Yani saltanat, artık iyice çürümüş ve çürüdükçe de halk üzerinde sömürü ve baskısını arttırmıştı. 1152 yılında Belh bölgesinde kırk bin çadırdan oluşan oğuz topluluğu, bu koşullara bir kez daha isyan etti. Her yıl verdikleri yirmi dört bin koyunu almak için gönderilen tahsildarı, aksilik yaptığı ve rüşvet istediği için, öldürdüler. Belh valisi İmadüddin Kırmaç, Merv’e, sultanın yanına giderek ondan oğuzları “ yola getirmek için” yetki aldı. Sultan Sancar’a yirmi dört bin yerine otuz bin koyun tahsil etmeyi vaad etti. Büyük bir ordu ile oğuzların üzerine yürüdü ama yenildi ve savaşta öldürüldü.
Valinin öldürülmesi, Selçuklu sarayında ve bürokrasisinde büyük tepkiye yol açtı. Bu nedenle sultan Sancar, bizzat kendisi oğuzların üzerine sefere çıktı. Oğuzların önderliği zayıftır, sultan Sancara karşı gelmekten çekinirler. Af dilemek için elçiler gönderdiler.
Vali Kırmacı öldürmelerinin ve ordusunu bozmalarının, kadınlarını, çocuklarını ve canlarını korumak için olduğunu anlattılar. Yüz bin dinar ve bin köle vermeye hazır olduklarını bildirdiler. Ama sultan Sancar, tekliflerini kabul etmedi. Sancar’ın ordusunu, kadınlarını ve çocuklarını yanlarına alarak karşılayan oğuzların savaşmaktan başka çaresi kalmamıştı. Yaklaşık yüz yıl sonra Babailerde de göreceğimiz gibi Türkmenlerin yediden yetmişe her şeyiyle savaş meydanına çıkmaları zulme karşı öfkelerinin büyüklüğünü ve kazanmaktan başka hiçbir umutlarının kalmadığını gösteriyor. Bu hırsla savaşan Türkmenler, sultan Sancar’ın ordusunu da yendiler ve sultan Sancar’ı tutsak aldılar.
O zamana kadar kölelerine göre hanedanın bir üyesini çevresinde toplanıp savaşan Türkmenler, bu kez kendi başlarına isyan etmişlerdi. Ama ellerinde, yerine koyacak kimse olmayınca sultan Sancar’ı öldüremezler, üç yıl boyunca tutsak olarak yanlarında dolaştırmalarına rağmen hürmette kusur etmediler. Aksamları, kaçmasın diye demir kafese kapatıp gündüzleri tahtına oturtuyorlardı!
“Oğuzlar, yanlarında Sancar’ı böylece tutsak bulundurarak İran’ın içlerine doğru ilerlemeye başladılar.
Merv, tüs, meşhedi, Nişapur ve serohs kentlerini yağmaladılar.”(17)
Ayaklanma süresince Türkmenler kin güttükleri zenginlerden, din adamları ve devlet görevlilerinden dörtte birini öldürmüş, şehirleri yağmalamıştır. Ama devleti ele geçirmelerine asla yetmeyecek yaşam düzeyleri nedeniyle iktidarı almayı akıllarına bile getirmediler. Büyük Selçuklu devletinin çöküp parçalanmasına yol açan bu büyük ayaklanma kendiliğinden dağılıp söndü. Ve Moğol akınlarının da baskısıyla Türkmenler çareyi Anadolu’ya göçmekte buldu.
(17) Türk Halk Eylemleri Ve Devrimleri/ Çetin Yetkin/ syf. 66
ANADOLUYA GÖÇ
Alp Arslan, 1071 de Malazgirt ovasında Bizanslıları yendiğinde, Anadolu’yu fethetmek gibi bir amacı yoktu. Zaten fazla ilerlemeden geri döndü. Ama Bizans engelinin kalkmasıyla Anadolu’ya Türkmen göçü hızlandı. Selçuklu hanedanından Kutalmış’ın oğulları Mansur ve Süleyman’da Anadolu’da ilerleyerek yerleşirler.
Aslında Abbasi ordusundaki paralı Türk askerler, dokuzuncu yüzyıldan başlayarak akınlarla Anadolu’ya gelmeye başlamışlardı. Malatya çevresindeki savaşları, kahramanlık destanlarına konu olan Hüseyin Gazi ve oğlu Seyit Battal Gazi bu akıncılardandır. Menakıpnamelerde, soyları Ehli Beyt’e bağlanan bu gazilerin türbeleri, alevi halk için kutsal mekanlar haline gelmiştir.
O tarihlerde ermeni ve Rum halklarının yerleşik bir uygarlık yarattığı Anadolu ve zenginlikleriyle herkesin iştahını kabartmaktaydı. Hayvancılıkla geçinen göçebeler için de verimli bir yurttu. Örneğin 1047’de Türkistan’dan Nişabur’a gelen kalabalık bir Türkmen topluluğu Selçuklu beylerinden İbrahim Yınal’a yurtsuzluktan ve geçim sıkıntısından şikayet edince şu cevabı aldılar:
“Rum (Anadolu) gazasına gidiniz, tanrı yolunda cihad yapınız ve ganimet alınız bende arkanızdan gelip size yardım edeceğim. “ (18)
Halifenin ve tüm Müslümanların koruyucusu haline gelen binlerce kölesi ile saraylarda oturan büyük Selçuklu sultanları, baş eğdiremediği Türkmenleri uçlara doğru sürmüş, özellikle Anadolu’ya gönderilmişleri.
Bu siyaset, Selçuklular Anadolu’nun hakimi haline geldiğinde de devam etti. Bu kez de Türkmenler, Anadolu’nun uçlarına, Bizans sınırlarına sürüldüler.
Anadoluya göç eden Türkmen Türk oymakları ele geçirdikleri bölgelerde boyluklar kurdular. Erzurum- Kars yöresinde Saltukoğulları beyliği, Kelkit- Erzincan- Gümüşhane yöresinde Mengücekoğulları; Sivas- tokat-Amasya-çorum yöresinde Danışmendoğulları; Mardin Harput yöresinde Artuklular; Bitlis yöresinde Arslanoğulları… gösteren bu beyliklerle beraber, başlarında Pir, Abdal, Ata, Baba dedikleri önderlerin bulunduğu Alevi toplulukları, Anadolu’nun dört bir yanına dağılıp, ocak açıp yerleştiler. Dedegarkınlar, Diyarbakır bölgesine; Kureyşhanlar, Nazımiye, Erzincan-Pülümür- Mazgirt bölgesine ; Sarı Saltuklar, dersim merkez olmak üzere Bulgaristan da Dobruca bölgesinden Kafkaslara kadar Sinemililer, Maraş- Elbistan – Pazarcık bölgesine çepniler, Karadeniz bölgesine; tahtacı Türkmenleri ise İslahiye- adana- Toroslardan Kazdağı’na geniş bir bölgeye yerleşmişlerdi.
Bu Türk-Kürt-alevi aşiretleri, oymakları “ Horasan Erenleri” diye adlandırılan dervişleri yol göstericiliğinde Anadolu’ya gelmişlerdi. Malazgirt zaferi sonrası önlerinde askeri bir engel karşılarına çıkabilecek bir Bizans ordusu kalmamıştı. Kuskusuz Anadolu’nun, şehirlerde yoğunlaşmış yerli Ermeni, Rum, Hristiyan halkı da vardı. Ama alevi topluluklar, yerleşmek için kırsal dağlık bölgeleri seçtiği için onlarla da bir sorun yaşamadılar. Aksine halkın Hristiyan- Müslüman iç içe yaşadığı din değiştirmeden aralarında evlilikler yaptığı tarihi kayıtlardan da anlaşılmaktadır. Nitekim egemenler tarafından da aynı sekil ezilen, vergi veren, asker veren yoksul halk, dinine milliyetine bakmadan birçok kez omuz omuza ayaklanacak, ortakça bir düzen için beraber dövüşecekti…
(18) Aktaran: Nasıl Müslüman Olduk/Erdoğan Aydın/ syf 234
ANADOLUDA ALEVİ İNANCINI YEŞERTEN İLK DERVİŞLER
Erol Toy, Anadolu’ya göçe öncülük eden ilk dervişleri, efsanelere yaslanarak şöyle anlatır: Hoca Ahmet Yesevi, her Türkmen aşiretinden bir çocuk alıp yetiştirir. Bu çocuklar gittiği yeri imar edecek her türlü bilgiye sahip olduktan sonra ve taravvufu öğrendikten sonra altında hızlı bir at, sırtında ok ve yayla yola düşer. Ve Anadolu da atını çatlatana kadar sürer. Düştüğü yerde yayını tüm gücüyle çeker ve okunu saplandığı iki bataklık arasında dergahını kurar… (19)
Egemenlerin tarih anlatımı da çok farklı değil. Sözde horasan erenleri, Anadolu’yu Türkleştirmek ve İslamlaştırmak için Türkmen topluluklarının önüne düşmüş ve gazap ederek “ yurt aşmış”, tekkelerini, dergahlarını kurmuşlardı. Bu çarpıtmaya karşı çıkmak adına bu kez de diğer uca savrularak tarihi gerçeklere ters düşülür. “…tahta kılıçlı pirler, sevgi ve hoşgörüyle herkesin gönlünü kazandılar… dünyadan el etek çekmiş keramet sahibi mutasavvuflardı… “
Gerçek şudur ki horasan Erenler’i Selçukluların baskısı ve ekonomik sosyal koşulların dayatması sonucu Anadolu’ya göç ettiler. Onlar Yalnızca din adamı değil, aynı zamanda ozandı, hekimdi, hakimdi, çobandı, komutandı… kısacası topluluğun ulusu, piri olarak bütün yaşamı örgütlediler.
Örneğin baba İshak ve Hacı Bektaş-ı Veli çobanlık yaparlardı. Kırsal bölgede ufak bir bölgeye alın teriyle çalışıp çabalayarak kurmuşlardı dergahlarını. Abdal Musa, Alanya beyi ile savaşarak kurmuştu. Baba Mansur, Sarı Saltuk… her biri Horasandan göç edip gelen halkın Anadolu’da toplumsal yaşamını örgütlemişti. En büyük kerametleri buydu! Kurdukları ocaklar merkez olmuşsa da gezgin dervişleri köy köy, oba oba dolaşarak halkın derdine derman oluyorlardı. Halkla kaynaşmış dervişlerin hepsi de tekkeye bağlıydılar. Zamanı geldiğinde ortak hareket edebilen güçlü bir örgütlenme yaratmışlardı. Denilebilir ki orta çağ boyunca Alevilik bu topraklarda ki en güçlü halk örgütlenmesi oldu. Bu örgütlenmenin şehirdeki karşılığı ise ahilerdi.
“ Dedelerle yönetilen ocaklar, çeşitli yetkiler taşımaktadır. Birinin öbüründen güçlü olduğu kesin. Bu güçlü oluşun temelinde, onların tarihsel eksiklik ve imam Zeynel Abidin’den gelme yatmaktadır. Ayrıca kimi eski ocaklar, zaman ilerleyip coğrafya genişleyince gerek talipleri gerekse kendi ocak nüfusu çoğalınca yeni iş alanları kurmak gereğini duymuşlar ve ocaklarının sayılarını arttırmışlardır. Bir ana ocaktan, ikincil ve üçüncül derece de ocaklar çıkmıştır…”(20)
Özcesi Anadolu’ya yerleşen göçebe halkların inanç önderleri, aynı zamanda halkın umut bağladığı, açlıktan, hastalıktan, zulümden, zorbalıktan kapısına sığındığı halk önderleriydiler.
HRİSTİYAN BATINİLİĞİNİN DOĞDUĞU TOPRAKLAR
Bilindiği gibi Anadolu, Hristiyanlığın ilk yayıldığı topraklardan olduğu tıpkı Müslümanlık gibi önce yoksullar, ezilenler arasında yayılan Hristiyanlık, sonra da roma imparatorluğu tarafından resmi din ilan edildi. Böylece egemenlerin tekeline alındı ve zulüm ve sömürünün aracı haline getirildi. Buna karşın yoksul halkın tepkisi roma Hristiyanlığının karşısına eşitliği, adaleti savunan batıni bir Hristiyanlıkla çıkmak oldu. Anadolu’da ortaya çıkan Pavlüsyenler, balkanlardaki Bogomiller, daha sonra Fransa’daki Katharlar, birbirini izleyen halk hareketleri olarak bu çatışmanın ürünüydüler.
(19) Türk Gerilla Tarihi/ Erol Toy
(20)…...
Pavlüsyenler, baba İshak ayaklanmasının etkili olduğu bölgede yaşamıştır. Yoksul köylü ve kent kitlelerine dayanarak ayaklandılar ve ortakçılığı savundular. Dokuzuncu yüzyılda Ankara’yı alıp Bizans üzerine yürüseler de yenildiler. Bazı kaynaklar, Üsküdar’a kadar ilerlediklerini ve balkanlara geçtiklerin yazar. Bogomiller; bunların devamı sayılır. Bogamiller de şeyh Bedreddin’in deli orman bölgesinin, kendisinden önceki isyancılarıydılar.
Anadolu Aleviliğinin kutbu sayılan Hacı Bektaş-i Velinin yerleştiği bölge de Pavlüsyenlerin etki alanındaydı. Yörede ki Hristiyan halk, Hacı Bektaş-ı, aziz Haralanbas ile özleştirmişti. Kendilerine bir veba salgınından kurtaran azizlerini, Hacı Bektaş olarak geri döndüğüne inanıyorlardı. Haralanbas, Bizans’ın şiddetle bastırdığı Pavlüsyenlerden olduğu için, kilise tarafından sapkın ilan edilen bir halk aziziydi.
Anadolu Aleviliğinin, Anadolu’nun yerleşik halklarını Hristiyanlardan ve özellikle de Bizans’ın zulüm ve sömürüsüne karşı ayaklanmalar örgütlemiş batıni Hristiyan akımlardan da etkilendiği açıktır. Ama mesih inancı, mum yakma Allah-Muhammed-Ali şeklindeki üçleme, özellikle Bektaş-i tarikatına balım sultanın soktuğu mücerretlik (bakir kalma) gibi biçimsel benzerlikleri sıralayıp Hristiyanlıkla bağ kurmak, yüzeysel, kolaycı bir yaklaşım olur.
Anlatmak istediğimiz öze ilişkindir: Anadolu Aleviliğini doğuran isyan ateşinin, Anadolu topraklarında çok önce tutuştuğudur. Göçlerle birlikte Türk, Kürt, Arap, Ermeni, Hristiyan halkların; dinlerin, kültürlerin kaynaşması, bu ateşi harlamıştır. Babai ayaklanmasıyla, tüm ezilenleri sararak Anadolu’yu yangın yerine çevirmiştir.
BABAİ AYAKLANMASI
İran merkezli büyük Selçuklu devleti parçalanıp dağılırken, Selçuklu hanedanından Süleyman şah ve çocukları, aynı devlet geleneğini Anadolu’ya taşıdılar. Anadolu Selçuklu devleti, 13. Yüzyılın başlarında Anadolu’ya hakim oldular. Alanya ve Sinop’u alarak, iki taraftan denize açılan bir ticaret merkezi haline geldi. Selçukluların, Anadolu da Osmanlıların beş yüz yılda inşa ettiğinden daha fazla kervansaray inşa etmesi, ticaretin kendileri açısından önemini gösteriyor. İslam’ı, Emevi ve Abbasileri yüzyıllar süren baskı ve katliamları sonucu yüzeysel olarak benimseyen göçebe aşiretler Anadolu’ya taze umutlarla gelmişlerdi. Aşiret önderlerinin, pirlerin, babaların öncülüğünde yerleşmiş, ocağını tüttürmeye başlamışlardı.
Ama Selçuklu devlet geleneği şimdi de Konya’da ki sarayda sürmekteydi. Selçuklu, halka yabancı İran dili ve kültürünün hakimiyetinde bir yönetim haline gelmişti. Yönetim, Farsçayı benimsemişti ve halifeye bağlıydı. Şehirlerde ki medreselerde yetişen Sünni Ulema etkin hale gelmişti. Hem ticaretten, hem de toprak sisteminden gelen zenginlik şehirlerde birikiyordu. Selçuklu sarayı ve çevresinin zenginlik ve saltanatı, göçebe halkın ve toprağa bağlı yoksul köylülerin sırtında yükseliyordu. Miri toprak sistemine göre tüm toprak Selçuklu sultanının mülküydü. Sultan tarafından, işletilmesi ve vergisinin toplatılması için, (ikta) denilen parçalara ayrılarak feodal beylere veriliyordu. Bu beyler, Selçuklu sultanına vergi ve asker vermekle yükümlüydüler. Çeşitli vesilelerle hediyeler göndererek hazinesini doldurmak zorundaydılar.
Ki beylerde sultana verdiklerinin acısını, misliyle halktan çıkarıyorlardı. Bu düzen, benzer şekilde de Osmanlıda da yüzyıllar boyunca sürdü. Böylece sömürüye aracılık eden beyler, mültezimler ayaklanan halkın öfkesinin ilk hedefi oldular. Selçuklulara göre gelirlerini arttırmanın yolu, göçebe aşiretleri, selfler gibi toprağa bağlı köylüler haline getirmekti. Egemenler, yüzyıllar boyunca bunun için çabaladılar. Selçuklular, göçebe aşiretlerin ancak belli bölge sınırları içinde hareket etmelerine izin veriyordu.
Kırşehir çatışması şiddetlenmişti. Anadolu’da kentlerin çevrelerini hem düşmana, hem de göçebe aşiretlere karşı surlarla ve ordularla çevriliydi;
“ Feodal kültürün taşıyıcısı küçük Asya kenti, çevre halktan bir duvarla ayrılıyordu. Kente yaklaşan ve ekonomik zulmün merkezini her zaman yok edebilecek göçebe halk ya da yarı yerleşik köy, kent için korkunçtur. Abulfeda’nın yazdığına göre, daha 14. Yüzyılın ilk yarısında Kastamonu çevresinde bin Türkmen çadırı yerleşmiş durumdaydı. Akşamları kentin kapıları kapatılıyordu. (…) Kalenin komutanı, askeri birlik eşliğinde her sabah, kentten çıkıyor ve çevreyi gözden geçiriyordu.”(21)
Halka yabancılaşan sultan da sarayında güvencesiz ve kuşkuluydu. Bu nedenle Abbasi halifeleri yada İstanbul’daki Bizans imparatorları gibi onunda yabancı askerlerden oluşan bir koruma birliği vardı.
“Sultan sarayları, vezirlerin köşkleri, zengin konakları toplum yaşamının merkezleri idi. Buralarda altın, gümüş yemek takımları, koşulları mücevher takılı silah ve müzik araçları, en pahalı araçları idi. I. İzzettin Keykavus, Erzincan’daki Mengücek hakimi Behranşah’ın kızı Selçuki hatun için yüz bin dinar kızıl altın mihir veriyordu. Gelin eşyaları için ülkenin her yanından ustalar geliyordu. Bu hazırlık üç ay sürdü. Gelin alayının başına din ve devlet adamları atandı. “ (22)
Selçuklu sultanı ikinci Gıyaseddin Keyhüsrev’in 1237’de tahta çıkışıyla halkın tepkisini çeken lüks sefahat içindeki bu yaşantı ifrata varmıştı. Babası Alaattin Keykubad, sultanlığının ilk yıllarında iktidarını güçlendirmek için bol bol arazi dağıtmıştı. Göçebe aşiretlerle Moğol tehlikesine karşı ilişkilerini iyi tutmaya onları uç bölgelere yerleştirmeye çalışmıştı. Bu nedenle menakıbnameler de adı çok geçer. Alevi pirlerini ziyaret et diye ve kerametlerini görüp vakıflar ver diye üzerine efsaneler türetilmiştir. Ki Baba İlyas’la da böyle bir ilişkisi olduğu yakıştırılmıştır.
Babai ayaklanmasını hazırlayan bu koşullara, Moğolların önünden akın akın Anadolu’ya gelen göçebe aşiretlerin geçim ve yurt sıkıntısını da eklemek gerekiyor. İranlı vezirlerin yönettiği devletin, vergi salmak dışında halkla bir ilgisi kalmamıştı. Böylece alevi inancını kurucusu Babailerin öğretisine bir kurtuluş umudu olarak dört elle sarılan Anadolu’nun en yoksul en çok ezilen kesimleri 1239’da ayaklandılar. Babailerin din, dil, milliyet ayırmadan tüm ezilenleri kattıkları batıni inançları aslında ezilenlerin sınıf tavrının örtüsüydü. O koşullarda ki belki de zorunlu biçimiydi:
“Köy, kentin üzerine yürüdü. Bu kölece çalışmanın perişan ettiği köylülerle zulüm edici feodaller arasındaki karşıtlıktan yükselen gerçek bir sınıf savaşımıydı.’ Eski düzen köylüleri, barış zamanında feodal için çalışmaya savaş zamanında, onun uğrunda kan dökmeye zorluyorlardı.’(23)
(21) Anadolu Selçuklu Devleti/ Gordlevski/syf. 227
(22) Anadolu’nun Gizli Kültürü Alevilik/ Nejat Birdoğan/ syf. 56
(23) Anadolu Selçuklu Devleti/ Gordlevski/ syf. 180
AYAKLANMANIN ÖNDERİ BABA İLYAS VE KOMUTANI BABA İSHAK
Uzun adıyla Şucaeddin Ebul Beka Baba İlyas, Horasanlı bir Türkmendi. Ebul Vefa yolağından Dede Garkın’ın müridi ve halifesiydi. Elbistan ovasında dört yüz halifesini toplayan Dede Garkın, onu baş halife yapıp Rum’a (Anadolu’ya ) salmıştı. Baba İlyas’ın bundan önceki yaşamına ilişkin herhangi bir bilgi bulunmuyor. Torununun oğlu Elvan Çelebi Anadolu’ya gelip Amasya Çat köyünde zaviyesini* kurmasını böyle anlatıyor.
Baba İlyas düşüncelerini burada olgunlaştırdı. Yetiştirdiği altmış halifesini halka propaganda yapması ve örgütlenmesi için farklı bölgelere dağıttı. Bunlardan ayaklanmanın filli önderi ve komutanı olan Baba İshak’ı Adıyaman yöresine yolladı.
Baba İshak’ın kimliğine ilişkin farklı görüşler ileri sürülüyor. Şami lakabı nedeniyle Şamlı olduğu; yerli Hristiyanlardan olduğu. Kürt kökenli olduğu ya da Adıyaman yöresine yerleşen Bayda Türkmenlerine mensup olduğu gibi farklı bilgiler ileri sürülüyor. Kökeni ne olursa olsun Baba İshak’ın tam bir halk önderi olduğu, Türkmenler, Hıristiyanlar, Kürtler, Ermeniler kısacası bölgenin ezilen halkları üzerinde çok etkili olduğu kesindir. Zaten kökeni hakkında bu kadar farklı bilgiler öne sürülmesi tüm halklar tarafından sahiplendiğini gösteriyor. Öyle ki egemenlerin tarihçileri halkın ona bağlılığına şaşırıp onu büyücülükle suçlamışlardı! Oysa “büyücülüğü” Baba İlyas’ın öğretisiyle “toprakta tohumda hakça bir düzen” savunmasından ibaretti.
Baba İshak, başında kızıl bir börk ayağında çarık halka Baba İlyas’ın düşüncelerini anlatmaktaydı. Baba İlyas’ın peygamber ve mehdi olduğunu dünyanın sonunu getiren kötüleri ve zalimleri yok edip eşitliği ve adaleti getireceğini söylüyordu. Selçuklu sultanlarının ahlaksızlığı ve halka yabancı çürümüş yaşamlarını anlatıyordu. Beylerin elinden alınacak hayvan sürülerinin ve toprakların ve tüm ganimetlerin ayaklanmaya katılanlar arasında kim olursa olsun ayrım yapılmaksızın eşit dağıtılacağını söylüyordu. Herkesin işaretini beklemesini, vakit geldiğinde Selçuklu’yu devirmek için ayaklanacaklarını, hakça bir düzen kuracaklarını, bunun için hayvanlarını, aletlerini ellerinde neleri varsa satıp silahlanmalarını söylemişti.
Ve Baba İshak’a ölümüne bağlanan binlerce kişi 3 Ağustos 1239’da beklediği çağrıyı alır. İbni Bibi’nin deyişiyle “karınca ve çekirgeler gibi hemen ayaklanmış, sözleştikleri gün ve saatte isyan bayrağını kaldırmış”lardır.
Din, ulus ayrıt etmeksizin...” Kadınlarını, çocuklarını, silahları, neleri varsa alıp geride hiçbir şey bırakmadan hep beraber zalimin üstüne yürümüşlerdir.”(24) Aktaran: Türk Halk Eylemleri ve Devrileri/ Çetin Yetkin/Syf:70
BABA RESULALLAH!
Dönemin yazılı kaynakları Babailer hakkında bazı farklı şeyler anlatsalar da Babailerin malların ortaklaşmasına dayanan bir düzeni savundukları ve bu yanıyla kendinden önceki Babek Hürremi Hareketi ve Karmatilere benzediği kesindir.
Baba İlyas Horasan’dan gelmiş yaşlı ve bilgili bir şeyhti. Kadınlarında katıldığı içkili toplantılar yaptığı için kafirlikle suçlanmıştı.
1246’da Antakya, Adıyaman, Malatya, Sivas ve Doğu Anadolu üzerinden Moğollara (Azerbaycan) elçi olarak gönderilen Saint Quentinli Simon bu seyahatinde ayaklanmanın tanıklarından aldığı bilgileri aktarıyor. Onun yazdıklarına göre: Tanrı, Baba İlyas’a çok perişan ve fakir bir köylü kılığında görünüp, ondan oğlunu kurttan kurtarmasını istemişti. Baba İlyas oğlunu kurtarınca, köylü Tanrı olduğunu açıklayarak kendisine sultanlık bağışlamış ve hemen harekete geçmesini istemişti...
Tanrının insan kılığında hem de fakir bir köylü olarak gözükmesi insanın Tanrının bir parçası olduğunu öne süren Hallacı Mansur’un Ene’l Hak şeklinde dillendirdiği Alevi felsefesinin yansımasıydı. Köylüler ve özelikle de Türkmenler, İran kültürünün egemen olduğu Selçuklu tarafından alabildiğine aşağılanarak, “Etrak-ı bi idrak” (akılsız Türkler)
*Zaviye: Büyük tekkelere bağlı küçük tekke
denirken Babai felsefesinde Tanrının köylü kılığına girmesi, halkın özlemlerini gösteriyor.
1225-26 yıllarında Malatya’da doğan Musevi Grogory Ebal Ferec kendi adını taşıyan tarihinde “sapık” diye karaladığı Babaileri şöyle anlatıyor: “...(Miladi 1240) yılının teşrinler mevsiminde Arap dinine karşı fena bir ayrılık hareketi baş gösterdi. Çünkü ihtiyar ve zahid bir Türkmen, Amasya’da şöhret kazandı. Bu adamın adı papa(baba) idi. Kendisine resul, yani gönderilen adam (peygamber) diyor ve hakikatten Allah’ın peygamberi olduğunu söyleyerek Muhammed’in yalancı olduğunu söyleyerek peygamber olmadığını iddia ediyordu. Birçok Türkmenler ona inandı... Çünkü kendisi gösterişler yapıyordu. Bu adam ihtiyar İshak adındaki müridini Roma diyarının hududu üzerindeki Hısn Mansur’a gönderdi...”(25) Anadolu’nun Gizli Kültürü Alevilik/ Nejat Birdoğan/syf:58
Sultan Babailer’in ayaklanma hazırlıklarını haber almış, beylerini toplayarak kimseye sezdirmeden sessiz sedasız hepsini yok etmelerini emretmişti. Halka karşı örgütlenmiş Selçuklu devlet geleneğinin kurucularından Nizamülmülk’ün Siyasetnamesinde yazdıklarını uygulamıştır:
“... (Devlet) dünyanın dört bir köşesine tüccar, Sufi, Seyyah, eczacı derviş kılığında casuslar göndermeli (dir)... Casuslar ulaşıp haber getirdiklerinde, padişah zamanında hazırlık yaparak hareket eder ve aniden isyankarların üzerine çullanır.”(26) Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi/5. Cilt/syf:1731
BABAİLER SELÇUKLU’YU 12 KEZ YENDİ
Baba İlyas’ın peygamberliğini ilan ederek ayaklanma hazırlıklarına giriştiğini öğrenen Selçuklu sultanı II. Gıyasettin Keyhüsrev, Çat köyüne (bugünkü İlyas köyü) baskın düzenletti. Baba İlyas, Amasya kalesine çekilerek bu baskından kurtuldu. Saldırıyı haber alan halifesi Baba İshak Kefersud’da isyan bayrağını açarak topladığı kuvvetlerle Adıyaman, Gerger ve Kahta’yı ele geçirdi. Malatya valisi Muzafferuddi Alişir Selçuklu ve Hıristiyan paralı askerlerden bir orduyla Baba İshak’ı karşıladı ama yenilerek Malatya’ya geri çekilmek zorunda kaldı. Kürt beylerinden ve Germiyanlardan oluşturduğu ikinci bir orduyla Elbistan Ovası’nda tekrar saldırsa da katılımlarla iyice güçlenen Baba İshak tarafından tekrar bozguna uğratıldı.
Bu sırada ayaklanmanın iki kolunun birleşmesini engellemeye çalışan Selçuklu Amasya’ya Baba İlyas üzerine Hacı Mubarizüddin Armağanşah’ın başında bulunduğu büyük bir ordu gönderdi. Erzurum Valisi Sinaneddin Yakut ve Kastamonu Valisi Celaleddin Süleyman şah da askerleriyle bu orduya destek oldular. İlk baskından kurtularak ayaklanmayı başlatan Baba İlyas daha önce Amasya Valisini ve karşılaştığı Sinan Bey yönetimindeki bir Selçuklu ordusunu yenmişti. Ne var ki Armağan şah Babaileri yenerek Amasya kalesinde sıkıştırdığı Baba İlyas’ı kalenin burçlarına astıracaktı. Böylece onun ölümsüz olduğu ve tanrı tarafından kurtarıcı olarak gönderildiği inancını yıkmak istiyordu. Hesabına göre şeyhlerinin cesedini gören isyancılar kolayca bozulup dağılacaktı!
Bu sırada bir an önce şeyhlerine kavuşmak için önüne çıkan tüm orduları silip süpürerek ilerleyen Baba İshak güçleri Sivas’ı da aldılar kentin komutanı, beyleri, görevlilerini öldürdüler. Her zaferden sonra bölgenin ezilen yoksul halkları akın akın Babai saflarına katılır. Özellikle Horasan’dan göçen Türkmenler, Bayad Türkmenleri Sivas çevresinde yaşayan çepniler, ayaklanmanın kitle gücünü oluşturdular.
Baba İshak Tokat’ı da aldıktan sonra Amasya’ya girdi. Amasya’da Baba İlyas’ın kale burçlarında sallanan cesedi ile karşılaşan Babailer, “Baba Resulallah!” diye bağırarak korkunç bir öfke ile Selçuklu ordusunun üzerine saldırıp dağıttılar. Armağan Şah’ı ve diğer beyleri öldürdüler. “ Halk bir kere öncüsünü, önderini bilincinde ölümsüzleştirmişse artık hiç bir güç o önderi öldüremez! Baba İlyas’ın cesedini kaleden kendi elleriyle indiren ve gömen müritleri onun ölümsüzlüğüne inanmaktan hiç vazgeçmedi. Amasya kalesinden boz atıyla zindan duvarlarını yıkıp göğe ağdığına inandı. Ve ne zaman başı dara düşse yetişeceği güveniyle “Boz atlı Hızır “ diye haykırdı. Benzer sahiplenme Serez’in esnaf çarşısında çırılçıplak asılan Şeyh Bedreddin’in cesedini gören halk için de söz konusudur. Çünkü Alevi inancına göre ölümsüzlüğüne inanılan beden değil ruhtur. Ve hak için ölenlerin ruhu asla ölmez, sadece don değiştirir!*
Dostları ilə paylaş: |