Anadolu Türk Beylikleri Sanatı



Yüklə 8,23 Mb.
səhifə24/179
tarix17.01.2019
ölçüsü8,23 Mb.
#100097
1   ...   20   21   22   23   24   25   26   27   ...   179

13 M. O. Arık, “Peçin Kalesi ve Kenti Örenlerindeki 1982 Yılı Çalışmaları”, V. Kazı Sonuçları Toplantısı, İstanbul, 23-27 Mayıs 1983, s. 314.

14 A. Baş, a.e., s. 31.

15 K. Wulzinger-P. Wittek-F. Sarre, Das Islamische Milet, Berlin und Leipzig, 1935, s. 40-41; C. Güran, Türk Hanlarının Gelişimi ve İstanbul Hanları Mimarisi, Ankara, 1978, s. 1, 17; A. Durukan, Balat’ta Türk Devri Yapıları (Yayınlanmamış Doktora Tezi), Ankara, 1982, s. 329.

16 S. Eyice, “İznik’te Büyük Hamam ve Osmanlı Devri Hamamları Hakkında Bir Deneme”, Tarih Dergisi, C. I, Sayı: 15, İstanbul, 1960, s. 108-116.

17 A. Kemal Aru, (Türk Hamamları Etüdü, İstanbul, 1949, s. 51-52), soyunma mahallerinin hamamın ana binasına göre daha çabuk yıkıldıklarını, buna da kullanılan malzemenin zayıflığının yol açtığını ileri sürmektedir ki, mevcut örnekler değerlendirildiğinde haklılık payı vardır.

18 Wulzinger-Wittek-Sarre, a.e., s. 43-45.

19 Soyunma mahallinin temelleri ve bir kısım duvarları V. G. M. tarafından 1992 yılında yapılan temizlik ve sondaj çalışmaları sırasında açığa çıkarılmıştır.

20 Şadırvana ait kürevî çanak, 1992 yılında yapılan çalışmalar sonunda hamamın hemen güneyinde yer alan III Nolu (İlyas Bey Hamamı-B) Hamam’ın avlusunda bulunmuştur.

21 Y. Önge, “Eski Türk Hamamlarında Aydınlatma”, Vakıflar Dergisi, XII, Ankara, 1978, s. 121-134.

22 S. Eyice, a.m., s. 112-113.

23 Daha çok özel hamamlarda rastlanan bu tipte bütün kısımlar hemen hemen eş büyüklükte, biribirileriyle irtibatlı kubbeli odalar halindedir “S. Eyice, a.m., s. 114”.

24 Wulzinger-Wittek-Sarre, a.e., s. 47.

25 A. Batur, ”Osmanlı Camilerinde Almaşık Duvar Üzerine”, Anadolu Sanatı Araştırmaları, 2, İstanbul, 1970 s. 137.

26 Fethiye Menteşe Bey Türbesi (14. yy. ikinci yarısı), Turgut İlyas Bey Câmii (14. yy. ikinci yarısı).

27 Milâs Ahmed Gâzi Câmii (1378) mihrab önü kubbesinde örgü malzemesi taştır.

28 Zeynep Korkmaz, “Anadolu Yazı Dilinin Tarihî Gelişmesinde Beylikler Devri Türkçesinin Yeri”, VIII. Türk Tarih Kongresi, Ankara 11-15 Ekim 1976, Kongreye Sunulan Bildiriler, C. II, Ankara, 1981, s. 583-589.

Ramazanoğulları Beyliği

Mimarî Eserlerinde Süslemeler

Doç. Dr. Şerİfe ÖzüdoĞru

Anadolu Üniversitesi Edebiyat Fakültesi / Türkiye
amazanoğulları Beyliği XIV. yüzyılın ikinci yarısında Adana merkez olmak üzere, Çukurova’da Tarsus, Kozan (Sis), Misis, Ayas (Yumurtalık), Payas ve çevresinde kurulmuştur. Oğuzların Üçok kolu, Yüreğir boyundan olan Ramazan Bey’in adına ilk kez 1352 yılında rastlanılmaktadır. Ramazanoğlu Halil Bey Devri’nde Osmanlı yönetimine girdikleri bilinmektedir.1

Ramazanoğulları Beyliği 230 yıla yakın siyasi hayatları içinde hiçbir zaman bağımsız bir devlet statüsüne erişememişlerdir. Bugüne kadar bu beyliğe ait bir sikkeye rastlanılmamıştır. İlk önce Mısır Memlûklularına, daha sonraları da Osmanlı Devleti’ne bağlı olarak yarı bağımsız bir beylik olarak yaşamışlardır. Ramazanoğulları, II. Beyazıd Devri’nde Osmanlı-Memlûk savaşlarında Memlûk kuvvetlerinin yanında yer almışlardır. Osmanlıların zamanla bölgede güç kazanmaları ve Memlûk vergilerinin ağırlığı nedeniyle Ramazanoğulları beyleri Osmanlılar tarafına meyletmeye başladılar. Mahmut Bey, Yavuz Sultan Selim’le birlikte Ridaniye seferinde bulunmuş ve orada şehit olmuştur (1517). Beylik Osmanlı yönetimindeki en parlak yıllarını Piri Paşa ve oğlu İbrahim Bey zamanında yaşamıştır.2

1608 yılında Pir Mansur Bey’in beylikten çekilmesi üzerine Adana, Ramazanoğullarının Ocaklık mülkü olmaktan çıkmış, beylerbeyliğine çevrilerek merkezden gönderilen valiler tarafından idare edilmeye başlanmıştır.3

Adana merkez olmak üzere Çukurova bölgesinde egemen olan Beylik’ten Adana ve Tarsus’ta pek çok mimari eser günümüze gelebilmiştir. Piri Mehmet Paşa Vakfiyesi’nden de anlaşıldığı gibi 1538 yılında Çukurova’nın Ramazanoğulları yönetiminde o zamana kadar görülmemiş bir zenginlik ve güzelliğe kavuşmuş olduğu saptanmaktadır. Adana’da pek çok okul açıldığı, pazar yerlerinin kurulduğu, aşevleri açıldığı, susam yağı çıkaran yerlerle, pirinç unu yapan değirmenlerin, boyahanelerin işletildiği Çukurova’nın tarımsal, ekonomik ve sosyal bakımdan ileri bir düzeyde olduğunu göstermektedir.

Bu çalışmada Ramazanoğulları Beyliği’nin Osmanlı egemenliğine girdiği tarihe kadar olan (17. yüzyıl’a kadar) Adana ve Tarsus’taki mimari eserlerin süslemeleri incelenmiştir. Yapılardaki bezemeler tek tek anlatılarak tahlilleriyle sonuçlandırılmışlardır.

Adana


Akça Mescit

Ulu Cami mahallesinde yer alan mescit Adana’nın en eski Türk eseri olarak kabul edilmektedir. Akça Bey adlı bir Türkmen beyi tarafından yaptırıldığından aynı isimle anılan yapının tarihi olmamasına karşın, portalde bugünkü kitabesinin bulunduğu yerde izleri kalan iki kabartma kuş figürü ebced hesabıyla yapım tarihini ortaya koymaktadır. Kuş, ebced hesabıyla 406 H. iki kuş 812 H. tarihini verir ki, o da 1409 M. yılına tesadüf etmektedir.4

Akça mescit Ramazanoğullarından kalan en eski eser olarak kabul edilmektedir. Mimarı belli olmayan yapı alçak bir platform üzerinde düzgün kesme küfeli taşlarla inşa olunmuştur. 7.30 m. x 7.30 m. ölçülerinde kare bir mekan üzerine kubbeyle örtülüdür. Kubbe eskiden kiremitle kaplıyken bugün sıvayla bırakılmıştır. Önünde ahşap direkler üstüne çinkoyla örtülü son cemaat yeri sonradan eklenmiştir. Adana’da tümüyle Selçuklu geleneğinde tek yapı Akça Mescit’tir.

Portal, nişini çevreleyen üç sıra halindeki oyma taş tekniğinde işlenen bitkisel süslemeler Selçuklu geleneği

ni yansıtır. İçteki ilk sırada çifte rumi ve palmet motifleri üzerinde kapının sağ yanında iki kuş figürü yer alır. Akça Mescit portalinde yer alan kuş figürleri Anadolu Selçuklu Devri’nde de görülmektedir. Sivas Gök Medrese portali, Niğde Sungur Bey Camii (Karamanoğulları), Divriği Ulu Camii batı portalinde rastlanılmaktadır.

Yapı günümüze çeşitli onarımlar geçirerek gelebilmiştir. 1830 yılında Hacı Ali Bey, 1867 yılında da Hacı Hasan Ağa tarafından onarılmıştır. Cumhuriyet döneminde bir süre Adana Müzesi’ne ait İslami kitabeler deposu olarak kullanılmış, 1957 yılında onarım görerek yeniden ibadete açılmıştır.5

İkinci sırada ortadaki bir palmetten çıkan rumilerin uçlarındaki dallarla dairesel kıvrımlar oluşturarak sonsuzluk duygusu veren bir bezeme uygulanmıştır (Resim: 1).

En dış bordürde ise, palmet ve çifte rumilerin üç koldan birbirine dolanarak oluşturdukları grift bitkisel dekor görülür.

Giriş kapısının üzerindeki kitabeyi çevreleyen kör kemerde 11 ve 15. yüzyıllarda Türk süsleme sanatında sıkça rastlanılan ve birbirlerine ince uçlarla bağlanan münhailer kesintisiz şekilde devam etmektedir.

Mihrap mermerden olup, dikdörtgen biçiminde iki bordür sırası ve tabla başlıklı iki sütunceyle çevrelenmiştir. Dış bordürde bitkisel, içteki sırada ise on iki kollu yıldızlardan çıkan ışınsal geometrik süsleme yer alır. Aynı geometrik desene, Siirt Ulu Cami minaresi, Konya Aksaray Sultan Han portalinde de rastlanılmaktadır.

Mihrap nişinin iki yanındaki sütuncelerin gövdelerinde ince dallarla birbirlerine bağlanan palmetler ve üç dilimli rumilerle dantel hissi uyandırmaktadır.

Küçük Mescit

Ulu Cami mahallesindedir. Akça Mescit’ten sonra 1492 yılında Ramazanoğullarından Halil Bey döneminde yaptırılmıştır. Oldukça küçük olan yapı kare mekanlı üstü toprak damla örtülüdür. Kesme taşlardan yapılan mescit süsleme yönünden oldukça sadedir. Ulu Camii Medresesi’ne yakın olup, bir süre depo olarak kullanılmıştır.

Harem Dairesi

Adana’nın Ziya Paşa Parkı’nın doğusunda Ulu Cami Külliyesi’nin bitişiğinde yükselen yapının güney kapısı üzerindeki kitabeden 1495 yılında Ramazanoğullarından Halil Bey tarafından inşa ettirildiği anlaşılmaktadır.6

Vakıf Sarayı da denilen yapının adı, Ramazanoğulları kadınlarının oturduğu yer, sarayın Harem dairesi, bölümü olmasından gelmektedir. Üç katlı olan bina 16 m.x10 m. Ölçülerinde zemin katı kesme taş, üst katlar tuğla örgülüdür. Birinci ve ikinci katların zemini tahtadır. Dış cephesi oldukça sade olan yapıda, Osmanlı padişahlarından IV. Murad Bağdat Seferi’ne çıktığında Adana’ya uğramış ve üç gece misafir edilmiştir (Resim: 2).

Selamlık Dairesi

Harem dairesinin kuzeyinde yer alan bina, Tuz Hanı olarak da bilinmektedir. Aslında Beylik sarayının bir bölümüdür. Ramazanoğlu ailesinin oturduğu ve erkeklerin toplandığı, resmi işlerin görüldüğü yapı, Halil Bey tarafından 1497 yılında yaptırılmıştır. Selamlık dairesinin kuzeyinde hamam, doğusunda da mescit yer almaktadır.

Yağ Camii

Eski Belediye caddesi, Büyük çarşı denilen semtte yer alır. Eskiden cami önünde yağ satışı yapılan bir pazar kurulduğundan halk arasında esere “Yağ Camii” de denilmektedir (Resim: 3).

Evliya Çelebi Seyahatnamesinde bu pazardan söz etmekte, ancak yapıyı Eski Cami adıyla belirtmektedir. Eski bir kiliseden camiye çevrilmiştir.

Yağ Camii avlusu içinde yapıya bitişik medresesi de bulunmaktadır. Giriş kapısı üzerindeki kitabesinden kiliseden 1501 yılında camiye çevrildiği belirtilir. İkinci kitabe avlu portalı üzerindedir. Halil Bey tarafından 1558 yılında camiye çevrildiğini medreseyle birlikte Piri Paşa tarafından inşa ettirildiği yazılıdır. Üçüncü kitabe bugün Arkeoloji Müzesi’nde olup, binanın 932 H. yılında yapıldığı minaresinin de 1525 M. tarihinde yaptırıldığı bildirilmektedir. Ancak bugünkü minare yakın tarihte yapılmıştır.7

Cami, 14.50m.x9.80 m. ölçülerinde enine dikdörtgen bir mekana sahiptir. Kuzey-güney yönünde sütunlarla mihraba paralel beş nefe ayrılır, küfe tipi denilen bir plan tipine sahiptir. Taşıyıcı sütunların kısa olanları yapıya loş bir hava vermektedir. Üst örtüsü ahşap olup, kiremitle kaplıdır. Eski kiliseden kalan apsisi de bugün doğu duvarında ayaktadır.

Son cemaat yeri dört sütuna oturan beş kemer açıklıklı, üzeri düz sundurma çatıyla kaplıdır.

Avlu portali oldukça yüksek ve abidevi bir tarzda kuzeydoğu köşede yer alır. Yapının sade ve yalın görünümüyle tezat teşkil eder. Basık kemerli giriş kapısı Selçuklu geleneğindedir. Kapı kemeri siyah-beyaz alternatif taş dizilerin

den meydana gelmektedir. Üstte uçları palmet motifleriyle taçlanan bir kartuş içinde yapının kitabesi bulunur. Girişin iki yandaki kumsaati biçimindeki sütunceler, taç kapının görkemi yanında cılız bir görünüm oluşturur. Portal tepeliği bir büyük, bir küçük çiçek motifleriyle taçlanmıştır.

Avlunun kuzey duvarı cephesi, her birinin ortasında birer mazgal deliği bulunan dilimlerle sonuçlanmaktadır. Yapı, bu yönüyle Kahire Sultan Hasan Medresesi cephesiyle benzerlik gösterir.8

Caminin esas giriş kapısı ise, yapı ölçülerine göre oldukça basıktır. Kapı kemeri dört sıra zikzak süslemelerle heraketlenmiştir.

Mihrap, bugün yağlı boya ile boyanarak oldukça sade tutulmuştur. Minber, yakın tarihte ahşaptan yapılmıştır.

Yağ Camii Medresesi

Medrese 1558 yılında Piri Paşa tarafından yaptırılmıştır. Bugün yalnızca güney tarafındaki öğrenci odaları ve dershanesi ayaktadır. Kesme taştan yapılmış olan medresenin bir zamanlar iki katlı olduğu yapının batısındaki girişi yanında bulunan eski taş merdivenlerin yukarıya doğru yükselmesinden anlaşılmaktadır.

Dershane, oldukça yüksektir. Üstü kubbeyle örtülmüştür. Yüksek kemerli 8 m.x8m. ölçülerindeki kare eyvanı bugün iki pencere ve bir kapı ile örtülerek dükkan olarak kullanılmaktadır. Öğrenci odaları ise 2.50 m.x2.50 m. boyutlarında kare planlı küçük hücreler şeklindedir. Ancak üçü ayakta kalabilmiştir. Odalar beşik tanozlarla örtülmüştür. Dershane odasının kademeli konsolların taşıdığı ahşap saçağındaki on bir panonun her birinde değişik geometrik motifler işlenmiştir. Işınsal yıldızlardan meydana gelen süslemelerin bazıları yıprandığından yalnızca izleri kalabilmiştir.

Tahtalı Cami

Necceran mahallesi, Tepebağ yokuşu üzerindedir. 1601 yılında “Sevindikzade” adında bir hayırsever tarafından yaptırıldığı vakıf kayıtlarından anlaşılmaktadır.9

İki blok halinde yapılmış olan caminin kuzeybatı bölümünün altından yol geçmektedir. Burası yaz aylarında son cemaat yeri gibi kullanılmaktadır. 9.50 m x 4.50 m. boyutlarındaki dikdörtgen mekanın üstü ahşap tavanla örtülmüştür. Camiye kuzeyde sekiz basamaklı bir merdivenle çıkılmaktadır.

Minber ve mihrabı 1948 yılında yenilenmiştir. Silindirik minaresi girişin sol yanındadır.

Ulu Cami

Ulu Cami mahallesi ortasında yer alan yapı Adana’nın en büyük camiidir. Enine planlı harimin eşit aralıklarla sıralanan payelerle bölünerek oluşturulan cami tipiyle Anadolu Selçuklular, mimari ve dekorasyon karakteriyle de Eyyubi ve Memlûk etkilerinin ağır bastığı yapının üzerindeki kitabelerden 1513 yılında Ramazanoğlu Halil Bey tarafından inşaasına başlandığı binanın bina, daha sonra Halil Bey’in oğlu Piri Paşa tarafından 1520 ve1541 yıllarında yapılan çalışmalarla son şeklini aldığı anlaşılmaktadır.10

Camii 34.50 m. x 32.50 m. ölçüsünde enine dikdörtgen mekan, dört sütunla kıble duvarına paralel iki nefe ayrılmamıştır. Üzeri çapraz tanozlarla örtülmüştür. Mihrap önünde on iki köşeli tambur üstünde yükselen bir kubbeye sahiptir.

Mihrap önünde yükselen kubbe, Memlûk kubbeleri tarzında soğanvari bir form gösterir. Harmin yanındaki türbenin kubbesi de aynı mimari özelliği aksettirmektedir. Her iki kubbenin kurşunla kaplanmasına karşın revak kubbeleri kiremitle kaplanmıştır (Resim: 4-5-6).

Girişin hemen üzerinde kademeli olarak yukarı doğru sivrilen stalaktitli konik çatının Selçuklu mimarisi tarzında yapılması ve bu mescitin küçük olan bir beyliğin büyümesiyle ihtiyaca yetmemesi nedeniyle bir ilave olarak bugünkü esas yapının inşa edilmiş olduğu tahmin edilmektedir (Şekil: 1).

Yapının harim kısmına ek olarak, bölgenin sıcak olması ve daha fazla cemaatin ibadet edebilmesi düşüncesiyle avlunun bir kısmı ahşap örtü ile kapatılarak büyük bir son cemaat yeri haline getirilmiştir. Harimin kuzey cephesinde konsollar yer almaktadır.11

Ulu Cami’nin batı ve doğu tarafındaki iki büyük portalden avluya girilmektedir. Esas binanın batı yönündeki girişi ve Ramazanoğlu Halil Bey’in yaptırdığı bölüm mimari açıdan farklılıklar ortaya koymaktadır.

Caminin bitişiğindeki (doğusunda) türbe, Ramazanoğulları ailesi için 1541 yılında yaptırılmıştır. Kare mekanlı olan yapıya çapraz tonazla örtülü bir ön mekan ile, harimdeki kapıdan girilmektedir.

Eski yapının cephesinden daha yüksek tutulan portal dikdörtgen bir çerçeve ile sınırlandırılmıştır. Mukarnas kavsaralı kaş kemer içine alınmıştır. Bursa kemeri tipindeki girişi, iki yanında yer alan mihrabiyeleri ve niş köşeliklerindeki sütunceleri ile portal Osmanlı karakteri arz eder.

Esas giriş kapısı kemerindeki gamalı siyah-beyaz taşlar, Osmanlı izleri taşır. Portalın iki yanındaki kum saati biçi

mindeki sütuncelerin kaidelerinde görülen palmet ve rumilerin sarmal dallarla birbirine tutturulduğu bitkisel dekorun benzerlerine Artuklu eseri olan Marufiye Medresesi eyvanlarının sütunce oturtmalıklarında da rastlanır. Portalin üzerini bir sıra bitkisel dekorlu dişli mazgallar taçlandırır. Aynı tarzda mazgallı taçlandırma Adana’da Yağ Camii avlu portalinde de uygulanmıştır. Bunların en erken örnekleri Pers ve Sasanilerde görülür. (6. yy.), Emevilerde, (8. yy.), endülüs Emevilerde (İspanya’da) Kurtuba Camii’nde (11. yy.), Mısır’da Tolunoğlu Ahmet Camii’nde, Fatimi Devri’nde El-Ezher Camii’inde yer alan bu süslemelerin etkileri Memlûklüler vasıtasıyla Adana Ulu Camii portaline kadar gelebilmiştir.

Portalin arkasında yer alan mukarnaslarla kademelendirilmiş kule görünümlü üst örtü, İslam sanatında türbelerde yaygın olarak raslanılmaktadır (Samerro İmam Dûr Türbesi, 11. yy.). Irak’ta Bağdat yakınında Sitte Zübeyde (13. yy.) Cezire ve Musul’daki türbeler ile Şam’da Nuriye Maristanı ve Nurettin Mahmut Zengi’nin türbesinde (12. yy.) uygulanmıştır.

Zengi kültüründen gelen kulevari örtünün kasnağında “Hayat Ağacı” yanında “Simetrik uzanmış iki ejder” figürü Anadolu Türk süsleme sanatında sıklıkla kullanılan bir ögedir.

Ortada hayat ağacı, diye adlandırabileceğimiz üç servi motifi ve ortadakinin altında başlarında boynuz bulunan karşılıklı iki ejder figürü yer almaktadır. Bu, Selçuklularda uğur ve mutluluk sembolü olarak kullanılmıştır.

Servi motifi, Türk sanatında oldukça sık rastlanan bir süsleme ögesidir. Tek ve birden fazla serviye, Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde rastlanılmakta olup, inanç keyfiyeti bahis konusu olmaksızın Anadolu’nun eski bir geleneğinin devamı gibi görülmektedir. Özellikle taş işçilikte bu gelenek oldukça yaygındır.12

Eski İran mitolojisinde Hayat Ağacı, hayat veren bitki olarak tanımlanır. Hint mitolojisinde ise Hayat Ağacı soma olarak yorumlanır. Ve semavi bir bitkidir. “Gandereva” denen ejder onu korur.

Yakutlara göre “Hayat Ağacı”, Altaylı bir Şamanın göğe yükselmek için çıktığı bir ağaç, bir dünya sütunu ve dünya ağacı olup yerin ortasından göğe yükseliyordu. Aynı inanç, İskandinav ve Moğol Efsanelerinde de vardır. Çin’de de Hayat Ağacı’nın yanındaki ejderler güneşi sembolize ederler.

Selçuklu’da Hayat Ağacı, büyük olasılıkla tasvir edildiği yapılara önemli bir merkez olduğu düşüncesi kazandırır. Ejder ise ahengi, hareketi, evreni sembolize eder. Aynı zamanda gökyüzünün, sembolü olabildiği gibi, karanlığa karşı aydınlığın, kötülüğe karşı iyiliğin, kudret ve kuvvetin sembolüdür.

İslâm sanatında Evren tasvirleri ise, Türklerin İran ve Ön Asya’ya geldiklerinden sonra yaygınlaşmıştır. Karşılıklı Evrenlerin de Çin’de krallık arması olarak kullanıldığı, Çin sanatının ve kültürünün Orta Asya’dan etkiler aldığı ve Türklerin batıya gelmelerinden önce bu motifi tanıdıkları ve gittikleri ülkelerde uyguladıkları akla yatkındır.13

Dr. Emel Esin, Çin’de, Orta Asya Türk sanatında olduğu gibi, Selçuklularda da boynuzlu bazen pullu olarak görülen ejder motiflerinin çok eski bir tarihi geçmişi olduğunu kaydeder. Selçuklu Evreni, Yılan vücutlu olup, ve daima yandan görünür. “Pussant”denen vaziyettedir.14

Selçuklu sanatında en çok rastlanan Evren maskesi, açık ağızlı olup, Evren’in (ejderin) her iki dudağı da hortum gibi uzamakta, biri yukarı, diğeri aşağı kıvrılmaktadır. Buradaki kubbede yer alan Evren motifi, çift Evren olup, Selçuklu karekteri arz etmektedir.

Ejder’in Hayat Ağacıyla birlikte kullanılması da yaygın örneklerdendir. Hayat Ağacı, ejderler veya tılsımlı diğer hayvanlar tarafından korunur. Çin’de Ejder figürü Tanrı’nın bir sembolüdür. Çin mitolojisinde “Saadetin Babası olarak yorumlandığı ve yüksek dağlar üstünde ejderlerin yaşadığı ve bu tepelerde ejderler için mabetler yapıldığı yazılıdır.

Burada görülen, ortada Hayat Ağacı ve altında karşılıklı iki ejder figürü Anadolu Selçuklu’da sıklıkla rastlanılan ejder örnekleri tarzındadır. Genellikle çift başlı, gövdeleri düğümlü olan Selçuklu ejderleri bazı örneklerde çift baş yerine buradaki örnekte olduğu gibi karşılıklı olarak yerleştirilmektedir. Türk sanatında genellikle cami, medrese, türbe, han, darüşşifa gibi yapılarda karşımıza çıkmaktadır. Suriye’de Halep Kalesi’nde, Bağdat Kalesi kapısında Anadolu’da ise Ani kalesi iki burçta (1072-1110) Diyarbakır Kalesi Urfa Kapısında (1183-1184), Kayseri (Tuzhisarı) Sultan Hanı Köşk mescidi’nde (1232-1236), Anamur Akcamii (1220-1237), Burdur Susuz Han portalinde (13, yy. ortası), Konya Alaaddin Sarayı ve Felekabad Sarayı alçılarında ejder çiftleri görülmektedir.15

Hayat Ağacı’yla birlikte işlenen ejderler ise Erzurum Çifte Minareli Medrese’de, arabeskler üzerinde ise; Divriği

,

Ulu Camii, Niğde Hudavent Hatun Türbesi’nde, Akşehir Kileci mescit ahşap kapı kanatlarında yer alır.16



Doğu cephesinin kuzey köşesinde, minarenin güneyine bitişik olarak yükselen doğu portalinin çerçevesi hafifçe dışa doğru taşmaktadır. Dikey bir dikdörtgen formda olan portalde sivri kemer çerçeveli bir niş yer almaktadır. Cephe tamamen renkli mermerle kaplanmıştır. Yatay kuşaklar halinde siyah-beyaz ve sarı mermerli horizontal olarak periyodik sıralar şeklinde düzenlenen portal, Suriye etkisini yansıtır. Suriye’den Mısır’a kadar uzanan; renkli taş ve mermer süslemelerin Anadolu’ya Zengi, Eyyubi ve Memlûk yoluyla girdiği saptanmıştır.

Girişin üstündeki yatay atkı, geçmeli mermer beyaz, sarı ve siyah renkte çiçek motiflerinin inkrüstasyon tekniğiyle yanyana sıralanmasıyla bezenmiştir. Ortası altı yapraklı iç içe mine, uçları altta ve üstte ters yönde palmet motifleriyle sonuçlanmış ve aralarında uçları birbirine değen ters oturtulmuş iki siyah palmetle doldurulmuştur. Bunun hemen üzerinde sûlûs yazılı bordür, yapının kitabesini vermektedir. Sivas Şifahanesi taç kapısına benzer nitelikte olan yazı dekoru Anadolu Selçuklu geleneğini yansıtır.17

Bunun üstündeki yatay frizde ise bir sıra lotus dizisi yer almaktadır. İki yandaki uzantılarda lotusların araları meyveye benzer küçük topuzlarla dekorlanmıştır. Kavsaranın içindeki mukarnas sıralar tepede istiridye dilimli bir yarım daire nişle sonuçlanmaktadır.

Stalaktitlerin bulunduğu ilk sırada altı pano yanlarda üçer pano olarak kuşak şeklinde devam eder. Nişlerin içinde palmet ve rumilerin birbirinin içine girmesiyle meydana getirilen grift süslemeler görülür. Kavsaranın alt köşelerinde rozas (gül) motifleri istiridye biçiminde bir yaprakla birlikte yerleştirilmiştir. Üst sıralarda da aynı grift bezemenin var olduğunu, bugün hasar görmemiş olan stalaktitleri iç yüzeylerdeki dekorlardan anlamaktayız.

Portal cephesinin üst kısmında iki sıra halinde dizilmiş palmet motifleri, bitkisel karakterli bir korniş oluşturur. Bu görünümle cephe, Kahire Sultan Hasan Medrese’nin cephelerini boydan boya saran ve portalini de taçlandıran (mukarnaslı ve palmetli saçak kornişini hatırlatan) dekoruna benzer. Birçok yönden Anadolu Selçuklu portallerinden etkilendiği belli olan bu medresenin (Sultan Hasan Medresesi’nin) kornişi Akkoyunlular ve Karamanoğulları eserlerini de etkilemiştir. Mardin’de 15. yy.’dan kalan Kasımiye Medresesi portalinde de görülür. Niğde Ak Medrese portalini süsleyen mukarnaslı kornişte de etkileşim açıkça görülmektedir.

Ulu Camii doğu portalinin kavsarası tam bir sentez teşkil eder. Mukarnasların sarkıtları Osmanlı-Türk sanatına, dilimli kemer ve dilimli yarım istiridye kubbeciği ile Eyyubi Medreselerine, Memlûk yapılarına 1420 tarihli El-Müeyyed Camii portalinde ve 1474 tarihli Kayıtbay Camii ve Artukluların 1385 tarihli Mardin Zinciriye portaline bağlanmaktadır.

Anadolu da ise, Selçuklular Devri’nde Konya Alaaddin Camii (1220), Karatay Medrsesi (1250) ve Sahip Ata külliyesinde zengi düğümü ile birlikte ayrıca Zazadin Han’ın (1237) cephesinde kendini gösteren polikromik mermer kaplamalar önce Artuklularca kullanılmıştır.18 Daha sonra Gaziantep’te Boyacı ve Eyyuboğlu camileri ve Diyarbakır camilerinin bazılarında da uygulanmıştır. Batı Anadolu’da ise Selçuk İsa Bey Camii’nde görülen aynı etki, 1522 tarihli Gebze Çoban Mustafa Paşa Külliyesi’nde ve İstanbul Topkapı Sarayı’nda da görülmektedir. Gaziantep’te geç devir yapılarında bile bu özellik, devir farkı aranmaksızın karşımıza çıkmaktadır.

Kaynaklarını 6. ve 7. yy. İslam eserlerinden alan, Zengi, Eyyubi ve Memlûk eserlerinde sıklıkla görülen renkli polikromik taş ve mermer işçiliği Anadolu’yu da etkilemiştir.

Özellikle türbe cephelerinde ve eski yapı olduğu kaydedilen binanın kuzey cephesindeki pencereler Memlûk etkilerini kuvvetle hissettirirler. Türbe pencereleri, Kahire, Sultan Baybars Camii ile dekorasyon yönünden benzerlik gösterirler. Dikey dikdörtgen çerçeveli üç pencere siyah-beyaz, sarı renkli taşlardan birbiri ardınca alternatif sıralar meydana getirerek dizilmesiyle çerçevelenmiştir. İki yanda birer sütunce bulunur. Bunların gövdeleri geometrik düğümlü ve profillidir. Başlıklarda ise mukarnas dolgular hakimdir. Bu sütuncelerde Zengi sanatının etkisi gözlenir.

Pencerelerin içine yerleştiği dıştaki nişin tepesinde ise, mukarnas sırası duvara hareketlilik kazandırmaktadır. Bu tipi, ise Fatımi camilerinden El-Akmer’de görürüz. Sultan Hasan Medresesi pencereleri de buna benzer birer niş içine alınmışlardır. Ancak, Sultan Hasan Medresesinde çift pencere (altta ve üstte) sırası gözlenir. Anadolu’da ise Selçuklu yapısı olan Çay Taş Medrese’de (1279), Beylikler Dönemi’ne ait olan Selçuk İsa Bey Camii’nde mukarnaslı pencere çerçevelerine rastlanır. Yanlarda ise, sekiz kollu yıldızların üst üste bir sıra dizilmesinden meydana gelen dikdörtgen çerçeveler, duvara estetik bir güzellik sağlamıştır.


Yüklə 8,23 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   20   21   22   23   24   25   26   27   ...   179




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin