Anadolu Türk Beylikleri Sanatı



Yüklə 8,23 Mb.
səhifə138/179
tarix17.01.2019
ölçüsü8,23 Mb.
#100097
1   ...   134   135   136   137   138   139   140   141   ...   179

Timur, Havz-ı Has denilen yerde arkasını dağ yamacına vererek son hazırlıklarını yaptı Kumandanlarını, çocuklarını ve torunlarını karargahta toplayarak bir toy tertip etti. Dehli savaşı için tarihî bir konuşma yaparak en küçük rütbeli askere kadar neler yapılması gerektiğini en ince teferruata kadar anlattı. Dehli önlerinde karşı karşıya gelen orduların kuvveti miktar açısından birbirine denk değildi. Ona rağmen Timur, Tuğluk Sultanının onbin süvari, kırkbin yayadan müteşekkil ordusundan ziyade her türlü şartlara alıştırılmış yüzyirmi filinden515 çekinmekteydi. Bu husus ilk anda Tuğluklulara bir üstünlük sağlamakta idi. Ancak Timur, bütün planlarını fillere göre yapmıştı. Savaştan biraz önce kayışlarla birbirine bağlanmış mandalarla suni bir set kurdu. Onların arkasına ve yanlarına develeri bağlattırdı. Askerine verdiği emirlerle istisnasız bütün hayvanların sırtlarının yağlanmasını emretti.

Mallu Han kuvvetleri hepsi birbirine zincirle bağlanmış filler önde olduğu halde savaşa başladı. Tam bu sırada Timur, ani bir emirle mandaların ve develerin sırtındaki neftleri ateşe verdirdi. Hayvanlar can havliyle fillerin üzerine gitti. Timur, isteğine ulaşmış ve ateşten ürken filler zincirlerini kırarak etrafa dağılmaya başlamışlardı.516 Bunun üzerine hücum anının geldiğini gören Timur, Tuğluk kuvvetlerine büyük bir darbe indirdi. Kaçan bir kısım birlikler Dehli kalesine sığındı. Ama, az sonra Dehli de tehdit edildi. Kuşatma için sabahın olması beklenirken Mallu ve Tuğluk Sultanı Nasr ed-dîn Muhammed gizlice firar etti.517 Onun üzerine ertesi gün savaşa lüzum kalmadığını gören Dehli halkı şehrin kapılarını açtı. Timur’un kuvvetleri Cemne nehrine kadar bütün havaliyi talan etti.518

Timur, Hindu tehdidine maruz kalmamak için Cemne nehrinin doğu sahilinde büyük bir harekata girişti. Merut havalisini yağma etti519. Takiben kuzeye Himalaya Dağlarına doğru yürüyerek Sivalik’deki Hindularışiddetle vurdu.520 Buradan çok miktarda ganimet ele geçirirken Keşmir Sultanı ile de Sulh yapıldı.

6. Tuğlukların Sonu

20 Mart 1399’da Pencâb üzerinden Hindistan’ı terk eden Timur’un bu seferi Tuğluk Devleti’nin büyük ölçüde sarsılmasına sebep oldu.521 Gerçi, Tuğluk Sultanı Nasr ed-dîn, devleti hakim olan mütegallibe Mallu Han’a rağmen tekrar iktidarı ele geçirmiş ise de uzun ömürlü bir saltanat tesis edememiştir.522 Nihayet 1413 yılında son Tuğluk hükümdarı ölürken ülkede en nüfuzlu kişi Devlet Han Ludi idi. Bunlar bir yıl kadar tahtın gerçek sahibi oldu. Ama, Tuğluk ailesinin geriye kalan fertlerine karşı gayet cömert ve saygılı davranan Hızır Han, 1414’te askerî bir ihtilal ile iktidarı ele geçirerek Seyyidîler Hanedanını kurdu.523

Tuğluklu devri kapanırken Dehli’ye hakim olan Seyyîdîler 1451 yılına kadar varlıklarını sürdürecek, sonra yerlerini Afganlı bir aile olan Lodîlere bırakacaktır. Lodilerin Dehli’deki hakimiyeti 1526 Panipat savaşıyla Zahireddin Babur Şah tarafından sona erdirilirken Dehli’de yeniden Türk idaresi kurulacak ve 1857’ye kadar devam edecektir.

1 V. V. Barthold, Moğol İstilâsına kadar Türkistan, (nşr. H. D. Yıldız), İstanbul 1981, s. 421.

2 Bu hanedan bir kaynakta “Dahhak’ın oğullarının kuvveti azalınca Gur’da Şensâb diye birisi büyük kuvvet kazandı ve Hanedan-ı Şensabâniyân olarak anıldı” şeklinde tanıtılmaktadır. [Bkz., Cüzcânî I, s. 319] Cüzcânî, Gurluların sarayında yetişmiş birisi olup efendilerine çok bağlı görünmektedir. [Bkz. S. Cöhce, Şemsî Melikleri, s. IX-XIII. ] O’nun bu durumu, dönemin teamüllerine uygun şekilde Gurlular’ı asil bir köke bağlayabilmek için büyük ölçüde İran destanlarından istifade etmeye yöneltmiş olmalıdır.

3 Geniş bilgi için bkz. Cüzcânî I, s. 319, 396 vd; M. Abdul Ghafur, The Gorids History, Culture and Administration 1148-1215, Hamburg 1960, (Basılmamış Doktora Tezi); M. A. Ahmed, Political History and Institutions of the Early Turkish Empire of Delhi, Lahor 1949, s. 37; K. M. Panikkar, A Survey of Indian History, Benglora 1954, s. 71; A. K. Hilmi, Es-Selacika fi’t-Tarih-i ve’l-Hadara, Kuveyt 1986, s. 122 vd; Gulam Mustafa Khan, “A History of Behram Shah of Ghaznin”, Islamic Culture XXII, (Ocak-Nisan 1949), s. 199; E. Konukçu, Kuşan ve Akhunlar Tarihi, Ankara 1973, s. 115; Z. V. Togan, Umumi Türk Tarihine Giriş, İstanbul 1981, s. 44, 148 ve 452; S. Cöhce, Şemsî Melikleri, Elazığ 1986, (Basılmamış Doktora Tezi), s. 13 vd.

4 Bkz. N. Durak, Hindistan’a Kuzeyden Yapılan Seferler, Ankara 2000, s. 13-44; E. Merçil, Gazneliler Devleti Tarihi, Ankara 1989, s. 65-73,

5 Mu’izz ed-dîn Muhammed’in Gazne’ye atanmasından sonra [Bkz. Cüzcânî I. s. 396] Gur devleti iki ana grup halinde idare edilmeye başlandı. Bu ailede akrabalık bağları çok kuvvetli olduğu için bu husus sonuçta her hangi bir meseleye sebep olmamıştır. Dolayısıyla Sultanü’l-Azam Gıyâs ed-dîn, Gur bölgesinde, umumiyetle de Firûzkuh’da oturuyor ve kuzeyden gelebilecek tehditleri önlemeye çalışıyordu. Güneyde ise Gazne bir üs haline getirilmişti. Bkz., M. Aziz Ahmed, a.g.e., s. 74 vd.
6 Kuzey Hindistan’da Dehli, Kannauç, Ecmir ve Kalincar racalıkları bunların belli başlılarını teşkil ediyordu. Bkz. T. W. Haig, “Muizz-uddin Muhammed bin Sam of Ghur…. ”, s. 38; P. Saran-R. C. Majumdar, “The Turkish Conquest of Northern India”, The Strugle for Empire, (nşr. R. C. Majumdar), Bombay 1957, s. 117.

7 Es-Sihrindî, Tarih-i Mübârek Şâhî, (nşr. M. H. Husain), Calcutta 1931, s. 6.

8 Cüzcânî I, s. 397; İsemî, s. 69.

9 Bkz. C. E. Bosworth, “The Early Islamic History of Ghur”, The Medieval History of Iran, Afghanistan…s. 116 vd.

10 es-Sihrîndî, s. 7; M. Aziz Ahmed, a.g.e., s. 77.

11 Cüzcânî I, s. 398; I. Prasad, A Short History of Muslim Rule in India, Allahabad 1931, s. 66.

12 Bkz. Cüzcânî I, s. 397 vd.; İsemî, The Fütuhu’s-Salâtin or the Shahnama of Medieval India of Isemî, (A. M. Hüsain), Agra 1938, s. 69; H. Beveridge, History of India I, London, s. 57.

13 Hindistan’da hakimiyetlerini sürdürmüş olan bütün Türk sülâlelerinin, bu arada bugünkü Hindistan devletinin vazgeçilmez başkenti olan [Bkz. S. A. Haqqı, Hindistan’daki Türk Tesiri İlk Dönem, (nşr. Y. T. Kurat), Ankara 1984, s. 34] Dehli, Türk tarihinde bir Ötüken, bir Gazne, Rey, Hanbalık veya bir Konya ile İstanbul kadar büyük öneme sahiptir. VIII. yüzyılda Tomara tarafından kurulduğu kabul edilen [Bkz. A. C. Banerjee, “A Note in Provincial Government under the Sultanate of Delhi”, JIH, V, (1938-1939), s. 237] bu şehir, XIII. yüzyılın başlarında, şimdiki Yeni Delhi’nin güneyinde, Cemne nehrinin batı taraflarındaki düzlüklerde, bugünkü Muhammedpûr’un hemen batısında yükselen sıradağlara yakın bir yerde küçük bir yerleşim merkezinden ibaretti. Hindular tarafından “Dili” adıyla kurulup Müslümanlarca “Dehli” şeklinde anılan ve daha sonra İngilizlerin kendi telaffuzlarına uygun şekilde “Delhi” diye adlandırdıkları bu şehrin en eski tarihi İbni Battuta ve Emir Husrev Dihlevî tarafından yazılmıştır. Ama, Tarih-i Dihli adını taşıyan bahse konu eser şu anda kayıptır. Bkz., Wahid Mirza, The Life and Works of Amir Khusrau, Lahor 1962, s. l48.

14 Dehli’nin günümüzde de devam eden önemi kazanması Kutb ed-dîn Aybeg tarafından feth edilip, başşehir yapılmasından sonradır. Onun için bazı tarihçiler Türkler’in bu ülkedeki en büyük başarılarından birisi olarak Dehli’yi gösterirler. Bkz. S. A. Haqqı, a.g.m., s. 41; H. Kulke-D. Rothermund, H. Kulke-D. Rothermund, Hindistan Tarihi, (nşr. M. Günay) Ankara 2001, s. 245.

15 I. Prasad, a.g.e., s. 67; K. M. Panikkar, A Survey of Indian History, s. 118.

16 Raçputların Türkistan, hatta Türk menşeili olduklarına dair iddialar için bkz., I. Prasad, a.g.e., s. 11; V. Smith, The Early History of India from 600 B. C. to the Muhammadan Conquest, Oxford 1967, s. 425; H. Kulke-D. Rothermund, a.g.e., s. 145.

17 S. Laine-Poole, Medieval India Under Muhammedan Rule (712-1764), London 1903, s. 51; B. S. Nijjar, Penjâb Under the Sultans (1000-1526), Delhi 1968, s. 28; Hindistan tarihinde pek çok savaşın yapıldığı bir mevkii olan Tarain, [ Bkz., H. Kulke-D. Rothermund, a.g.e., s. 243] bugün Azimabad denilen bölgede, Karnau kasabasının 20 km kadar kuzeyinde, Sarasvati nehri kıyısında Patravari denilen yerde bulunmaktaydı.

18 I. Prasad, a.g.e., s. 67; M. Aziz Ahmed, a.g.e., s. 77vd.

19 Gur Sultanı savaşa bizzat katılmış ve Racalardan birisinin iki dişini mızrakla kırmıştı. O sırada bahse konu raca ve adamları da Sultan’ı yaraladı. Bkz., Cüzcânî I, s. 399; es-Sihrîndî, s. 9; Firişte, Tarih i Firişte I, Calcutta 1832, s. 103; İbnü’l Esir XI, s. 151.

20 Tarain’de gerekli gayreti göstermeyenler tesbit edilerek şerefsizlikle suçlanmış ve boyunlarına içi arpa dolu bir yem torbası geçirilmek suretiyle Gazne’de dolaştırılmışlardı. Bkz. T. W. Haig, “Muizz-uddin Muhammed bin Sam of Ghur…. ”, s. 40; P. Saran-R. C. Majumdar, “The Turkish Conquest of Northern India”, The Strugle for Empire, s. 117.

21 Peşaver’e geldiğinde Gurlu bir ihtiyar Sultan’a nereye gittiğini sorar. Verilen cevap ilginçtir; ”Hindistan’daki yenilgimden beri ne karımın yanına uğradım. Ne de elbiselerimi değiştirdim. Bütün yılım hep öfke ve kızgınlık içerisinde geçti. Sadece Allah’a güveniyorum ve intikamımı almak için Hindistan’a gidiyorum” Bkz., M. Aziz Ahmed, a.g.e., s. 78.

22 T. W. Haig, “Muizz-uddin Muhammed bin Sam of Ghur…. ”, s. 41.

23 M. Aziz Ahmed. a.g.e., s. 78.

24 Bkz., Cüzcânî, s. 400; es-Sihrîndî, s. 9 vd.; Nizâm ed-dîn Ahmed, s. 38.

25 İbnü’l Esir XI, s. 152; S. Laine-Poole, a.g.e., s. 52 vd.

26 E. Konukçu, “Hindistan’da Kurulan Türk Devletleri (1206-1414)”, Tarihte Türk Devletleri I (Sempozyum Bildirileri, Ankara 20-25 Mayıs 1985), Ankara 1987, s. 348.

27 H. Kulke-D. Rothermund, a.g.e., s. 243.

28 Bu mücadeleler için bkz., V. V. Barthold, a.g.e., s. 421-438; İ. Kafesoğlu, Harezmşâhlar Devleti Tarihi, Ankara 1984, s. 147-155.

29 Sultan’ı Hansi’de karşılayan Aybeg, O’na yüz at ile bir fil yükü altın ve gümüşten yapılmış hediye sunmuştu. Bkz., Cüzcânî I, s. 401; es-Sihrîndî, s. 11; A. L. Srivastava, The Sultanate of Delhi, Agra 1959, s. 83; M. Aziz Ahmed, a.g.e., s. 137.

30 Cüzcânî, s. 414; M. Aziz Ahmed, a.g.e., s. 133vd.

31 , s. 78 vd.

32 Bkz., Hasan Nizâmî, Tâcü’l-Measir, (Elliot-Dowson, a.g.e. II), s. 233.

33 es-Sihrîndî, s. 11; M. Aziz Ahmed, a.g.e., s. 137 vd.

34 Harezmşâh Tekiş’in 1200 yılında ölümü Türkistan’daki bütün dengeleri alt üst etmişti. Gurlular bundan istifade etmek istedi. Ancak belirli bir üstünlük sağlayamadıkları gibi Karahıtaylıların da devreye girmesini önleyemediler. Bkz., Cüveynî, Tarih-i Cihângüşây II, (nşr. M. Muhammed Kazvinî), Leiden 1912, s. 55 vd.; V. V. Barthold, a.g.e., s. 435 vd.

35 Bkz., M. Aziz Ahmed, a.g.e., s. 80 vd.

36 XIX. yüzyılın ikinci yarısına kadar ulaşan bu kale hakkında bkz., A. Vambery, Travels in Central Asia, London 1864, s. 239 vd.

37 Eylül 1204 sonlarında yapılan ve iki hafta süren bu savaş ile Gur Sultanı’nın kurtuluşu hakkında bkz.,

V. V. Barthold, a.g.e., s. 373; İ. Kafesoğlu, a.g.e., s. 159.

38 Bkz., Cüzcânî I, s. 402; Hasan Nizâmî, s. 233,; Nizâmed-dîn Ahmed, s. 40.

39 Cüveynî II, s. 58’de bu yönelişin esas sebebini “hazine ile ordu” olarak gösterir ki, yaklaşık on yıldır Maveraünnehr ve Horasan bölgesinde verilen mücadelenin Gurluları epeyce yıpratmış olması normaldir.

40 Bkz., Hasan Nizâmî, s. 235; Cüzcânî I, s. 417; Nizâm ed-din Ahmed, s. 42; Firişte I, s. 106; B. S. Nijjar, Panjâb under the Sultans (1000-1526 A. D. ), Delhi 1968, s. 31.

41 M. Aziz Ahmed, a.g.e., s. 83 ve J. Allan-T. W. Haig-H. H. Dodwell, The Cambridge Shorter History of India, s. 210’da Sultan Mu’izz ed-dîn’i öldürenlerin “İsmailî Fedaileri” olduğu ifade edilmekte ise de kaynaklar katillerin Gakhar fedaileri olduğunda hem fikirdir. Bkz., Cüzcânî I, s. 403; Hasan Nizâmî, s. 236; Cüveynî II, s. 59; Nizâm ed-dîn Ahmed, s. 40; Firişte I, s. 104;.

42 Bkz., Cüzcani I, s. 401; İsemi, s. 71.

43 es-Sihrîndî, s. 14; İbnü’l Esir XI, s. 442; H. Beveridge, A Comprehensıve History Of India I, London 1858, s. 60; T. W. Haig, “Muizz-uddin Muhammed bin Sam of Ghur…. ”, s. 42; A. L. Srıvastava, a.g.e., s. 80.

44 Cüzcânî I, s. 414.

45 Renthembur’da bulunan Kıvamü’l-mülk Rükn ed-din Hamza Sultana haber yollayarak eski Rae Pithora’nın kardeşi Hari Raca’nın Ecmir Racası ile birleşerek harekete geçtiğini ve bunların bir yandan Aybeg’e bağlı Pithora’nın oğlu Rainsi’yi tehdit ederlerken öte yandan Renthembur önlerine kadar geldiklerini bildirmişti. Bkz. M. Aziz Ahmed, a.g.e., s. 129 vd.

46 A. L. Srıvastava, a.g.e., s. 82.

47 M. Aziz Ahmed, a.g.e., s. 130 vd.

48 Cüzcânî I, s. 401; Nizâm ed-dîn Ahmed, s. 39,

49 Renthembur Racası Hari Raca kendisini ateşe atarak intihar etmiştir. “Jauhar töreni” adı verilen bu Hindu adetine göre herhangi bir savaş yenilgisinin ardından erkekler, çocuklarını ve kadınlarını çok büyük bir odun yığınının üzerine yerleştirip yakarak öldürdükten sonra düşmana karşı daha fazla direnemeyeceğini anladığı anda esir düşmek yerine kendisini de bu ateşe atıyordu. Bu tören hakkında bkz. H. Beveridge, a.g.e., s. 48; T. W. Haig, “Muizz-uddin Muhammed bin Sam of Ghur…”, s. 20.

50 Cüzcânî, s. 417; M. Aziz Ahmed, a.g.e., s. 138 vd.

51 Bkz. Firişte I, s. 106.

52 M. Aziz Ahmed, a.g.e., s. 141.


53 Cüzcânî I, s. 444’de bu şehrin fetih tarihi olarak 1203 yılı gösterilir.

54 Bkz., Fahr ed-din Mübârek Şâh, Tarikh-i Fahru’d-din Mübârek Shah, (nşr. E. D. Ross), London 1927, s. 24; M. Aziz Ahmed, a.g.e., s. 140-4; J. Allan-T. W. Haig-H. H. Dodwell, The Cambridge Shorter History of India, s. 210; M. Abdul Ghafur, a.g.e., s. 100.

55 Aybeg’in Gazne’ye gitmek isteyişi kendisine atılan iftira ve hakkında yapılan tezvirat ile ilgili olmalıdır. Bkz., İbn Battuta, Tuhfetü’n-Nezzar fî Garaibü’l-Emsâr ve Acâibü’l-Esfâr; Seyahâtnâme-i İbn Battuta, (nşr. M. Şerif Efendi), İstanbul 1335 H., s. 29 vd,

56 Cüzcânî I, s. 402; Hasan Nizâmî, s. 233; Nizâm ed-dîn Ahmed, s. 40.

57 Hasan Nizâmî, s. 235; Cüzcânî I, s. 417; Nizâm ed-din Ahmed, s. 42; Firişte I, s. 106; B. S. Nijjar, a.g.e., s. 31.

58 Cüzcânî I, s. 421; Nizâm ed-dîn Ahmet, s. 46.

59 Bkz., Cüzcânî I, s. 442; M. Aziz Ahmed, a.g.e., s. 105 vd.

60 Hasan Nizâmî, s. 87; İsemî, s. 94; Nizâm ed-dîn Ahmed, s. 46; O’nun tez canlı, uyanık, yılmaz, kahraman, cömert, basiretli ve akıllı birisi olduğunu kayd edilir ki, olaylar da bunu göstermektedir. Bkz., Cüzcânî I, s. 422.

61 Cüzcânî, s. 422; Nizâm ed-dîn Ahmed, s. 47.

62 Bölge ahalisinin dilinde Bihar, üniversite anlamına gelmektedir. Feth edildiğinde de pek çok okul ve kütüphaneye sahip olup, çok iyi korunan müstahkem bir mevki idi. Bunların bir kısmı tahrip edilmiştir. [ Bkz., M. Aziz Ahmed, a.g.e. s, 109] Kitapların büyük bir kısmı ise alimlerin istifadesine sunulmak üzere Dehli’ye gönderilmiştir. Bkz. Cüzcânî, s. 423.

63 Cüzcânî I, s. 424; Nizâm ed-dîn Ahmed, s. 47; Hasan Nizâmî, s. 88; Ayrıca burada, Kutb ed-dîn Aybeg’in de bulunduğu bir meclisde Muhammed Bahtiyâr’a kurulan kumpas neticesinde Onun bir fil ile döğüşüp, yendiği ve kendisine verilen hediye, armağan vs. meclisteki hizmetlilere dağıttığı anlatılır.

64 Bu sülâle için bkz., V. Smith, a.g.e., s. 418 vd.; Ayrıca, Brahmanlar arasında yaşayan bir efsaneye göre Bengal bölgesini elleri dizlerine kadar inen bir kumandan ele geçirecektir. Bu kumandan aynı zamanda Turuşkalardan, yani Türklerden olacaktır. Bu efsane ve Savaş öncesi Muhammed Kalaç’ın fizikî şeklinin Brahmanlarca incelettirildiği hakkında bkz., Cüzcânî I, s. 425.

65 Geniş bilgi için bkz. A. H. Danî, ”The Conquest of Nudia” Journal of Indian History XLII/1 (April 1964), s. 231-234; A. C. Banerjee, “The Date of the Fall of Nadia”, Indian History Quartly XII/1 (1936), s. 148.

66 Hindistan’ın doğusunda, Ganj ve Brahmaputra nehirlerinin suladığı, şimdiki Bangladeş Devleti’nin kurulduğu düzlüklerin en eski ve önemli merkezlerinden birisi olan Lakhnauti hakkında bkz., H, Blochmann, Constributions to the Geography and History of Bengal, Calcutta, s. 1-38.

67 Cüzcânî I, s. 424 vd.

68 Bkz. Cüzcânî I, s. 425; Nizâm ed-dîn Ahmed, s. 48; E. Konukçu, Kalaç Sultanlığı, s. 54-74.

69 Cüzcânî I, s. 426 vd.; Nizâm ed-dîn Ahmed, s. 49; Ebu’l Gazî Bahadır Han, Şecere î Terakime, (nşr. M. Ergin), İstanbul, s. 37.

70 Kalaçlar, Kerem-Beten denilen bir bölgede çok iyi ok kullanan, görünüşte Kalaçlar gibi giyinen Hıristiyan Türkler tarafından durdurulacaktır. Dönüş yolunda ise bir yandan tabii afetler, öte yandan Kamprup Racasının taarruzları bu büyük teşebbüsü sonuçsuz bırakacaktır. Bkz. Cüzcânî I, s. 427; A. Z. V. Togan, ”About the Campain of the Indian Kalach-Turks Against the Keraits of Mongolia in the Northern Tibet in the Years 1205-1206”, Journal of the Pakistan Historical Society XII/3 (July 1964), s. 187-194.

71 Cüzcânî I, s. 432; Nizâm ed-dîn Ahmed, s. 50.

72 Cüzcânî I, s. 410’da yer alan kayda göre; bir meclisde nedimlerinden birisinin kendisine halef olacak bir şehzadesinin bulunmadığını hatırlatması üzerine erkek evlâdı bulunmayan Gur Sultan’ı “Diğer sultanların bir kaç çocuğu var. Benim oğullarımın sayısı ise binden fazladır. Ölümümden sonra ülkemi adıma yöneteceklerdir.” demek suretiyle ülkesini Türk memlûklara vasiyet etmiştir.

73 Bkz., V. V. Barthold, a.g.e., s. 460; İ. Kafesoğlu, a.g.e., s. 193 vd.

74 İlk defa Cüzcânî’nin kayıtlarında yer alan [Bkz. Cüzcânî I, s. 415 vd; ] ve Gûr Sultanı Mu’izz ed-din Muhammed’in adına nisbetle ortaya çıkan bu tabir, daha sonraki kaynaklar tarafından da iktibas edilecektir.

75 S. Cöhce, a.g.e., s. 416.

76 Gur Sultan’ı Hindistan’a sefere çıktığında mutlaka Kirman’a uğrar ve Yıldız’a misafir olurdu. O da Sultan’ın maiyetine değerli elbise ve kıyafetler sunup, altın ve gümüş hediyeler vererek ağırlardı. Bkz. Cüzcânî I, s. 411; Nizâm ed-dîn Ahmed, s. 43; Firişte I, s. 110.

77 Kendisi için en değerli tahtın babasından kalan Firûzkuh tahtı olduğunu bildiren Sultan Mahmud, Yıldız’a hil’at ve bir azatlık belgesi göndermek suretiyle bu tür kışkırtmalara alet olmayacağını ve O’nun Gazne’deki hakimiyetini tanıdığını ortaya koymuştu. Bkz., Cüzcânî I, s. 412; Nizâm ed-dîn Ahmed, s. 44.

78 Hasan nizâmî, s. 236; İsemî, s. 100.

79 Cüzcânî I, s. 417; M. Aziz Ahmed, a.g.e., s. 99.

80 Cüzcânî I, s. 413, 445; Nizâm ed-dîn Ahmed, s. 58; İ. Kafesoğlu, Harezmşahlar Devleti Tarihi, s. 195.

81 Bkz., Cüzcânî I, s. 445; İsemî, s. 105’de ise Yıldız’ın iyice güçlenmesi ve bütün Kuzey Hindistan’a hakim olmak isteği bu savaşın sebebi olarak gösterilir.

82 Hasan Nizamî, s. 239; Firişte I, s. 114.

83 Cüzcânî I, s. 419; Nizâm ed-dîn Ahmed, s. 45.

84 İsemî, s. 91.

85 Bkz., Cüzcânî I, s. 419.

86 Hasan Nizâmî, s. 240; Firişte I, s. 114.

87 Bkz. Cüveynî II, s. 115; İbnü’l Esir, İslâm Tarihi, El Kâmil fi’t-Târih Tercümesi XII, (nşr. A. Özaydın), İstanbul 1987, s. 351 vd.

88 Bkz. Cüzcânî II, s. 117; Hondmir, Habibü’s-Siyer fi Ahbâr-ı Efrâd-ı Beşer III, (nşr. M. Debir Siyâkî), Tahran 1934, s. 656.

89 A. L. Srivastava, a.g.e., s. 319; Bazı rivayetlere göre Moğol kuşatması sırasında önde gelen bir kısım sufi Multan’ı ziyaret etmiş, Kabaca da onlardan yardım istemişti. Bunun üzerine onlar Sultan’a bir ok vermiş ve Küffar üzerine atmasını istemişlerdi. Okun atıldığının ertesi günü Moğollar çekilip gitmişti. Bkz. M. Aziz Ahmed, a.g.e., s. 103.

90 Geniş bilgi için bkz., S. Cöhce, a.g.e., s. 52-57.

91 Bkz., Cüzcânî I, s. 415.

92 Fahr ed-dîn Mübârek Şâh, s. 31; Kaynaklar, Aybeg’in kurduğu devletten “Selâtin-i Hind” şeklinde bahseder. [Örnek olmak üzere bkz. Cüzcânî I, s. 415] Günümüz araştırmacıları ise umumiyetle “Delhi Sultanlığı” demekle yetinirler. Meselâ bkz. V. D. Mahajan, The Sultanate of Delhi, Delhi 1970; İ. H. Qureshi, The Administration of the Sultanate of Delhi, Karaçi l958.

93 Bu hususta bkz. Cüzcânî I, s. 416; es-Sihrîndî, s. 13; Nizâm ed-dîn Ahmed, s. 41; Firişte I, s. 105; V. D. Mahajan, a.g.e., s. 74.

94 V. D. Mahajan, a.g.e., s. 74; Ansar Zahid Khan, “The Sultanate of Delhi and the Regional States”, Road the Pakistan, (nşr. M. Said vd. ), Karachi 1990, s. 82.

95 Kardeşi Tekiş ile iktidar mücadelesine giren Sultan Şah ve faaliyetleri hakkında bkz., İ. Kafesoğlu, a.g.e., s. 84-102.

96 Cüzcânî I, s. 416 vd.

97 Ansar Zahid Khan, a.g.m., s. 83; S. P. Nijjar, a.g.e., s. 33.

98 Bazı kaynaklar aceleyle Gazne tahtına geçirilen Sultan Mahmud’un Aybeg’e karşı eski Sultan’ın gösterdiği yakınlığı devam ettirerek, ona Sultan ünvanı ile asalet ve hükümdarlık alametleri hatta bir de azadlık belgesi gönderdiğini kaydeder. [Bkz. Cüzcânî I, s. 417. ] Günümüz araştırmacılarından bazılarının da Aybeg’in Dehli’de değil de Lahor’da tahta çıkmasını bu kayda bağlamasına [Bkz. M. Aziz Ahmed, a.g.e., s. 146] katılmak mümkün değildir. Ayrıca, daha önce kendisine Çetr ile Meliklik ünvanı verilmiş birisine azadlık belgesinin gönderilmiş olacağını düşünmek de pek akla uygun gelmemektedir.

99 Hasan Nizâmî, s. 236; İsemî, s. 100.

100 Bkz., Cüzcânî I, s. 417.

101 Bkz. Hasan Nizamî, s. 237; “Onun yiğitliği, cesareti ve müteşebbisliği o kadardı ki, şayet Rüstem zamanında yaşamış olsaydı kâhyalığını yapmaktan büyük gurur duyardı” kaydının yanında “Aybeg hoşgörüsü, cömertliği ve eli açıklığıyla yüzlerce hür insanı kölesi haline getirdi” şeklindeki sözler için bkz., Fahr ed-dîn Mübarekşâh, s. 48 vd.

102 Bu konuda Hasan Nizâmî s. 237’de “Aybeg’in idaresi zamanında hazinelere muhafız koymaya gerek yoktu. Kurtla kuzu aynı kaynaktan birlikte su içiyordu” derken; Fahr ed-dîn Mübârekşâh s. 19 vd. da “Onun adaletinden dolayı dünya rahata kavuştu. Tehlikeli ve terke

dilmiş yollar emin oldu…Emniyeti ve düzeni sayesinde dede, baba ve akraba evinde bir zelil Hindli köle ve bir merkeb bulunmayan kimseler…. çok çok köle, her cinsten ahır ahır ve sürü sürü at; katar katar deve ve katıra sahip oldular… Zulüm kapısı kapanmış, emniyet ve adalet yolu açılmıştı. ” demektedir.

103 F. Köprülü, Türk Dili ve Edebiyatı Hakkında Araştırmalar, İstanbul 1934, s. 123-154.

104 İbn Battuta, s. 30.

105 M. Aziz Ahmed, a.g.e., s. 150 vd.

106 Bu tesirler hakkında bkz. S. Cöhce, a.g.e., s. 410 vd; A. Ayyubi, “Hindistan Türklere Neler Borçludur?”, Tarih Araştırmaları Dergisi II/2-3 (1964), s. 277-284; A. Ayyubi, “Hind Kültürü Üzerinde Müslüman Türk Tesirleri”, İslam Tetkikleri Enstitüsü Dergisi III/3-4, (1966), s. 205-210.

107 Aram Şah’ın Aybeg’in oğlu olduğuna dair kayıtlar için bkz Cüzcânî I, s. 418; Nizâm ed-dîn Ahmed, s. 55; es-Sihrîndî, s. 16 Yalnız bunlardan Cüzcânî’de, yine aynı yerde Sultan’ın sadece üç kız evladına sahip olduğu belirtilir. Devrin çağdaş kaynaklarından Hasan Nizâmî Aram Şah’dan hiç söz etmez.

108 Bu hususta Bkz. Cüzcânî-Raverty, I, s. 529 nu. 4; M. Aziz Ahmed, a.g.e., s. 152 nu. 1; T. W. Haig, “Muizz-uddin Muhammed bin Sam of Ghur…i”, s. 51.

109 Cüzcânî I, s. 434.

110 Cüzcânî I, s. 418’de “Aram Şah’a kaza-ı ecel ulaştı” denilmektedir.

111 Hasan Nizamî, s. 237; es-Sihrîndî, s. 17; Nizâm ed-dîn Ahmed, s. 57; Firişte I, s. 113.



112 Şems ed-dîn İltutmuş’un ilk adı hakkında kaynaklarda herhangi bir kayıt bulunmamaktadır. Cüzcânî, İltutmuş ile birlikte Aybeg’in hizmetine giren bir başka Türk’ün isminin “Tamgaç” olarak değiştirildiğini belirtmesine rağmen İltutmuş’un isminden bahsetmez. [Bkz., Cüzcânî I, s. 443] Ancak bu adı o, Hindistan’a geldikten sonra fethettiği ülkelerden dolayı almış olmalıdır. [İltutmuş, Uygur Bögü Han’ın da (759-779) Hakanlık ünvanıdır. Bkz. S. Çağatay, “İl, Ulus ve Yönetenler”, AÜDTCF. Cumhuriyetin 50. Yıldönümünü Anma Kitabı, s. 281-308; İ. Kafesoğlu, Türk Millî Kültürü, s. 113; B. Ögel, Türk Kültürünün Gelişme Çağları I, s. 115. ] Batılı araştırmacılar bu ismi “Altamiş, Altmaş, Altumuş, Altamaş, Iyaltmış, Iyaltamış vs” gibi değişik şekillerde kayd etmişlerdir. [Meselâ bkz., E. Thomas, The Cronicles of The Pathan Kings of Delhi, s. 44 nu. 1.] Ancak, V. V. Barthold sözkonusu ismin İltutmış-İletmiş şekilleri üzerinde ilk tartışmayı 1907 yılında başlatmıştır. [V. V. Barthold, “İltutmys”, ZDMG, LXI (1907) s. 192 vd.] Bu tarihten itibaren Batılı araştırmalarda genellikle “İltutmuş” şeklinde kullanılmaya başlayan söz konusu isim bizde de Mübârek Galib ve Halil Edhem Beyler tarafından aynen kabul edilmiştir. [Bkz. Mübârek Galib, Hindistanda Türk Hükümdarları; Timurîlerin Hindistan’a Dahil Oldukları Zamana Kadar…. İstanbul 1341 (H. ) s. 15 vd.; Halil Edhem, Düvel-i İslâmiye, İstanbul 1927 s. 459-469.] Bunlardan ayrı olarak S. E. Denison Ross, 1930 yıllarında Tabakât-ı Nasırî’deki iki beyte[ Bkz. Cüzcânî I, s. 464 ve s. 472.] dayanarak “İltutmuş” şeklinin doğruluğunu Fars aruz tekniğine dayanarak isbatlamaya çalışmıştır. [S. E. Denison Ross’un söz konusu çalışması için bkz. Bulletin of the School Oriental Studies, VI (1930-32) s. 1101-2.] Ona rağmen Hindistan Tarihi hakkında hacimli bir eser yazan Y. H. Bayur’un bu adı “İletmiş” olarak göstermesi[Bkz. Y. H. Bayur, a.g.e., s. 27.] üzerine M. F. Köprülü’nin yaptığı tenkid, [ M. F. Köprülü, “Türk Onomastique’i Hakkında”, İÜEF. TD, I/2, (1950) s. 231-35.] İltutmuş-İletmiş tartışmasını Türkiye’ye taşımış ve bu tenkide Y. H. Bayur, Belleten’de yazdığı bir makale ile cevap vermiştir. [ Y. H. Bayur, “Sultan İletmiş’in Adı Hakkında”, Belleten, XIV/56 (Ekim 1950), s. 567-578. ] Halbuki, bu tartışmadan hemen önce 1949 yılında, yazdığı eserinde M. Aziz Ahmed, Sultan Şems ed-dîn’in isminin yazmalarda hangi imlâ ile gösterildiğini tek tek vererek “İltutmuş” şeklini kullanmış bulunuyordu. [Bkz. M. Aziz Ahmed, a.g.e., s. 155 nu. 5]Son zamanlarda Simon Digby’da bu tartışmaya girmiş, eldeki bütün bilgileri tek tek değerlendirerek farklı şekilleri göstermiş, ayrıca Y. H. Bayur’un bazı meskukat ve kitabeti görmemezlikten gelerek hissî davrandığını ortaya koymuştur. [Bkz. S. Digby, “Iletmısh or Iltutmısh? A Reconsideration of The Name of The Dehli Sultan”, JBIPS, VIII (1970), s. 57-64. ] Bu tartışma şu ana kadar kesin bir neticeye ulaştırılamamış olmasına rağmen bugün ilim aleminde “İltutmuş” şeklinin daha çok benimsenerek, yaygınlık kazandığı görülmektedir. Yalnız, gerek Türkiye’de, gerekse yurtdışında yapılan pek çok araştırmada halen “İletmiş” şeklinin de kullanıldığı görülmektedir. Bkz. K. Gürün, Türkler ve Türk Devletleri Tarihi, Ankara 1984, s. 613; C. E. Bosworth, The Islâmic Dynasties, s. 185 vd.; I. H. Sıddıquı, “Espionage System of The Sultans of Delhi” Studies in Islâm, I/2 (April 1964), s. 92vd.

113 Bkz. Cüzcânî I, s. 440 vd.


Yüklə 8,23 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   134   135   136   137   138   139   140   141   ...   179




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin