Anadolu Türk Beylikleri Sanatı


Van Gölü Havzası’ndaki Tarihî Mezarlıklar ve Mezar Taşları / Prof. Dr. Abdüsselâm ULUÇAM [s.218-226]



Yüklə 12,18 Mb.
səhifə20/95
tarix17.11.2018
ölçüsü12,18 Mb.
#83030
1   ...   16   17   18   19   20   21   22   23   ...   95
Van Gölü Havzası’ndaki Tarihî Mezarlıklar ve Mezar Taşları / Prof. Dr. Abdüsselâm ULUÇAM [s.218-226]

Yüzüncü Yıl Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi / Türkiye

Ölümün insan hayatının sonu oluşu kadar, ölümden sonra adının yaşatılması arzusu da, kaçınılmaz bir gerçek olarak karşımıza çıkmaktadır. Kişinin kendisi istemiş olmasa bile, geride kalanlar, ölenin gömüldüğü mezarın üzerine birtakım semboller koyarak onun ismen ölmemesine özen göstermişlerdir. Özellikle sağlığında sayılan-sevilen, hatta tapılan bazı insanların adlarını ebedileştirmek arzusuyla değişik boyut ve biçimde mezar anıtları yapılmıştır. Piramit, kurgan, kümbet, türbe, gibi değişik adlarla anılan ve bu amaçla şekillendirilen pek çok abide günümüze kadar gelebilmiştir.

Büyük programlı mimari anıtların yanı sıra, sanduka ya da şahide biçiminde yapılmış gösterişli mezarlar da mevcuttur. Bu tür mezarlara Türklerin hüküm sürdüğü geniş bir coğrafyada rastlamak mümkündür. Değişik dönemlerden kalan bu eserlerin en güzel örnekleri hiç şüphesiz Doğu Anadolu bölgesinde bulunmaktadır. Özellikle Van Gölü havzasında, Ahlat başta olmak üzere Erciş, Gevaş, Norşin (Güroymak), Aşağı Kolbaşı gibi yerleşim birimlerinde Türk kültür tarihi açısından büyük önem taşıyan birçok mezar anıtı ve mezar taşı bulunmaktadır. Bu çalışmada, etraflıca yayımlanan ve ayrı bir başlık altında sunulan Ahlat ve Gevaş mezarlıkları dışında kalan mezar taşları üzerinde durulacaktır.

Eski Erciş Çelebibağı Mezarlığı ve Mezar Taşları

Eski Erciş, Van Gölü’nün kuzeyinde bugünkü Erciş ilçesine 10, Van’a 109 km mesafede bulunmaktadır. Erciş’in Ururtular tarafından kurulduğu, daha sonra Van Gölü çevresinde hüküm süren tüm uygarlıkların yerleşim alanı olarak kullanıldığı bilinir. 640 yılında İslâm topraklarına katılmış, Emeviler zamanında Mervanoğullarının, Abbasi döneminde Hamdânilerin, IX. yüzyıldan sonra da Vaspurakan ve Bağratlı gibi mahalli krallıkların egemenliğinde kalmıştır.

Anadolu’da Türklerin ilk yerleşim alanlarından biri olan Erciş, Tuğrul Bey tarafından 1054’te fethedilerek Selçuklu topraklarına katılmış, şehir altın çağını Ahlatşahlar zamanında yaşamıştır. XIV. yüzyılda Karakoyunluların başkenti olan Erciş, 1514 Çaldıran Savaşı ile Osmanlı hakimiyetine girmiş, 1548 tarihinden itibaren de Van Beylerbeyliği’ne bağlı bir sancak merkezi olarak kalmıştır.

XIX. yüzyılda meydana gelen deprem sonrasında Van Gölü’nün yükselmesi ile Eski Erciş yok olmuş, günümüze kentin tarihi mezarlığı ulaşabilmiştir. Mezarlık, Eski Erciş’in 1,5 km batısında, Çelebibağı kasabası sınırları içinde bulunmaktadır. Yerinin kutsallığına inanılarak, kesintisiz İlk Tunç Çağı’ndan 1992 yılına kadar kullanılmış ve zamanla bir tepe haline gelmiştir. Kapladığı 6.000 metrekarelik alanın etrafı Çelebibağı Belediyesi tarafından duvarla çevrilmiş, ancak Van Gölü’nün yükselmesi sonucu bu duvarlarla birlikte mezarlığın da bir bölümü sular altında kalmıştır. Tepe noktası göl seviyesinden 600 m yükseklikte bir adacık durumunda kalan mezarlık, 1999 yılından itibaren suların çekilmesiyle tekrar kara bağlantısına kavuşmuştur.

Topografik haritasının çıkarılması sırasında yapılan yüzey araştırmalarında mezarlıkta insitu durumda yüzeyde 41, kısmen toprak altında 58 olmak üzere 99 adet sanat değeri bulunan mezar taşı ve sanduka tespit edilmiştir. Yüzeydeki en eski örnekler, mezarlığın tepe noktasında olup Selçuklu döneminden kalmıştır. Kapaklı sanduka tipindeki bu mezarların taşları yıkılmış, bir bölümü toprak altına gömülürken bir kısmı da daha sonra yapılan mezarlarda kullanılmıştır. Mezarlığın bu kesimine son zamana kadar cenaze gömüldüğünden, kûfi hatlı kitabelerle bezenmiş Selçuklu sandukalarının yanında, kavuklu Osmanlı mezar şahidelerini ve Lâtin harfleriyle yazılmış günümüz mezar taşlarını bir arada görmek mümkündür.

Mezarlığın kuzeydoğu bölümü çökmüş, üzerinde vaktiyle mevcut olan mimarî yapıların temel ve duvar kalıntıları ortaya çıkmıştır. Güney ve doğu kısımlarında yoğunlaşan mezarların şahide biçimleri ile üzerindeki süsleme ve yazı karakterleri XIV-XV. yüzyıllara, Karakoyunlu dönemine işaret etmektedir. Bazılarında isim ve ölüm tarihleri mevcuttur. Şahideli Karakoyunlu mezarlarının çoğu define avcıları tarafından tahrip edilmiştir. Koç ve koyun şeklindeki mezar taşlarından geriye kalan sekiz tanesi Van Müzesi’ne götürülmüştür.

1992-1995 yılları arasında mezarlığın oluşumu ile üzerinde taşıdığı kültür varlıkları hakkında somut bilgi edinmek amacıyla arkeolojik kazılar yapılmış, yıkılan ve toprak altından çıkarılan sandukalarla şahideler kısmen restore edilmiştir.

Çelebibağı Mezarlığı’ndaki Mezar Tipleri

Mimari Şekilli Mezarlar

Mezarlıkta yapılan kazılar sırasında ikisi kare plânlı, biri sekizgen, diğeri de tuğladan olmak üzere dört mimari şekilli mezar ortaya çıkartılmıştır.

Selçuklu mezarlarının yoğun olduğu tepe noktasında bulunan yapılar, sıkıştırılmış çakıl taşı üzerine atılmış temele oturan ve iki-üç sırası günümüze ulaşabilen taş duvarlarla çevrilmiştir. Aynı anda plânlandıkları halde topoğrafik konumlarının tepe oluşu yüzünden zemin kotlarında farklılıklar mevcuttur. Duvarlar harçla tutturulmuş düzgün kesme taş kaplamalı dolgu duvar tekniğinde inşa edilmiştir. İçlerinde bulunan lahitlerle mihrap süslemeleri, yapıların X-XI. yüzyıllardan kaldığı kanaatini vermektedir. Kuzey Mezar Anıtı adıyla tanıtılan birinci yapının kıble duvarında, levha şeklinde bir mihrap bulunmaktadır. İkisi dikdörtgen, diğeri sekizgen plânlı olan bu yapılar, akıtlarla kümbetler arasında yer alan ve havzada başka örnekleri bilinmeyen mezar türleridir.

Baş ucundaki sütun biçimli şahidenin etrafı temizlenirken ortaya çıkarılan tuğla mezar odası, yöredeki mezar anıtları içinde tek örnek durumundadır. Bir bölümü toprak üzerinde kalacak şekilde inşa edilen mezar 2,20 x 0,65 m iç ölçülerinde dikdörtgen plânlıdır. Temel yerine iki sırası taş, diğer kısımları sekiz sıra tuğladan oluşan duvarların üzeri, tuğlaların kaydırılmasıyla çatılan sivri kemerli muntazam bir tonozla kapatılmıştır. 1,40 m yüksekliğindeki mezar odasının iç mimarisine özen gösterilirken, dış mimarisinde yalnız toprak üstünde kalan kısmına önem verilmiştir. Ustanın, mezarı içeriden şekillendirdiği, tamamlanınca ayak ucuna gelen doğu tarafından çıktığı, cenazenin de buradan konularak duvarın taşla sonradan örüldüğü anlaşılmaktadır. Diğer mezar ve taş lahitlerde görülmeyen bir özellik de, cenazenin tuğla döşenmiş zeminine serilen 0,10 m kalınlığında beyaz çakıl taşları üzerine konulmuş olmasıdır.

Kapaklı Sanduka Tipi Mezarlar

Daha çok Selçuklu döneminden kalan bu mezarlar iki bölüm halindedir. Birinci bölüm toprak altında bulunan, etrafı taş duvarlarla örülmüş, cesedin konulduğu mezar çukurudur. Birbirine kenetlerle tutturulmuş düzgün sal taşlarıyla kapatılan bu bölümün üzerinde, dört dikme taş ve prizmatik bir kapaktan oluşan sanduka yer almaktadır. Kireç taşından yontulmuş düzgün levhalar halindeki sandukaların içleri boş bırakılmıştır. Genellikle aynı kompozisyonda tezyin edilen Selçuklu sandukalarının yan yüzlerinde, kıvrık dal ve rûmiler arasında örgülü kûfi hatla yazılmış kitabeler bulunmaktadır. Kuzey cephedeki dikme taşından “Besmele” ile başlayan kabartma kitabelerde, “İhlas Sûresi” veya “Ayetü’l-Kürsî” yazı istikametinde devam etmektedir. Kitabeler süsleme amacıyla yazıldığından, ayetler levhanın bittiği yerde hep yarım kalmıştır. Prizmal kapakların düşey uzun kenarlarında birer palmet dizisi, baş ve ayak ucuna gelen yüzlerde kûfi karakterli “Lafza-i Celal” (Allah), alt kenarlarında ise kazıma olarak yazılmış Farsça beyitler mevcuttur. Çoğu kapakların kenarları defineciler tarafından kırılmış durumdadır. Mezarlar, kitabelerine göre XII. yüzyılda yapılmışlardır. İlhanlı dönemine ait iki kapaklı sanduka ortaya çıkarılmıştır. Üzerindeki yazılar nesih, süslemeleri yalın ve sadedir.

Şahideli Sanduka Tipi Mezarlar

Karakoyunlu döneminde yoğunlaşan bu mezarlar, dikdörtgen prizması şeklinde blok taştan bir sanduka ile baş ucuna dikilen şahideden oluşmaktadır. Yüksek şahideleri ve süslemeleriyle görünüşleri daha görkemlidir. Mezar çukurları ile aynı zamanda sandukanın platform taşlarını oluşturan kenetli kapak yapıları diğer mezarlarla aynı özelliğe sahiptir. Çoğu mukarnas alınlıklı şahidelerin yalnızca doğuya bakan ön yüzleri işlenmiştir. Şahidenin kenarlarında yazı kuşakları; ortada kandil motifleri etrafında geometrik ve bitki süslemeleri; mukarnaslı alınlıklarında ise üstte “Besmele”, altta bitki süslemeleri veya Allah’ın (C.C.) sıfatları yer almaktadır. Şahidelerin işlenen yüzleri, muhtemelen yosunlanmayı önlemek veya estetik etkiyi artırmak amacıyla sarı renkli, reçine cinsi bir madde ile kaplanmış, ancak zamanla bir kısmı dökülmüştür.

Sandukaların çoğunun üst yüzünde ortada dikdörtgen çerçeve içinde dilimli kemer veya birbirine bitişik iki daire ile sonuçlanan sembolik bir mihrabiye yer almaktadır. Etrafını saran kimlik ve tarih kitabeleri ile “Zümer Sûresi”nin 53. Ayeti, “İhlas Sûresi”; yan yüzlerinde ise geometrik ve bitki motifleri bulunmaktadır. Çoğunun doğu yüzünde her biri değişik geometrik motifleri içeren süsleme örnekleri mevcuttur. 714 (1315) yılında ölen Muhammed kızı Tenzile Hatun’a ait mezar İlhanlı, diğerlerinin çoğu Karakoyunlu döneminden kalmıştır.

Selçuklu döneminden kalan az sayıdaki şahideli mezarlardan birisinin şahidesinin iki yüzü de işlenirken, tuğla mezarla birlikte iki mezarda daha sütun biçiminde şahide kullanılmıştır. Bunlardan Şeyh Zaid oğlu Esad’a ait olanı 587 (1192) tarihlidir.

Üzeri Açık Şahideli Sanduka Tipi Mezarlar

Kapaklı sandukaların gövdelerine benzeyen bu mezarlar, kalker taşından yontulmuş dört dikme levhadan oluşmaktadır. Baş ucundaki levha daha yüksek tutularak şahide haline getirilmiştir. Sandukaların içleri toprak doldurularak üzerleri açık bırakılmıştır. Az sayıda örneği olan bu mezarların ikisi Selçuklu dönemine aittir. Plân, mimari, yazı ve süsleme açısından kapaklı sandukalarla aynı özelliğe sahiptirler. İnce levha şeklindeki şahidelerinin üst kısımları kırılmıştır.

Üzeri Kapaklı Şahideli Sanduka Tipi Mezarlar

Üzeri açık şahideli sandukalara üçgen prizmal bir kapak konularak bu grup mezarlar oluşturulmuştur. Normal kapaklı sandukalardan farkları, batı yöndeki baş ucu taşının bir şahide olarak düzenlenmesi ve kapağın yalnız diğer üç sanduka levhasının üzerine oturtulmuş olmasıdır. Bu grup mezardan üç adet tespit edilebilmiştir. Birisi 738 (1388) yılı ramazan ayında öldüğü belirtilen Süleyman kızı Künnas Hatun’a aittir.

Koç Koyun Şeklindeki Mezarlar

Azerbeycan’dan Doğu Anadolu Bölgesine kadar geniş bir alanda görülen koç-koyun şeklindeki mezar taşları genellikle Karakoyunlu ve Akkoyunlu dönemlerine mal edilir. Karakoyunlular özellikle başkentleri olan Erciş ve civarında mezarlarını bu tür taşlarla şekillendirmişlerse de maalesef günümüze az sayıda örnek ulaşabilmiştir. Erciş halkının “her cuma gecesi en irilerinden ikisinin toslaşarak kavga ettiğini” efsaneleştirerek anlattığı koç-koyun biçimli mezar taşlarından dokuz tanesi Van Müzesi’nde bulunmaktadır. Bunlardan ikisi 1932 yılında Meydan Mezarlığı’ndan, diğer yedi adedi Çelebibağı Mezarlığı’ndan intikal etmiştir. Heykel şeklindeki mezar taşları müzenin bahçesinde teşhir edilmektedir. Mezarlıkta yapılan kazılar sırasında bu heykellere ait kırılmış ayaklarıyla birlikte iki adet kaide taşı bulunmuştur. Diğer eski yerleşim alanları ile mezarlıklarda çoğu kırılmış vaziyette koç-koyun biçiminde mezar taşı bulunmaktadır. Sağlam olanların bir kısmı, Kültür va Tabiat Varlıkları Yasası’na uygun olmasa da, bazı resmî kurum ve kuruluşların avlu veya bahçelerine yerleştirilerek kısmen koruma altına alınmıştır.

Erciş Çevresindeki Tarihi Mezarlıklar

Erciş ve çevresinde kültür varlığı nitelikli bazı küçük mezarlıklar bulunmaktadır. Ancak bunlar zaman aşımı, ilgisizlik ve definecilerin kaçak kazıları yüzünden Çelebibağı Mezarlığı’na göre daha çok tahrip olmuş durumdadırlar. Mezar örneklerinin azlığına karşılık tipolojik açıdan benzerlikler gösteren Erciş merkezindeki Beyler ve Haydar Bey mezarlıkları ile Tekler (Gürgüz), Gölağzı (Purmak), Ziyaret ve Karaşeyh Köyü mezarlıklarını saymak mümkündür.

Erciş’in merkezinde, Kadem Paşa Hatun Kümbeti’nin güneybatısında bulunan Beyler Mezarlığı, önceleri geniş bir alanı kaplamakta idi. Bugün çevre duvarları yıkılmış, bir bölümü harman yeri ve tarla haline getirilmiş, diğer kısımlarda da mezar taşları sökülmüş vaziyettedir. Kalan örneklerden Çelebibağı’ndaki XIV-XV. yüzyıl Karakoyunlu döneminin şahideli sanduka tipi mezarlarıyla aynı özellikleri taşıdıkları görülmektedir.

Erciş yakınında bulunan Haydar Bey Mezarlığı da bundan farklı değildir. Hoca Ahmet Yesevi Hazretleri’nin müridlerinden biri olduğu söylenen Haydar Baba’nın dergahı ve türbesi etrafında gelişen kutsal mezarlık, günümüzde de bir ziyaret yeri durumundadır. Haydar Baba’ya yeni ve modern bir türbe yapılmış, çevresindeki ağaçlar dilek ve adak ağacı haline gelmiştir. Daha kuzeydeki asıl türbenin yalnız kriptası günümüze ulaşabilmiştir. Yeni türbenin etrafındaki mezarlıkta şahideli sanduka tipinde birkaç örnek mevcuttur. Güney tarafta son zamanlarda yapılmış, üzerinde tüfek resimleri bulunan iki anıt mezar yer almaktadır.

Erciş yakınındaki Gürgüz (Tekler) Köyü Mezarlığı’nda beyaz kalker taşından yapılmış sandukalı mezarlar bulunmaktadır. Şahidesiz sandukaların da aslında şahidelerinin olduğu, ancak zamanla kayboldukları veya başka mezarlarda kullanıldıkları tahmin edilmektedir. Şahide ve sandukaların süsleme kompozisyonları da Çelebibağı mezarlarına yakın benzerlik göstermektedir. Buradaki bazı mezarların baş ve ayak ucunda olmak üzere iki şahidesi mevcuttur. Bu özellik, Çelebibağı mezarlarının yalnız geç örneklerinde görülmektedir. Mezarlıkta sayılan 14 mezardan dördü şahidesiz, sekizi çift şahideli, ikisi de farklı biçimde yapılmış sandukalardır.

Mezarlığın yer aldığı hafif eğimli alanın alt kısmında bulunan üç mezardan en alttakinde 1270 (1853) tarihi okunmaktadır. Sandukanın yan ve arka yüzlerinde birer hançer resmi vardır. Aynı mezarın ayak şahidesinde kandil motifi, ortasında gülbezek, etrafında ise birbirine geçmeli geometrik motifler yer almaktadır.

Mezarların bir kısmının şahidelerinde usta adlarına ve tarih kitabelerine de rastlanmaktadır. Bunlardan birisinde 737 (1336) tarihi okunmaktadır.

Günümüzde Erciş’in bir mahellesi durumundaki Gölağzı (eski adı Purmak) Mezarlığı’nda, koyun veya koç biçimli mezarlarla değişik üslûpla şekillendirilmiş sanduka ve şahideler dikkati çekmektedir. Koç heykeli şeklinde yontulan bir örnekte, kuyruk, arka ayaklar ve platformun blok halde bırakıldığı görülmektedir. Başı kırılmış vaziyettedir. Beyaz kireç taşından yapılmış diğer bir koyun şekilli mezar taşı, gövde ve ayaklar arası açılmış vaziyette yapılmıştır. Başı kırıktır. İki sıra kesme taşla örülmüş ve üzerine dikdörtgen prizması şeklinde şahide yerleştirilmiş bir mezarın, bu şahideleri yuvalarından çıkıp üzerine yıkılmış vaziyettedir. Purmak Mezarlığı’ndaki araziye dağılmış, üst kısımlarında üçgen ve kemer formlu nişleri olan yazılı şahideler ilginçtir. Koyun şeklindeki bir mezar taşı da Osmanlı döneminde ters çevrilerek ayakları kırılıp yerlerine baş ucundaki kavuk biçimli iki küçük şahide yerleştirilmiştir.

Erciş-Patnos karayolu yakınında, Adilcevaz’a bağlı Karaşeyh Köyü Mezarlığı’nda kültür ve sanat değeri olan çoğu yıkılmış değişik türden mezarlar bulunmaktadır. Etrafı duvarla çevrili büyük bir alanı kaplayan mezarlığın güneyinde beldeye adını veren Karaşeyh’in türbesi bulunmaktadır. Son zamanlarda yenilenen üzeri açık türbede kabartma olarak cepheden işlenmiş bir koç başı ile doğusunda yüksekçe yapılmış bir mezar sandukası mevcuttur. Sandukada bir kama resmi görülmektedir. Bu mezarın kuzeyinde birisi beyaz diğeri siyah taştan yapılmış başları kırık iki koç heykeli yer almaktadır.

Mezarlıkta, Çelebibağı’ndaki gibi mukarnas başlıklı şahideleri olan prizmatik sanduka tipinde iki mezarla, yanında şahidesiz iki sanduka daha bulunmaktadır. Ayrıca çocuk mezarları üzerine konulmuş stilize koç şekilli yedi adet sanduka ile üzerinde hançer kabartması bulunan büyük bir sanduka ve kandil motifli bir şahide dikkati çekmektedir. Mezarlığın güneyinde siyah bazalt taşından yapılmış diğer koyun heykelleri kısmen tahrip olmuş durumdadır.

Erciş yakınlarındaki Ziyaret adı verilen mezarlıkta az sayıda da olsa tarihi nitelikli mezarlar bulunmaktadır. Adı üzerinde bir ziyaret yeri olan mezarlık, kutsallığına inanıldığından hiç kesilmemiş ve kendi haline gelişmiş ağaçların altında bulunmaktadır. Çevredeki mezarlıklarda görülen tipik koç-koyun formunda ve şahideli sanduka tipinde örnekler mevcuttur. Kalker taşından, baş ve gövdesi tek blok halinde yapılmış koç heykeli şeklindeki bir mezar taşı sağlam durumundadır. Ayakları ve karın altı toprağa gömülmüş olan taşın kuyruk ve boynuzları stilize olarak çizgiyle gösterilmiştir. Gövdeye ok uçları işlenmiştir.

Sandukaları toprak altında kalmış şahideli iki mezar mevcuttur. Birisinin üst kısmı kırılmış, diğeri mukarnaslı tepeliği ile sağlam olarak günümüze ulaşabilmiştir.

Bitlis-Güroymak Mezarlığı

Van Gölü havzasındaki tarihi mezarlıklar arasında yer alan üç mezarlık, Bitlis’in Güroymak İlçesinde bulunmaktadır. Kümbet, Şeyh Muhammed ve Kırmızı Şehitler adındaki bu mezarlıklar geniş bir alana yayılmıştır.

Eski adı Norşin olan Güroymak, Muş-Bitlis-Tatvan karayolu üzerinde bulunmaktadır. 1310 (1892) Bitlis Vilayeti Salnamesi’nde, Güroymak’ta tarihi binaların yanı sıra birçok mahallede müslüman mezarlarının yer aldığı yazılıdır. Sözü edilen yapılar günümüze ulaşmasa da, çevredeki mezar taşlarının çoğu korunmuştur. En erken tarihli mezar taşı ile en geç tarihli mezar arasında altı yüz yıllık zaman farkı bulunmaktadır. Bu sürede, diğer sanat eserleri gibi mezar taşları da tarihin birçok olayına tanık olmuşlardır.

Kümbet Mezarlığı’nda bulunan Fahreddin Davud ve Şeyh Mahmud’a ait şahideler ile Kırmızı Şehitler Mezarlığı’ndaki Nureddin Mahmud’a ait mezar taşı, bölgede İlhanlı hakimiyetinden kalan eserlerdir. XIV. yüzyıla tarihlendirilen Emir Taceddin’in şahidesi, bu kişinin yönetici kesimden birisi olduğunu göstermektedir. Aynı mezarlıkta bulunan Şeyh Said’in şahidesi ise, bölgede Karakoyunluların hakimiyet kurmaya çalıştıkları döneme rastlamaktadır.

Ahmet Kızı Habibe’nin mezarı Akkayonlu hakimiyetinin sağlandığı XV. yüzyıla aittir. Ayrı yüzyıllarda şekillendirilmiş olmalarına rağmen, mezar taşlarında Selçuklu süsleme geleneğinin devam ettirildiği görülmektedir. Karakoyunlu ve Akkoyunlulara ait koç-koyun şeklindeki mezar taşlarının, bu mezarlıklarda bulunmaması ilginçtir. Şeyh Muhammed Mezarlığı’ndaki XVI. yüzyılın ilk çeyreğine tarihlenen mezar taşları Akkoyunlulara bağlı Şerefhanlar Dönemi’ne aittir. Bölgenin XIX. yüzyılda hakimi olan Osmanlıların varlığı ise, Şeyh Muhammed Mezarlığı’ndaki sarıklı şahidelerde görülmektedir.

Mezar taşı (şahide) yapımında kullanılan ve yörede “ölü taşı” denilen malzeme, çok çabuk aşınan ve tahribi kolay olan bir yapıya sahiptir. Önemle şehit mezarı olduklarına inanılan mezar taşlarında, iklim şartları ve geçen zamanın tahribini açıkça görmek mümkündür. Nitekim şahidelerdeki kitabeler bu aşınma nedeniyle okunamaz hale gelmiştir.

Güroymak mezarlıkları Van Gölü çevresinde yer alan Ahlat, Gevaş, Çelebibağı ve Erciş mezarlıkları kadar gösterişli mezar taşlarına sahip değildir. Bu durum, Güroymak’ın geçmişte çok önemli bir merkez olmadığını göstermektedir. Ancak burada bulunan mezarlıklarda yapılacak kazılarla, bölgenin siyasi ve kültürel tarihine önemli yeni bilgiler ekleneceği de bir gerçektir.

Şeyh Muhammed Mezarlığı’nda bulunan mezar taşları, kendi içlerinde çeşitli süsleme örnekleri sergilemelerine rağmen özenli bir işçilik görülmemektedir. Buna rağmen bir mezar taşında yer alan “Amele İbrahim” adı, bu dönemde bölgede mezar taşı ustalarının varlığını ve mezar taşlarının Ahlat’ta olduğu gibi, bir usta grubu tarafından şekillendirildiğini göstermektedir.

Güroymak’ta bulunan mezar taşlarında ortak süsleme unsuru olarak kandil motifleri ile yerel süsleme öğeleri karşımıza çıkmaktadır. Kitabelerde görülen bozuk celi sülüs hattın da mahalli uslûp özelliklerinden kaynaklandığı anlaşılmaktadır. Ahmet kızı Hanife ile adı okunamayan ikinci bir hanıma ait çifte mezarın başına tek taş dikilmiş, ancak taşın üzerine iki ayrı şahide işlenmiştir. Bu şahide bölgede başka örneği görülmeyen ünik bir eser durumundadır. Bunun yanı sıra üzerinde hayvan mücadelesinin anlatıldığı mezar taşları ise Orta Asya geleneğini yansıtmaktadır.

Güroymak’ta bulunan mezar taşlarından yedi tanesi celi sülüs hatla yazılmıştır. Diğer mezar kitabelerinde mahalli özellikler taşıyan sülüs hat kullanılmıştır. Mezar taşlarındaki yazıların beş tanesi, kabartma tekniğiyle yazılmıştır. Şahidelerde bulunan kitabelerin hepsi Arapçadır. Yalnız bir mezarın ayak ucu taşında “Farsça” bir şiire yer verilmiştir. Diğer bir ayak taşında ise Türkçe kitabe bulunmaktadır. Kitabelerde dikkati çeken bir başka özellik ise, yanyana gömülen kadın-erkek mezar taşlarında, kadınlara ait yazılar kazıma, erkeklere ait olanın ise kabartma tekniğiyle yazılmasıdır.

Güroymak mezar taşlarında bitkisel ve geomerik kompozisyonlarla kandil, kılıç, hançer ve kalkan motiflerine yer verilmiştir. En çok kullanılan bitkisel motif, rûmi ve palmetlerdir. Hayat ağacı ile çiçek motifleri de sevilerek kullanılan süsleme örnekleri arasında yer almaktadır.

XIII. yüzyıla ait bir şahidede rûmi motifi, dal kıvrımı şeklinde ince bir süsleme şeridi oluşturmaktadır. XIV. yüzyıla ait başka bir mezar şahidesinin arka yüzünde, rûmi ve palmetler sivri kemerli bir pano içinde kandili çevrelemektedir. Bu şahidenin ön yüzündeki alınlıkta bulunan rûmi ise, Ahlat mezar taşlarında bulunan ejder motifinin rûmiye dönüştüğünü gösteren önemli bir örnek durumundadır. Mezarın ayak ucu taşında da rûmi-palmet süslemesine yer verilmiştir.

Güroymak mezar taşlarının sekizinde geometrik örgü motifi kullanılmıştır. Bunlar bir daire ile sınırlandırılmış altı kollu yıldız, zencerek, zikzak, iç içe geçmiş altı daireden oluşan süsleme, sekiz kollu yıldız ve çarkıfelek motiflerinden meydana gelmektedir. İki kırık doğrunun kesişmesinden oluşan zencerek motifi, gerek mimari süslemede, gerekse el santlarında Anadolu Selçuklularında erken dönemden itibaren kulanılan süsleme öğeleridir. Van Gölü çevresinde pek çok mezar taşında rastlanan kandil motifinin, Güroymak’taki mezar taşlarından on birinde değişik şekilde işlendiği görülmektedir.

Mezar taşlarının çoğunda kılıç kalkan süslemesi bulunmaktadır. Kalkan görünüş itibariyle güneş motifini andırmaktadır. İlhanlı dönemine tarihlendirilen bu mezar taşlarına işlenen güneş, kalkan ve kılıç motifleri, mezar sahibi kişinin kahraman ve bahadır olduğunu ifade etmektedir.

Van Gölü HAvzası’ndaki Mezar Taşlarının Türk Mezar Kültüründeki Yeri

Ahlat’tan sonra, Van Gölü yöresinde yapılan inceleme ve yüzey araştırmaları ile Gevaş ve Çelebibağı Mezarlıklarında gerçekleştirilen kazı ve restorasyon çalışmaları, kültür tarihi açısından önemli bulgular ortaya koymuştur.

Çelebibağı Mezarlığı’nda bulunan ikisi kare, diğeri sekizgen plânda yapılmış üç mezar anıtı, Ahlat’taki akıt türü mezarlarla türbe-kümbetler arasında yeni bir tür oluşturmaktadır. Kitabeleri olmamasına rağmen, yapılış tarihleri hakkında fikir verebilecek ip uçları mevcuttur. Selçuklu mezarlarının yoğun olduğu alanda yapılan kazı ve restorasyon çalışmaları sırasında, sanduka tipi Selçuklu mezarlarının platform taşları arasında daha eski dönemlere ait, basit mihrabiye süslemeli levha şeklindeki mezar şahideleri bulunmuştur. Selçuklu mezarlığı oluşturulurken mevcut olan, ancak deprem veya bakımsızlık nedeni ile kısmen yıkılan mezar anıtlarının duvarları üstten ikinci taş seviyesine kadar sökülerek içleri toprakla doldurulmuş ve mezarlık için yeni bir alan elde edilmiş olmalıdır. Çünkü mezar anıtları, kendileri de tahrip olmuş Selçuklu mezarlarının altından ortaya çıkarılmıştır.

Çelebibağı Mezarlığı’nda, üzerinde kitabesi bulunan en eski Selçuklu mezarı 555 (1160) yılını gösterdiğine göre, mezar anıtları bu tarihten önceye, X-XI. yüzyıla ait olmalıdır. Zaten Kuzey Merar Anıtı’ndaki niş halini almamış mihrap da X. yüzyıla işaret etmektedir ki, İslam Sanatı’nın Anadolu’daki en erken örnekleri arasında bulunmaktadır. IX. yüzyıldan itibaren müslümanların Van Gölü çevresine kalıcı olarak yerleştikleri, Türklerin 1064 yılından sonra bu bölgede yoğunlaşarak 1071 Malazgirt Zaferi’nin hazırlıklarını burada gerçekleştirdikleri bilinmektedir.

Erciş’teki mezar anıtlarında ve diğer tarihi nitelikli tüm mezarlarda yörede bulunan beyaz kalker taşı kullanılmıştır. Duvarları kaplayan kesme taşlarda, bu taşları işleyen ustaların bir ölçüde imzası sayılan’, P, $ şeklinde monogramları bulunmaktadır. Kalker taşı Gevaş mezarlarında da kullanılmış, ancak çevredeki diğer mezarlarda kahve renkli Ahlat taşı tercih edilmiştir.

Yapılış amacı ve kaynağı ne olursa olsun, Çelebibağı’ndaki mezar anıtları, yörede mevcut çoğu iki katlı görkemli kümbetlerin; yer altı dünyasının birer evi niteliğindeki akıtların; sanduka, şahide, koç-koyun ve at biçiminde şekillendirilen ve her biri birer şaheser olan mezarların yanı sıra, mütevazi yapılarıyla Türk-İslam mezar mimarisine eklenen yeni bir halka durumundadırlar. Kuşkusuz Issık Göl civarındaki Koçkor’da olduğu gibi değişik yörelerde benzer örnekleri bulunan ve araştırmalarla sayıları çoğalacak olan bu mezar anıtları, ileride sanat tarihi terminolojisine özgün bir adla geçecektir.

Selçuklu dönemine ait tuğla mezar, sütun biçimli şahidesi ve yarısı toprak altındaki mimarisiyle, yörede başka örneği henüz bilinmeyen ünik bir eser niteliğindedir.

Sanduka tipindeki Selçuklu mezarları, mimarî form ve örgülü çiçekli kûfi hatla yazılmış kitabeleri ile Ahlatşahlar Dönemi’nin XII. yüzyıldan kalan en nadide örnekleridir. İslam Sanatı’nda “Samerra C Üslûbu” olarak tanımlanan “Eğri Kesim Tekniği”nin Ahlat ve Erciş’teki mezar taşlarında karşımıza çıkması, sanatçıların Orta Asya’dan beri süregelen Türk Sanat kaynağından esinlendiklerini hatırlatmaktadır.

Tek blok taştan oluşan prizmal sandukaları, baş ucuna dikilen mukarnas tepelikli şahideleriyle Karakoyunlu mezar taşları da, yazı ve süslemeleriyle Selçuklu geleneğini devam ettirmektedir. Aynı inancı ve kültürü taşıyan sanat çevresi içinde şekillendirilmiş mezarlardaki yazılar, ölüm anı ile sonsuz hayatı içeren Ahiret’te bağışlanma ve ödüllendirilme ümidini yansıtan metinlerle kimlik bilgilerini içermektedir. Şahidelerin ana süsleme unsuru olan kandil motifleri, ebedî yolculuğun başlangıcı sayılan mezar çukurlarını aydınlatan ışık kaynağının simgesi durumundadır. Sandukaların üst yüzündeki mihrabiye nişleri ise etrafında kimliği yazılı mezar sahibinin “mü’min” ve “müslüman” olduğunu belgelemek istemektedir.

Sandukaların yan yüzleri ile şahidelerde Selçuklu döneminde başlayan ve Anadolu’daki tüm Türk sanat çevrelerinde XV. yüzyıl sonuna kadar kullanılan geometrik süslemelere ve bitki süslemelerine yer verilmiştir. Değişik sayıda köşeli yıldız formları ile yıldız kollarından oluşan geometrik kurgulu rozet veya madalyonların yanı sıra, bir kaç örneğin meydana getirdiği daha girift kompozisyonlara rastlamak mümkündür. Kıvrık dal ve rûmilerden oluşan palmetlerle lotüs dizileri gibi bitki süslemeleri arasında, ölümsüzlüğü simgeleyen geometrik asıllı geçme-düğüm motifleri sıkça kullanılmıştır. Ahlat mezar taşlarında görülen ejder figürlerine diğer mezarlıklarda fazla yer verilmemiş, yalnız Çelebibağı’ndaki tek mezar sandukası ile Güroymak Mezarlığı’ndaki bir mezar şahidesinde ağızlarını açmış karşılıklı ejder başlarından oluşan süsleme dizisi rûmilere dönüştürülerek Orta Asya geleneği devam ettirilmiştir.

Van Gölü havzasındaki anıtsal mezarların çoğunun hanımlar için yapılmış olması ilginçtir. Osmanlı Dönemi’ne kadar mezar taşları arasında cinsiyete göre bir ayırım yapılmamış, erkek ve kadınlar için aynı form ve süsleme özellikleri taşıyan şahideler dikilmiştir. Bir mezarın erkeğe mi yoksa kadına mı ait olduğu ancak üzerindeki kimlik kitabesinden anlaşılabilmektedir. Güroymak’taki bazı erkeklere ait mezar taşlarında kabartma; kadınlara ait mezar taşlarında ise kazıma tekniğinde yazılmış kitabe ve süslemelere yer verilmiştir. Osmanlı döneminde ise, ülkede yaygın mezar geleneğine uygun olarak erkekler için daha büyük hacimde, kavuk veya sarık biçimli baş şahideleri dikilirken, hanımlara daha mütevazi, üçgen alınlıkla biten şahideler yapılmıştır.

Karakoyunlu ve Akkoyunlu dönemleri ile çoğunlukla Şii mezhebine mensup yöre halkının bazı mezar taşları koç-koyun ve at biçiminde işlenmiştir. Heykel şeklindeki bu mezar taşlarının, üzerindeki kılıç, balta, ok-yay gibi savaş aletleri ile ayna-tarak, saban gibi kişinin mesleğini simgeleyen resimleriyle kültür tarihimiz açısından ayrı bir önemi vardır.

Mezarlıklarda, çoğu yıkılıp harabe haline gelmiş bir çok zaviye mevcuttur. Bunlar, yörede yaşayan veya makamı bulunduğuna inanılan din büyüklerine ait türbe-kümbetlerin veya anıtsal mezarların yanına yapılmış gösterişsiz mimari örneklerdir. Mezarlıktaki “yatırlar” (veliler) bir ibadet saygınlığı ile ziyaret edilmiş, dünyada dilek ve duaların kabulüne aracı; ahirette şefaatçi olacakları ümidiyle bunların çevresine gömülme arzusu da önemli bir yarış halinde sürdürülmüştür. Mezarlıktaki bazı mezar şahidelerine örtü bırakılıp ağaçlara çaput bağlanması da Orta Asya Türk inanç ve kültürünün kesintisiz devam ettirildiğini göstermektedir.

Çelebibağı Mezarlığı’nın halk kültürü açısından ayrı bir önemi vardır. Halk ozanı Ercişli Emrah’ın mezarının burada olduğu söylenir. Bu inançla, mezarlığın tepe noktasında Emrah ve sevgilisi Selvi için bir mezar düzenlenerek ziyaret yeri haline getirilmiştir. Gerçekle ilgisi olmasa da, halkın bağrından çıkan bir ozana, kutsal saydığı mezarlığın tepe noktasına taht kurması, O’na gösterilen saygının ve yakınlığın bir işaretidir.

Van Gölü havzasında bulunan tarihi mezarlıklarla mezar taşları, Orta Asya’da Hun ve Göktürklerle başlayıp Osmanlı ile Avrupa içlerine kadar yayılan Türk mezar kültürünün bütün örneklerini üzerinde taşıyan canlı birer açık hava müzesi durumundadırlar. Ancak son yıllarda artan kaçak define kazıları ile ilgisizlik ve ihmaller yüzünden tahrip edilen bu mezar taşları hızla yok olmaktadır.

O. Aslanapa,“Doğu Anadolu’da Karakoyunlu Kümbetleri”. Yıllık Araştırmalar Dergisi, A. Ü. İlahiyat Fakültesi, I, Ankara 1957, s. 105-109.

Belâzürî, Fütuhü’l-Büldân M. Fayda Terc. ), Ankara 1987, s. 203,207-20.

A. Ş. Beygu, Ahlat Kitabeleri, İstanbul 1932, s. 12-13,60.

S. Bülbül Van Gölü Havzası Türk Mimarisinde Figürlü Bezeme, Van 1994 YYÜ Sosyal Bil. Enst. basılmamış yükseklisans tezi).

M. Canard, Histoire de la dynastie des H’amdanides de Jazire et de Syrie, I, Paris 1954, s. 441-485.

A. Çay, Anadolu’da Türk Damgası Koç Heykel Mezar Taşları ve Türklerde Koç-Koyun Meselesi, Ankara 1983.

Ç. Çelik, Güroymak‘taki Tarihi Mezar Taşları, Van 1999, YYÜ. Sosyal Bil. Ens. Yayımlanmamış yüksek lisans tezi)

B. Darkot, “Erciş” md. İ. A. , IV, s. 285-286

T. Demiroğlu, “Ak ve Karakoyunlu Mezarlarındaki Koç Heykelleri”, TTOKB, 74/3, Ankara 1948, s. 15

A. Erzen, “Doğu Anadolu ve Urartular”, Ankara 1992.

Evliya Çelebi, Seyahatname Üçdal nşr., III, İstanbul 1976, s. 1204-1206.

E. Honigmann, Bizans Devletinin Doğu Sınırı F. Işıltan terc. ), İstanbul 1970, s. 55-57.

İbnü’l Esir, El-Kâmil fi’t-Tarih, V, s. 160; VI, s. 125-126; VIII, s. 197-234; IX, s. 94.

B. Karamağralı, Ahlat Mezar Taşları, Ankara 1972, s. 24-26; “Ahlat Anıtları”, Ahlat ve Kültürel Mirasımızın Korunması, Ankara 1992, s. 51-84.

H. Z. Koşay, “Doğu Anadolu Mezarlıklarındaki Koç ve Koyun Heykelleri”, Milletlerarası I. Türk Sanatları Kongresi Bildirileri, Ankara 1962, s. 215-218, 255-257; “Keban’ın Palur Sakyol Höyüğü Kazısında Bulunan Kutsal Ocaklar”, VIII. Türk Tarih Kongresi, Ankara 1976, s. 77-80, Lev. 41-44

G. Öğün, “Ortaçağ Boyunca Van Bölgesi Tarihi”, Sosyal Bilimler Dergisi I) YYÜ Fen-Edb. Fak. ), Van 1990, s. 120-122.

K. Pektaş, «Bitlis İl Merkezinde Türbe ve Mezarlıklardaki Mezar Taşları 1997», XVI. Araştırma Sonuçları Toplantısı-I, Ankara 1999, s. 105-128; «Bitlis Mezar Taşları 1998» XVII. Araştırma Sonuçları Toplantısı-I, Ankara 2000, s. 15-28

A. Sevim, Anadolu’nun Fethi Selçuklular Dönemi, Ankara 1987, s. 15-28,31,51;

F. Sümer, Karakoyunlular, Ankara 1984, s. 42-45,50,53-59,112-120; Selçuklular Devrinde Doğu Anadolu’da Türk Beylikleri, Ankara 1990, s. 47-64;“Doğu Anadolu’da Moğol ve Türkmen Devirlerine Ait Bazı Tarihi Yapılar Hakkında Düşünceler” Belleten, LIV, S. 210, Ankara 1990, s. 105-108; Taberî, Tarih-i Taberî, III, Kahire 1963, s. 1409,1508-1510

T. Tarhan, V. Sevin, B. Aşan, “Van-Gevaş Tarihi Türk Mezarlığı Kurtarma Kazısı Onarım ve Çevre Düzeni Çalışmaları”, XII. Kazı Sonuçları Toplantısı II, Ankara 1991, s. 405-427

P. Tuğlacı, Osmanlı Şehirleri, İstanbul 1985, s. 115-116

O. C. Tuncer, “Akçayuva Köyü Yakınlarında Bulunan Yeni Bir Kümbet ve Yöresindekilerle Karşılaştırılması”, Önasya VII, Ocak-Şubat 1972, s. 77-78; Anadolu Kümbetleri, III, Ankara tarihsiz, s. 214-224

A. Uluçam, “Selçuklu Dönemi Ahlat Mezartaşları İle Erciş Mezarları Arasındaki İlişkiler”, GAP ve DAP Projeleri Çerçevesinde Van Gölü Havzası, Ankara 1993, s. 65-72; “Eski Erciş Kalesi ve Çelebibağı Selçuklu Mezarlığı Kazısı-1992”, XV. Kazı Sonuçları Toplantısı, II, Ankara 1995, s. 487-511; “Erciş Çelebibağı’ndaki Mezar Çeşitleri”, Van Gölü Çevresi Kültür Varlıkları Sempozyumu Bildirileri, Van 1996, s. 85-100; “Eski Erciş Çelebibağı Mezarlığı’nda Bulunan Üç Mezar Anıtı Hakkında”, Aslanapa Armağanı, İstanbul 1996, s. 287-291; “Eski Erciş Kalesi ve Çelebibağı Selçuklu Mezarlığı Kazısı-1994”, XVII. Kazı Sonuçları Toplantısı, II, Ankara 1996, s. 429-451; Eski Erciş Çelebibağı Mezarlığı ve Mezar Taşları, Ankara 2000

İ. H. Uzunçarşılı, Anadolu Beylikleri ve Akkoyunlu-Karakoyunlu Devletleri, Ankara 1988, s. 164, 180-186;

R. H. Ünal,“Az Tanınan ve Bilinmeyen Doğu Anadolu Kümbetleri”, Vakıflar Dergisi, XI, Ankara 1976, s. 144-154; Van Vilayeti Salnamesi, 1315, s. 166-170.

Nahçıvan’da Taştan Yapılmış Koç ve Koyun Heykelleri / Doç. Dr. Hacı Fahrettİn Seferli [s.227-232]

Nahçıvan Devlet Üniversitesi / Azerbaycan

Nahçıvan Özerk Cumhuriyeti topraklarında mezar üstü anıtların büyük bir kısmını çeşitli taşlardan hazırlanmış koç ve koyun heykelleri oluşturmaktadır. Bu heykellerin Nahçıvan Özerk Cumhuriyeti topraklarında yayılmasını bölgelere göre inceleyecek olursak geçmişte Nahçıvan’ın her yerinde bu tür figürlerin belli bir ölçüde yayılmış olduğunu görürüz.

Arazide kayda alınan bu abidelerin büyük bir kısmı kırmızı renkli taşlardan hazırlanmıştır. 1836 yılına ait bir kaynakta, Elinceçay bölgesinde, Culfa köyünün ahalisi kırmızı renkli, sert Darıdağ taşından değirmen taşları ve anıt mezarlar yaptıkları hakkında bilgilere rastlamaktayız.1 Buradan da görüldüğü gibi, Nahçıvanın Rus işgaline uğradığı devirde, şimdiki Culfa bölgesinde taş üzerinde işleme ve taş yontma sanatı ile ilgili bir merkez vardı. Tanınmış iktisatçı, bilgin, Azerbaycan etnografyasını çok iyi bilen, Mehemmedhesen Velili (Baharlı), bu merkezin çok eski zamanlardan beri faaliyet gösterdiğini bildirmektedir.2 Biz, Nahçıvan arazisindeki taştan yapılmış koç ve koyun heykellerinin bir kısmının, özellikle Culfa ve Ordubad bölgelerinde bulunan abidelerin büyük çoğunluğunun bu merkezde hazırlanmış olduğu kanısındayız.

Bu heykeller, hazırlandıkları materyalin devamlılığına ve dayanıklılığına göre günümüze çeşitli durumlarda gelmişlerdir. Büyük bir kısmı doğal olayların etkisiyle aşınarak bozulmuş olan bu heykellerin çok az bir kısmı bozulmadan günümüze kadar gelebilmişlerdir.

Son dönemlerde bilinçli veya bilinçsiz bir şekilde halk arasında yayılmış bir dedikodu (halk arasında bu figürlerin başında veya karnında altın saklanmış olduğuna dair, haince bir yalan yayılmıştır) bu abidelerin define avcıları tarafından toplu biçimde dağıtılıp yok edilmelerine neden olmuştur. Bir zamanlar araştırmacılar tarafından Nahçıvan Özerk Cumhuriyeti’nin topraklarında kayda alınan abidelerden büyük bir kısmının günümüze kadar gelememiş olmasının temel nedeni işte bu yalan olmuştur.

Nahçıvan Özerk Cumhuriyeti, topraklarında koç ve koyun heykellerinin bulunmasına göre Azerbaycan’da ilk sırada yer almaktadır. Bölgede bu figürlerin geniş biçimde yayılması burada yaşayan yerli halkın eskiden beri koyunculukla uğraşmış olduklarını gösterir. Koç, eski Türk halklarında güç, kuvvet, bolluk sembolü olarak kabul edilmiş, lezzetli ve kaliteli eti ise halkın başlıca besin maddesi olmuştur.

Azerbaycan arazisindeki taştan yapılmış koç ve koyun heykelleri ülkemize gelen seyyah ve tarihçilerin de dikkatini çekmiş olmalı ki, onlar, eserlerinde ve gezi notlarında bu abideler hakkında ilginç bilgiler vermişlerdir. Örneğin, 1834 yılında Azerbaycan’ı gezen Fransız seyyahı Dyuba de’Monpere gezi notlarında Karabağ’da çok sayıda taş hayvan figürleri gördüğünü ve yerli halkın onlara çok önem verdiklerini belirtmiştir.3

Bu abideler hakkında Rus bilgini V. M. Sısoyev de ilginç bilgiler vermiş, hatta Nahçıvan Özerk Cumhuriyeti’nin bazı bölgelerinde onların sayılarını da göstermiştir. Bilgin gezi notlarında Nahçıvan Şehri’nin doğusunda yer alan bir mezarlıkta kendisine, kırmızı taştan, uzunluğu 1,5 m, yüksekliği 62, eni 40 cm. olan bir koyun figürü gösterildiğini, yerli halkın ona büyük saygıyla yanaştığını, çocuğu olmayan kadınların bu figürün altından sürünerek geçerlerse, çocukları olacağına inandıklarını belirtir.4 Bu tür mezar taşlarının geçmişte, bazı bölgelerde fal bakmak için kullanıldıkları hakkında bilgilere de araştırmacıların yazılarında rastlamaktayız.5

Taştan yapılmış koç ve koyun figürlerinin çok eski bir geçmişi vardır. Örneğin, Hakasya’da ve Kazakistan’da bulunan taş koç figürleri araştırmacıların fikrine göre M. Ö. II. binli yıllara aittir.6 Milattan önce binli yıllarının başlarında Azerbaycan’ın güneyinde Göytepe bölgesinde mezarların üstüne bu tür taş heykeller konduğu tarihi kaynaklarda görülmektedir.7 Şimdiki Türkiye topraklarının doğu eyaletlerinde de eski dönemlere ait taştan yapılmış koç ve koyun figürlerine rastlamak mümkündür.8

Moğolistan’da, Ulan-Batur şehrinden 400 km. batıda yerleşen ve VIII. yüzyılda yaşamış olan meşhur Türk hakanı Gültekin’e ait olan abidede doktor Yislin’in rehberliği altında yapılan Çekoslovakya-Moğolistan arkeolojik araştırmalar ekibince, abidenin giriş kapısında karşı karşıya dayanmış iki adet koyun figürü bulunmuştur.9 Rus bilgini V. V. Radloff, İngiliz bilgini H. Heygel ve Fransız bilgini de’Lyakok da burada iki adet mermer koç figürünün olduğunu doğrulamışlardır.10

Araştırmacılar, mezarların üzerine koyun ve koç figürlerinin dikilmesi olayının eski Türk boylarının defin gelenekleri ve inançlarıyla ilgili olduğunu söylemekteler.11 N. Rzayev’in fikrine göre, bu tür mezar üstü figürlerini ilk kullanan Oğuz boylarıdır.12

Taştan hazırlanmış koç ve koyun heykellerinin haritasını inceleyecek olursak, bu tür heykellerin, Kazakistan, Hakasya, Azerbaycan, Türkiye vb. gibi Türklerin yaşadığı bütün coğrafyada geniş bir şekilde yayılmış olduğunu görürüz. Y. A. Şer, eski Türklere has taştan yapılmış insan figürlerinin yayıldığı coğrafyadan söz ederken eski Türk boylarına ait bu tür heykellerin, Güney Ural’dan Doğu Moğolistan’a kadar geniş bir arazide yayıldığını belirtir.13 Bu fikri, tam anlamıyla taştan yapılmış koç ve koyun heykelleri için de söyleyebiliriz.

Bu figürlerle ilgili inançlara arkeolojik araştırmalarda da rast gelmek mümkündür. Arkeolojik araştırmalar sonucu birtakım bölgelerde, özellikle de Nahçıvan Özerk Cumhuriyeti arazisindeki Kültepe yaşayış bölgesinden İlk Tunç Devri’ne ait metal kaplamalı kilden yapılmış, küçük boyutlarda koyun figürleri bulunmuştur.14 Hakasya’daki mezarlıklarda ağaçtan yapılmış koç heykelleri bulunmuştur.15 Geçmiş Azerbaycan arazisi olan, şimdiki Ermenistan’da, Çeçen-İnguşya’da, Gürcüstan’da da arkeolojik araştırmalar sonucu bu tür figürlere rastlanmıştır.16 Araştırmacılar mezarlara bu tür figürlerin konulmasının eski gelenek ve inançlarla ilgili olduğu kanısındadırlar.17

Buradan da, mezarlara konulan bu koç ve koyun heykellerinin ilk dönemlerde mezarların içine konulduğu, zaman geçtikçe bu figürler mezarların içinden çıkarılmış ve mezarların üstüne konulmaya başlandığını söyleyebiliriz. Halk arasında, mezarların üzerine konulan bu heykellerin, defn edilen kişinin ahiret dünyasında cennete gitmesine yardım edeceklerine dair inançlar vardır. Onlar ölen adamın bu heykellere binerek cennete gideceklerine inanırlar.18

İslam dini putperestliğin aleyhine olduğundan, Azerbaycan’da İslam dininin yayılmasından sonra mezarların üstüne bu tür heykellerin konulması geleneği zayıflamıştır. Bu nedenle de Azerbaycan arazisinde İslamın hükümranlığının ilk dönemlerinde (VIII-XIII. yüzyıllar) bu tür figürlere rastlamamaktayız. XV. yüzyıldan itibaren, Azerbaycan’da Karakoyunlu ve Akkoyunlu boylarının hakimiyete geldikleri dönemden sonra mezarların üzerine koç ve koyun heykellerinin konulması geleneği yeniden yaygınlaşmaya başlamıştır. Artık bu dönemden başlayarak, mezarların üstüne koyulan koç ve koyun heykellerinin üzerinde dini özellik taşıyan yazılarla da karşılaşmaktayız.

Yerli halkın taştan hazırlanmış bu heykellere güçlü inançları arazimize sonradan göç etmiş olan Ermenilerin de, onlara saygıyla yaklaşmalarına neden olmuştur. Araştırmacılar, Ermenilerin bu figürleri eski Müslüman-Türk mezarlıklarından getirip kendi mezarlıklarında yeni mezarların üstüne koyduklarını söylemekteler.19 Ayrıca Ermenilerin bununla yetinmeyip son dönemlerde bu heykelleri arazimizden kütlevi surette çalarak Ermenistan’a götürdüklerini, onları İrevan şehrinin sokak ve meydanlarına dikerek bugün bu eserleri Ermeni kültürünün örnekleri gibi dış dünyaya tanıtma çabalarını da belirtmenin yararlı olacağını düşünüyoruz.

Yukarıda incelediğimiz olayları değerlendirecek olursak, eski Türk halklarının defin gelenekleri ile bağlı olan taştan yapılmış koç ve koyun heykellerinin ilk dönemlerde mezarlara, defn olunan kişinin yanına koyulduğunu, zaman geçtikçe bu geleneğin değiştiğini ve bu tür heykellerin mezarların üstüne konulmaya başladığını olduğunu görürüz. İslam’ın yayılma yükseliş döneminde ise bu gelenek bir süre için unutulmuş, Karakoyunlu ve Akkoyunlu boylarının Azerbaycan’da hakimiyete gelmeleri ile yeniden yaygınlık kazanmıştır.

Bu dönemden itibaren Azerbaycan’da ve Nahçıvan’da mezarların üstüne taştan yapılmış koç ve koyun heykelleri dikilmeye başlar. Nahçıvan arazisinde günümüze kadar gelmiş olan bu taş heykellerden bir kısmının üstünde epigrafik yazılar bulunmuştur ve bunların tamamı XV. yüzyılın II. yarısından sonraki döneme ait oldukları bilinmektedir.

Bu tür mezar üstü anıtların Nahçıvan’ın her bölgesinde yaygın olduğu yapılan arkeolojik araştırmalardan da belli olmaktadır. Ama Ordubat, Şahbuz, ve Culfa bölgelerinde bu figürlerle daha sık karşılaşmaktayız. Bugüne kadar yapılmış olan arkeolojik kazılarda Nahçıvan’ın Ordubad İlinin Bilev Köyünde 12, Aşağı Aza Köyünde 3, Düylün Köyünde 2, Culfa İlinin Hanağa Köyünde 9, Gülistan Köyünde 100’den fazla, Şahbuz İlinin Tırkeş Köyünde 6, Mezre Köyünde 6, Babek İlinin Cehri Köyünde 9 adet taş koç ve koyun figürünün bulunmuştur. Nahçıvan arazisinin genelinde ise 300’den fazla bu tür figür bulunmuştur.

Bu figürlerin büyük bir çoğunluğu sade bir biçimde yapılmış olsalar da bir kısmının üzerinde Türk kültürünün izlerini taşıyan çeşitli resimlerin olduğu da görülmüştür. Bu figürlerin üzerinde Türk etnografisini yansıtan bir takım resimlerin yanı sıra bazılarının üzerine kitap ve çeşitli yazılar işlenmiştir. Bu da abidenin hangi devirde ve kimin anıtına dikilmiş olduğunu belirlemek açısından büyük önem taşımaktadır.

Bu taş figürlerin üzerindeki tasvirlerle ilgili araştırmacılar çeşitli fikirler belirtseler de bunların çoğu daha tam olarak incelenmemiş bir kısmı ise tamamen yeni oldukları için araştırmacılar tarafından daha görülmemişlerdir. Saz, kılıç, ok, keman, kırık ayna çeşitli insan ve hayvan tasvirleri bu taş işlemeler içerisinde en fazla dikkat çekenleridir.

Ordubad ilinin Düylün köyünde bulunan ve XVII. yüzyıla ait olan bir adet koç figürünün bir tarafında saz ve kılıç tasviri işlenmiş, diğer tarafında anısına dikilmiş olduğu kişinin (Hesen Hüseyneli oğlu) adı yazılmıştır.

İzlenimlerimizden yola çıkarak bu abidelerin üzerindeki tasvirlerin anısına dikilmiş olduğu kişinin mesleği ile ilgili olduğunu söyleyebiliriz. Kendi mesleğinin bütün inceliklerini bilen kamil sanatkarların ölümlerinden sonra onların mezarlarına dikilen bu figürlere meslekleri ile ilgili tasvirlerin işlenmesi onlara olan saygının belirtisiydi.

Etnograflar, üzerinde saz ismi olan bu tür mezarların aşıklara ait olduğunu onaylamaktalar.20 Bu fikirden yola çıkarak Düylün’de bulunan ve üzerinde saz tasviri olan figürün anısına dikildiği Hesen Hüseyneli Oğlu’nun aşık olduğunu söyleyebiliriz.

Koç heykelinin üzerinde sazla beraber kılıç tasvirinin olması ise Azerbaycan kültürü açısından karakteristik bir haldir. Kahramanlık destanlarımızda da görüldüğü gibi halk kahramanlarımızın çoğu, bazen kılıçla ulaşamadıkları amaçlarına sazla ulaşmışlardır. Köroğlu ve diğer kahramanlarımızın yer yer sazı çok ustalıkla kullandıklarını görürüz. Köroğlu en tehlikeli seferlerinde, ölüm kalım savaşlarında sazı yanından ayırmamış, zaferlerini atı, kılıcı ve sazıyla kazanmıştır.

Culfa ilinin Gülistan köyü yakınlarında Aras Nehrinin sol kıyısındaki mezarlıkta bulunan koç heykelinin (XVII. yüzyıl) üzerine işlenmiş tasvir dikkat çekicidir. Heykelin bir tarafında müzik meclisi tasvir edilmiştir. Resimde oturmuş durumda üç kişi görülmektedir. Bunlardan birisi elindeki cura sazla dikkat çekmektedir.21

Müzik tarihimiz açısından çok önemli olan bu anıta dayanarak Nahçıvan arazisinde aşık sanatının geliştiğini, aynı zamanda bu dönemde orada müzik meclislerinin düzenlendiğini söyleyebiliriz.

Orta Çağ döneminde Nahçıvan’da müzik meclisinin düzenlenmesi Nahçıvan’ın konumu açısından doğaldı. Çünkü Yakın ve Orta Doğu’nun gelişmiş kültür merkezlerinden biri sayılan, önemli ticaret yollarının üstünde yerleşen ve çeşitli ülkelerle sıkı kültürel, siyasi ve ekonomik ilişkileri olan Nahçıvan büyük sanatkarlar yetiştirmiştir.

Bu toprağın yetiştirdiği müzik adamlarının Osmanlı, Safevi ve başka Doğu Hükümdarlarının saraylarında düzenlenen müzik meclislerine katıldıklarını tarihi kaynaklardan okumaktayız. Örneğin, Osmanlı Padişahı IV. Murat’ın sarayında faaliyet gösteren sazcılardan en tanınmışı Nahçıvanlı Murat Ağa olmuştur.

Yukarıda sözü edilen ve üzerlerinde saz tasviri olan bu iki koç heykeli, Nahçıvan müzik tarihinin öğrenilmesi açısından çok önemli kaynaklardır.

Nahçıvan topraklarında günümüze kadar ulaşmış olan koç heykellerinden birkaçının üzerinde kılıç tasviri görülmektedir. Ordubad bölgesinin Köçeri mezarlığında, Babek bölgesinin Cehri köyünde, Şahbuz bölgesinin Badamlı köyünde vb. bulunmuş koç figürlerini buna örnek olarak gösterebiliriz. Araştırmacılar, üzerinde kılıç tasviri olan bu mezar üstü abidelerin savaşçılara ait olduğu kanısındalar.

Ordubad bölgesinin Aşağı Aza köyünde bulunan ve üzerindeki yazılardan 1472 yılında ölmüş olan Sefer adlı kişiye ait olduğu anlaşılan anıtın diğer tarafında ok, yay ve ok kabı tasviri işlenmiştir. Bu tasvirler merhumun avcı olduğunu göstermektedir.

Şahbuz bölgesinin Mezre köy mezarlığında bulunan bir koç heykelinin (ölçüsü 130 x 30 x 48) üzerinde öküzün üzerine atlamaya hazırlanan bir çita tasviri çizilmiştir. Resimde öküz savunma durumunda, boynuzlarını ileri tutarak tasvir edilmiştir. Nahçıvan arazisinde yaşayan hayvanlar hakkında bilgi veren bu tasvirin daha basit varyantına Ordubad’ın Gemigaya bölgesindeki kayalıklarda gördüğümüz ve milattan çok önceye ait olduğu bilinen tasvirlerde de rastlamaktayız. Bu tür tasvirlere günümüzde Ermenistan’ın işgali altında olan eski Azerbaycan topraklarının birçok bölgesinde rastlamak mümkündür.

Nahçıvan arazisinde bulunan taş heykellerden bazılarının üzerinde at tasviri görülmektedir. Nahçıvan’daki müzede saklanan, üzerinde at ve kılıç tasviri olan ve Şahbuz bölgesindeki Şahbuz köy mezarlığında bulunan, sağ tarafında bir süvari (ata binmiş bir insan), sol tarafında ise eğerli at tasvir edilmiş iki adet koç heykeli, bu konuda verilebilecek en güzel örneklerdendir.

Atın Türkler arasında önemli yere sahip olduğu bilinen bir gerçektir. Ömrü at üstünde geçen bir milletin atı sevmesi, ona saygıyla yaklaşması hatta onu uğur sembolü olarak kabul etmesi gayet doğal bir olaydır. Bazı Türk boyları, çeşitli dönemlerde atın anısına heykeller yapmış, ölen atı mezara gömmüşlerdir. Eski Türklerde ölen insanın atıyla beraber gömüldüğünü arkeolojik kazılara esasen söyleyebiliriz. Arkeolog E. Elekberov Nahçıvan’ın Şerur ilindeki Şahtahtı köyünde yaptığı arkeolojik kazılar sonucu at iskeleti bulmuştur. Aynı zamanda Azerbaycan’ın çeşitli bölgelerinde yapılan arkeolojik araştırmalarda da at iskeletleri bulunmuştur.22

Arap coğrafyacısı ve gezgini İbn Fadlan Volga Nehri sahillerine yaptığı gezi esnasında tanıklık ettiği, Bulgar Türklerinin cenaze törenini anlatırken Bulgarların birkaç atı da öldürerek merhumla birlikte mezara gömdüklerini belirtmektedir.23

Bu gelenek zamanla değişmiş ve yerini mezar üstü heykellere işlenen tasvirlere bırakmıştır. Araştırmacılara göre, İslam’ın mezara eşya koyma geleneğini yasaklaması, bir zamanlar merhumla birlikte gömülen eşyaların İslamiyet sonrası mezar üstü heykellere yansımasına neden olmuştur.24

At, bütün Türk kavimlerinde olduğu gibi Azerbaycan Türkleri arasında da aşırı derecede sevilmiştir. Bunun sonucu olarak at mezar üstü heykellerin üzerlerinde tasvir edilmiş hatta mezarların üstüne at heykelleri dikilmiştir. Gence, Gazah, Laçın vb. bölgelerde mezarların üstüne dikilmiş at heykelleri bunun en güzel örneklerindendir.25

Prof. Dr. R. Efendiyev Nahçıvan bölgesinde de at figürleri bulmuş ve onların resmini bastırmıştır.26

Koç ve koyun figürlerinin üzerindeki at tasvirleri ve mezarların üstüne dikilen at heykelleri bu hayvanın Azerbaycan Türklerinin hayatında önemli rol oynadığını ve halk tarafından en fazla sevilen hayvan olduğunun kanıtıdır. O erkeklik sembolü olarak kabul edilmiş hatta Dede Korkut Destanı’nda kardeşle eşit tutulmuştur.27 Mezar üstü figürlerdeki tasvirlere yansıması ve bazen de mezar üstlerine dikilme nedeni bu sevgi olsa gerek.

Şerur Şehrinde bulunan bir koç heykeli üzerinde deve kervanı tasvir edilmiştir. Bu tasvir Orta Çağ dönemi Nahçıvan’da devenin başlıca ulaşım aracı olarak kullanıldığını göstermektedir. Aynı zamanda Nahçıvan deveciliğin tarihini öğrenmek açısından da bu tasvir çok önemlidir. Bu abidenin üzerindeki kervan tasviri merhumun muhtemelen kervan başı olduğuna bir işarettir.

Şahbuz bölgesinin Badamlı köyünde üzerinde insan tasviri olan bir koç heykeli bulunmuştur. Resimdeki insanın sağ elinde mangal üzerine tutulmuş bir şiş, sol elinde ise sürahi bulunmaktadır. Aynı bölgenin Keçili köyünde ise üzerinde av sahnesi tasvir olunmuş bir heykel bulunmuştur. At üstünde oturmuş, sağ elinde yay, sol elinde ise ok olan bir kişi tasvir edilmiştir. Avcının önünde ise atmacası uçmaktadır.28

Bu tür tasvirler Nahçıvan halkının Orta Çağ dönemindeki hayat tarzı hakkında önemli bilgiler vermektedir. Atmaca tasvirine Şahbuz bölgesinin Keçili köyünde de rastlanmaktadır. Burada bulunmuş olan bir mezar üstü anıt üzerinde öküzün üzerine atlayan bir çita tasvir edilmiştir. Atmaca ise çitanın boynun üzerinde tasvir edilmiştir.29

Taştan yapılmış koç ve koyun heykellerinin üzerlerinde gördüğümüz tasvirlerden yola çıkarak her ne kadar Orta Çağ’da İslami etkilerle resim yapmak yasaklanmışsa da30 halk içinden çıkan sanatçıların bu yasağa uymadıklarını söyleyebiliriz.31 Bu sanatçılar, taş üzerine işledikleri tasvirlerle Orta Çağ heykelcilik sanatının en güzel örneklerini vermişler.

Nahçıvan’da bulunan koç ve koyun heykellerinden bir kısmının üzerinde Arapça yazılara rastlamaktayız. Bu yazıların bir kısmı, direkt olarak heykelin yapımı esnasında yazılmış olsa da, bazıları ise daha İslam öncesi döneme ait heykellerin üzerine yazılmıştır. Bu da İslam’ın yükseliş döneminde yapılmış olsa gerek. Prof. Dr. S. Aşurbeyli’nin düşüncelerine göre de, üzerinde Arapça yazılar olan bu taş heykellerin büyük bir kısmı İslam öncesi dönemlerde yapılmış, Orta Çağ’da bu abidelerin üzerine yazılar yaılmıştır.32

Günümüze kadar gelen bu koç ve koyun heykelleri orta çağ Azerbaycan-Türk heykel sanatının tarihi örnekleri olmakla beraber, bu heykeller halkımızın tarihi, kültürü, etnografisi vb. ile ilgili çok önemli bilgileri de günümüzü kadar taşımışlardır. Taş yonma sanatının bu güzel örneklerinin yapılış şekilleri de farklıdır. Onların büyük bölümü iki ayaklı yapılmış olsalar da, Nahçıvan arazisinde dört ayaklı koç ve koyun heykellerine de rastlanmıştır.33 Ama ne yazık ki B. M. Sısoyev’in bulmuş olduğu bu figürler, geçen 75 senelik zaman içerisinde kaybolmuştur.

Bu abideleri bir kısmının doğa olayları (kar, yağmur vb.) karşısında yıpranmış olmaları, yukarıda da belirttiğimiz gibi bir kısmının Ermeniler tarafından çalınarak Ermenistan’a götürülmüş olmaları, önemli bir kısmı ise define avcıları tarafından tahrip edilmiş olmaları da belirtilmesi gereken bir başka acı gerçektir. Belki bu nedenden dolayı XIX. yüzyılda ve XX. yüzyılın başlarında Nahçıvan arazisinde bulunan anıtların büyük bir hissesi günümüze kadar ulaşamamıştır. Örneğin, Rus bilgin V. M. Sısoyev’in XX. yüzyılın 20’li yıllarında Şerur bölgesinin Garabağlar köyünde üç,34 Ordubad bölgesinin Venend Köyünde iki,35 Aşağı Aza köyünde on36 adet koç heykelinin bulunduğunu belirtmiş olmasına rağmen, bu gün onlardan sadece Aşağı Aza köyünde üç adet heykel kalmıştır. Bütün bunları göz önünde bulundurarak en azından günümüze kadar gelmiş olan bu heykelleri korumak gerekir.

Toprağımızın eski zamanlardan beri Türk toprağı olduğunu, Türklerin bu arazilerde tarihin en erken dönemlerinden itibaren yaşadıklarının ispatı olan ve aynı zamanda Nahçıvan taş yonma sanatının gelişme aşamalarını izleme olanağı sağlayan bu heykelleri bulmak, inceleyerek gelecek nesillere ulaştırmak ve korumak her Türk evladının kutsal borcu olmalıdır.

1 Obozrenie Rossiyskih Vladeniy za Kavkazam v Statistiçeskom, Etnografiçeskom i Finansovom Otnoşeniyah, Sankt-Petersburg 1836, IV. Çast, s. 313.

2 Mehemmedhesen Velili (Başarlı), Azerbaycan, Bakü 1993, s. 148.

3 Efendi, P., Azerbaycan Dekorativ-Tetbiki Senet Nümuneleri, Bakü 1976, s. 69.

4 Sısoev, V. M., Nahçivanskiy Kray- Nah SSR (Otçet o Poezdke Letom 1927 Goda), İzvestiya, “Azkomstaris”A, IV. Vıpusk, (tetrad 2), Bakü 1929, s. 125.

5 Guliyev, Ş. A; Behtiyarov A. S., Azerbaycan’da Gedim Dini Ayinler ve Onların Meişette Galıkları, Bakü 1968, s. 59.

6 Efendiyev R., Daşlar Danışır, Bakü 1980, s. 23.

7 1974, Ò. 68.

8 Efendiyev, R., Daşlar Danışır, s. 23.

9 Şer, Y. A., Kamennıe İzvayaniya Semireçya, Moskva-Leningrad 1966, s. 18.

10 Efendiyev, R., Daşlar Danışır, s. 23-24.

11 Rzaev, N. İ., İsskustvo Kavkazskoy Albanii, IV. v. do n. e. - VII. v. do n. e., Bakü 1976, s. 188.

12 Rzaev, N. İ., İsskustvo Kavkazskoy Albani, s. 188.

13 Şer, Y. A., Kamennıe İzvayaniya Semireçya, Moskva-Leningrad 1966, s. 20.

14 Abibullayev, O. A., Eneolit i Bronza na Territorii Nahiçivanskoy ASSR, Bakü 1982, s. 141, Tablitsa XXV.

15 Arheologiya SSSR. Stepi Evrazii v Epohu Srednevekovya, Moskva 1981, s. 50.

16 Piotrovskiy, B. B., “Posleniya Mednogo Veka v Armenii”, Jurnal Sovetskaya Arheologiya, 1949, o 11, s. 176; Munçaev, T. M., “Pamyatniki Maykopskoy Kulturı v Çeçene-İnguşetii”, Jurnal Sovetskaya Arheologiya, 1962, o 3, s. 185-186; Djahaşvili, A. İ; Glonti, L. İ., Urbnisi I, Tbilisi 1962, s. 61.

17 Abibullayev, O. A., Eneolit i Bronza na Territorii Nahiçivanskoy ASSR, Bakü 1982, s. 142.

18 Guliyev, Ş. A; Behtiyarov A. S., Azerbaycan’da Gedim Dini Ayinler ve Onların Meişette Galıkları, Bakü 1968, s. 58.

19 Sısoev, V. M., Nahçivanskiy Kray- Nah SSR (Otçet o Poezdke Letom 1927 Goda), İzvestiya, “Azkomstaris”A, s. 186.

20 Bünyadov, T., Esirlerden Gelen Sesler, Bakı 1975, s. 147.

21 Seferov, F.; Ceferov, H., “Nahçivan’da Saz Seneti Tarihinden”, Ali Mekteblerarası Konfransın Materiyalları, Bakı 1998, s. 52-53.

22 Pogrebova, M. N., İran i Zakavkaze v Rannem Jeleznom Veke, Moskva 1977, s. 115.

23 Puteşestvie İbn Fadlana na Volgu, Moskva-Leningrad 1939, s. 63.

24 Guliyev, Ş. A; Behtiyarov A. S., Azerbaycan’da Gedim Dini Ayinler ve Onların Meişette Galıkları, Bakü 1968, s. 81.

25 Efendi, R., Azerbaycan Dekorotiv-Tetbigi Seneti, s. 71.

26 A.g.e., s. 93.

27 Kitab-i Dede Gorgud, Bakü 1978, s. 60.

28 Safarov, F. E., Arabo-Persreyazıçnıe Nadpisi Nahiçevanskoy ASSR Kak İstoriko-Kulturnıe Pamyatniki, Dissertatsiya kond. ist. nauk. Baku 1987, s. 151-152.

29 A.g.e., s. 147.

30 Doroşenko, E. A., Şiitskoe Duhovenstvo v Sovremennom İrane, Moskva 1985, s. 68; Yakovlev, E. G., İsskustvo i Mirovıe Religii, Moskva, Vısşaya Şkola 1985, s. 198; Formozov, A. A., “K Probleme Oçagov Pervobıtnogo İsskustvo”, Jurnal Sovetskaya Arheologiya, Moskva 1983, no 3, s.

31 Djafarzade, İ. M; Djafarzade, S. K., “Azerbaydjanskie Namogilnıe Kamn”, Jurnal Sovetsaya Etnografiya, Moskva 1965, no 3, s. 104-109.

32 Aşurbeyli, S., Skulptura Azerbaydjana Drevnogo Priroda i Priroda Srednevekovya, Azerbaycan Tarihi MuzeyininEserleri, Tom 1, Bakü 1956, s. 105.

33 Sısoev, V. M., Nahiçevan Na Arakse i Drevnosti Nah. SSR (Otçet o Poezdke Letom 1926 g. ), İzvestiya “Azkomstars” Vıpusk 4, (tetrad 2), Bakü 1929, s. 119.

34 A.g.e.

35 A.g.e., s. 180.

36 A.g.e., s. 196.

Abibullaev, O. A., Gneolit i Bronza na Territorii Nahiçevanskoy ASSR, Baku 1982.

Arheolokie SSSR. Stepi Evrazii v Gpohu Srednevekovye, Moskva 1981.

Bünyadov, T., Esrlerden Gelen Sesler, Bakü 1975, s. 147.

Kuliyev, H. A., Behtiyarov, A. S., Azerbaycanda Kedim Dini Ayinler ve Onların Meişetde Kalıkları, Bakı 1968.

Dcavahaşvili, A. İ.; Klonti, L. İ., Urbnisi I, Tbilisi 1962.

Djafarzade, İ. M; Djafarzade, S. K., “Azerbaydjanskie Namogilnıe Kamn”, Jurnal Sovetsaya Etnografiya, Moskva 1965, no 3, s. 104-109.

Doroşenko, E. A., Şiitskaya Duhovenstvo v Sovremennom İrane, Moskva 1985.

Efendi, R., Azerbaycan Dekorativ-Tetbiki Senet Nümuneleri, Bakü 1976.

Efendiyev, R., Taşlar Danışır, Bakü 1980.

Kitab-i Dede Gorgud, Bakü 1978.

Mehemmedhesen Velili (Baharlı), Azerbaycan, Bakü 1993.

Munçaev, T. M., “Pametniki Maykopskoy Kulturı v Çeçene-İnkuşetii”, Jurnal Sovetskae Arheologiya, 1962.

Piotrovskiy, B. B., “Poslenie Mednogo Veka v Armenii”, Jurnal Sovetskaya arheologiya, 1949, o 11.

Pogrebova, M. N., İran i Zakavkaze v Rannem Jeleznom Veke, Moskva 1977.

Puteşestvie İbn Fadlana na Volgu, Moskva-Leningrad 1939.

obozrenie Rossiyskih Vladeniy za Kavkazam v Statistiçeskom, Etnokrafiçesom i Finansovom Otn_şeniyah, Sankt-Petersburg 1836, çast 4.

Sısoev, V. M., Nahiçevan na Arakse i Drevnosti Nah. SSR (Otçet o Poezdke Letom 1926 goda), İzvestie, «Azkomstaris»a, vıpusk 4, (tetradğ 2), Baku 1929.

Safarov, F. Y., Arabsko-Persoyazıçnıe Nadpisi Nahiçevanskiy ASSR Kak İstoriko-Kulturnıe Pamyatniki, Dissertatsiya, Kand. İst. Nauk, Bakü 1987.

Seferov, F.; Ceferov, H., “Nahçıvan’da Saz Seneti Tarihinden”, Ali Mekteblerarası Konferansın Materialları, Bakü 1998.

Sısoyev, V. M., Nahiçevanskiy Kray-Nah. SSR (Otçet o Poezdke Letom 1927 Goda) İzvestiya “Azkomstratis”a Vıpusk 4 (Tetrad 2), Baku 1929.

Rzayev, N., Esrlerin Sesi, Bakü 1974.

Rzaev, N. İ., İsskustvo Kavkazskoy Albinii IV. v. do n. e-VII. v. n. e., Baku 1976.

Formozov, A. A., “K Probleme Oçagov Pervobıtnogo İsskustva”, Jurnal Sovetsaya Arheologiya, Moskva 1983, no 3.

Şer E. A., Kamennıe İzvaenie Semireçe, Moskva-Leningrad 1966.

Yakovlev, E. T., İsskustvo i Mirovıe Religii, Moskva, Vısşaya Şkola 1985.



Yüklə 12,18 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   16   17   18   19   20   21   22   23   ...   95




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin