Yapıda herhangi bir süsleme yoktur. Dıştan bakıldığında, üç sıra kırmızı tuğlaların zikzaklı yerleşiminden meydana gelen kirpi saçak yapıya hareket kazandırır.
Gön Hanı
Adana arastası yanında yer alan Han’ın yalnızca portali orijinalliğini koruyabilmiştir. Yapıyı 1530 yılında Piri Paşa yaptırmıştır. Eskiden hayvan derileri satışı yapıldığı için adı Gön Hanı olarak kalmıştır. Bugün adı Vakıflar Çarşı’sıdır.
Portalde basık kemerli bir girişin üzerinde dikdörtgen bir friz uzanmaktadır. Adana Ulu Camii Medresesinin dershane pencerelerinde görülen çifte yivli kırık çizgilerin kesişmesinden ortaya çıkan altı kollu yıldız motiflerine burada da rastlanmaktadır. Köşelerde yer alan madalyonların içleri boş bırakılmıştır. Kemer yüzeyinde ise bir ters, bir düz palmet dizisinin iki sıra halinde yerleştirilmesinden oluşan bitkisel taş dekorun alçıya uygu
lanması Elhamra Sarayı süslemelerinde görülmektedir. Adana’da Akdeniz çevresinin ve daha güneydeki kültürlerin İspanya’ya kadar uzantısının etkileri hemen her yapıda hissedilmektedir. (Resim 13)
Aynı dekorun bu yapıdan on yıl sonra yaptırılan Adana Ulu Camii Medresesi portalinde yeniden tekrarlandığı görülmektedir.
Tarsus
Eski Camii
9. veya 10.yüzyıldan kalma eski bir kiliseden camiye çevrilen yapıya daha sonra bir minare eklenmiştir. Kıble duvarına da bir mihrap yerleştirilmiştir.
Yapının günbatısındaki girişi yaklaşık 1 m. kadar aşağıda kalmıştır. Kuzey cephesinde bir başka girişi de bulunan caminin ana mekanını altı sütun üç nefe ayırmaktadır. Doğu duvarında harime açılan iki küçük odanın kapıları üzerindeki yazılardan Ermeni Kralı Oşin (1308-1320) adı okunduğundan eser yapının bir Ermeni Kilisesi olduğu anlaşılmaktadır. Ramazanoğulları Devri’nde camiye çevrilmiştir.25
Kubatpaşa Medresesi
Tarsus’un makam denilen semtindedir 1550 yılında Kubad Paşa tarafından yaptırılmıştır. Portali Selçuklu geleneği taşımaktadır. Avlu kesmetaş döşelidir. Açık avlulu medrese tipindeki yapıda üzerleri kubbeyle örtülü iki eyvan görülür. Medrese odaları üzerinde yer alan bacalar kule gibi görülmektedir.
Ulu Camii
Cami-i Nur diye de bilinen yapı Kırkkaşık Bedesteni bitişiğindedir. Ulu Cami Piri Mehmet Paşa’nın oğlu III. İbrahim Bey tarafından 1579 yılında yaptırılmıştır.
Mihraba paralel uzanan üç nefli enine dikdörtgen yapının önünde kubbeli revaklı bir avlu bulunmaktadır. Harime beş geniş iki küçük kapıyla girilmektedir.
Caminin minaresi yapıdan 5 m. kadar uzaktadır. 1363 tarihinde Memlûkler tarafından yaptırılmıştır. Minare kapısı üzerindeki kitabeden edinilen bu bilgiler burada daha önce eski bir cami ya da mescitin varlığına, zamanla yıkılan bu yapının yerine İbrahim Bey Devri’nde şimdiki binanın yapıldığına işaret etmektedir (Şekil: 2).
Siyah beyaz taş dekorasyonuyla dikkatleri üzerine çeken avlu portali oldukça gösterişlidir.
Yapının mihrap ve minberi restore edilmiştir.26
Kırk Kaşık Bedesteni
Tarsus Ulu Camii bitişiğinde yer alan bedesten adını üzerindeki kaşık kabartmasından almıştır. Tarsus’un önemli yol güzergahı üzerinde olması nedeniyle her zaman bir ticaret merkezi olma özelliğini korumuştur.
Dikdörtgen planlı olan bedestenin orta alanı beş kubbeyle, dükkanlar tonuzla örtülüdür. Kitabesi olmadığından yapının tarihi bilinmemektedir. Ancak Ulu Cami ile aynı tarihlerde yaptırıldığı tahmin edilmektedir27 (Şekil: 3).
Ramazanoğulları Beyliği’nin Anadolu dışında Halep’te de eserler meydana getirdikleri bilinmektedir. Ancak bu kentte fazla kalmadıkları için eserler bakımsızlıktan yıkılmıştır.28
Ramazanoğullarından kalan mimari eserler, malzemesi cinsi, süsleme çeşitleri, teknik ve üslup yönünden tahlil edildiğinde şu sonuçlar ortaya çıkmaktadır.
Adana’da kullanılan taş malzeme sarımtrak kesme taş olup, işlenmeye müsait bir cinstedir. Özellikle Ulu Cami, cephesindeki pencerelerde görülen halat ve yıldız motifleri muntazam şekiller çıkarmaya elverişli taştan yapılmıştır.
Taşın yanında renkli ve beyaz mermer tezyinatta kullanılmış olup, çekici hareketli ve canlı dekorlar yaratılmasına neden olmuştur.
Bölgesel olarak Gaziantep ve Diyarbakır’da çok kullanılmış olan siyah beyaz taş dekorasyonun Adana yapılarında büyük yeri olduğu açıkça ortadadır. Özellikle portaldeki süslemelerin en ilginç bölümünü teşkil etmektedir. Adana Ulu Camii doğu portali Konya Zazadin Han, Diyarbakır Safa Camii, Gaziantep Alay Bey, Kürkçü Hanı, Bostancı Camileriyle benzerlik içindedir.
Geometrik bezemelerde, Türklerin daha önceki Anadolu öncesi devirlerde kullanıp sevdikleri motiflerin Anadolu’ya yeniden değişik malzeme, teknik ve diğer ülkelerden gelen etkilerin birleşmesinden doğan zengin bir dekorasyon görülmektedir. Anadolu Selçukluları ve Beylikler Devri’nde devam eden geometrik bezemeli taş işçiliğine Adana’da da rastlamak mümkündür. Hatta Adana’da aynı geometrik dekorasyon yalnızca taşta değil ahşap malzemede de kullanılmıştır (ahşap kapı kanatları ve mahfil tavanlarında, bazen saçaklarda, çağının, ustasının, yöresinin ve malzemenin zevkini bu gün bile gözler önüne sermektedir).
Güney Anadolu’da başta Adana’da olmak üzere, derin oyma taş tekniği tek ve çift yiv sistemi, şeritlerin çift yivlerle kuvvetlendirilmesi, düğüm ve yıldızların bolca kullanılması, yerli taş atölyelerinin geleneklerinden gelmektedir.
Taş malzeme zaman zaman geometrik kompozisyonların elemanlarını açıkça belli eden farklı renklerdeki değişik cins malzemeyle birlikte de uygulanmaktadır. Bu süsleme esas olarak renkli taş kakmaya ve oyulan zeminleri renkli harçla doldurarak kontrast bir etki yaratmaya dayanmaktadır.
Selçuklu ve Osmanlı mimarisi senteziyle karşımıza çıkan Ulu Cami süsleme açısından Suriye ve Mısır’a kadar uzanan, hatta Endülüste bile karşılaştığımız Akdenizli bir düzenleme içindedir. Bitkisel süslemelerinde Sultan Hasan Medresesi’ne (kornişteki) gider. Özellikle bu korniş, Mardin’de 15. yy. Kasimiye Medresesi’nin portal cephesinde de kullanılmıştır.
Mukarnaslarıyla Osmanlı’ya, dilimli kemerleriyle Eyyübilere (El Müeyyed Cami Portalinde), 1474 tarihli Kayıtbay Camiine ve 1385 tarihli Artuklu Mardin Zinciriye Medresesine yakındır.
Mukarnaslı yarım kubbeleriyle Sultan Baybars Camii Medresesi’yle benzerlik içindedir. Bu dilimli kubbecik batı Anadolu’da Selçuk İsa Bey Camii portalinde de işlenmiştir.
Kapıdaki polikromik taş kaplamalar zengilerden başlamak üzere Anadolu Selçuklu’da Konya Alaaddin Camii, Karatay Medresesi, Batı Anadolu’da Aydınoğullarında, Selçuk İsa Bey Camii’nde kendini göstermiş, ardından da Osmanlı’da Gebze, Çoban Mustafa Paşa Külliyesi ve Topkapı Sarayı Harem Dairesine kadar gelmiştir. Adana’daki bu çok renkli taş işçiliğinin, Ulu Cami’nin portal, pencere pervazları ve kemerlerinde ve minaresinde uygulandığı Tarsus Ulu Camii avlu portalinde de kullanıldığı tespit edilmiştir. Adana Ulu Camii minaresi form olarak Memlük minareleri tipindedir. Gaziantep Alâüddevle Camii, Antakya Ulu Camii, Adana Ulu Camii minareleri biçim olarak birbirine denktir. Minaredeki madalyonla Kahire, Sultan Baybars Camii minaresine, bezemeleriyle Halep Ulu Camii (1090-94), Hasankeyf ve Mardin minarelerine yakındır. Aynı polikromik düzenleme mihrapta da görülüyor. Ayrıca Adana’da Hasan Ağa Camii mihrabında da Memlûk etkisi mevcuttur. At nalı kemeriyle İspanya Endülüs, Kuzey Afrika ve Memlûk mimari organlarının bir sentezini teşkil eder.
Percere alınlıklarıyla Hasan Ağa Camii Selçuklu ve Osmanlı çini alınlıkları etkisini gösterir. Bordürdeki on iki kollu yıldızlardan oluşan süslemeler ise, Anadolu’da Dunaysır Ulu Camii’nde, Tokat Gök Medrese Eyvan cephesi, Konya Karatay Medresesi portali bordürlerinde görülür. Aynı ışınsal geometrik bezemeye Adana, Hasan Ağa Camii, kapı kanatlarında da rastlanır. Ahşap dekorlar yönünden: Geometrik ışınsal yıldız düzenlerinin Edirne Üç Şerefeli Camii avlu portali ahşap kapı kanatları, İstanbul, Şehzade Camii pencere kapakları, Adana Hasan Ağa Camii giriş kapısında kullanıldığı görülmektedir.
Minberlerdeki süslemeler yönünden: Aynalıklardaki süslemeler, daha çok geometrik olup, form olarak Aksaray Ulu Camii minberiyle Adana Ulu Camii minberi aynalık dekorları (geometrik düzenleme) birbirine yakındır. Hasan Ağa Camii minberi ise taş kakma tekniğinde olup, geometrik bezemelidir. İlk bakışta şebekeleri hatırlatır.
Dilimli kemerler yönünden: Adana Camilerinde Ulu Camii, Suriye-Zengi mimarisi ve Mardin’deki Artuklu yapılarına bağlanır.
Bitkisel süslemeler yönünden: Akça Mescit ve çarşı hamamı portalindeki grift Selçuklu taş işçiliği nebati bezemelerini yansıtan kompozisyonları, Ulu Cami doğu portalindeki çiçek-yaprak kuşağı gibi desenlerle batı portali ve Yağ Camii avlu portalindeki palmetli taçlar özenle işlenmiştir. Sade küçük denilebilecek yapılardaki anıtsal dekorlar şaşırtıcı zenginliktedir. Örneğin Akça Mescit portal ve mihrabı gibi. Özellikle Çarşı Hamamı kervansaray portallerini hatırlatacak süslemelere sahiptir.
Figürlü plestik yönünden: Akşa mescit portalinde yer alan kuş figürleri ve Ulu Cami kubbesindeki karşılıklı iki evren tasviriyle Asya’dan gelen Selçuklu da devam eden geleneğin beyliklerde de kullanılmasını açıkça göstermektedir.
Rozetler yönünden: Balıksırtı, üçgen, yıldız, gül bezek motiflerinde Gaziantep camileri ile yakın çizgiler arz eder. Burmalı sütun gövdeleri yönünden: Selçuklu geleneğinin daha sonraki yüzyıllardaki devamı görülürken, sütun başlıkları Osmanlı tarzını yansıtır.
Çini desenleri yönünden: Adana Ulu Cami çinileri yönünden İstanbul Rüstem Paşa Camii çinileri, Kanuni Sultan Süleyman Türbesi, Hürrem Sultan Türbesi, İstanbul Takkeci İbrahim Ağa Cami mihrap çinileri gerek teknik (sıraltı) ve gerekse desen açısından birbirine yakındır (Naturalist çiçek ve Çin bulutu desenleri).
Ayrıca, Diyarbakır, Behram Paşa Camii duvar çinileri, Fatih Paşa Camii’nden günümüze gelebilen çini parçaları, desenleri yönünden Ulu Camii duvar çinileriyle benzerlik arz eder. Geometrik çini dekorları yönünden: Şeyh Sefa Camii (Diyarbakır) çinileri ile Ulu Cami (Adana) çinileri yakın özellikler gösterir (Altı kollu yıldızlar içindeki çiçek motifleri desenlerinde).
Kısaca toplanacak olursa Adana İli, Suriye-Mısır, Artuklu Anadolu Selçuklu ve Osmanlı mimari eleman ve motiflerinin bir sentezini yaparak, kendi yöresinin üslubuyla yoğurmuş, yeni biçimler yaratmış ve orijinal çizgilerini koruyarak nadide esereler meydana getirebilmiştir.
1 Faruk Sümer; “Ramazanoğulları” İslam Ansiklopedisi, C. IX, İstanbul 1964 s. 612-620.
2 Yılmaz Kurt; “Ramazanoğulları” (1378-1608) Tarihte Türk Devletleri II, Ankara Üniversitesi Yayınları yayın no: 98, Ankara 1987, s. 19-426.
3 İsmail Hakkı Uzunçarşılı; Anadolu Beylikleri ve Akkoyunlu, Karakoyunlu Devletleri Ankara, 1984, s. 178.
4 Taha Taros; “Akça Mescid ve İki Kuş” Görüşler, Nisan 1938, s. 10, Türkiye’de Vakıf Abideleri ve Eski Eserler; Ankara, 1972, C. 1. s. 11’de Akça Mescid’in yapım tarihi 1409 yerine 1489 Olarak verilmiştir.
5 Enver Kartekin; Ramazanoğulları Beyliği Tarihi, İstanbul, 1979, s. 103-104.
6 Kasım Ener; Tarih Boyunca Adana Ovasına Bir Bakış, İstanbul 1964 s. 11-12 Daha fazla bilgi için bkz: Hadi Altay; Adım adım Çukurova, Adana 1965, s. 18.
7 Murat Yüksel; Çukurova’da Türk İslam Eserleri ve Kitabeleri, Adana 1975, s. 20-22.
8 Şerife Cengiz; Adana Mimari Eserlerinin Süslemeleri, Mimar Sinan Üni. Sosyal Bilimler Enst. Sanat Tarihi Ana Bilim Dalı Basılmamış Yük. Lisans Tezi 1986. s. 35-37.
9 Enver Kartekin; a.g.e., s. 118.
10 Ali Osman Uysal; “Adana Ulu Camii” Vakıflar Dergisi S. 19, Ankara, 1985, s. 277-282.
11 Memluk etkilerine açık olan merkezlerdeki eserlerde strüktürel olmayan konsol dizileri görülmektedir. Diyarbakır Zinciriye (1198), Mesudiye (1198-99) Medreselerinin avlu revağı saçaklarında Mardin Ulu Camii doğu duvarı saçağında ve Adana Ulu Camii harimi kuzey cephesinde görülmektedir. Bkz: Şerife Cengiz; a.g.t., s. 41-77.
12 Cevdet Çulpan; Antik Devirlerden Zamanımıza Kadar İlahiyat-Edebiyat-Tıp ve Sanat Tarihinde Serviler, İstanbul, 1961, s. 145. Hayat Ağacıyla ilgili daha fazla bilgi için bkz: Gönül Öney; “Anadolu Selçuk Sanatında Hayat Ağacı motifi”, Belleten, XXXII, 125, Ankara, 1968, s. 25-36.
13 Güner İnal; Susuz Han’daki Ejderli Kabartmanın, Asya Kültür Çevresi İçindeki Yeri, İstanbul Üni. Edebiyat Fak. Sanat Tarihi Yıllığı 1970-71, S. 4, s. 157-158.
14 Emel Esin; “Evren” (Selçuklu Sanatı Evren Tasvirlerinin Türk İkonografisindeki Menşeileri) Selçuklu Araştırmaları I, Ankara, 1969 s. 161-192.
15 Gönül Öney; “Anadolu Selçuk Sanatında Ejder Figürleri, Belleten, C. XXXIII, s. 130, T. T. K. Basımevi Ankara 1969, s. 171-184.
16 Gönül Öney; Anadolu Selçuklu Mimarisinde Süsleme ve El Sanatları, Ankara 1978, s. 45-54.
17 Metin Şahinoğlu; Anadolu Selçuklu Mimarisinde Yazının Dekoratif Eleman Olarak Kullanılması, İstanbul 1984, s. 30.
18 Ara Altun; Anadolu’da Artuklu Devri Türk Mimarisinin Gelişmesi, İstanbul, 1978, s. 292.
19 Baha Tanman; “Erken Dönem Osmanlı Mimarisinde Memluk Etkileri”, Osmanlı Mimarlığının 7 Yüzyılı Uluslarüstü Bir Miras, İstanbul 2000, s. 83. Dulkadirli eserleriyle ilgili bkz: Hamza Gündoğdu; Dulkadiroğlu Beyliği Mimarisi, Ankara 1986, s. 23-95.
20 Adana Ulu Camii Çinileri, Diyarbakır Behram Paşa, Fatih Paşa ve Safa Camii çinileriyle yakın benzerlikler gösterir. Bkz. Metin Sözen; Diyarbakır’da Türk Mimarisi, İstanbul 1971, s. 89.
21 Şerare Yetkin; “Türk Çini Sanatında Bazı Önemli Örnekler ve Teknikleri”. İstanbul Üni. Edebiyat Fak. Sanat Tarihi Yıllığı, İstanbul 1964-65. s. 90-91.
22 Zafer Bayburtluoğlu; “Kahramanmaraş’ta Bir Grup Dulkadiroğlu Yapısı” Vakıflar Dergisi X. Sayı, Ankara 1973, s. 234-250.
23 Selçuk Mülayim; Anadolu Türk Mimarisinde Geometrik Süslemeler, Ankara 1982, s. 84.
24 Oktay Aslanapa; Türk Sanatı, İstanbul 1984, s. 168.
25 Levent Zoroğlu; A Guide to Tarsus, Ankara 1995, s. 55-57.
26 Levent Zoroğlu; a.g.e., s. 43-47.
27 Levent Zoroğlu; a.g.e., s. 50.
28 Enver Kartekin; a.g.e., s. 128-129.
Akkoyunlu Devri Mimarisi
Prof. Dr. Hamza GÜNDOĞDU
Atatürk Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi / Türkiye
n dördüncü yüzyılın ortalarından itibaren giderek kuvvet kazanan ve XV. yüzyılın ikinci yarısında en geniş sınırlara erişen Oğuzların Bayındırlı koluna mensup Türkmen Beyliklerinden biri olan Akkoyunlular, öncelikle Diyarbakır ve Ergani yörelerinde kendileri gibi dağınık şekilde yaşayan Türkmen gruplarını çevrelerinde toplayarak kısa süre içinde önemli bir devlet kurmuşlardır. Kurucuları Tur Ali Bey’den itibaren hızla kuzeye, doğuya ve batıya doğru topraklarını genişleterek Trabzon-Rum İmparatorluğu ile akrabalık tesis eden Akkoyunlular, öte yandan sürekli ellerinde tuttukları Elazığ, Erzincan, Bayburt, Erzurum ve Tunceli dolaylarında öncelikle, İran ve Azerbaycan’ın güney kısımları ile Diyarbakır ve Mardin yörelerinde ise daha sonra siyasi, ekonomik ve sanatsal açıdan etkili olmuşlardır.
XVII. yüzyılın ikinci yarısından itibaren bu devletin en ünlü hükümdarlarından Uzun Hasan, en büyük rakiplerinden biri olan Karakoyunlu Devleti’ni ortadan kaldırarak onların sahip oldukları toprakları bütünüyle ele geçirmiştir (1467). Bunun üzerine kendini Timur gibi görmeye başlayan Hasan Bey, aralarındaki bazı sınır olaylarını bahane ederek Osmanlılara karşı tavırlarını sertleştirmiş, bu konuda Venedik ile anlaşarak hareket ve eylemleriyle Otlukbeli Savaşı’na sebep olmuştur. İki devlet arasında savaş kaçınılmaz hale gelince, Erzincan yakınlarındaki Otlukbeli mevkiinde meydana gelen savaşta yenilen Uzun Hasan, savaş alanını terk ederek Tebriz’e kaçmıştır (1473).
Otlukbeli yenilgisini takiben Tebriz’e kaçan Uzun Hasan’ın prestiji ve saygınlığı tamamen ortadan kalkmıştır. 1478 yılında onun ölümünü müteakiben devleti giderek zayıflayarak, Akkoyunlu topraklarının önemli bir kısmı, XVI. yüzyılın başlarından itibaren Safevilerin eline geçmiştir. Safevi hükümdarı Şah İsmail’e karşı zaman zaman Osmanlılara, Dulkadırlılara veya Memlüklere bağlılığını bildirerek bu devletlerden yardım gören bazı Akkoyunlu Beyleri, bir süre de bulundukları yörede beyliklerini sürdürerek çevrelerinde mimari eserlerin yapımına katkıda bulunmuşlardır.
Dönemin özelliği olarak sanata ve sanat eserlerinin yapımına katkıda bulunan Akkoyunluların, dağılmış oldukları bölgelerde mimari alanında birçok yapıya imza attıkları görülmektedir. Bu konuda Akkoyunlular en çok faaliyet gösterdikleri Diyarbakır, Elazığ, Bayburt, Erzincan, Mardin ve Tunceli yörelerinde; camiler, medreseler, hamamlar, türbeler, zaviyeler, tekkeler, hanlar, bedestenler, köprüler, çeşmeler, hatta köşkler vücuda getirmişlerdir.
Ortaya koydukları eserlerde çağın diğer devletlerinin de yolunu takip eden Akkoyunlular, müesseselerinde daha çok Selçuklu ve Osmanlı tarzı bir yapılanmayı esas almışlardır.
Akkoyunluların ortaya çıkışı ve yoğun siyasi faaliyetleri sırasında inşa ettikleri eserler yeterince tanıtılmamış, o dönem Anadolu-Türk sanatının bir uzantısı olarak görüldüğü için bunlar zaman zaman konular itibariyle tek tük araştırma alanlarına dahil edilmiştir.
1975 yılında Prof. Dr. Metin Sözen tarafından yayınlanmış olan Anadolu’da Akkoyunlu Devri Mimarisi konulu eser, Akkoyunluların yaptırmış ya da onartmış oldukları eserleri ilk kez sistematik biçimde ele alarak sanat tarihimizdeki yerini almıştır.
Akkoyunlular zamanında yaptırılmış bu eserlere külliye açısından bakmak gerekirse; öncelikle onların ilk yıllardan itibaren ellerinde bulundurdukları ve kuzeydeki Trabzon-Rum İmparatorluğu’na
karşı giriştikleri hareketlerde üs konumunda bulunan Bayburt’un Sinür (Çayıryolu) Beldesi’nde yaptırmış oldukları Kutluk Bey Camii, Zaviye ve Türbesi’ (Resim 1). Mimari açıdan dikkat çekmektedir.
Akkoyunluların en önemli hükümdarlarından biri olan Kutluk Bey (1360-1389) tarafından yaptırılan bu külliye, onun ölümünden önceki tarihlere ait olmalıdır. Günümüzde zaviye tamamen ortadan kalkmıştır. Ancak 1550 tarihinde Osmanlı döneminde onartılan cami ile yakın yıllarda onartılan (1996) Kutluk Bey Türbesi, geçirdiği onarımlarla günümüze ulaşmıştır. Ortada dört ahşap sütuna oturan tekne tavanlı, kare planlı Kutluk Bey Camii’nin önünde; uzun, dikdörtgen planlı son cemaat yeri ile, son cemaat duvarının kuzey duvarı uzantısında sekizgen kaideli, yuvarlak gövdeli minare yükselmektedir (Çizim1). Camiden 20 m. kadar doğuda yer alan sekizgen planlı türbe, eskiden kubbe ile örtülü ve içerisi de çinilerle süslü imiş.
Sinür yakınlarında ve Akkoyunluların ilk yerleşim merkezlerinden biri olan Pulur (Gökçedere) Beldesi’nde de Akkoyunluların soyundan Korkmaz Bey’in oğlu Ferruhşad Bey tarafından 1517 tarihinde yaptırılan külliye; cami, imaret, darüttalim, han, hamam, ve türbe-mezardan oluşmaktadır (Resim 2). Yavuz Sultan Selim ile birlikte hareket eden Ferruhşad Bey bu külliyesini, Çaldıran Savaşı’ndan hemen sonra, Yavuz’un kendisine temlik ettiği köy ve arazilerin gelirleriyle yaptırmış ve onun hacda ölümü üzerine de varisleri tarafından 1532 yılında Vakfiyesi tescil ettirilmiştir. 9m. çapındaki yüksek kasnak üzerine oturan tek kubbesi ile Ferruhşad Bey Camii; ön cephede 2.70 m. kadar yanlara taşkın ortada üç, iki yanda birer tonozla örtülü beş gözlü son cemaat yeri ve düzgün kesme taş mimarisi ile dikkat çeker (Resim 3).
Daha sonra aynı aileden Süleyman Bey tarafından külliyeye ilave edilen caminin önündeki tek katlı, L planlı ve beş hücreli medrese, farklı boyutta, düzgün Kelkit taşından inşa edilmiş, mimari durumu ile camiden sonraki bir tarihe işaret eder (Resim 4). Ferruhşad Bey külliyesinin diğer birimleri (han, imaret, darüttalim) zamanla ortadan kalkmış, ancak hamamın çok az bir kısmı ile Ferruhşad Bey’in babası Korkmaz Bey’e ait mezar-türbe, harap şekilde günümüze ulaşmıştır.
XII. yüzyılın son çeyreğine tarihlenen ve Artukoğulları döneminde yaptırıldığı bilinen Mardin Ulu Camii’ne, Akkoyunlular tarafından bazı ilave ve onarımlar yapıldığı anlaşılmaktadır. Aslında Ulu Camii’ne bazı kasaplardan alınan vergilere muafiyet tanınması konusunda ferman niteliğinde olan iki kitabenin, Mardin’de bir zaviyesi, bir türbesi ve bir de imareti bulunan Cihangir (1444-1468) tarafından koydurulmuş olabileceği tahmin edilmektedir.
Ulu Camii’nin güneybatısında zaviye ile birlikte inşa edilmiş Cihangir Bey Türbe ve Zaviyesi ile eski mahallelerden Babü’l-Hammara girişi yakınlarındaki İmaret’de Mardin’de XV. yüzyılın ortalarındaki imar faaliyetleri konusunda fikir verir. Gerçi günümüze ulaşmamış olan İmaret’in, Babü’l Hammara yakınlarında bulunduğunu birkaç kayıttan öğreniyorsak da aynı yöne bakan kapıları ile türbe ve zaviyenin aynı duvarı paylaşan kompleks yapısı, burasının küçük bir külliye olduğunu gösterir. Ortası kubbeli, yanları beşik tonoz biçiminde derin kemerlerle genişletilmiş zaviyenin doğu duvarına bitişik şekilde inşa ettirilmiş türbenin üzeri, yıldız tonozla örtülüdür.
Akkoyunluların önemli merkezlerinden biri olan Ahlat’ta: zaviye, mescid, türbe, köprü ve köşkten oluşan yapıları bulunmaktadır. Bunlar da 1481 yılında ölen Emir Bayındır’ın oğlu Rüstem Bey tarafından yaptırılmış olan zaviye, mescit ve türbe ile birlikte külliyenin bir parçası idi. Ancak günümüze ulaşmamış olan imaretin yanındaki Emir Bayındır Mescidi (Resim 5). dikdörtgen planlıdır (Çizim 3).
Ortadan sivri kemerle desteklenen yapı, iki mekana bölünmüş olup üzeri beşik tonozla örtülüdür. Düzgün kesme taştan inşa edilmiş mescidin girişteki eyvan kemeri üzerinde yer alan kitabede bulunan 1477 tarihi, Emir Bayındır’ın oğlu Rüstem’in külliyeyi bu tarihte inşa ettirdiğine işaret etmektedir. XIV.
ve XV. yüzyıllara ait pek çok tarihi yapıyı bünyesinde bulunduran Ahlat’ta, bu dönemde bir hayli taş ve süsleme ustası yetişmiştir. Bu ustalardan biri olan Baba Can Bey’in adının geçtiği mescidin kitabesi, eyvanın batı duvarına yerleştirilmiştir.
Emir Bayındır Mescidi’nin güneyinde bulunan kümbet ise halk arasında daha çok Parmaklıklı Kümbet olarak bilinmektedir. Akkoyunlu Rüstem Bey’in 1481 yılında ölümü üzerine eşi Şah Selime Hatun tarafından mescidin de mimarı olan Baba Can Bey’e, 1491 yılında yaptırılan bu kümbet; silindirik gövdelidir. Ancak gövdenin 3/4’lük kısmı, güneye doğru sütunlar üzerine dekoratif kemerlerle biçimlenmiş olup, üzeri mukarnas kornişlere oturan konikal bir külahla örtülmüştür (Resim 6).
Akkoyunluların en önemli eserlerinden biri olan Emir Bayındır Kümbeti’nin altında, kare planlı bir kripta (mumyalık) bulunmakta, buraya zemin seviyesinden tek taraflı bir merdivenle inilmektedir. Kuzey ve batı yönlerdeki mazgal pencerelerle aydınlanan kriptanın üzeri, doğu-batı yönünde uzanan bir beşik tonozla örtülüdür.
Yüksek kaide üzerinde yarısı sütun ve kemerlerle açık, yarısı da kapalı konumda olan kümbete, kuzeyde iki yönlü merdivenin yer aldığı bir kapıdan girilmektedir. Girişin iki yanı sağır nişlerle teşkilatlandırılmış, çevresi bitkisel ve geometrik kompozisyonlarla süslenmiştir.
Ahlat’taki Taht-ı Süleyman Deresi üzerinde bulunan köprü de Emir Bayındır Köprüsü olarak bilinmektedir (Resim 7). Kitabesi bulunmayan ve üzerinde at ve koyun kabartmasına benzeyen bir kabartma bulunması dolayısıyla bu köprünün Akkoyunlulara, Akkoyunlulardan da burada mescit, zaviye ve türbesi bulunan Emir Bayındır oğlu Rüstem Bey’e ait olduğu tahmin edilmektedir. Düzgün kesme taştan inşa edilmiş olan köprü; yaklaşık 21 m. uzunluğunda, 3.10 m. genişliğinde, iki kırık hattan oluşan, kademeli şekilde basamakları bulunan ve yörede bir başka örneği olmayan bir mimariye sahiptir. Köprünün tek kemer açıklığı 11.20 m. ve yüksekliği de 5.60m. dir. 1954 ve 1978’lerde onarılan köprünün, bu onarımlarda korkulukları ve at veya koyun kabartmalı taşları kaybolmuştur.
Girişte de belirtildiği üzere Akkoyunlular, bazı önemli merkezlerde kendilerine köşk, saray gibi küçük çapta binalar da yaptırmışlardır. Külliyenin bir parçası olmasa da böyle bir köşk yapısının Ahlat’ta Taşdirek adlı yerde bulunduğu ve adının da Emir Bayındır Köşkü olarak tanındığı, kaynaklarda yer almaktadır. Günümüze ulaşmayan bu köşkün, Emir Bayındır tarafından onun ölüm tarihi olan 1491 tarihinden önce yaptırıldığı, ancak mimarisi konusunda fazla bilgi bulunmadığı anlaşılmaktadır. 1945 yılında çevrede araştırmalar yapmış olan İ. Kafesoğlu, bu köşkün kalıntılarının Merkez Mahallesi’nde bulunduğunu belirtmektedir.
Dostları ilə paylaş: |