114 Bu kabile hakkında geniş bilgi için bkz., S. Cöhce, a.g.e., s. 284 vd.
115 Cüzcânî I, s. 441; Nizâm ed-dîn Ahmed, s. 56; Firişte, I, s. 112’de Baylam Han .
116 Bkz., Kur’an, Yusuf Suresi, 10, 11, 12 vd. ayetler.
117 İltutmuş bu ailenin yanında iken başından şöyle bir hadise geçmiştir. Kadı’ül-Kudat, köle İl-tutmuş’a para vermiş ve çarşıdan üzüm alması emredilmişti. İltutmuş, çarşıya giderken bu parayı kaybetmiş ve korkudan dolayı ağlamaya başlamıştır. Bu sırada bir derviş’in dikkatini çekmiş ve niçin ağladığı sorulmuştu. Bu küçük çocuğu dinleyen Alicenap derviş, kendisini elinden tutarak çarşıya götürmüş ve oradan en iyi üzümlerden satın alıp vermişti. Ayrılacakları vakit, küçük İltutmuş’a bu dervişi ileride kendisi gibi kimseleri korumasını da tembihlemiştir. Gerçekten İl-tutmuş sultan olduktan sonra din adamlarına ve dervişlere karşı büyük yakınlık gösterecektir. Bkz., Cüzcânî, s. 441 vd.
118 Sultan, Şöhretini duyduğu İltutmuş’u almak isteyen Aybeg’e verdiği cevapta “Yasaklandığına göre bu işi Gazne’de yapamazsın, fakat istersen kafileyi Dehli’ye davet et ve orada satın al” demekteydi. [Bkz. Cüzcânî I, s. 442; Nizâm ed-dîn Ahmed, s. 56. ] Bu cevap Gurlular Devletine bağlı olan Kuzey Hindistan’daki meliklerin statüsünü açıklamak için önemlidir. Zira Gazne’de yasaklanan herhangi bir şeyin Dehli’de yapılabilmesi, oranın yarı bağımsız durumuna (Vassallık) işaret eder.
119 Kendisine, Aybeg tarafından “oğlum” diye hitap edildiğine dair bkz., Cüzcânî I, s. 443; Belki de buradaki kayıda dayanarak A. Z. V. Togan, Umumî Türk Tarihine Giriş, s. 152’de İltutmuş’u Kutb ed-dîn Aybeg’in oğlu olarak gösterir.
120 Bkz., Fahr ed-dîn Mübârek Şah, s. 23.
121 Cüzcânî I, s. 444.
122 Cüzcânî I, s. 418; Nizâm ed-dîn Ahmed, s. 57; Firişte I, s. 113.
123 Sind, Multan ve Sivistan bölgesinde Nasır ed-dîn Kabaca (1205-1228), Bengale’deki Lakhnauti bölgesinde Kalaç Melikleri (1205-1227), Dehli başta olmak üzere Kuzey Hindistan’ın orta bölgelerinde Sultan Kutb ed-dîn Aybeg’e bağlı emir ve melikler, Lahor ve çevresinde ise Aram Şah bulunmaktaydı. Bkz., K. A. Nizâmî, “The Early Turkish Sultans of Delhi”, A Comprehensive History of India V, (nşr, M. Habib-K. A. Nizâmî) Delhi 1970, s. 213,
124 Bkz., M. Aziz Ahmed, a.g.e., s. 183; R. C. Majumdar vd., a.g.e., s. 283; Y. Husain, Indo Muslim Polity, (Türko-Afgan Period), Simla 1971, s. 57.
125 Üstün zekası ve ileri görüşlülüğü ile daha ilk anda bir kısım Türk beylerini kendisine bağlayan Sultan İltutmuş, yine de Ser-Candar Türkî başkanlığında bir grubun muhalefetini önleyememiştir. Bazı Türk ve Mucizzî melikleri etrafında toplayan Ser-Candar Türkî, Dehli’yi terkederek kuvvetli bir ordu ile başkaldırdı. Bunun üzerine Sultan İltutmuş, Cizz ed-dîn Bahtiyâr, Nâsır ed-dîn Merdan Şah, Hizber ed-dîn Ahmed Sur ve İftihâr ed-dîn Ömer gibi değerli kumandanların da desteğini sağlayarak bu açıkça meydan okumaya karşılık verdi ve Dehli yakınındaki Cûd ovasında [Hasan Nizamî, s. 237.] yapılan savaşı kazanarak, muhaliflerinin büyük bir kısmını öldürttü. Ser-Candar Türkî ancak kaçarak canını kurtarabildi. Bkz., Cüzcânî I, s. 444; Nizâm ed-dîn Ahmed, s. 57.
126 Rae Udi Şah, isyan ederek, vermekte olduğu vergiyi bundan böyle göndermeyeceğini bildirmişti. Bunun üzerine hızla harekete geçen Sultan İltutmuş, af dileyen bu racayı bağışlamıştır. Calor kalesi tekrar Raca’ya bırakılırken, yıllık haraç sözleşmesi de eskisi gibi yenilenmiştir. Bkz., Hasan Nizâmî, s. 238; Firişte I, s. 114.
127 İsemî, s. 91.
128 Yıldız, aynı gerekçelerle Sultan Kutb ed-dîn Aybeg’e karşı da harekete geçmiş, fakat mağlup olduğu için bir sonuç alamamıştı. Bkz. Hasan Nizamî, s. 236; İsemî, s. 100.
129 Bkz. İsemî, s. 105 vd.; Buradaki kayıtta, daha sonra harekete geçtiğinde Yıldız’a “miras yoluyla hakimiyet elde edilemeyeceği, hükümranlığın kuvvete dayandığı, esasen kandi topraklarını başkasına kaptıran birisinin bu tür iddialar ile harekete geçmesinin yakışık almadığı” nın hatırlatıldığı gayet edebî bir dille ifade edilir.
130 Bu durumun Yıldız’ın yüksek hakimiyetinin Dehli’de tanınması anlamına gelemeyeceği hakkında bkz., M. Aziz Ahmed, a.g.e., s. 164.
131 Bkz., İ. Kafesoğlu, Harezmşahlar Devleti Tarihi, s. 195.
132 Cüzcânî I, s. 445; Nizâm ed-dîn Ahmed, s. 58.
133 Hasan Nizamî, s. 239; Firişte I, s. 114.
134 A. C. Banerjee, a.g.e., s. 244.: K. A. Nizâmî, “The Early Turkish Sultans of Delhi”, s. 214.
135 Hasan Nizamî, s. 240.
136 Bkz. Firişte I, s. 114.
137 Bkz. İ. Kafesoğlu, Harezmşahlar Devleti Tarihi, s. 236-290; V. V. Barthold, a.g.e., s. 490-535.
138 V. V. Barthold, a.g.e., s. 50.
139 Parvan galibiyetinden sonra bizzat Çingiz Han tarafından takip edilen Celâl ed-dîn, Sind nehri kıyısında Gorâtrap mevkisinde, [Bkz. Cüzcânî-Raverty I, s. 292.] 24 Kasım 1221’de yaptığı savaşı kaybettikten sonra, düşmanı Çingiz Han’ın dahi övgüsüne mazhar olacak bir cesaretle, atıyla birlikte kendisini bıraktığı Sind nehrini yüzerek geçmeyi başaracaktır.
140 Bkz., S. Cöhce, a.g.e., s. 45 vd; V. D. Mahayan, a.g.e., s. 81 vd.
141 Cüzcânî II, s. 136; F. Grenard, Gengis Khan, Paris l955, s. 162.
142 Bkz. M. Aziz Ahmed, a.g.e., s. 166; B. S. Nijjar, a.g.e., s. 35 vd.
143 S. Cöhce, a.g.e., s. 48; B. S. Nijjar, a.g.e., s. 37vd.; J. Allan-T. W. Haig-H. H. Dodwell, The Cambridge Shorter History of India, s. 212 vd.
144 Cüzcânî I, s. 416; Nizâm ed-dîn Ahmed, s. 59; Cüzcânî, buradaki kaydında Sultan İltutmuş’un daha pek çok tedbir aldığını ve bu sayede 1260 yılına kadar Moğollar’ın Hindistan hudutlarını aşamadıklarını kayd etmesine rağmen bu tedbirlerin neler olduğunu belirtmez. Ancak, İltutmuş ölünceye kadar Moğollar’ın Dehli Türk Sultanlığı’na karşı her hangi bir harekâta girişmemesi de dikkati çekmektedir.
145 Îltutmuşu harekete geçiren esas şeyin ne olduğu hususunda kaynaklarda her hangi bir kayıt bulunmmaktadır. Bkz. Cüzcânî I, s. 437; Nizâm ed-dîn Ahmed, s. 54.
146 Cüzcânî I, s. 445; Nizâm ed-dîn Ahmed, s. 59.
147 M. Aziz Ahmed, a.g.e., s. 167 vd.
148 Cüzcânî I, s. 444 vd.; es-Sihrîndî, s. 18.
149 Cüzcânî I, s. 445; Nizâm ed-dîn Ahmed, s. 59; Firişte I, s. 115.
150 Bkz. Cüzcânî I, s419 vd.
151 Cüzcânî I, s. 420; Muhammed Avfî, Câmiül-Hikâyet, (nşr. Elliot-Dowson, a.g.e. II) s. 201.
152 Cüzcânî II, s. 3; Hasan Nizâmî, s. 242.
153 Cüzcânî I, s. 446 vd.
154 Cüzcânî I, s. 420.
155 Muhammed Avfî, s. 202; I Prasad, a.g.e., s. 86 vd.
156 İsemî, s. 108; Firişte I, s. 115; A. C. Banerjee, a.g.e., s. 244; M. A. Ahmed, a.g.e., s. 170.
157 Cüzcânî I, s. 447; S. B. P. Nigam, a.g.e., s. 108.
158 Cüzcânî II, s. 4 vd; S. B. Nijjar, a.g.e., s. 37.
159 Cüzcânî I. s. 438; Nizâm ed-dîn Ahmed, s. 54.
160 Cüzcânî I, s. 453 .
161 Cüzcânî I, s. 438; İsemî, s. 119,
162 İsemî, s. 120; es-Sihrîndî, s. 18; Nizâm ed-dîn Ahmed, s. 54; Firişte I, s. 114.
163 Cüzcânî I, s. 447; M. Aziz Ahmed, a.g.e., s, 173.
164 Cüzcânî I, s. 437; es-Sihrîndî, s. 19; Nizâm ed-dîn Ahmed, s. 55; S. P. B. Nigam, a.g.e., s. 199.
165 E. Konukçu, a.g.e., s. 90; V. D. Mahayan, a.g.e., s. 80; A. B. M. Habibullah, The Foundations of Muslim Rule in India, Allahabad 1961, s. 99 vd., Lakhnauti’nin sonraki tarihi için ayrıca bkz., J. N. Sarkar, The History of Bengal; Muslim Period 1200-1757, Patna 1973, s. 74 vd.
166 Bu hususta bazı bilgiler için bkz., Cüzcânî I, s. 34 ve48.
167 Cüzcânî I, s. 447.
168 Bkz., M. Aziz Ahmed, a.g.e., s. 172; I. Prasad, a.g.e., s. 88 vd.; H. Kulke-D. Rothermund, a.g.e., s. 244.
169 Bu kitabede “…. İltutmuş es-Sultanî Nasr emirü’l-Mü’minin halda…” kaydı görülmektedir. Bkz., J. Horovitz, Inscriptions of Muhammed Ibn Sam Qutb ed-dîn Aibeq and Iltutmush, EIM. 1908, s. 29 Levha. XXVI; Ayrıca bkz. R. C. Majumdar vd., a.g.e., s. 283.
170 A. C. Banerjee, a.g.e., s. 246.
171 Y. Husain, a.g.e., s. 62.
172 Bkz., Cüzcânî I, s. 448; es-Sihrîndî, s. 20 .
173 Hasan Nizâmî, s. 243; Nizâm ed-dîn Ahmed, s. 60; Firişte I, s. 115; M. Aziz Ahmed, a.g.e., s. 176.
174 Cüzcânî II, s. 10.
175 Cüzcânî II, s. 62.
176 İsemî, s. 117; Nizâm ed-dîn Ahmed, s. 63; Firişte I, s. 117.
177 Cüzcânî I, s. 449; İsemî, s. 123vd.; Bu türbe Hind-Türk sanatının mimarideki erken dönem eserlerinden birisi olup, aynı zamanda Türkler için bu ülkede dikilen türbeler zincirinin de ilk halkasını teşkil etmektedir. Bkz. H. Kulke-D. Rothermund, a.g.e., s. 245.
178 Bkz., Baranî, Tarih-i Firûz Shaî, (nşr. S. A. Khan) Calcutta 1862, s. 25; es-Sihrîndî, s. 21.
179 Bkz. Fahr ed-dîn Mübârekşah, s. 36.
180 Oğulluk için bkz. B. Ögel, Türk Kültürünün Gelişme Çağları, s. 193, 253.
181 A. C. Banerjee, a.g.e., s. 247.
182 Cüzcânî. s. 441; Y. Husain, a.g.e., s. 58; I. H. Sıddıqui, “Politics and Conditions in the Territories Under the Occupation of Central Asian Rulers in North-Western India, 13th-14th Centuries”, Central Asiatic Journal XXVII/3-4 (1973), s. 289.
183 Bkz., İsemî, s. 116.
184 İsemî, s. 109; S. B. P. Nigam, a.g.e., s. 106.
185 Baranî, s. 27.
186 C. E. Bosvorth, The Islâmic Dynasties, s. 189 vd.
187 Baranî, s. 44.
188 es-Sihrîndî, s. 21; Cüzcânî I, s. 440.
189 İbn Battuta, s. 35 vd.
190 Bkz. K. Ahmed Nizâmî, “Iltutmısh the Mystic”, Islamic Culture, XX (1946), s. 165-180.
191 Bkz., Cüzcâni I, s. 442; İsemî, s. 113; Nizâm ed-dîn Ahmed. S. 62 vd.; Firişte I, s. 116.
192 Cüzcânî I, s. 440, 442.
193 Bugün Hindistan’ın en çok İslâm nüfusu barındıran dördüncü ülke olduğu hakkında bkz., S. A. H. Haqqı, Hindistan’daki Türk Tesiri İlk Dönem, s. 38.
194 Bkz., Yusuf Has Hâcib, Kutadgu Bilig II, (nşr. R. R. Arat), Ankara 1988, s. 146 vd.
195 Firişte I, s. 117’de Terken Hatun’un, cariyelikten yükselen, Türk asıllı ve İltutmuş’un nikahlı eşleri arasında yer alan birisi olduğunu belirtir. Bu ismin Karahanlılarda “melike” manasına gelen “Terken Hatun” ünvanından başka bir şey olmadığı hakkında Bkz. O. Turan, “Terken Ünvanı” THTD, S. 1 (1944), s. 67-73.
196 Nizâm ed-dîn Ahmed, s. 63 ve Firişte I, s. 117’de sadece“Çetr ve Durbaş” verildiğinden bahsedilir.
197 Bkz. Cüzcânî I, s. 454.; es-Sihrîndî, s. 21.
198 İsemî, s. 125.
199 Cüzcânî I, s. 455’de büyük oğul olması sebebiyle Firûz Şâh’ın, halkın ve meliklerin ümidi haline geldiğinden bahsedilir. Ama İltutmuş, vefatından önce büyük bir ileri görüşlülük ve cesaretle yerine gelecek olanı belirleyerek ve ileri gelenlere kızı Raziye’yi tahta geçirmelerini vasiyet etmişti.
200 Bkz. Cüzcânî I, s. 457’de O’nun sarhoşken, fil üzerinde şehrin sokaklarından geçip babasının binbir güçlükle topladığı hazineyi nasıl etrafa saçtığını ve yaptığı daha başka pek çok rezil hareketi açıkca yazarak bu durumu saltanatının zevaline bir sebeb olarak gösterir.
201 İsemî, s. 125’deki kayıtta;. Oğlunun basiretsiz yönetiminden istifade etmek isteyen Terken Hatun’un, devlet idaresini eline geçirdiği gibi kocası zamanında haremdeki diğer kadınlarla arasındaki çeşitli çekememezlik ve kıskançlıkların acısını da çıkarmaya koyulduğu anlatılır. Sonuçta pek çok cariye sebep
siz yere öldürülürken, bir kısmı da çeşitli zulümlere maruz kaldı. Ayrıca, Raziye ile aynı anneden doğan Sultan İltutmuş’un küçük oğlu Kutb ed-dîn, bizzat Terken Hatun’un emriyle gözleri çıkarıldıktan sonra öldürülmüştü. Bkz., İbn Battuta II, s. 36.
202 Cüzcânî I, s. 458; İsemî, s. 126; es-Sihrîndî, s. 24; Nizâm ed-dîn Ahmed, s. 65; Firişte I, s. 118.
203 Bkz. İsemî, s. 126’da “Onun gafletinden dolayı dünya harap oldu. Gündüz, gece şarap içen bir Şâh, kendi dostlarının alçalmasından üzüntü duymuyor. Çaresizlerin ve acizlerin durumundan haberi yok. Böyle bir kişi saraya Şâh olamaz. Böyle Şâh memlekete lâyık değildir. ” kanaatına vararak, düzeni bozmuş ve yolunu şaşırmış kötü Hükümdar’a mani olmaya karar verdiklerinden bahseder.
204 Cüzcânî I, s. 455; es-Sihrîndî, s. 21; Nizâm ed-dîn Ahmed, s. 64; Firişte I, s. 117.
205 B. S. Nijjar, a.g.e., s. 38’de, isyancı meliklerin Sultan’ı tahttan indirmek için Lahor’da bir sözleşme imzaladıklarından bahseder. Ayrıca bkz, K. A. Nizâmî, “The Early Turkish Sultans of Delhi”, s. 235.
206 Cüzcânî I, s. 456.
207 Bkz. Cüzcânî II, s. 30. ve s. 36 Bazı muahhar kaynaklar, Mansurpur ve Tarain civarında Cüzcânî’nin öldürüldüklerini bildirdiği kişilerin Sultan’ın hizmetinden ayrılıp, Dehli’ye dönerek Raziyeye biat edip, Terken Hatun’u tutukladıklarından bahseder. Bkz., es-Sihrîndî, s. 22 vd.; Nizâm ed-dîn Ahmed, s. 65,; Firişte I, s. 118.
208 Bkz. İsemî, s. 126.; Y. Husain, a.g.e., s. 76.; M. Aziz Ahmed, a.g.e., s. 190.
209 İsemî, s. 125’de Sultan’ın devletin kuruluşunda büyük emeği geçmiş “her biri fetihten dolayı bir başka Şâh olan” Türk emir ve meliklere değer vermeyerek tedirgin etmesi yanında ve “aynı cinsten olmayan kötü kişilerin sözlerine kanıp, onlarla birlikte oyun, eğlence ve safahata dalarak memleketin zevaline sebeb olmuş”tur. Bkz., Cüzcânî I, s. 457.
210 İbn Battuta II, s. 37. İsemî ve İbn Battuta, Sultan Rükn ed-dîn’in Pencâb üzerine yürüdüğünden bahsetmez. İsemî’nin kaydında Sultan, Dehli’de tahttan indirilerek Hansi kalesine sürgün edilmiştir. [İsemî, s. 126.] İbn Battuta ise Sultan’ın bir cuma günü namaz kılmak için Devlethane’den çıktığı sırada renkli elbise giyen Raziye’nin halkı kışkırtıp galeyana getirmesi neticesinde tutuklanarak katledildiğini belirtir. [İbn Battuta II, s. 36-37].
211 Cüzcânî I, s. 457; Nizâm ed-dîn Ahmed, s. 65’de bu tarih kayıtlıdır. Ancak, es-Sihrîndî, s. 23’de Rükn ed-dîn’in 19 Kasım 1236’da öldürüldüğü belirtilmekte, Firişte I, s. 118’de ise gün verilmeyerek Kasım 1236 tarihinde katledildiği yazılmaktadır.
212 Cüzcânî I, s. 457. Bu bilgi, yine aynı kaynağın daha önce Sultan Rükn ed-dîn Firûz Şâh’ın annesi hakkında verdiği bilgilerle çatışmaktadır. Zira Cüzcânî, o kadını da Terken Hatun olarak göstermekte ve onun da haremin başkadını olduğunu belirtmekte idi. [Bkz. Cüzcânî I, s. 454] Büyük ihtimalle Sultan Şems ed-dîn’in bazı kadınları için Karahanlılar zamanında “melike” manasına kullanıldığı bilinen, Türkçe “Terken Hatun” ünvanını kullanarak, onların haremin başkadını olarak gösterilmesi, Cüzcânî’nin bunları cariyelerden ayırt etmek, belki de nikâhlı olduklarını belirtmek arzusundan ileri gelmiş olmalıdır.
213 Cüzcânî I, s. 458’de Türk emir ve meliklerin “Saltanata lâyık yetişmiş oğulları varken bir kızın İslâm mülküne veliahd yapılmasının hikmeti nedir?” tarzında bir soruyla alınan karara karşı memnuniyetsizliklerini gösterdikleri ifade edilir. Ayrıca söz konusu melikler “bu durumun kendilerince münâsip görülmediğini” de açıkca Sultan’a bildirmişlerdi. Bunun üzerine İltutmuş, “Benim oğullarım işret ve gençlik zevkleriyle meşguldürler. Hiç birisinde memleket idare edecek kaabiliyet yoktur. Dolayısıyla ülkedeki düzeni muhafaza edemezler. Biliniz ki, benim ölümümden sonra veliahdlığa hiç birisi Raziye’den daha lâyık değildir. ” “Zira, Raziye her yönden erkek kardeşlerinden üstündür. Gerçi şeklen kadındır ama, zekâ ve basireti erkekten farksızdır. ”cevabını vermişti. Bkz., Nizâm ed-dîn Ahmed, s. 65; Firişte I, s. 118.
214 İsemî, s. 126vd.; M. Aziz Ahmed, a.g.e., s. 219; I. H. Qureshi, ”Muslim India before the Mughals”, The Cambridge History of Islam II, (nşr. P. M. Holt. vd. ) Cambridge 1970, s. 6.
215 Cüzcânî I, s. 458; Nizâm ed-dîn Ahmed, s. 66; Firişte I, s. 118.
216 Cüzcânî-Raverty I, s. 646.
217 es-Sihrîndî, s. 24’de bu grub “ikibin kişi” olarak gösterilir.
218 Cüzcânî I, s. 461.; S. Cöhce, a.g.e., s. 93 vd.
219 Cüzcânî II, s. 13 vd.
220 Dehli önlerine kadar gelen isyancı Melikler ile ile anlaşma sağlanamamış ve Oudh Valisi Melik Nusret ed-dîn Taisî bunların üzerine yürümüştü. Ne var ki, bu Melik, Ganj nehrini geçerken aniden saldıran Melik Seyf ed-dîn Kuçî’ye esir düşmüş ve bu zillete dayanamayarak kısa süre sonra vefat etmiştir. [Bkz., Cüzcânî I, s. 458; es-Sihrîndî, s. 25; Nizâm ed-dîn Ahmed, s. 66; Firişte I, s. 119.] İsyancı Melikler, üzerlerine gönderilen Melik İzz ed-dîn Balaban Kişilü Han’ı da esir almayı başarmış, ancak bir müddet sonra serbest bırakmışlardır. Sultan’ın huzuruna kabul edilen bu Melik, büyük bir şerefle karşılanmıştır. Bkz., Cüzcânî II, s. 36.
221 R. C. Majumdar, a.g.e., s. 286’da bu politika “süper diplomasi” olarak nitelendirilir. Ayrıca bu politikanın esasları hakkında bkz. K. A. Nizâmî, “The Early Turkish Sultans of Delhi”, s. 237 vd.
222 Cüzcânî I, s. 459; es-Sihrîndî, s. 25 vd.; Nizâm ed-dîn Ahmed, s. 66; Firişte I, s. 119.
223 Cüzcânî I, s. 460; Nizâm ed-dîn Ahmed, s. 67.
224 Firişte I, s. 119.
225 Cüzcânî I, s. 460; es-Sihrîndî, s. 26. Bu kayıtlarda Şemsî Meliklerinin bir araya gelerek “kadın elbiseleri ve örtüden çıktığı, cüppe giyip, külâh örterek halkın arasında göründüğü ve fil üzerinde açıkça halk arasında dolaştığı için” Sultan Raziye’yi tenkit ettikleri belirtilmektedir.
226 Bkz., Cüzcânî I, s. 460.
227 B. S. Nijjar, a.g.e., s. 39.
228 Cüzcânî II, s. 21; Firişte I, s. 119.
229 Cüzcânî I, s. 461; Nizâm ed-dîn Ahmed, s. 67; Firişte I, s. 119; İsemî, s. 129 vd İsemî, bu seferden bahsetmeden Dehli’de tutuklanan Sultan’ın hapsedilmek üzere Taberhinde Kalesine gönderildiğini kaydeder.
230 Cüzcânî II, s. 21 vd.; İsemî, s. 133.
231 Cüzcânî I, s. 462; es-Sihrîndî, s. 29; İsemî, s. 134 vd.; Firişte I, s. 119; Nizâm ed-dîn Ahmed, s. 67.
232 Firişte I, s. 120.
233 İsemî, s. 13.
234 Sonraları üzerine bir kubbe yapılan Cemne nehri kenarındaki bu kabrin bir ziyâretgâh haline geldiğini İbn Battuta kaydetmektedir. Bkz., İbn Battuta II, s. 38.
235 Firişte I, s. 118.
236 İbni Battuta II, s. 37.; İsemî, s. 128 vd. ’da bu toplantıların tasviri yapılır. Raziye’yi böyle bir toplantıda tahtta otururken, tacı üzerinden omuzlarına ve sırtına inen başörtülü, ama yüzü açık şekliyle gösteren bir minayürü için bkz., B. Üçok, İslâm Devletlerinde Türk Naibeler ve Kadın Hükümdarlar, Ankara 1981 s. 49.
237 Cüzcânî I, s. 460; İsemî, s. 128; es-Sihrîndî, s. 26; Nizâm ed-dîn Ahmed, s. 67; Bedâûnî, s. 84.
238 Kirman Selçuklularında da görülen [Bkz. E. Merçil, Kirman Selçukluları Tarihi, İstanbul 1980, s. 251] ve daha sonra Balaban’ın ifade ettiği gibi o dönemin telâkkisine göre “hükümdarın askere ve halka yüzünü fazla göstermemesi gerekir. Çünkü, bu husus onun heybetinin azalmasına sebeb olur. ” inancı yaygındı. Bkz., Nizâm ed-dîn Ahmed, s. 79 vd.
239 M. Aziz Ahmed, a.g.e., s. 195.
240 Cüzcânî I, s. 457.
241 Bkz. Y. Husain, a.g.e., s. 77; S. B. P. Nigam, a.g.e., s. 186.
242 Bkz. S. B. P. Nigam, a.g.e., s. 108.
243 B. Üçok, a.g.e., s. 51 vd.
244 İsemî, s. 131.
245 Y. Husain, a.g.e., s. 78.
246 Bkz., Cüzcânî I, s. 461; es-Sihrîndî, s. 28 vd. Nizâm ed-dîn Ahmed, s. 68.; Firişte I, s. 120.
247 İsemî, s. 132’de ülkenin “Dahhâk” yerine döndüğünden bahsedilir. Ayrıca Sultan’ın katı yürekli, korkusuz ve kan dökücü birisi haline geldiği yönündeki kayıtlar için bkz., Cüzcânî I, s. 462.
248 Bkz. N. Durak, a.g.e., s. 87 vd.
249 Mühezeb ed-dîn bir yandan Sultan’a mektup yazarak Türk emir ve meliklerin itaatsizlikleri sebebiyle cezalandırılmalarını istemiş, öte yandan da, isteği doğrultusunda aldığı mektubu Türk emir ve meliklere göstererek onları tahrik etmiştir. Bkz., Cüzcânî I, s. 466; es-Sihrîndî, s. 31; Nizâm ed-dîn Ahmed, s. 69; Firişte I, s. 121.
250 Cüzcânî I, s. 467; es-Sihrîndî, s. 32.
251 Cüzcânî I, s. 468; II, s. 36 vd.; Es-Sihrîndi, s. 33, Nizâm ed-dîn Ahmed, s. 70 vd.; Firişte I, s. 121 vd.
252 İsemî, s. 138.
253 Nizâm ed-dîn Ahmed, s. 71.
254 Cüzcânî I, s. 469.
255 Havuz-ı Ranî’nin güzel bir tasviri için Bkz. İbn Battuta II, s. 32 vd.
256 Bkz. Cüzcânî II, s. 53.
257 Nizâm ed-dîn Ahmed, s. 72 ve Firişte I, s. 122.
258 Bkz. Cüzcânî II, s. 16; S. Cöhce, a.g.e., s. 387 vd.
259 Cüzcânî I, s. 470; Nizâm ed-dîn Ahmed, s. 71.
260 es-Sihrîndî, s. 34.
261 İsemî, s. 138.
262 Bazı kaynaklar, bu değişmeyi “Sultan Alâ ed-dîn’in yakınları arasına girmeyi başaran bir grup soysuz insanın marifetleri. ” olarak görürken [Bkz., Cüzcânî I, s. 471.] bazıları da, bunları “Cema’at-ı Habeşiyân vü na-censân” olarak gösterir. Bkz., es-Sihrîndî, s. 34.
263 Bkz. Nizâm ed-dîn Ahmed, s. 72; Firişte I, s. 123.
264 Cüzcânî I, s. 471.
265 Diğer kaynakların aksine, İsemî, s. 139’da Sultan İltutmuş’un torunu yani, Lakhnauti Valisi Nasr ed-dîn Mahmud’un oğlu olarak gösterilir.
266 Bkz. Cüzcânî I. s. 472; es-Sihrîndî, s. 34; Nizâm ed-dîn Ahmed, s. 72; Firişte I, s. 123.
267 Cüzcânî I, s. 478.
268 Çok akıllı ve zeki birisi olduğu anlaşılan annesinin aldığı tedbirlerle önce bir tahtırevanla, sonra da yüzü kapalı olduğu hâlde at üzerinde, tedavi olmak bahanesiyle Başkente hareket eden Nâsr ed-dîn Mahmud, kimsenin haberi olmadan çok kısa sürede Dehli’ye ulaşmış ve tahta geçirilmiştir. İki gün sonra 12 Haziran 1246 günü Devlethâne’de yapılan bir toplantı sırasında halkın da kendisine bîat etmesi sağlanacaktır. Bkz., Cüzcânî I, s. 478; es-Sihrîndî, s. 35; Nizâm ed-dîn Ahmed, s. 73.
269 Cüzcânî I, s. 479; II, s. 60; Baranî, s. 26.
270 Nizâm ed-dîn Ahmed, s. 74; Firişte I, s. 124.
271 Cüzcânî I, s. 481; II, s. 58.
272 Cüzcânî II, s. 59.
273 A. C. Banerjee, a.g.e., s. 251; M. Aziz Ahmed, a.g.e., s. 230.
274 Bkz. Cüzcânî I, s. 483.
275 Cüzcânî I. s. 485; es-Sihrîndî, s. 36; Nizâm ed-dîn Ahmed, s. 74; Firişte I, s. 125.
276 Bkz. Cüzcânî I. s. 486.
277 Cüzcânî II, s. 63.
278 Bkz., Nizâm ed-dîn Ahmed, s. 75; Firişte I, s. 126; İmâd ed-dîn’in bu çabaları Türkler’in hakimiyetini kırmak için Hindistan müslümanlarının ilk teşebbüsü olarak görülmektedir. Bkz., Y. Husain, a.g.e., s. 82.
279 Cüzcânî I, s. 487.
280 Bkz., Cüzcânî II, s. 68 vd.
281 Cüzcânî I, s. 488 vd.
282 Bu isyanlar için bkz., Cüzcânî I, s. 490 vd.; II, s. 71 vd; es-Sihrîndî, s. 37.
283 Cüzcânî II, s. 29; Firişte I, s. 127.
284 Cüzcânî I, s. 492 vd,; II. s. 39, 42, 73-75; es-Sihrîndî, s. 38 vd; Nizâm ed-dîn Ahmed, s. 76.
285 Bkz. Cüzcânî I, s. 494 vd,; II. s. 76.
286 Cüzcânî II, s. 83 vd; Firişte I, s. 128; A. C. Banerjee, a.g.e., s. 252.
287 Cüzcânî II, s. 88.
288 Cüzcânî II, s. 89.
289 Nizâm ed-dîn Ahmed, s. 77; Firişte I, s. 129; es-Sihrîndî, s. 39;.
290 Bkz. Cüzcânî I, s. 477 vd.; İsemî, s. 140vd,
291 Baranî, s. 26’da “kibarlığı, yumuşaklığı sebebiyle saltanatta kök tuturamadı”ğından bahsedilir.
292 Bkz., Nizâm ed-dîn Ahmed, s. 77; Firişte I, s. 128 vd.; İsemî, s. 150; İbn Battuta II, s. 38.
293 Cüzcânî I, s. 440; II, s. 47; Firişte I, s. 129, .
294 Uluğ-Borlular için bkz., A. Z. V. Togan, Umumî Türk Tarihine Giriş, s. 153-180; S. Cöhce, a.g.e., s. 284 vd.; Bu kabilenin adının farklı imlâları ve yer aldığı kaynaklar hakkında bkz., A. Z. V. Togan, ”On Mubarakshah Ghurî”, Bulletin of the School of Oriental Studies, VI (1930-32), s847-858.
295 Kırklar hakkında geniş bilgi için bkz., S, Cöhce, a.g.e., s. 146-426.
296 Cüzcânî II, s. 48; Baranî, s. 25; Firişte I, s. 130.
297 Baranî, s. 28.
298 Kendisini Afrasyâb’a bağladığına dair bir kayıt için bkz., Baranî, s. 37.
299 XII. yy. ’da Kıpçaklarda en küçük bir aile bile başlı başına bir “İl” sayılırdı. Bkz. İ. Kafesoğlu, Türk Millî Kültürü, s. 211.
300 Kırklardan Melik Kişili Han Seyf ed-dîn Aybeg Balaban’ın kardeşi Melik Nusret ed-dîn Şîr Han ise amcaoğlu idi. Bkz. Cüzcânî II, s. 47; Nizâm ed-dîn Ahmed, s. 78; Firişte I, s. 129; İsemî, s. 117.
301 Cüzcânî II, s. 48; M. Aziz Ahmed, a.g.e., s. 254.
302 İsemî, s. 124; Firişte I, s. 130; S. Cöhce, a.g.e., s. 307.
303 Cüzcânî II, s. 51.
304 Cüzcânî II, s. 49; İsemî, s. 124.
305 Balaban’ın hızlı yükselişinde Kırkların ileri gelenlerinden Emir-i Hacip Bedr ed-dîn Sungur Rumî’nin tesiri büyüktür. Bkz., Cüzcânî II, s. 52; Firişte I, s. 130; A. C. Banerjee, a.g.e., s. 249.
Dostları ilə paylaş: |