da Köroğlu gibi yiğitlerini sarıp sarmalayarak Bolu Beylerine meydan okur!

KUTU: “NİCEKİ HAN, BEY, PAŞA VAR MEN KÖROĞLU ELDEN KOYAN DEĞİLEM!“

Köroğlu, destanlara konu olmuş en ünlü Celali lideridir:

“Öyle anlaşılıyor ki, ilk tanınmış levent Bölükbaşı yahut daha uygun deyimle Celali reisi, Bolu ile Gerede arasında 1581‘den itibaren 200 kişilik bir grupla soygunculuğa başlayan Köroğlu efsanesinin kahramanı Köroğlu Ruşen Ali‘idi (…) Halk destanlarının yegane kahramanı olarak edebileşmesinin sebebi, Celali isyanlarının ilk bayraktarı olmasındandır. Yaşadığı sahaların İran- İstanbul askeri yolu üzerinde olması, şekavetini* ayrıca popüler kılmıştır“(215) Celali İsyanları/Mustafa Akdağ/ Syf:91-94

*Şekavet: Eşkiyalık, haydutluk.

Köroğlu, halk için, adalet için dağa çıkmış bir Celalidir. Halkı ezen sercet sahiplerine, beylere, paşalara, kadılara hesap sorar. Onların mal yüklü kervanlarını soyar. Zenginden alır fakire dağıtır. Halk, sırtını Köroğlu‘na yaslar, Köroğlu da dağlara… Kıratıyla, yavuklusu Nigar‘la evlatlığı Ayvaz ve kan kardaşı Kiziroğlu Mustafa Beyle bir yiğitlik destanına dönüşür Köroğlu. Er meydanında kimseden geri kalmaz o devirde gerçekten de ilk önce beylerin paşaların kapıhalklarında görülmeye başlamış olan tüfeklerin zorbalara üstünlük sağlamasına kızar: “ Tüfek icad oldu, mertlik bozuldu“ der.

Köroğlu‘nun, Bolu Beyi ile kavgası, halkın kavgasıdır. Çoğu “eşkiya“ destanları gibi kişisel intikam duyguları ile başlamış olsa da kısa sürede tüm ezilenleri yanına toplar ve beyleri paşaları da karşısına alarak halkın umudu, kavgası olur. Bu yüzden halkın ezildiği, soyulduğu her yerde bir Köroğlu çıkar. Anadolu‘dan İran‘a orta Asya‘ya kadar yayılan Köroğlu destanı, Köroğlu adı ile ortaya çıkan halk önderlerinin yaşamları ve maceraları ile harmanlanır.

Konuyu araştıranlardan Prof. Fahrettin Kırzıoğlu, pek çok Köroğlu tespit etmiştir. “...1531-1628 yılları arasında, Kazvin, İsfahan, Horasan Serahs ve Fars gibi şehirlerde ve bölgelerde göçebe uyrukları ile görevli bulunan Dulkadirli ve Avşarlı boylarından Köroğlu ve ya Koroğlu adını taşıyan üç Kızılbaş Beyi vardır...“ (216)Aktaran: Köroğlu/Nejat Birdoğan/Syf:40

Köroğlu Destanı‘nın Türkmen, Özbek, Karakalpak, Tatar, Kazak, Kırgız, Uygur ve Tacikler ile Buhara Arapları arasındaki Arapça ve Tacikçe türleri Orta Asya kolunu; Azerbaycan, Balkanlar, Anadolu‘da yaşayan Türkmenler ile Gürcü, Ermeni ve diğer Milletler arasında yayılmış türleri Batı kolunu oluşturur. Destanının bu kadar geniş bir alanda ve her din ve milliyetten halklar arasında yayılmış olması, onun, halkların ortak duygu ve düşüncelerine, özlemlerine hitap ettiğinin göstergesidir.

Anadolu Türkmenlerinde Köroğlu Destanı, sekiz cilt halinde yayınlanmıştır. Bu destanda Köroğlu‘nun dar zamanlarda sığındığı, yol göstericisi, Piri İmam Ali‘dir. Kırat Düldül‘ün özelliklerine sahiptir. Kılıcı Zülfikar‘a benzer. Köroğlu, İmam Ali ile özdeşleştirilir. Destan, aynı zamanda 4. Halife Ali‘nin destanı gibidir.

Köroğlu, Anadolu halklarının çaresizliğinden, umutsuzluğundan doğan bir destandır. Halkın örgütlü ayaklanma olanaklarını bulamadığı koşullarda yarattığı, bireysel kahramanlardan biridir. Ki benzer örnekler Kürt dağlarında, Toroslar‘da, Karadeniz‘de Ege‘de sık sık görülecektir.

KARAYAZICI ABDÜLHALİM BEY VE DELİ HASAN BEY AYAKLANMALARI

Osmanlı tarih yazıcıları, ayaklanmaları anlatırken her ne kadar halkı aşağılayıp, iftiralar, hakaretler yağdırsalar da çoğu kez şu gerçeği itiraf etmek zorunda kalıyorlardı. Ayaklanan halk aç, sefil, yarı çıplaktı. Ne elinde savaşacak silahı, ne altında binecek hayvanı vardı. Osmanlı ordularını bozup, atlarına, silahlarına el koyduktan sonradır ki çıplaklıktan kurtuluyorlardı.

Celali Ayaklanmalarına katılan yoksul köylüler de dilenecek kadar yoksuldular. Osmanlı, Celalileri soyguncu, yağmacı, ırz-namus tanımayan başıbozuk bir eşkiya güruhu olarak göstermiştir. Oysa ki dönemin tanıkları, Celali Ayaklanmalarının halkçı niteliğini ortaya koyuyor. Karayazıcı Abdülhalim Bey Ayaklanmasına tanık olan Kemahlı Rahip Grigor şöyle yazıyordu:

“ Asiler, önceleri kendileri ve hayvanları için lazım olan yiyecekten başka bir şey gasp etmiyor, talan ve tahribat yapmıyorlardı. Çorum‘a gelerek kışlayan asiler, fenalık yapmaktan ve savaşmaktan çekiniyorlardı. Bazı Bayburtlu Ermeni tacirlerin bize anlattıklarına göre, İstanbul‘dan dönerlerken Azıcı‘nın (Karayazıcı‘nın) ve adamlarının önünden geçmişler, fakat onlar kendileri ile hiç konuşmamışlar, dilenciler gibi yolun üzerinde mendilleri sererek tatlılıkla sadaka istemişlerdir. Tüccarlar kendi rızaları ile kudretlerine göre bir şeyler vererek yola devam etmişlerdir. Asiler fena bir söz söylemek şöyle dursun, bilakis teşekkür etmişlerdir.“ (217) Türk Halk Eylemleri ve Devrimler/ Çetin Yetkin/ Syf150

Tarihçi Hakkı Uzunçarşılı da Karayazıcı Abdülhamit Beyin önceleri beylerbeyinin yanında sekbanlık, subaşılık yaptığını sonra Sivas‘a bağlı sancaklardan birinin mütesellimi olduğunu ve bu sancağa başka bir mütesellim atandığında isyan edip köylülerle birleşerek mütesellimi öldürüp Celali olduğunu yazıyor.

16. yüzyılda tımarların yeniden yazıldığını, yerel beylerin ellerinden alınarak saray ve çevresine ve kapıkullarına peşkeş çekildiğini sipahilerin ve köylülerin topraksız bırakıldığına değinmiştik. Celali ayaklanmaları, beyler ve tımarlı sipahiler önderliğinde göçebe aşiretlerin ve yoksul köylülerin bu politikaya isyanıydı. Karayazıcı Abdülhalim Beyin çevresindeki ayaklanma önderleri; Deli Hasan Bey, Amasyalı Deli Zülfikar, Kalenderoğlu Mehmet, Karakaş Ahmet, Tekeli Mehmet, Bağdatlı Tavil Halil, Tokatlı Ağaçtan Piri, Kalındudak Mahmut, Köprülü Sarı Şaban, Hüseyinoğlu İshak… da tımarları elinden alınmış sipahilerdi. Ayaklanmaya katılanlar ise yoksul köylüler, göçebe aşiretler, Osmanlı ordusundan çıkarılmış kapusuz kalmış askerler, azledilmiş beylerin kapusundayken açıkta kalmış sekbanlar ve yerel beylerdi. Osmanlı tarih yazıcısı Naima; Karayazıcı‘nın “ evbaş-ı reayayı kendine nefer edinip“ ayaklandığını yazıyor.

Ayaklanma, 1598‘de başladı. Karayazıcı Abdülhalim Bey‘in amacı “ Osmanoğullarının elini Anadolu’dan kesmek“ ve saltanata el koymaktı. Çünkü Osmanlı, halka zulmetmekte ve Anadolu’yu yağmalamaktaydı!

Osmanlı, eski Habeş Beylerbeyi Hüseyin Paşa‘yı bu tip yerel ayaklanmaları bastırmakla görevlendirmişti. Hüseyin Paşa, huzursuzlukları önlemek için “gayrısını Türk sipahi kodamanlarını, yeniçeri azmanlarını ve bunlara dayanan halka zulmeden ayanlarını“ cezalandırmak istiyordu. Ama bu egemen zümrenin sarayı yönlendirmesiyle azledilip tutuklandılar. Çünkü Osmanlı‘nın ondan beklediği haklı haksız demeden ayaklanmaları ezerek halkı teslim almaktı. Osmanlı, yüzyıllar boyu bu politikadan hiç vazgeçmemiş, başa çıkamayacağı güçlerle karşılaştığında ise ayak oyunlarıyla bölüp parçalamış ya da isteklerini kabul etmiş görünerek pusuya yatmış, ilk fırsatta ortadan kaldırmıştır.

Karayazıcı Abdülhalim Bey ayaklandıktan sonra Urfa‘da bir buçuk yıl tutundu. Şehri kuşatsa da ele geçiremeyen Osmanlı, anlaşmak zorunda kaldı. Karayazıcı‘ya önce Amasya, ardından Çorum sancağı verildi. Bir yandan da daha önce Urfa‘yı kuşatan Mehmet Paşa, Karayazıcı’yı ortadan kaldırmak için hazırlık yapmaktaydı. Şeyhülislam Sunullah Efendi‘nin yeğeni olan Çorum kadısı Çelebi Kadı‘nın Saraya Mehmet Paşa‘yı şikayet eden, Karayazıcı‘yı ise savunan mektuplar yazıyordu. Kadı, mektuplarında, Mehmet Paşa‘nın halka zulmettiğini, devlet otoritesini tanımadığı, devlet görevlerini rüşvetle dağıttığını, halktan kendisi için zorla mal ve para topladığını, Karayazıcı‘nın ise kimseye bir kötülüğünün dokunmadığını yazıyordu.

Ama Osmanlı düzeninin temeli sömürüden yanaydı. Ve kendisine isyan edeni unutmaz, İstanbul‘dan gönderilen Halep Valisi Hacı İbrahim Paşa, Kayseri‘de Karayazıcı‘ya saldırdı, fakat yenildi. Bağdat‘tan gelen Sokulluzade Hasan Paşa‘nın Kürt ve Araplardan oluşturduğu ordusu karşısında ise bu kez ayaklanmacılar bozguna uğradılar. Kazayazıcı, Sivas üzerinden Canik dağlarına çekildi ve orada öldü. Adamları, Osmanlı cesedini bulup da hakaret etmesin diye kırk-elli parçaya bölüp, her birini ayrı bir yere gömdüler.

Karayazıcı Abdülhalim Bey ölünce, toparlanan ayaklanmacıların başına Deli Hasan Bey geçti. İlk iş olarak, Tokat‘ta bulunan Hasan Paşa‘nın üzerine yürüdü. Tokat kalesine sığınan Hasan Paşa‘yı öldürdü. Bağdat‘tan gelen kervanını yağmaladı. Yalnız haremine dokunmadı. Onları yanına kattığı Hasan Paşa‘nın adamlarını Divriği ve Arapgir kalesine teslim etti.

Deli Hasan Bey‘in çevresinde toplananların sayısı 30 bini aşmıştı. Sivas kentini yağmaladılar. Ankara‘ya geldiklerinde, kentin zenginlerinden, kentin yağmalanmaması karşılığında 80 bin kuruş aldılar. Artık Celaliler iyice güçlenmiş ve tüm Anadolu‘ya yayılmış durumdaydılar. Ne var ki iktidarı hedefleyebilecek ne ideolojik güçleri, ne de bir planları vardı. Deli Hasan, en güçlü olduğu zamanda Kethüdası Şahverdi‘yi İstanbul‘a göndererek bağışlanmasını ve kendisine bir beylik verilmesini istedi. Bu isteği kabul edilerek Bosna Beylerbeyliği verildi. Bazı arkadaşlarına sancak beylikleri verildi. 400 bölük başısı da Osmanlı‘nın altı Bölük Sipahiliğine alınarak kapıkulu yapıldılar.

Deli Hasan Bey, 10 bin adamı ile Bosna‘ya gitti. Orada Osmanlı- Avusturya savaşlarında yer aldı. Bir süre sonra da tuzağa düşülerek Osmanlı tarafından ortadan kaldırıldı.

Celali önderlerinin kişisel ikbal uğruna Osmanlı ile anlaşıp, ayaklanan yoksul halkı yüzüstü bırakması, hareketlerin kendiliğindenciliğinin, örgütsüzlüğünün, iktidar perspektifinden yoksunluğunun göstergeleridir.

KALENDEROĞLU VE CANBULADOĞLU AYAKLANMALARI

Kalenderoğlu Piri veya Kalenderoğlu Mehmet, Ankara‘nın Murtazabat ilçesinin Yassıviran köyündendir. 1592‘de yanına toplanan 80 kişi ile isyan etmiş ama devlet tarafından bağışlanmıştı. Bazı beylerbeylerine ve sancakbeylerine çavuşluk, kethüdalık ve mütesellimlik yapmıştı. Karayazıcı Abdülhami Bey‘in yanında da çalışmıştı. Sancakbeyliği elinden alınınca 1604‘te tekrar ayaklandı.

Bu sırada Osmanlı, Kuyucu Murat Paşa‘yı Anadolu’yu kana boğarak Celali ayaklanmalarını bastırmak üzere büyük bir ordu ile halkın üstüne salmıştı. Kuyucu Murat Paşa önce Güneydeki Canbuladoğlu Ayaklanması’nı bastırmaya yöneldi. Canbuladoğlu Ali Bey Osmanlı‘nın öldürttüğü Halep Valisi Canbuladoğlu Hüseyin Bey‘in yeğenidir. Osmanlı‘nın zulmüne karşı 1605‘te Ayaklandığında çevresinde 20 bin civarında insan toplanmıştı. Canbuladoğulları Kürt kökenlidirler, soyları Eyyübilere dayanır. Ayaklanma Hatay, Kilis‘ten Halep‘e kadar Anadolu‘nun güneyine yayıldı. Canbuladoğlu Ali Bey, Osmanlı‘ya karşı bağımsızlığını ilan etti. Adına hutbe okuttu, para kestirdi. Osmanlı‘ ya karşı Lübnan Dürzileri ve Toskana Dükü I. Ferdinand‘la anlaştı.

Kuyucu Murat, daha tehlikeli gördüğü Canbuladoğulları üzerine yürürken, Saruhan‘da bulunan Kalenderoğlu üzerine ise Anadolu Beylerbeyi Hüseyin Paşa‘yı gönderdi. Kalenderoğlu üzerine gelen Osmanlı ordusunu bozguna uğrattı. Güneydeki Canbuladoğulları ayaklanmasını bastırmaya yönelen Kuyucu Murat arkasını sağlama almak için Kalenderoğlu ile anlaşmış görünerek ona Ankara Sancakbeyliği‘ni verdi. Ama Ankara‘ya giden Kalenderoğlu şehre alınmadı, oyalandı. Ankara kadısı Kuyucu Murat‘la haberleşerek kendine tuzak kurduğunu ve Osmanlı ordusu güneyden dönene kadar ayaklanmak istendiğini öğrenen Kalenderoğlu Bursa‘ya yöneldi. Kenti kuşattı, ama dış mahalleri ele geçirse de kaleye giremedi. Osmanlı şehre yardım gönderince kuşatmayı kaldırarak Ege‘ye çekildi. Manyas‘ta Osmanlı kuvvetlerini yendi.

Bu sırada Kuyucu Murat Paşa Canbuladoğullarını Oruç Ovasında yenmişti. Osmanlı tarih yazıcısı, Naima‘nın verdiği bilgiye göre 26 bin kişinin başlarını tek tek kestirmiş ve bu başlardan bir tepe yaptırmıştı. Kuyucu Murat namı da bu katliamcılığından gelmekteydi. “ Muvaffak olduktan sonra kuyular kazdırıp giriftarları kılıçtan geçürüp ol kuyular doldurdu. Eşkiya çetelerinden ol nice kuyular malamal (dopdolu) etmekle halk lisanında namı ‚Kuyucu Murat Paşa‘ demekle şöhret oldu“ (219) Osmanlı Gerçeği/ Erdoğan Aydın/ Syf:224

Canbuladoğlu Ali Bey 1607‘de gerçekleşen bu kırımdan 2 bin adamı ile kaçıp kurtularak Kalenderoğlu‘na katıldı. Ama onunla anlaşamadı. Ve bir süre sonra İstanbul‘a giderek af diledi. Temeşvar Beylerbeyi olarak atandı, Osmanlı tarafından 1609‘da orada öldürüldü. Bugün Lübnan‘daki Dürzi lider Velid Canbulad bu soydan gelmektedir.

Canbuladoğlu Ayaklanmasını bastırdıktan sonra Kalenderoğlu üzerine yürüyen Kuyucu Murat Paşa Göksu civarında isyancıları yendi ve kuvvetlerini dağıttı. (5 ağustos 1608) Kalenderoğlu ve savaştan sağ çıkabilen adamları İran‘a sığındılar.

Kalenderoğlu Ankara Sancakbeyliği verilerek tuzağa düşürülmek istendikten sonra Osmanlı‘nın gerçek yüzünü görmüş ve ölene ya da yenene kadar Osmanlı ile savaşmaya karar vermişti. Silifke yöresinin Celali önderlerinden Muslu Çavuş‘a yazdığı bir mektupta Osmanlı‘yı Fitne çıkarmakla, sözünde durmamakla, haksızlığı ve zulmü huy edinmekle suçlamış, mütegalibe olarak nitelemişti. Canbuladoğlu vak‘asından sonra min bad (artık / dan sonra) can tende oldukça serfürü eylemek (başeğmek) yoktur. Hakı Teala muin (yardımcı) olursa yanında olan bi-şümar (sayısız) kargüzar (becerikli) dilaverle (yiğitle) ol koca fertutu (bunağı Kuyucu Murat Paşa‘yı) bertaraf eyleyip, Üsküdar‘dan berisini Osmanlı‘ ya feragat ettirmek vardır. Eğer Fırsat Koca‘nın olursa (Murat Paşa galip gelirse), had bizim ettiğimiz işler illerde destan olduğu hemen bize kafidir.“ (220) Türk Halk Eylemleri ve Devrimleri/ Çetin Yetkin/ Syf:157

Celali ayaklanmaları aç, sefil, çaresiz kalmış Anadolu halklarının ayaklanmalarıydı. Aleviler, Sünniler, Türkler, Kürtler, Araplar tüm Anadolu halkları bu ayaklanmada yer almışlardı. Osmanlı tarihçilerinin “Etrak-ı bi idrak“ (idraksız Türkler) ile “Ekrat-ı bi idrak“ diyerek aşağıladığı Türk‘ü, Kürdü ile Celali isyanlarını çıkaran halkın çoğunlukla Alevi-Bektaşi-Kızılbaşlar olduğu kolaylıkla anlaşılır. Ahmet Akgündüz gibi resmi tarihçiler bile o dönem de Osmanlı‘nın “Türk“ derken Alevileri kast ettiğini söylüyor.

“Bazı tarih ve fıkıh kitaplarında geçen Etrak-ı bi idrak yani idraksız Türkler ifadesine gelince bu tabir daha ziyade göçebe halinde yaşayan ve genellikle avamdan gelen bazı Türkmenler ile Anadolu‘da Şia‘nın tahrikiyle İsyan eden Celaliler için kullanılmıştır. Nitekim benzer bir tabir de Ekrat-ı bi idrak şeklindedir. Bizce asıl önemli olan, bu tabirin Anadolu‘da Celali isyanlarını çıkartan ve Osmanlı Devleti‘nin ayakbağı bulunan şii Türkmenler için kullanıldığı gayet açık bir şekilde kanunname metinlerinden anlayabilmemizdir. İbn-i Kemal başta olmak üzere, bütün muteber Osmanlı tarihçileri, Osmanlı devletinin yıkımına sebep olan isyancı gruplar içinde özeliklede şii grupları kastederek, ‚Kızılbaş, Evbaş, Etrak-ı Na-Pak, Etrakı bi idrak, Ekrad-ı bı aki u din, Cema‘atı Kalleş, Şeytan kulu, mufsid-i fasid-i tikad‘ ve benzeri tabirleri kullanmaktadırlar(221) Aktaran: Alevilerin Siyasal Tarihi/ Necdet Saraç/Syf:84-85

OSMANLI‘NIN 17.YÜZYILDAKİ SÜRETİ: KUYUCU MURAT PAŞA

Osmanlı bozuk düzenine karşı ayaklanan halkı, bastırmak için giderek daha acımasız daha kanlı yöntemlere başvurdu. 17. yüzyılın başında Veziriazam yapılan Kuyucu Murat Paşa ve aynı politikayı sürdüren IV. Murat ve Köprülü Mehmet Paşa, Anadolu‘yu kanla boğarak elde tutmaya çalışan Osmanlı‘nın temsilcileriydiler. İstanbul‘u zapt-u rapt altına alan IV. Murat‘ın İran seferi Anadolu‘daki Alevi halk için yine öncesiyle, sonrasıyla katliam seferine dönüştü. Köprülü Mehmet Paşa beş yıllık sadrazamlığı(1656-1661) süresince 36 bin kişiyi katletti. Osmanlı‘nın kan dökücülüğünün giderek artması kuşkusuz yöneticilerinin kişisel özelliklerinden değil, içinde bulunduğu ekonomik-sosyal- siyasal koşullardan kaynaklanmaktaydı. Halka verebileceği hiç bir şeyi kalmayan Osmanlı ekonomik olarak çöktükçe yağma ve talanın dozunu artırmak ta, onu “ Cihan İmparatorluğu“ haline getiren ordularını halkın üstüne sürmekteydi.

Bir sırp devşirmesi olan Kuyucu Murat Paşa 1606‘da Belgrad‘dan çağrılarak sadaret mührü kendisine verildiğinde Osmanlı ordusu yine sefer hazırlığındaydı. Celali Ayaklanmaları ile başa çıkamayan Osmanlı sertliği ve acımasızlığı ile ünlü bu 90 yaşındaki ihtiyarı büyük bir ordunun başına geçirerek Anadolu‘yu kılıç zoruyla yeniden fethetmeye karar vermişti.

Kuyucu Murat Paşa, Osmanlı tarih yazıcıları tarafından Osmanlı‘nın kurtarıcısı ilan edilen kahramanlaştırılmaya çalışılan bir kan içicidir. Naima tarafından “bütün büyüklükleri nefesinde toplamış bir Merd-i Meydan ve pehlivan ı devran“ olarak anılıyor. Gerçekte ise Kuyucu Murat yağmacı, hırsız, çocuk katili, tecavüzcü ve kalleş bir Osmanlı paşasıydı. Yani Osmanlı‘nın tüm özeliklerini kendinde toplamıştı.

Sadrazam olmadan önce 4 yıl Yemen Valiliği yapan Kuyucu Murat Paşa çok servet yaptığı ve yiyicilikle suçlandığı için görevden alınmıştı. Bu nedenle bir süre Yedikule zindanlarında yatacaktı. Koyu bir Nakşibendiydi ve Alevi düşmanıydı. Anadolu seferinde Kadın- çocuk demeden 100 bin den fazla insanı öldürttüğü biliniyor. Kalleştir, ki kendisine katılmak isteyenleri bile adamı fazla diye tuzağa düşürerek öldürtmüştür.

Dönemin tanıklarından Ermeni rahip Grigor, Kuyucu Murat Paşa‘nın kuyularını şöyle anlatıyor.

“Murat Paşa bütün konakladığı yerlerde önceden kuyular kazdırır ve bütün Celalileri halkın şikayet ettiği muzır adamları öldürüp bu kuyulara attırır oraya indirilen bir kaç adam da atılanları üst üste yığarlardı. Olaydan dört yıl sonra kış mevsiminde oradan geçerken eve büyüklüğünde olan kuyuları gözlemlemiştik.“(222) Osmanlı‘da Alevi Ayaklanmaları/ Baki Öz/Syf:73

Kuyucu Murat Paşa‘nın devleti nasıl kurtardığının en çarpıcı örneğini ise Naima yazmıştı. Kuyucu Murat bir gün yine katlettirdiği adamları kazdığı kuyulara doldurturken bir sipahinin atının terkisine bindirdiği çocuğu görür yanına çağırdığı çocuğa sorar:

“Sen ne yerdesin? Celali arasına neden düştün dedikte, Sabi doğru söyleyip:

-Falan diyardanım, kıtlık sebebinden babam beni alıp bunlara katıldık. Boğazımız tokluğuna yanlarınca gezerdik. Dedi

-Baban ne idi?

Deyu soracak;

-Peştar çalardı ve anınla doyunuyordu

Vezir-i azam Murat Paşa başını sallayarak acı acı güldü:

- Hay, Celalileri şevke getürdü

Deyup çocuğun katline işaret etti, işaret üzerine çocuğu cellatlara verdiler. Fakat cellatlar:

-Bu sebi masumu nice öldürelim?!

Deyu çekilip, her biri bir tarafa gidip göz yumdu. Murat Paşa emrinin neden geciktiğini sordukça, cellatların çocuğa merhamet edip istinkaf ettiklerini ( kaçındıklarını) bildirdiklerinde paşa:

-Yeniçerilerden birisi öldürsün Deyu buyurdu. Yeniçeri dilaverlerine teklif olundukta onlar dahi, sabiye bakıp:

-Biz cellatmıyız? Cellatlar bile merhamet etti. Vezir kendi iç oğlanlarına emretti ki, Sabi yi öldüseler. Anlar dahi huzurundan dağılıp kabul etmediklerinden oğlancık meydanda kalıp, onu öldürecek adam bulunmadıkta ihtiyar vezir arkasından kürkünü bırakıp ve kalkıp, sabiyi kendi eliyle alıp kuyunun kenarına götürüp, başını burup, boğazını sıkıp helak(öldürerek) ve kendi eliyle kuyuya ilkaa etti (attı) (224) Türk Halk Eylemleri ve Devrimler/ Çetin Yetkin/ Syf: 166

Kuyucu Murat Paşa‘nın cellatları bile tiksindiren bu kan içiciliği sarayda da tepki çekti. Diğer vezirler eleştirdiler. Ama Osmanlı‘nın çıkarlarına uygun olduğu için padişah I. Ahmet Vezir-i azamını savunarak diğer paşaları susturdu:“… ol bir gazi ve hacı ihtiyar ve kar güzar vezirdir. Anadolu vilayetinde alakamız kalmamışken yeniden teshir etti. Bu denli celali askerine galip olup kıldı. Kahr ve fedbir ile bu kadar müfyitlerin hakkından gelip uğrunda can ve baş ile hizmet etti. (…) bir dahi anın hakkında söz söylemeğe rızam yoktur.“ (225) Aktaran: Osmanlı Gerçeği/ Erdoğan Aydın/Syf:226

Anadolu‘dan ümidini kesmiş Osmanlı, Kuyucu Murat Paşaların katliamları ile saltanatını sürdürmeye çalışmaktaydı. 100 binden fazla insanı katleden Osmanlı Ordusunun Anadolu seferinden dönüşünde bu yüzden bir zafer kutlamasına dönüştürülmüştü:

“ Sadrazam kuyucu Murat Paşa‘nın İstanbul‘a dönüşü gerçekten çok görkemli oldu. Kafilenin önünde Arabistan, Suriye ve Anadolu celalilerinden ele geçirdiği dört yüz kadar bayrak sallanıyordu. Her bayrağın üzerinde silah zoruyla yok ettiği asi önderlerin adı yazılmıştı. Seferden dönmeden önce İstanbul‘a en az otuz bin asinin kellesini göndermişti. Bir o kadar da Murat Paşa‘nın yakaladığı yerlerde piramitler halinde yükseliyordu. Yüz bin Celali taraftarının Sadrazam tarafından kazdırılan kuyulara gömüldüğü söyleniyordu...“ (226) Alphans e de Lamirtine‘den Aktaran: Alevilerin Siyasal Tarihi/ Necdet Saraç/Syf:83

Osmanlı Anadolu‘yu kana boğarak kazandığı bu zaferi, Görkemli Sultanahmet Camisi ile taçlandırdı. I. Ahmet‘in yaptırdığı cami cellatların bile merhamet ettiği küçük çocukları elleriyle boğup kuyulara dolduran Osmanlı‘nın gücünün ihtişamının bir simgesi olarak başkente dikildi.

Yüklə 1,71 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   20   21   22   23   24   25   26   27   ...   32




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin